Risale-I Nur’dan Hikmetler
Bediüzzaman Sait Nursi’nin hayatı, zorluklar, ve hastalıklar içinde geçmiştir. Üstad hastalıklarla ilgili, insanın imanına derin etki yapan çok hikmetli sözler söylemiştir. Hastalığın imanı kavrama açısından birer nimet olduğundan, hastalandığında şikayet etmek bir yana şükretmek gerektiğinden bahsetmiştir. Üstad, yaşamış olduğumuz hastalıkların dünyanın keyif ve eğlenceden ibaret olmadığını, bu dünyanın geçici olduğunu, ölüm, kabir ve ahiret hayatını hatırlattığını ve sonsuz mutluluğa bu hastalıklar sayesinde daha fazla yakınlaşabileceğimizi ifade etmektedir.
Üstad eserlerinin bir yerinde hastalıkla ilgili şu hikmetli sözleri söylemiştir:
’Ey tahammülsüz hasta! İnsan bu dünyaya keyif sürmek ve lezzet almak için gelmediğine, mütemadiyen (aralıksız) gelenlerin gitmesi ve gençlerin ihtiyarlaşması ve mütemadiyen zeval (aralıksız yok olup giden) ve firakta (ayrılıkta) yuvarlanmasına şahittir. Eğer hastalık olmazsa sıhhat ve afiyet gaflet verir, dünyayı hoş gösterir ahireti unutturur. Kabri ve ölümü hatırına getirmek istemiyor. Sermaye-i ömrünü (ömür sermayesini) bad-ı heva (boş yere) sarf ettiriyor. Hastalık ise, birden gözünü açtırır. Vücuduna ve cesedine der ki, "Layemut (ölümsüz) değilsin, başıboş değisin, bir vazifen var. Gururu bırak, seni Yaratanı düşün, kabre gideceğini bil, öyle hazırlan." (Risale-i Nur Külliyatı, 25. Lema)
Bediüzzaman Sait Nursi’nin hayatı, zorluklar, ve hastalıklar içinde geçmiştir. Üstad hastalıklarla ilgili, insanın imanına derin etki yapan çok hikmetli sözler söylemiştir. Hastalığın imanı kavrama açısından birer nimet olduğundan, hastalandığında şikayet etmek bir yana şükretmek gerektiğinden bahsetmiştir. Üstad, yaşamış olduğumuz hastalıkların dünyanın keyif ve eğlenceden ibaret olmadığını, bu dünyanın geçici olduğunu, ölüm, kabir ve ahiret hayatını hatırlattığını ve sonsuz mutluluğa bu hastalıklar sayesinde daha fazla yakınlaşabileceğimizi ifade etmektedir.
Üstad eserlerinin bir yerinde hastalıkla ilgili şu hikmetli sözleri söylemiştir:
’Ey tahammülsüz hasta! İnsan bu dünyaya keyif sürmek ve lezzet almak için gelmediğine, mütemadiyen (aralıksız) gelenlerin gitmesi ve gençlerin ihtiyarlaşması ve mütemadiyen zeval (aralıksız yok olup giden) ve firakta (ayrılıkta) yuvarlanmasına şahittir. Eğer hastalık olmazsa sıhhat ve afiyet gaflet verir, dünyayı hoş gösterir ahireti unutturur. Kabri ve ölümü hatırına getirmek istemiyor. Sermaye-i ömrünü (ömür sermayesini) bad-ı heva (boş yere) sarf ettiriyor. Hastalık ise, birden gözünü açtırır. Vücuduna ve cesedine der ki, "Layemut (ölümsüz) değilsin, başıboş değisin, bir vazifen var. Gururu bırak, seni Yaratanı düşün, kabre gideceğini bil, öyle hazırlan." (Risale-i Nur Külliyatı, 25. Lema)