Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

HARAM İLAN ETME SADECE ALLAH'A AİTTİR. (1 Kullanıcı)

hasanlork

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
31 Ağu 2006
Mesajlar
7
Tepki puanı
0
Puanları
0
Dinde haram ilan etme sadece Allah' a aittir.Peygamere bile bu yetki verilmemiştir.Tahrim suresi 1. ayet bunu çok açık göstermektedir.
Bu yuzden bu haram şu değil derken Kuran'a bakıp öyle söyleyelim.Kuran'dan Allah'ın haram etmediği bir şeye haram demek büyük bir günahtır.

TAHRİM 1

"Ey Peygamber! Allah'ın sana helal kıldığı şeyi, eşlerinin hoşnutluğunu isteyerek neden haramlaştırıyorsun? Allah Gafûr'dur, Rahîm'dir."
 

Ravza_Nur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
8,116
Tepki puanı
3
Puanları
0
RE: HARAM İLAN ETME SADECE ALLAH'A AİTTİR.

Kur'an-ı Kerim, ezeliyete bakan ve ebediyetten haber veren bir denizdir; sonsuz bir feyiz ve rahmet hazinesidir. O'nun hikmet ve esrarı nihayetsizdir. Her asrın âlimleri anlayışları oranında ondan hisselerini almışlardır ve kıyamete kadar da alacaklardır. Ümmet-i Muhammed (asm.) onun bereketine mazhar olmuşlar, maddeten ve manen Kur'an 'dan istifadeler etmişlerdir ve edeceklerdir.

Kur'an-ı Kerim, özet hâlinde ve ince nüktelerle doludur; bir çok prensip ve kaideleri, esas ve usulleri ihtiva eden zengin bir hazinedir.

Cenâb-ı Hakk bir âyet-i kerimesinde şöyle buyurmaktadır:
"Yaş ve kuru herşey Kitab-ı Mübindedir."

Bediüzzaman Hazretleri bu âyeti şöyle tefsir eder: "Bir kavle göre Kitab-ı Mübin, Kur'andan ibarettir. Yaş ve kuru, herşey içinde bulunduğunu, şu âyet-i kerime beyan ediyor. Öyle mi? Evet, her şey içinde bulunur. Fakat herkes her şeyi içinde göremez. Zira muhtelif derecelerde bulunur. Bazan çekirdekleri, bazan nüveleri, bazan icmalleri, bazan düsturları, bazan alâmetleri; ya sarahaten, ya işareten, ya remzen, ya ibhamen, ya ihtar tarzında bulunurlar. Fakat ihtiyaca göre ve maksad-ı Kur'ana münasib bir tarzda ve iktiza-yı makam münasebetinde şu tarzların birisiyle ifade ediliyor."

Bu İlâhî hazinede beşeriyetin kıyamete kadar karşılaşacağı bütün meseleler sarahaten yani açık ve net olarak bulunsaydı, mevcut Kur'an'ın bin misli kadar bir kitap olması gerekirdi.

İmam-ı Şa'rânî'nin buyurduğu gibi. "Eğer Peygamber Efendimiz (asm.) Kur'ân-ı Kerimdeki icmalleri toplu, öz olarak bir arada bulunan ilimleri açıklamasaydı, Kurân-ı Kerîm’in özet hâlindeki ifadeleri üzere kalırdı. Aynı şekilde, müçtehid din imamları, Sünnette bulanan icmalleri açıklamasalardı, sünnet kendi özet hâliyle kalırdı."

Malumdur ki, Cenâb-ı Hakk nazarında en makbul olan amel güç olanıdır. (İbadetlerin en faziletlisi zahmetli olanıdır) hadisi-i şerifi de bunun bir delilidir. İçtihat da zor bir araştırma ve derin bir incelemeyi icap ettiren yüksek bir ilim ve ehli için mukaddes bir görevdir. İnsanların bütün hal ve hareketleriyle alakası vardır. Buna mazhariyet ise kuru bir iddia ile değil, Peygamberimize (asm.) tam anlamıyla vâris olmakla mümkündür.
 

Ravza_Nur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
8,116
Tepki puanı
3
Puanları
0
RE: HARAM İLAN ETME SADECE ALLAH'A AİTTİR.

İçtihat, Cenâb-ı Hakk'ın bu ümmete en büyük lütuf ve ihsanıdır. Cenâb-ı Hakk'ın, Kur'an-ı Kerim'de yoruma açık olan hakikatleri, işaret ve remizleri ümmetin alimlerine bırakmasının birçok hikmetleri vardır. Cenâb-ı Hakk yoruma açık hükümleri eğer kesin bir şekilde bildirseydi, ayrıntıya ait bütün meseleler, farz ve vacip olurlar ve onlara muhalefet edenler felâkete düşerlerdi.

Diğer bir hikmet: Cenâb-ı Hakk içtihat kurumunu açmakla âyet ve hadislerden şer'i hükümlerin çıkarılmasında akla da bir hisse vermiş, böylece ümmet-i Muhammedi ve ulemasını şereflendirmiştir.

İlahî hediyelerin en kıymetlisi akıldır. Akıl, varlıkların gerçeğini, kainatın sırlarını keşfeden İlahî bir nurdur, lâtif ve şerefli bir cevherdir. Kur'an-ı Kerimin en derin mana ve hakikatleri o cevherle halledilir. Evet, akıl insana Cenâb-ı Hakk'ın lütuf ve inayetinin, fazl ve kereminin son mertebesidir. Bununla beraber insanlar akıl ve ilim noktasında aynı seviyede değildirler.

İlmin mahiyeti bir olsa bile anlaşılması başka başkadır. Binlerce insan bir alimden aynı dersi aldıkları halde her birinin aldığı feyz ve irfan farklıdır. Kabiliyetler farklı olduğu için her biri kendi kabiliyeti oranında feyiz ve bilgiye mazhar olur.

Aklı zayıf, fikri sınırlı insanlar en açık şeylerden bile bir şey anlamazlar. Perdeli sırlara ve hakikatlere akıl erdirmek olgun akıl sahiplerinin görevidir. Bu sırları akıl ve şuurla keşfedemeyen insanın kazandığı bilgiler yeterli derecede bir ilim olmaz; görüşlerinde, tefekkür ettiği şeylerde noksanlık olur. Evet, ümmet-i Muhammed içinde her ilim dalında bir çok alimler, nice bilgin, düşünür ve mutasavvıf yetiştiği halde içtihat mertebesine ulaşanların sayısı çok azdır. İçtihada ait marifet ve ilmin sahası ve muhiti pek geniş ve pek derindir. O, her dalgıcın dalamayacağı bir denizdir. Her göz ve ileri görüş sahibinin idrak edemeyeceği bir çok hakikati içeren bir denizdir. Onun gerçek mahiyetini her akıl keşfedemez.

İçtihat, zor bir konu ve derin bir sırdır. Her kabiliyetin, her akıl ve zekânın, gezebileceği bir saha değildir.

O denizlerin derinliklerinden inci gibi kıymettar pırlantaları ve cevherleri çıkarmak ancak ve ancak müçtehit imamlara ve bilhassa dört imama mahsustur.

İslâm dini en mükemmel bir dindir. Nitekim Cenâb-ı Hakk da;

"Bugün sizin için dininizi ikmal ettim ve üzerinizdeki nimetimi tamamladım" buyurmuştur. Kur'an-ı Kerim'de, gerek inanış, gerek ibadet ve davranışa dair açık hükümler bulunduğu gibi, kıyamete kadar ortaya çıkabilecek yeni hâdiseleri çözmeğe yeterli kanun ve prensipler de mevcuttur. Bunlardan hüküm çıkarmak ise ancak içtihat ile mümkündür.

Evet, İslâm dininde İçtihadın konumu çok önemlidir. Müslümanların birçok ihtiyaçları bu kurum sayesinde karşılanmıştır. Malumdur ki, zamanın değişmesiyle yeni yeni hâdiseler ortaya çıkmaktadır. Bütün bunlara cevap verebilecek temel kurallar, ulvî esaslar Kur' an ve hadislerde mevcuttur. Ama bu derin ve perdeli anlamları herkesin anlaması mümkün değildir. İşte müçtehitler, Kur'an'dan ve onun birinci tefsiri olan hadislerden bu gibi ikinci derece hükümleri çıkarıp insanların zorluklarını halletmişlerdir.

Evet insan, ancak Kur'an-ı Kerim ve Sünnet-i Nebeviy-yenin tayin ettiği yolu izlemekle hatadan kurtulabilir. Çünkübu iki kaynak, insanların kurtuluşu için Allah tarafından konulmuş ve tespit edilmiş bir hidâyet meşalesidir.

Esasen şer'i hükümlerin çoğunluğu, Kur'an ve hadislerin kesin kısmıyla tespit edilmiştir. Bu kısım Bediüzzaman Hazretleri'nin ifadesiyle; "Kur'an ve Kur'an'ın tefsiri olan sünnetin malıdır. İçtihada ait meseleler altın ise bunlar birer elmas sütundur."

İşte müçtehitler, bu iki hazineden azami derecede istifade,etmekle, "Allah, hikmeti istediğine verir" âyet-i kerimesine hakkıyla layık olmuşlardır. Peygamber Efendimiz de (asm.) İçtihadın önemini ve müçtehitlerin kıymet ve derecelerini şu hadis-i şerifleri ile en güzel bir şekilde ortaya koymuşlardır:

"İçtihat eden kimse isabet ederse iki sevap, etmezse bir sevap alır." Hadis-i Şerifteki hatadan yani isabet etmemekten murat, daha doğru olanı bulamamaktır. Muhammed bin Hazm bu konuda, "Buradaki hatadan kasıt, delilin isabet etmemesidir. Sahibini şerîatten çıkaran hata değildir. Zira onunla şerîatten çıkmış olsaydı, onunla kendisine sevap verilmezdi. " demektedir.Ancak şu hususu önemle belirtelim ki içtihada ehil olmayan bir kimse verdiği hükümde hata ettiği taktirde mazur olmaz, günahkâr olur.

Bedir Gazasında alınan esirlere ne gibi bir muamele yapılacağına dair henüz bir vahiy nazil olmamıştı. Fahr-i Kainat Efendimiz (asm.), kendisine bildirilmeyen her hususu ashabıyla istişare ettiği gibi bu meseleyi de istişare etti. Hazret-i Ebu Bekr esirlerin bedeline fidye alınması ve serbest bırakılması görüşündeydi. Hazret-i Ömer Efendimiz ise esirlerin hemen öldürülmeleri fikrindeydi. Ashab-ı Kiramın bir kısmı Hazret-i Ömer'in, bir kısmı da Hazret-i Ebu Bekir'in İçtihadından yana oldular. Aralarında ihtilaf çıkınca Hazret-i Resûlullah (asm.), Hazret-i Ebu Bekr'in İçtihadını tercih etti ve onun görüşü doğrultusunda davranıldı.

Lakin bu hususta İlahî ikaza sebep olan şu âyet-i kerime nazil oldu:

"Yeryüzünde ağır basıp (küfrün belini kırıncaya) kadar, hiçbir peygambere esirleri bulunması yaraşmaz. Siz geçici dünya malını istiyorsunuz, halbuki Allah (sizin için ebedi olan) âhireti istiyor."

Bu âyet-i kerime, Hazret-i Ebu Bekr'in İçtihadını bozmamakla beraber, Hazret-i Faruk'un fikrinin daha üstün olduğunu ortaya koymaktadır. Demek ki, birbirine zıt iki fikir de tasvip edilmiştir. İşte bu âyet-i kerimeden anlaşılıyor ki, her içtihat ehli görüşünde isabet etmektedir. Eğer, Hazret-i Ebu Bekr Efendimizin fikri hata olsaydı; hüküm icra olunmadan evvelâyet indirilirdi. Demek ki, bu hususta nazil olan ilahî ikaz daha iyisiyle amel etmenin zıddını tercihten dolayıdır.

Hazret-i Ebu Bekr'in maksadı, esirlerden alınacak fidyeyle Müslüman askerini düşmana karşı silahandırıp kuvvet kazandırmaktı. Hazret-i Ömer'in maksadı ise, bunlarda ıslah emaresi olmadığından vücutlarını ortadan kaldırmakla yeryüzündeki fesadı önlemekti
 

Ravza_Nur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
8,116
Tepki puanı
3
Puanları
0
RE: HARAM İLAN ETME SADECE ALLAH'A AİTTİR.

Her güzel şey, her hayır Nebi'ler eliyle meydana geldiği gibi, küllî bir hayır olan içtihadı da ilk defa icra eden Peygamber Efendimiz (asm.) olmuştur. Allah Resulü (asm.) gerek ibadete, gerek muamelata ait bir çok hükümleri, Kur'an-ı Kerim'den çıkarmıştır. Peygamberimizin içtihat kapısını açması, teşvik ve talim etmesi Ümmet-i Muhammed'e İlâhî bir lütuftur.

İslâm dininin tekmil ve te'sisinde Allah-u Teâla Hazretleri, Habib-i Ekremine (asm.), sahabe-i kiram efendilerimizi yardımcı kıldı. Peygamberlerin en faziletlisine, insanların en hayırlılarını refik eyledi. Resûlullah Efendimiz (a.s.m.), ashabına miras olarak, ifrat ve tefritten uzak bir sırat-ı müstakim bırakmıştır. Gönüllere silinmez bir muhabbet, zeval bulmaz bir sadakat nakşetmiştir.

Hazret-i Peygamberin (a.s.m.) iki yönü vardır:

1- Risalet yönü.

2- Beşeriyet yönü

Risalet yönüyle Hazret-i Peygamber (asm.), sırf bir tercümandır, yani, "O kendi hevasından konuşmaz. Ona gelen ancak bir vahiydir" âyetinin mazharıdır. Beşeriyet yönüyle ise, içtihatla sorumlu bir insandır.

Üstad Bediüzzaman Hazretleri Peygamberimizin içtihatları hakkında şöyle buyuruyor:

"Vahiy iki kısımdır: Biri: 'Vahy-i sarîhî'dir ki, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselam onda sırf bir tercümandır, mübelliğdir, müdahelesi yoktur. Kur'an ve bazı Ehadis-i Kudsiye gibi... İkinci Kısım: 'Vahy-i Zımnî'dir. Şu kısmın mücmel ve hulâsası, vahye ve ilhama istinad eder; fakat tafsilâtı ve tasviratı, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselama aittir. O vahiyden gelen mücmel hâdiseyi tafsil ve tasvirde Zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselam, bazan yine ilhama, ya vahye istinad edip beyan eder, veyahut kendi ferasetiyle beyan eder. Ve kendi içtihadiyle yaptığı tafsilât ve tasviratı ya vazife-i risâlet noktasında ulvî kuvve-i kudsiyye ile beyan eder, veyahut örf ve âdet ve efkâr-ı âmme seviyesine göre, beşeriyeti noktasında beyân eder."

Elmalılı M. Hamdi Yazır Hazretleri de bu konuyu şöyle beyan eder:

"İlm-i usûlde sahih olan şudur ki Resûlullah vahye muntazır olur ve vahiy gelmeyen konularda kendi görüş içtihadıyla amel ederdi. Ve bu içtihatta yanılmak da mümkün olabilir, ancak hata gerçekleşir ise vahiyle düzeltilir, devam etmezdi. Peygamberin içtihadının, diğer içtihatlardan farkı bu idi."

Peygamber Efendimiz (asm.) hem bir müderris hem de bir kadı idi. Şer’i hükümlerin bir çoğu ona sorulurdu.

Efendimiz (asm.) dünya ve ahirete ait meseleleri ashabına ta'lim ediyordu. Ahirete teşriflerinden sonra bu kutsî vazifeyi Sahabe-i Kiram Efendilerimiz yerine getirmiştir. Evet, en mukaddes ve mükemmel bir dinin hizmetinde öyle güzide kullarını Resûl-i Ekremine (asm.) yardımcı vermesi Cenâb-ı Hakk'ın hikmet ve rahmetinin gereğindendir.

Resûlullah Efendimiz (asm.), hakkında sarih hüküm bulunmayan konularda kendisi bizzat içtihat ederlerdi. Fakat peygamberimizin (asm.) içtihadı hatadan uzaktır. Çünkü bu içtihat her ne kadar kendisinin ise de hadd-i zâtında vahyin bir semeresiydi. Belki de vahyin bir mertebesiydi. Çünkü içtihat ettiği bütün meseleler Cenâb-ı Hakk'ın denetimindeydi. Bu itibarla onun dine ait istihraç ettiği hükümlerde Allah'ın emirlerine zıt olması düşünülemez. Şayet içtihadında bir hata olursa vahy ile ikaz edilip düzeltilirdi. Yaptığı içtihada bir ikazda bulunulmaz ise o içtihat Cenâb-ı Hakk tarafından tasdik edilmiş demektir. Nitekim Peygamberimizin vahy ile düzeltilmiş içtihatları da vardır. Efendimizin Sünnetleri bu içtihatların neticesidir.

İçtihat ilminin kapısını ilk defa açan, en büyük rehber Resûl-ü Ekrem (asm.)dır. Efendimiz (asm.), verdiği hükümlerin sebeplerini beyan ederdi. Bazı şer'î hükümleri, emsallerine kıyas ederek izah ederlerdi.Meselâ bir defasında bir sahabî "Aman ya Resûlullah! Büyük bir fenalık yaptım. Oruçlu olduğum halde zevcemi öptüm." dedi. Resûl-ü Ekrem (asm.), "Oruçlu olduğun halde, suyu ağzına almada bir zarar tasavvur edemiyorsun?" buyurdular. Sahabi, "Hayır Ya Resûlullah" dedi. Efendimiz (asm.) "O halde öpmende de bir zarar yoktur" diye hükmettiler. İşte Efendimiz (a.s.m), bu hâdisede su içmenin mukaddimesi olan ağza su almakla orucun bozulmadığına, zevceyi öpmeyi kıyas etmiştir.

Diğer bir misale gelince; Cüheyne'li bir kadın Resûlullah'a gelerek: "Annem haccetmeyi adamıştı, adağım yerine getiremeden öldü; onun yerine haccı îfâ edebilir miyim?" diye sordu. Hazret-i Peygamber (asm.): "Evet, onun yerine haccı îfâ et; annenin bir borcu olsaydı onu ödeyecek değil miydin?" buyurdu. Yine bir kadın, Hazret-i Peygamber'e (asm.) gelip, annesinin oruç borcu olduğu halde öldüğünü ve onun yerine oruç tutup tutamayacağını sorunca, "Evet, tutabilirsin" buyurdu. İşte bu üç misale benzer siyer ve fıkıh kitaplarında Efendimizin (asm.) içtihatları mevcuttur.
 

Ravza_Nur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
8,116
Tepki puanı
3
Puanları
0
RE: HARAM İLAN ETME SADECE ALLAH'A AİTTİR.

hasan bey kardeşim affınıza sığınarak bazı araştırmalar yaptım yazılar biraz uzun oldu ama önemine binaen değerli kardeşim biz müslüman olarak kuranı kerimde ulamadığımız bir sorunun cevabını hadislerde veya alimlerim içtihadlarında ararız sanırım siz buna katılmıyorsunuz umarım faydalı olur
 

tuncay147

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ağu 2006
Mesajlar
159
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: HARAM İLAN ETME SADECE ALLAH'A AİTTİR.

senin bu yazından o zaman şuda çıka bilir imam şafi imam hanifi şirk mi yapıyo haşa onlardan onlar haram helal die hüküm veriyolar benimkide alıntıydı yani kendi kelamım deildi
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt