RE: hasretimsin,Ya Resulallah....eskimeyen bir mektup,Efendime...
Sevgili Efendim;
Bu mektubu engin hoşgörünüze sığınarak yazıyorum. Yüzyıllar önce, gönüllere ilmek, ilmek, işlediğin “insanlık onurunun” bizde meydana getirdiği özlemle, bir türlü tadına doyamadığım her şeyden çok tatlı sevgin üzerine yazıyorum.
Kör bir kuytuda kaybettiğim benliğimi, sadece senin işaret ettiğin doğrultuda bulmaya çalıştığım için yazmaya cüret edebildim Efendim!
Suya yazdığım, taşa yazdığım, dağlara yazdığım ama senden hep sakladığım acılarımı şimdi sana yazıyorum Efendim! Aramızdaki uçurumlardan, sana yalnız bu mektubu yollayabiliyorum. Hiç bir zaman bulamadığım, cesaretim ve benliğim, yalnız bunu başarabiliyor. Bu mektup, kalabalıklar içerisinde yürüyen bir yüreğin sessiz feryadıdır Efendim!
İçine, aynı çağda paylaşamadığımız sevgiyi, yüzümde tek tük dolaşan gülücükleri ve karşında sevginden eriyen yüreğimi, yüzüne bakamamanın utancından gözlerimden süzülen damlacıkları koyuyorum. Yine içine umudu, mutsuzluğu, hep kendime duyduğum güvensizliği, karanlıkta bulduğum Miraç yolunu aydınlatan ışığını da koyuyorum. Efendim, senin sevgi ikliminde yanmak ve yunmak istiyorum. Ama sevgin o denli dizayn edilmiş ki, kendimi tarifi imkansız bir huzurda buluyorum. Senden aldığım ışıkla sadece kendimi değil, çevremi de aydınlatmak istiyorum. Yaşamak için değil, yaşatmak için yaşamak istiyorum. Asla ölmek için değil. Zira ölmek kurtulmaktır biliyorum. Efendim, ben yalnız açlığı, soğuğu, çaresizliği ve siyah olan her şeyi öldürmek istiyorum. Silâhım, dürüstlük, kurşunlarım bir bir filizlenen sevgi olsun istiyorum. İçimdeki bütün hırsla ve bütün yalnızlığımda, korkularımla, yalan yanlış dünyamla yazıyorum bu mektubu! Suya yazdığım, taşa yazdığım, dağlara yazdığım acılarımı şimdi sana yazıyorum. Ben sana hiç bu kadar açık yürekli olamamıştım. İçimi yakıp, yıkan gerçekleri ben senden hep gizledim. Gizlilikler, yerini asla bağışlanmayan yanlışlara çevirdi. Acılar, umutlar bitmek bilmeyen çığlıklarla beraber olup feryada dönünce, o feryat sana yalan olarak geri döndü. Sevgileri ve yarınları kilitledim, güneşi kilitledim bütün dünyamı karanlıklar boğdu Efendim! Ama ne yazık ki yalanları hapsedemedim, onlar kaçıp dilime geldi. Sana bazen de yalan söyledim. Çünkü ben, gerçekler içinde en şerefli olmama rağmen en zayıf bir yaratığım.
İçimde yeşerttiğim bir fidandır dostluğun. Dalları tüm uzayı kaplayacak genişlikte, kökü de arzın merkezinden daha ötelerde... Yemyeşil yapraklarından en nadide kokular yayılıyor... Ki, her seherde gözyaşlarımla sularım. Sımsıcaktır fidanın suyu. Çünkü yüreğimden geliyor, ta derinlerden. Hiç susuz kalmadı fidan. Ben hep ağladım. Sevgin o denli büyüdü ki, kendimi yaprak üzerinde bir zerre gibi hissetmeye başladım. Çünkü akan gözyaşlarımda sadece konsantre olmuş sevgi yoktu. Gözyaşlarımda haksızlıklar karşısında sesleri çıkmayanlara karşı duyduğum öfke vardı, onlarla beraber aynı mekânları paylaşmanın utancı vardı. Yeterince bir tepki koyamamanın çaresizliği vardı. En kötüsü de, fidanın kökünü -günde en az beş kez kovmama rağmen- her an kemirmek isteyen çağdaş aç kurtlar. Buna rağmen fidan yemyeşil. Onu böyle yeşil tutan sadece sana olan sevgim Efendim!
Efendim, sen gittin bulutlar kararttı ufuklarımızı. Güneş sımsıcak ısıtmıyor, ay parlak değil eskisi kadar, yağmurlar merhametli yağmıyor artık. Her bir nimet yüzümüze tokat gibi çarpıyor. Gittin, hemen sonra, yaşayanlar beden kalelerimize mancınıklar yerleştirdi. Paslanmaz çelikten ördüğümüz yüreklerimize kadar uzandı mancınıkları ve direncimiz kırıldı, düşman akın üstüne akın yapar oldu. Gündüzleri bunaldık geceleri rüyamıza gelir misin diye bekledik. Ama boşunaydı bekleyişimiz. Çünkü biz mancınıkların ucundan tutmasını beceremedik. İçimizi bir vehin kaplamıştı. Kendimiz türetip, kendimizi olmadık senaryolarla yıllarca mahvettik. Biz varız Efendim, kendimize düşmandan daha düşman.
Ravzanda açan güller, artık bizim inişli yollarımızda kan ağlıyor. Sevr’deki örümcek, ağını örmüyor. Güvercin ise asla yuva kurmuyor. Ve biz oturduğumuz yerden Ebabilleri bekliyoruz Efendim! Gönül gülümüze hüzün karaları sürüldü de rengi görünmez oldu, Bülbüller ise bu diyarı terk edeli çok oldu. Efendim, siz gidince göz pınarlarımız gözyaşı matemine büründü. Yiğitlerin sensiz sularda nice vurgunlar yedi. Güllerle imar ettiğin gönül yuvalarımız bozuldu, yerine kuru ve hoyrat dallarla inşa edilen sevgiden uzak soğuk bir mekân inşa edildi.
Gönül Çiçeğim, “sen” kokmuyor artık bu hoyrat iklimler. Dallar, ürkek serçeler gibi dökülen çiçeklerine ağıtlar yakıyor. Efendim, sen gidince muhacir düşler süsler oldu uykularımızı. Seni kokladığımız düşlerimiz tek teselli kaynağımız. Şimdi muhacir düşlerimiz de tipili, boranlı gerçeklerin kuşatması altında. Dallarımızla vuruyorlar, mallarımızla vuruyorlar, çiçeklerimizle vuruyorlar bize. Hatıralarınla yüklü yüreklerimiz, mecnun nağmelere müptela şimdi. Yakup’un hasreti var sana yangın yüreklerimizde.
Gönül Çiçeğim, sana hep sevinçli haberler vermek isterdim. Beni hoş gör ve beni makamından uzaklaştırma. Belki birgün size yazanlar, güzel şeyler yazacaklar. Ama biz onlara güzellik bırakabilecek mücadeleyi göze alabilirsek.
Efendim! Umutlarımız, katillerin elinde silah; sevdalarımız, çocukların elinde oyuncak. İsyan kapılarının yüreklerde kilitli olduğu bir mevsimden yazıyorum. Mevsim ilkbahar aylardan Nisan. Yüreğim kadar karanlık, yüreğin kadar aydınlık gecelerde yazmak isterdim. Yıldızları kandil yapıp koydum masama. Kulaklarımı tıkadım “akıllı füzelere”. Gözlerimi kapadım utancımdan. Ama gönül bahçelerimizin kanla sulanmakta olduğunu da sana, yazmadan vazgeçemeyeceğim. İçimde her bir mermide ölüp, yeniden dirilen bir nefer olduğumu düşünüyorum. Hani, “Ali Benim Aile efradımdır” demiştiniz, sevgili torunlarınız omuzlarınızdan inmeyince secdeden doğrulmamıştınız. İşte o güzel insanların şehit edildikleri topraklarda yine mümin kanı akıyor Efendim! İçimde kopan fırtınalar o topraklardaki savaşı durduramıyor. Gözyaşlarımız da kurumuş. İlk ve son silahıma sarılıyorum, yani dualarıma. Hayal denizine savuruyorum dualarımı, Ebabil olsunlar ve Ebreheleri kendi cehennemlerinde boğsunlar diye. Sessizliğimi bent yaptım gözyaşlarıma. Ama çığlıklarımı susturamadım gönül ülkemde. Sana, sana sesleniyorum! Efendim ne olur durdur bu gönül çığlıklarını. Ne bir akıllı füze yapabildik sesimizi duyuracak ne de bir Patriot. Ama çok lüks dairelerimiz var, sadece çalışmadan dinlenmek için.
Efendim, gönül dünyamda ışığın ana rengi gibi sayfalar açmak isterdim. Sonra renklendirmek isterdim güzellikler için. Sayfalarım kararsın istemezdim, gönül mahkememde... Sevgi bahçemin kapısını sonuna kadar açmak isterdim. Sabahın serinliklerinin müjdeler getirmesi ve bu müjdeyi her doğrultuda yaymam için Efendim!
Artık mektubuma son vermek istiyorum. Ne zamandan beri düşünüyorum. Zaman, Ebu Cehillerin veya Ebrehelerin zamanı mı? Nefes almak istiyoruz Efendim bir nefes almak istiyoruz. Bize bir nefes alabilmemiz için dualar ediniz. Bize korkularımızı yenebilmemiz için de yardımcı olunuz. Umudumu kaybetmiyorum. İnanıyorum ki, Firavunun ateşinde nasıl İbrahimler yeşerdiyse, bu şirk denizinde boğulmadan karaya çıkacak Yunuslar da olacaktır. Umutla, sevgiyle bunu bekliyorum ve bu yolda gayret ediyorum.
Efendim, ismin gönüllerimizin tespihi. Yeşeren dallarımızda bir kez gonca olman yeterlidir. Bize gönül Kâbe’ni açar mısın? Bizi huzuruna kabul buyurur musun? Bize şefaat eder misin?