Hakîm-i Tirmizî Allah dostu bir velîdir. Kimseye kızmazdı. Her sıkıntıda, kendinde arardı kusuru.
Nitekim bir gün, en yeni elbisesini giyip çıkar evden.
Cuma namazına gidecektir.
Birkaç talebesi de vardır yanında.
Az sonra bir sokağa girerler.
O sokakta, “kötü huylu” bir kadın vardır.
Şirret mi şirret.
Bir evin ikinci katında oturmaktadır.
Bu zâta da düşmanlığı vardır.
Arkasından konuşur.
Gıybetini yapar.
Velhasıl ona bir kötülük yapmak için fırsat kollar.
Ve o gün, görür onun geldiğini pencereden.
İşte fırsat düşmüştür.
Bir fenâlık düşünür hemen.
Ve bulur.
Şöyle ki, az önce çamaşır yıkamıştır.
Ve pis sularla doludur leğen.
Kaçırmaz fırsatı.
Mübarek zat, tam evin altından geçerken, kapar leğeni, devirir birden.
Baştan aşağı pis sularla ıslanır mübarek.
Peki kızar mı?
Hayır.
Hattâ başını kaldırıp da;
- Bunu kim yaptı? diye bakmaz bile.
Aksine kendini suçlar.
Talebeleri kadına kızacak olurlar.
İzin vermez.
- Hocam, lütfen izin verin, haddini bildirelim şu edepsizin! derler.
- Hayır olmaz! buyurur.
Hikmetini sorarlar.
- Bu iş ondan gelmedi ki, der.
Şaşırırlar:
- Ya kimden geldi efendim?
- Rabbimizden geldi. İnsanlar, ancak bir vasıtadır. İşi asıl yapan, yaptıran, “Allahü teâlâ”dır. O dilemeseydi, o kadın yapamazdı bunu.
Ve daha açıklayarak;
- Evlâtlarım, suçlu benim. Ben bir günah işlemişim ki, bu musîbet geldi bana. Kızacak biri varsa, o da benim, der.
Ve ekler:
- Biz âciz kullarız. Rabbimizden ne gelirse râzıyız.
Nitekim bir gün, en yeni elbisesini giyip çıkar evden.
Cuma namazına gidecektir.
Birkaç talebesi de vardır yanında.
Az sonra bir sokağa girerler.
O sokakta, “kötü huylu” bir kadın vardır.
Şirret mi şirret.
Bir evin ikinci katında oturmaktadır.
Bu zâta da düşmanlığı vardır.
Arkasından konuşur.
Gıybetini yapar.
Velhasıl ona bir kötülük yapmak için fırsat kollar.
Ve o gün, görür onun geldiğini pencereden.
İşte fırsat düşmüştür.
Bir fenâlık düşünür hemen.
Ve bulur.
Şöyle ki, az önce çamaşır yıkamıştır.
Ve pis sularla doludur leğen.
Kaçırmaz fırsatı.
Mübarek zat, tam evin altından geçerken, kapar leğeni, devirir birden.
Baştan aşağı pis sularla ıslanır mübarek.
Peki kızar mı?
Hayır.
Hattâ başını kaldırıp da;
- Bunu kim yaptı? diye bakmaz bile.
Aksine kendini suçlar.
Talebeleri kadına kızacak olurlar.
İzin vermez.
- Hocam, lütfen izin verin, haddini bildirelim şu edepsizin! derler.
- Hayır olmaz! buyurur.
Hikmetini sorarlar.
- Bu iş ondan gelmedi ki, der.
Şaşırırlar:
- Ya kimden geldi efendim?
- Rabbimizden geldi. İnsanlar, ancak bir vasıtadır. İşi asıl yapan, yaptıran, “Allahü teâlâ”dır. O dilemeseydi, o kadın yapamazdı bunu.
Ve daha açıklayarak;
- Evlâtlarım, suçlu benim. Ben bir günah işlemişim ki, bu musîbet geldi bana. Kızacak biri varsa, o da benim, der.
Ve ekler:
- Biz âciz kullarız. Rabbimizden ne gelirse râzıyız.