[h=3]IV. Bölüm:
[h=2] [/h][h=2]AKADEMYA`YA DOĞRU`NUN HİKAYESİ VE GAYESİ[/h]
Şimdi yazacaklarımızı, candan sevilen "teklifsiz" bir dosta yazılmış bir mektub addedebilirsiniz; öylesine rahat olacağız ve kalemimizin kendiliğinden kıvrıldığı noktada, "Acaba yanlış anlaşılır mı veya şunun isbatlanması gerekir mi?" benzeri kaygılarla, ifâdemizin canlı akışını duraksatmayacağız; buna çalışacağız. "Dostlarla Hasbihal" başlığı da gayet uygun olurdu bu bakımdan yazımıza. Diğer yandan, daha önce yazdığımız "Ya Birlikte Varoluş Ya Hiçlikte Kayboluş: İşte Bütün Mesele!" ve "İşbölümü Yapılamaz Bir Varoluş Sorumluluğu: Düşünme ve Fikir" başlıklı makalelerimizin arka planı, mutfağı ve tamamlayıcısı da sayabiliriz bu sohbeti.
"Akademya`ya Doğru Platformu" olarak internette bir site açma fikri, şahsımızca bu yılbaşında düşünülmüştür ve yenidir. Akademya Dergisi`ni yeniden yayınlama ise, bir tarafı fikir keyfiyetine diğer tarafı imkâna bakan, içinden geçtiğimiz dönemin hususiyetlerini de ayrıca gözönünde bulunduran bir proje hâlinde "beklemede" diyebiliriz.
Peki, site açma gereğini niçin duyduk? Geçmiş makalelerimizde serdettiğimiz sebebler dışında, bu vesileyle ilk kez dile getireceğimiz birkaçı şöyle:
Öncelikle; fikrî tekâmülün, "insan" olarak bu "varlık şartı"mızın, gelenekleşme ve okullaşma misyonumuzun, hâdiseler ne tür bir hengâme belirtirse belirtsin, kesintiye uğramadığını ve uğratılamayacağını göstermek için. Fikir, zaten hayatımızın ve ideal mücadelesinin kopmaz bir yönü, dayandığı asıl. Lâkin, insanoğlu kendini realiteye, gündelik telâşeye o derece kaptırıyor ki, bu yön gözden kaçabiliyor bazen.
Aynı doğrultuda bir ikinci sebeb, ideolojik formasyon kazanmanın, İBDA`nın şuur süzgecini kendimize ve ferdlere hâkim kılmanın, maddî-manevî kurtuluşun "sebebi ve gayesi" olduğunu unutturmamak için. Onu yaşatan ruh ve fikri ihmâl edilmiş bir "teşkilât" yahut "propaganda" fetişizmi, önce kabuklaşma sonra ölümün habercisidir çünkü. Ve şahsımız için, işte biz böyle bir ölümün eşiğinden son ânda dönebildik diyebiliriz örnek istenirse. Ve bunun bir adım sonrası, bu ikisinin de ihmâli ve kafalarda anlamsızlaşmasına varabilir kimilerinde.
"Yense de yenilse de şu takımdayız!" tezahüratı, zâhiren bir sadakat nişânesi gibi gözükse de, "takım tutma ruhiyatı"nın "olmasa da olur!" yahut "hobi" vasfı düşünüldüğünde, fikrin varoluşumuzun "olmazsa olmaz!" yönü olmasına nazaran, temelde iğreti bir duruşa işarettir. Fikretmesem ve bunun gereğini kalbimde duymasam da, fanatik taraftar olarak, maçtan maça tüm alkış ve desteğim "Fikir takımı"na, der gibi! Bunun neticesiyse, çoğu zâhir putperestliğinin âkıbeti hâlinde, "Oyuncuların bu maçtaki performansını beğenmedim, kazanırsa görüşürüz, bana şimdilik eyvallah!" mübtezelliğidir belki. "Fikre hiç gelmemiştin ki, bugün gittiğinden bahsedelim!" diyebiliriz böyleleri çıkarsa!.. İnsanlık ve Müslümanlık zorunluluğundan âzâde, macera heyecanı ve çıkar kaygısı taşıyanların vurulacağı mihenk!..
Bir üçüncü sebeb, "doğum sancısı çeken"le ölüm döşeğinde "can çekişen"i, ıstırabın zâhirî görüntülerine aldanarak birbirine karıştıran katıksız ahmaklara bir tokat aşketmek için. İBDA fikir-sanat-aksiyon geleneğine bağlı olanların çoğu, bugün çok daha güçlüdür. Çünkü "hayat mektebi"nde biraz daha pişmiş, ateşte biraz daha çelikleşmiş, kabuklarını biraz daha çatlatmıştır. "Küçük Prens"in yazarı Antoine de Saint-Exupery`nin dediği gibi:
"Hayat, bize bütün kitabların öğrettiklerinden daha çoğunu öğretir. Çünkü hayat, bize karşı direnir. İnsan, ancak engellerle karşılaşıp onları aşmaya çalıştıkça kendini tanıyabilir." (1)
Şayet bu vatanın ve insanımızın sonu gelmediyse, hatta insanlık haysiyetinin sonu gelmediyse, mutlaka elbirliğiyle kurulacak o insanca nizama dek hiç bitmeyecek olan "1999 Süreci"nin bize öğrettikleri, böylece kendini daha bir iyi tanımaya ebelik etti diyebiliriz bizlerde. Fikrî idealimizin sarsılmazlığının isbatı yanında, şahsî kabiliyetlerimizi, zaaflarımızı ve potansiyelimizi de daha iyi tanıdık bu süreçte; belki en çok da, hayatı daha içinden ve derinden tanımaya başladık. Mütefekkir`in, zindana düşen dostlara ilk söylediği "Hoşgeldin hayata!" sözü, şu ân ne kadar da mânâlı!..
Yine aynı çizgide bir dördüncü sebeb, mücbir şartlar dolayısıyla yayıncılık yapamadığımız dönemde ayrı düştüğümüz okuyucularımızın da, çoğu gönüldaşımızın bugün zindanda yahut dışarıdaki "açık" zindanda içine girdiği yoğun okuma, araştırma ve fikrî tekâmül sürecine aktif katılımlarını temin etmek için. Hayatı, önce veya sonra ama zindanda tanımaya başlamışlarla yahut terbiye ocağının oradan akseden ateşinde kendini muhasebe etmeye başlamışlarla aralarında bir uçurum olmaması; hayâl ve sorumsuzluk iklimlerine sürüklenerek istidadlarını telef etmemeleri ve iki farklı dil konuşan bir camia olmamamız için. Yepyeni bir varoluş hamlesiyle, kalb ve zihinlerini fikre bizimle birlikte açmalarını sağlamak için. Tüm bunların, sâyesinde mümkün olacağı "ahlâkî zorunluluk-sorumluluk" duygusuna kalblerinde en müstesnâ ve merkezî yeri verebilmeleri için. Tüm mümkün varlık tezahür ve ilgilerinin "izâfet" olarak bağlı olduğu "Zorunlu Varlık", "Mutlak Varlık" ve "Mutlak Fikir" üzerinde daha bir dikkatle durup düşünmeleri ve "varlığı, varlığında mânâlandırma" vasfıyla "insan" olduklarını yepyeni bir gözle farketmeleri için. Fikrin, varoluşun, hürriyetin ve ahlâkîliğin hep "zorunlu"ya iradî (kalbî) ve teorik bağlılık çizgisinde bir "birlik" ve "bütünlük" belirttiğinin altını çizmek için. Belki en doğrusu, bizim çok geç farkettiklerimizi, dostlarımızın gecikmeden farketmeleri ve bizlere hem yoldaş, kendi sahalarındaysa rehber olmaları için. Bizim düşe kalka öğrenip, ancak zindanda daha açık muhakeme edebildiğimiz ve ayrıca, "Girilmez!" levhası çakılarak üstü tamamen çizilmiş hatalarımızın, dostlarımız tarafından tekrarı gibi bir mazeret ve müsamahanın artık sözkonusu olamayacağını ilân etmek için. Özetle, bizlerin çalışmalarıyla dostlarımızın çalışmalarına bir "eşzamanlılık-senkron" kazandırmak için. Birlikte varolabilmek için!..
[/h]
[h=2] [/h][h=2]AKADEMYA`YA DOĞRU`NUN HİKAYESİ VE GAYESİ[/h]
Şimdi yazacaklarımızı, candan sevilen "teklifsiz" bir dosta yazılmış bir mektub addedebilirsiniz; öylesine rahat olacağız ve kalemimizin kendiliğinden kıvrıldığı noktada, "Acaba yanlış anlaşılır mı veya şunun isbatlanması gerekir mi?" benzeri kaygılarla, ifâdemizin canlı akışını duraksatmayacağız; buna çalışacağız. "Dostlarla Hasbihal" başlığı da gayet uygun olurdu bu bakımdan yazımıza. Diğer yandan, daha önce yazdığımız "Ya Birlikte Varoluş Ya Hiçlikte Kayboluş: İşte Bütün Mesele!" ve "İşbölümü Yapılamaz Bir Varoluş Sorumluluğu: Düşünme ve Fikir" başlıklı makalelerimizin arka planı, mutfağı ve tamamlayıcısı da sayabiliriz bu sohbeti.
"Akademya`ya Doğru Platformu" olarak internette bir site açma fikri, şahsımızca bu yılbaşında düşünülmüştür ve yenidir. Akademya Dergisi`ni yeniden yayınlama ise, bir tarafı fikir keyfiyetine diğer tarafı imkâna bakan, içinden geçtiğimiz dönemin hususiyetlerini de ayrıca gözönünde bulunduran bir proje hâlinde "beklemede" diyebiliriz.
Peki, site açma gereğini niçin duyduk? Geçmiş makalelerimizde serdettiğimiz sebebler dışında, bu vesileyle ilk kez dile getireceğimiz birkaçı şöyle:
Öncelikle; fikrî tekâmülün, "insan" olarak bu "varlık şartı"mızın, gelenekleşme ve okullaşma misyonumuzun, hâdiseler ne tür bir hengâme belirtirse belirtsin, kesintiye uğramadığını ve uğratılamayacağını göstermek için. Fikir, zaten hayatımızın ve ideal mücadelesinin kopmaz bir yönü, dayandığı asıl. Lâkin, insanoğlu kendini realiteye, gündelik telâşeye o derece kaptırıyor ki, bu yön gözden kaçabiliyor bazen.
Aynı doğrultuda bir ikinci sebeb, ideolojik formasyon kazanmanın, İBDA`nın şuur süzgecini kendimize ve ferdlere hâkim kılmanın, maddî-manevî kurtuluşun "sebebi ve gayesi" olduğunu unutturmamak için. Onu yaşatan ruh ve fikri ihmâl edilmiş bir "teşkilât" yahut "propaganda" fetişizmi, önce kabuklaşma sonra ölümün habercisidir çünkü. Ve şahsımız için, işte biz böyle bir ölümün eşiğinden son ânda dönebildik diyebiliriz örnek istenirse. Ve bunun bir adım sonrası, bu ikisinin de ihmâli ve kafalarda anlamsızlaşmasına varabilir kimilerinde.
"Yense de yenilse de şu takımdayız!" tezahüratı, zâhiren bir sadakat nişânesi gibi gözükse de, "takım tutma ruhiyatı"nın "olmasa da olur!" yahut "hobi" vasfı düşünüldüğünde, fikrin varoluşumuzun "olmazsa olmaz!" yönü olmasına nazaran, temelde iğreti bir duruşa işarettir. Fikretmesem ve bunun gereğini kalbimde duymasam da, fanatik taraftar olarak, maçtan maça tüm alkış ve desteğim "Fikir takımı"na, der gibi! Bunun neticesiyse, çoğu zâhir putperestliğinin âkıbeti hâlinde, "Oyuncuların bu maçtaki performansını beğenmedim, kazanırsa görüşürüz, bana şimdilik eyvallah!" mübtezelliğidir belki. "Fikre hiç gelmemiştin ki, bugün gittiğinden bahsedelim!" diyebiliriz böyleleri çıkarsa!.. İnsanlık ve Müslümanlık zorunluluğundan âzâde, macera heyecanı ve çıkar kaygısı taşıyanların vurulacağı mihenk!..
Bir üçüncü sebeb, "doğum sancısı çeken"le ölüm döşeğinde "can çekişen"i, ıstırabın zâhirî görüntülerine aldanarak birbirine karıştıran katıksız ahmaklara bir tokat aşketmek için. İBDA fikir-sanat-aksiyon geleneğine bağlı olanların çoğu, bugün çok daha güçlüdür. Çünkü "hayat mektebi"nde biraz daha pişmiş, ateşte biraz daha çelikleşmiş, kabuklarını biraz daha çatlatmıştır. "Küçük Prens"in yazarı Antoine de Saint-Exupery`nin dediği gibi:
"Hayat, bize bütün kitabların öğrettiklerinden daha çoğunu öğretir. Çünkü hayat, bize karşı direnir. İnsan, ancak engellerle karşılaşıp onları aşmaya çalıştıkça kendini tanıyabilir." (1)
Şayet bu vatanın ve insanımızın sonu gelmediyse, hatta insanlık haysiyetinin sonu gelmediyse, mutlaka elbirliğiyle kurulacak o insanca nizama dek hiç bitmeyecek olan "1999 Süreci"nin bize öğrettikleri, böylece kendini daha bir iyi tanımaya ebelik etti diyebiliriz bizlerde. Fikrî idealimizin sarsılmazlığının isbatı yanında, şahsî kabiliyetlerimizi, zaaflarımızı ve potansiyelimizi de daha iyi tanıdık bu süreçte; belki en çok da, hayatı daha içinden ve derinden tanımaya başladık. Mütefekkir`in, zindana düşen dostlara ilk söylediği "Hoşgeldin hayata!" sözü, şu ân ne kadar da mânâlı!..
Yine aynı çizgide bir dördüncü sebeb, mücbir şartlar dolayısıyla yayıncılık yapamadığımız dönemde ayrı düştüğümüz okuyucularımızın da, çoğu gönüldaşımızın bugün zindanda yahut dışarıdaki "açık" zindanda içine girdiği yoğun okuma, araştırma ve fikrî tekâmül sürecine aktif katılımlarını temin etmek için. Hayatı, önce veya sonra ama zindanda tanımaya başlamışlarla yahut terbiye ocağının oradan akseden ateşinde kendini muhasebe etmeye başlamışlarla aralarında bir uçurum olmaması; hayâl ve sorumsuzluk iklimlerine sürüklenerek istidadlarını telef etmemeleri ve iki farklı dil konuşan bir camia olmamamız için. Yepyeni bir varoluş hamlesiyle, kalb ve zihinlerini fikre bizimle birlikte açmalarını sağlamak için. Tüm bunların, sâyesinde mümkün olacağı "ahlâkî zorunluluk-sorumluluk" duygusuna kalblerinde en müstesnâ ve merkezî yeri verebilmeleri için. Tüm mümkün varlık tezahür ve ilgilerinin "izâfet" olarak bağlı olduğu "Zorunlu Varlık", "Mutlak Varlık" ve "Mutlak Fikir" üzerinde daha bir dikkatle durup düşünmeleri ve "varlığı, varlığında mânâlandırma" vasfıyla "insan" olduklarını yepyeni bir gözle farketmeleri için. Fikrin, varoluşun, hürriyetin ve ahlâkîliğin hep "zorunlu"ya iradî (kalbî) ve teorik bağlılık çizgisinde bir "birlik" ve "bütünlük" belirttiğinin altını çizmek için. Belki en doğrusu, bizim çok geç farkettiklerimizi, dostlarımızın gecikmeden farketmeleri ve bizlere hem yoldaş, kendi sahalarındaysa rehber olmaları için. Bizim düşe kalka öğrenip, ancak zindanda daha açık muhakeme edebildiğimiz ve ayrıca, "Girilmez!" levhası çakılarak üstü tamamen çizilmiş hatalarımızın, dostlarımız tarafından tekrarı gibi bir mazeret ve müsamahanın artık sözkonusu olamayacağını ilân etmek için. Özetle, bizlerin çalışmalarıyla dostlarımızın çalışmalarına bir "eşzamanlılık-senkron" kazandırmak için. Birlikte varolabilmek için!..
[/h]