Hizmet adı altında hezimete uğratma siyaseti
Geçen hafta, önümüzdeki günlerde yapılması planlanan “Meal Yarışması” sebebiyle kaleme aldığım; meallerden din öğrenilemiyeceği; dinin ancak fıkıh, ilmihal kitaplarından öğrenilebileceği yazım üzerine, bazı art niyetlilerin veya bunların dolduruşuna gelenlerin tepkileri ile karşılaştım.
Nereden nereye! Bir asır önce bunun bırakın tartışılması mealden din öğrenmek kimsenin aklına bile gelmezdi. Müslümanlar dini bir mesele ile karşılaştığında, İbni Abidin, Mülteka, Hindiye, Mebsut, Fethül kadir, İnaye, Dürer, Hidaye, Halebi-i Kebir ve Sagir... gibi meşhur fıkıh kitapları akıllarına gelir, ilk müracaat adresleri buralar olurdu; kimse Kur’anda ne yazıyor, hadislerde nasıl geçiyor bir bakayım demezdi, diyemezdi. Çünkü herkes haddini bilirdi. Bu iki asıl kaynağın, halk için olmayıp İmam-ı a’zam, İmam-ı Şafii gibi mezhep sahibi müctehidler için olduğunu bilirdi.
YAPAR GÖRÜNEREK YIKMAK!
100-150 yıllık İngiliz propagandası ile zihinler bozuldu, kafalar karıştı; âlimlere ve bunların fıkıh kitaplarına şüphe gözü ile bakılır hale gelindi. Halbuki, Resulullah efendimiz, “Her şeyin dayandığı bir direk vardır. Dinin temel direği, fıkıh bilgisidir.” buyurmuştur. Temel direk sarsıntı geçirince, bütün bina zarar gördü. Yanlış, kasıtlı yönlendirmelerle, halk fıkıhtan soğutuldu, fıkıh neredeyse unutuldu. Sadece okuma yazması olan adam bile, “Dediğine baktım mealde göremedim, bana Kur’andan yerini göster” diyor. Çokları bu meal okuma ve dağıtma işini dine hizmet olarak görüyor. İşte İngiliz oyunu bu: Hizmet adı altında hezimete uğratma siyaseti; yapar görünerek yıkmak!
İslam düşmanları, âlimsiz, fıkıhsız bir yere varılamayacağını, İslam dininin 14 asırdır ancak bu yol ile bozulmadan bugüne gelebildiğini araştırmaları sonucunda anlamışlardı. Bunun için nereden vuracaklarını çok iyi biliyorlardı. Fıkıhsız, kuralsız, âlimsiz içi boş bir İslam olsun istiyorlardı.
İslam âlimlerinin büyüklerinden “kutbu Şarani” adı ile meşhur, İmam-ı Şarani hazretleri (1493- 1565) Mizan-ül-kübra kitabında günümüzün bu ana yoldan ayrılmış, çarpık düşüncelerine bakınız asırlar önce nasıl cevap veriyor: “Din kardeşim iyi düşün! Resulullah, Kur’an-ı kerimde mücmel (kısa ve kapalı) olarak bildirilenleri açıklamasaydı, Kur’an-ı kerim kapalı kalırdı. Resulullahın vârisleri olan mezhep imamlarımız hadisi şeriflerde kapalı olarak bildirilenleri açıklamasalardı, sünneti nebeviyye kapalı kalırdı. Her asırda gelen âlimler, Resulullaha ta’bi olarak, mücmel olanı açıklamışlardır. Nahl suresinin kırkdördüncü ayetinde mealen, “İnsanlara indirdiğimi onlara beyan edesin” buyuruldu. Beyan etmek, Allahü tealadan gelen ayetleri, başka kelimelerle ve başka suretle anlatmak demektir. Ümmetin âlimleri de, ayetleri beyan edebilselerdi ve kapalı olanları açıklıyabilselerdi ve Kur’an-ı kerimden ahkam çıkarabilselerdi, Allahü teala Peygamberine, sana vahy olunanları teblig et derdi. Beyan etmesini, açıklamasını emir etmezdi.
RESULULLAH BİLDİRMESEYDİ...
Resulullah efendimiz, Kur’an-ı kerimde mücmel olarak bildirilenleri açıklamasaydı ve mezhep imamlarının açıklamaları olmasaydı; nasıl abdest alacağımızı Kur’an-ı kerimden çıkaramazdık. Namazların kaç rekat oldukları ve orucun, haccın, zekatın hükümleri ve keyfiyetleri ve nisab miktarları ve şartları ve farzları ve sünnetleri, Kur’an-ı kerimden çıkarılamazdı.
Doğrudan Kur’ana, hadislere müracaat etmek, din âlimleri ile mücadele etmek, onları red etmek demektir. Alimlerle karşı olmak, onların ictihadlarının çürük olduklarını göstermeğe kalkışmak, Resulullahla cidal etmek demektir. Çünkü, âlimler, Resulullahın vârisleridir. Resulullahın getirdiklerinin hepsine, hikmetlerini, delillerini anlamasak bile, iman ve tasdik etmemiz lazım olduğu gibi, mezhep imamlarımızdan gelen bilgilere de, kelamlarına da, delillerini anlamasak bile, İslamiyete muhalif olmadıkları için iman ve tasdik etmemiz lazımdır.
İmam-ı Şafii, teslim olmak, imanın yarısıdır buyurdu. Rebi hazretleri bunu işitince, hayır, imanın hepsidir dedi. Bugünkü teslimiyete(!) bakınca işin vahameti, içler acısı hali daha iyi anlaşılıyor!
Mehmetoruc.com
Geçen hafta, önümüzdeki günlerde yapılması planlanan “Meal Yarışması” sebebiyle kaleme aldığım; meallerden din öğrenilemiyeceği; dinin ancak fıkıh, ilmihal kitaplarından öğrenilebileceği yazım üzerine, bazı art niyetlilerin veya bunların dolduruşuna gelenlerin tepkileri ile karşılaştım.
Nereden nereye! Bir asır önce bunun bırakın tartışılması mealden din öğrenmek kimsenin aklına bile gelmezdi. Müslümanlar dini bir mesele ile karşılaştığında, İbni Abidin, Mülteka, Hindiye, Mebsut, Fethül kadir, İnaye, Dürer, Hidaye, Halebi-i Kebir ve Sagir... gibi meşhur fıkıh kitapları akıllarına gelir, ilk müracaat adresleri buralar olurdu; kimse Kur’anda ne yazıyor, hadislerde nasıl geçiyor bir bakayım demezdi, diyemezdi. Çünkü herkes haddini bilirdi. Bu iki asıl kaynağın, halk için olmayıp İmam-ı a’zam, İmam-ı Şafii gibi mezhep sahibi müctehidler için olduğunu bilirdi.
YAPAR GÖRÜNEREK YIKMAK!
100-150 yıllık İngiliz propagandası ile zihinler bozuldu, kafalar karıştı; âlimlere ve bunların fıkıh kitaplarına şüphe gözü ile bakılır hale gelindi. Halbuki, Resulullah efendimiz, “Her şeyin dayandığı bir direk vardır. Dinin temel direği, fıkıh bilgisidir.” buyurmuştur. Temel direk sarsıntı geçirince, bütün bina zarar gördü. Yanlış, kasıtlı yönlendirmelerle, halk fıkıhtan soğutuldu, fıkıh neredeyse unutuldu. Sadece okuma yazması olan adam bile, “Dediğine baktım mealde göremedim, bana Kur’andan yerini göster” diyor. Çokları bu meal okuma ve dağıtma işini dine hizmet olarak görüyor. İşte İngiliz oyunu bu: Hizmet adı altında hezimete uğratma siyaseti; yapar görünerek yıkmak!
İslam düşmanları, âlimsiz, fıkıhsız bir yere varılamayacağını, İslam dininin 14 asırdır ancak bu yol ile bozulmadan bugüne gelebildiğini araştırmaları sonucunda anlamışlardı. Bunun için nereden vuracaklarını çok iyi biliyorlardı. Fıkıhsız, kuralsız, âlimsiz içi boş bir İslam olsun istiyorlardı.
İslam âlimlerinin büyüklerinden “kutbu Şarani” adı ile meşhur, İmam-ı Şarani hazretleri (1493- 1565) Mizan-ül-kübra kitabında günümüzün bu ana yoldan ayrılmış, çarpık düşüncelerine bakınız asırlar önce nasıl cevap veriyor: “Din kardeşim iyi düşün! Resulullah, Kur’an-ı kerimde mücmel (kısa ve kapalı) olarak bildirilenleri açıklamasaydı, Kur’an-ı kerim kapalı kalırdı. Resulullahın vârisleri olan mezhep imamlarımız hadisi şeriflerde kapalı olarak bildirilenleri açıklamasalardı, sünneti nebeviyye kapalı kalırdı. Her asırda gelen âlimler, Resulullaha ta’bi olarak, mücmel olanı açıklamışlardır. Nahl suresinin kırkdördüncü ayetinde mealen, “İnsanlara indirdiğimi onlara beyan edesin” buyuruldu. Beyan etmek, Allahü tealadan gelen ayetleri, başka kelimelerle ve başka suretle anlatmak demektir. Ümmetin âlimleri de, ayetleri beyan edebilselerdi ve kapalı olanları açıklıyabilselerdi ve Kur’an-ı kerimden ahkam çıkarabilselerdi, Allahü teala Peygamberine, sana vahy olunanları teblig et derdi. Beyan etmesini, açıklamasını emir etmezdi.
RESULULLAH BİLDİRMESEYDİ...
Resulullah efendimiz, Kur’an-ı kerimde mücmel olarak bildirilenleri açıklamasaydı ve mezhep imamlarının açıklamaları olmasaydı; nasıl abdest alacağımızı Kur’an-ı kerimden çıkaramazdık. Namazların kaç rekat oldukları ve orucun, haccın, zekatın hükümleri ve keyfiyetleri ve nisab miktarları ve şartları ve farzları ve sünnetleri, Kur’an-ı kerimden çıkarılamazdı.
Doğrudan Kur’ana, hadislere müracaat etmek, din âlimleri ile mücadele etmek, onları red etmek demektir. Alimlerle karşı olmak, onların ictihadlarının çürük olduklarını göstermeğe kalkışmak, Resulullahla cidal etmek demektir. Çünkü, âlimler, Resulullahın vârisleridir. Resulullahın getirdiklerinin hepsine, hikmetlerini, delillerini anlamasak bile, iman ve tasdik etmemiz lazım olduğu gibi, mezhep imamlarımızdan gelen bilgilere de, kelamlarına da, delillerini anlamasak bile, İslamiyete muhalif olmadıkları için iman ve tasdik etmemiz lazımdır.
İmam-ı Şafii, teslim olmak, imanın yarısıdır buyurdu. Rebi hazretleri bunu işitince, hayır, imanın hepsidir dedi. Bugünkü teslimiyete(!) bakınca işin vahameti, içler acısı hali daha iyi anlaşılıyor!
Mehmetoruc.com