kun_feyekun
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 19 Haz 2007
- Mesajlar
- 14
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
Efendimiz (sas) “Bir kişinin senin vesilenle hidayete ermesi dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır.” buyurmuştur. Risale-i Nur eserleri de çağımızda iman ve Kur’an hizmetinde büyük bir misyon îfa etmektedir.
“Bir kitap okudum, hayatım değişti.” cümlesini fiilen gösterecek hayat değiştiren kitaplar vardır. Okuduğu bir kitaptan sonra hayatı değişenlerden biri de Ali Rıza Sağlamer’di. Ali Rıza Bey 1926 yılında Trabzon’da doğmuş sonra da Samsun’a yerleşmişti. Kendi ifadesiyle “dalaletin en koyu batakları”nda bulunurken bazı kitaplarla tanışmıştı. İlk okuduğu eserler Küçük Sözler ve Ankara Müdafaası idi. Bu eserler onu, içinde bulunduğu sıkıntıdan kurtarmış ve kalbindeki iman ışığını parlatmıştı. “Önceleri dalaletin en koyu bataklığında bulunurken bu okumalardan sonra hayatım değişti. Allah’a namütenahi hamdler olsun ki daha sonra Üstad Bediüzzaman’ı gördüm.” Evet, insan, kalbinde iman güneşinin parlamasına vesile olan kitapların sahibine çok müteşekkir olur ve onu hep takip eder.
Bu konuda Ali Rıza Sağlamer yalnız değildir. Osmanlı’nın son dönemlerinde Batı’yı saran inkâr hastalığı Osmanlı’ya da sirayet etmeye başlamıştı. İnançsızlık her yanı kasıp kavuruyordu. İnsanlar inkârlarına fen ve tabiatı güya bir delil olarak sunuyorlardı. Eski zamanlarda kalb ehli bir âlimin anlattığı şeyler delil de sorulmadan kabul ediliyordu. Ancak devir değişmiş, insanlar başkalaşmış, manevi hava bozulmuştu.
İnsanları imansızlığın korkunç karanlıklarından kurtarıp onlara imanın tatlı havasını sunmak Allah nezdinde en önemli iştir. Allah Resûlü (sas) Hz. Ali’ye “Bir kişinin senin vesilenle hidayete ermesi dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır.” derken bu hakikate dikkat çekiyordu. İşte Risale-i Nur eserleri de yirminci asır insanına fen ve felsefeden gelen inkâr fırtınalarına karşı bir set olmuş, Kur’an’ın ve iman esaslarının etrafına bir sur olmaya çalışmış ve bunu da hakkıyla yapmıştır. Avrupa’da başlayan kutsala karşı saygısızlık, hatta kutsalın kaynağı olan Allah’ı inkâr felsefesi, İslam coğrafyasını da etkisine almaya başlamış, bundan da Avrupa’ya en yakın, hatta onun içinde olan Osmanlı aydınları daha çok etkilenmişlerdi. Yapılacak şey, Kur’an ve iman hakikatlerini kalb ve kafalara yerleştirmekti. Çünkü Kur’an’ın etrafındaki surlar yıkılmaya başlamıştı. Bediüzzaman Hazretleri küçük yaşlarında bu tehlikeyi görmüş, eski yeni bütün eserlerinde temel olarak bunun üzerinde ısrarla durmuştu. O, siyasi meselelerle de ilgilendiği, devlet ricaliyle ilişkiler içinde olduğu kendi ifadesiyle “Eski Said” döneminde de daha sonraki döneminde de mantığını ve kalemini hep iman ve dinin hayata hayat olması yönünde harekete geçiriyordu. Bunun sonucu olarak da küçük-büyük yüz otuz parça eser ortaya çıkmış, daha sonra bunun adına Risale-i Nur Külliyatı denmişti.
***
RİSALE-İ NUR ŞÜPHELERE KARŞI ANTİVİRÜS GİBİDİR!
Risale-i Nur Külliyatı’nın ilk ve asıl eseri “Sözler”dir. 1925 yılı öncesi yazılanlar dışında diğer eserler hep Sözler’in bölümlerinden ibarettir: Mesela, Mektubat kitabı 33’üncü Söz’dür! 27. Mektup Lâhikalar, 30. Mektup İşârâtü’l-İ’caz, 31. Mektup da Lem’alar risalesidir.
Bundan dolayı Bediüzzaman bazen Risale-i Nur Külliyatı diyeceği yerde “Sözler” der ki, esasen Sözler bütün külliyatı ifade ediyor demektir. Sözler ve diğer eserler asrın getirdiği sorulara, şüphelere bazen uzun uzun ve açıktan, bazen de kısaca ve işaretle cevaplar vermektedir. İçinde bulunduğumuz zamanın iman, İslam ve Kur’an’a dair soruları bellidir. Risale-i Nurlar’da da bu sorulara aklî ve mantıkî cevaplar vardır. Dolayısıyla külliyatı benimseyerek ve özümseyerek okuyan bir insan fen ve felsefeden gelip inanca tuzak kuran bütün sorulara yerinde cevaplar verebilir. Zira o, işin ruhunu ve felsefesini bilmektedir. Ayrıca Bediüzzaman işe kendinden başlamaktadır. Zira kendisi ikna olmamış, kendi nefsini ikna edememiş kimselerin insanlara verecekleri bir şey yoktur. Risale-i Nur, müellifinin kendi nefsine yüksek perdeden söylediği hususları herkesin anlayabileceği şekilde yine kendi nefsine tekrar etmesidir. Ancak isteyen onunla beraber dinleyecektir.
Her bir bölüm veya Üstad’ın ifadesiyle her bir risale, imanî bir meselenin, bir veya birkaç ayetin tefsiridir. Mesela, Birinci Söz, her işe başlarken niçin Besmele çektiğimizi veya niçin çekmemiz gerektiğini ifade ederken, İkinci Söz imanda ne kadar büyük bir saadet, nimet ve ne kadar büyük bir lezzet ve rahat bulunduğunu temsili bir hikâye ile aklın çok rahat anlayacağı şekilde anlatır.
“Bir kitap okudum, hayatım değişti.” cümlesini fiilen gösterecek hayat değiştiren kitaplar vardır. Okuduğu bir kitaptan sonra hayatı değişenlerden biri de Ali Rıza Sağlamer’di. Ali Rıza Bey 1926 yılında Trabzon’da doğmuş sonra da Samsun’a yerleşmişti. Kendi ifadesiyle “dalaletin en koyu batakları”nda bulunurken bazı kitaplarla tanışmıştı. İlk okuduğu eserler Küçük Sözler ve Ankara Müdafaası idi. Bu eserler onu, içinde bulunduğu sıkıntıdan kurtarmış ve kalbindeki iman ışığını parlatmıştı. “Önceleri dalaletin en koyu bataklığında bulunurken bu okumalardan sonra hayatım değişti. Allah’a namütenahi hamdler olsun ki daha sonra Üstad Bediüzzaman’ı gördüm.” Evet, insan, kalbinde iman güneşinin parlamasına vesile olan kitapların sahibine çok müteşekkir olur ve onu hep takip eder.
Bu konuda Ali Rıza Sağlamer yalnız değildir. Osmanlı’nın son dönemlerinde Batı’yı saran inkâr hastalığı Osmanlı’ya da sirayet etmeye başlamıştı. İnançsızlık her yanı kasıp kavuruyordu. İnsanlar inkârlarına fen ve tabiatı güya bir delil olarak sunuyorlardı. Eski zamanlarda kalb ehli bir âlimin anlattığı şeyler delil de sorulmadan kabul ediliyordu. Ancak devir değişmiş, insanlar başkalaşmış, manevi hava bozulmuştu.
İnsanları imansızlığın korkunç karanlıklarından kurtarıp onlara imanın tatlı havasını sunmak Allah nezdinde en önemli iştir. Allah Resûlü (sas) Hz. Ali’ye “Bir kişinin senin vesilenle hidayete ermesi dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır.” derken bu hakikate dikkat çekiyordu. İşte Risale-i Nur eserleri de yirminci asır insanına fen ve felsefeden gelen inkâr fırtınalarına karşı bir set olmuş, Kur’an’ın ve iman esaslarının etrafına bir sur olmaya çalışmış ve bunu da hakkıyla yapmıştır. Avrupa’da başlayan kutsala karşı saygısızlık, hatta kutsalın kaynağı olan Allah’ı inkâr felsefesi, İslam coğrafyasını da etkisine almaya başlamış, bundan da Avrupa’ya en yakın, hatta onun içinde olan Osmanlı aydınları daha çok etkilenmişlerdi. Yapılacak şey, Kur’an ve iman hakikatlerini kalb ve kafalara yerleştirmekti. Çünkü Kur’an’ın etrafındaki surlar yıkılmaya başlamıştı. Bediüzzaman Hazretleri küçük yaşlarında bu tehlikeyi görmüş, eski yeni bütün eserlerinde temel olarak bunun üzerinde ısrarla durmuştu. O, siyasi meselelerle de ilgilendiği, devlet ricaliyle ilişkiler içinde olduğu kendi ifadesiyle “Eski Said” döneminde de daha sonraki döneminde de mantığını ve kalemini hep iman ve dinin hayata hayat olması yönünde harekete geçiriyordu. Bunun sonucu olarak da küçük-büyük yüz otuz parça eser ortaya çıkmış, daha sonra bunun adına Risale-i Nur Külliyatı denmişti.
***
RİSALE-İ NUR ŞÜPHELERE KARŞI ANTİVİRÜS GİBİDİR!
Risale-i Nur Külliyatı’nın ilk ve asıl eseri “Sözler”dir. 1925 yılı öncesi yazılanlar dışında diğer eserler hep Sözler’in bölümlerinden ibarettir: Mesela, Mektubat kitabı 33’üncü Söz’dür! 27. Mektup Lâhikalar, 30. Mektup İşârâtü’l-İ’caz, 31. Mektup da Lem’alar risalesidir.
Bundan dolayı Bediüzzaman bazen Risale-i Nur Külliyatı diyeceği yerde “Sözler” der ki, esasen Sözler bütün külliyatı ifade ediyor demektir. Sözler ve diğer eserler asrın getirdiği sorulara, şüphelere bazen uzun uzun ve açıktan, bazen de kısaca ve işaretle cevaplar vermektedir. İçinde bulunduğumuz zamanın iman, İslam ve Kur’an’a dair soruları bellidir. Risale-i Nurlar’da da bu sorulara aklî ve mantıkî cevaplar vardır. Dolayısıyla külliyatı benimseyerek ve özümseyerek okuyan bir insan fen ve felsefeden gelip inanca tuzak kuran bütün sorulara yerinde cevaplar verebilir. Zira o, işin ruhunu ve felsefesini bilmektedir. Ayrıca Bediüzzaman işe kendinden başlamaktadır. Zira kendisi ikna olmamış, kendi nefsini ikna edememiş kimselerin insanlara verecekleri bir şey yoktur. Risale-i Nur, müellifinin kendi nefsine yüksek perdeden söylediği hususları herkesin anlayabileceği şekilde yine kendi nefsine tekrar etmesidir. Ancak isteyen onunla beraber dinleyecektir.
Her bir bölüm veya Üstad’ın ifadesiyle her bir risale, imanî bir meselenin, bir veya birkaç ayetin tefsiridir. Mesela, Birinci Söz, her işe başlarken niçin Besmele çektiğimizi veya niçin çekmemiz gerektiğini ifade ederken, İkinci Söz imanda ne kadar büyük bir saadet, nimet ve ne kadar büyük bir lezzet ve rahat bulunduğunu temsili bir hikâye ile aklın çok rahat anlayacağı şekilde anlatır.