Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Hak Ve Realite Aynı Şeyler Midir? (1 Kullanıcı)

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,043
Puanları
113
Yaş
43
Gerçekten sorulması gereken önemli bir sorudur bu. Çünkü günümüz müslümanları arasındaki birçok ihtilaflar, sonuçsuz kalan birçok tartışmalar, bu meselenin açıklık ka­zanmamasından kaynaklanmaktadır. Müslümanlardan bir kısmı karşılaştıklar meseleleri hakka göre değerlendiriken, diğer büyük bir kısmı ise realiteye göre değerlendirmekte­dirler.
Bu iki ayrı değerlendirmenin farklı sonuçlara varması ise tabi ki şaşırtıcı değildir. Çünkü hak ve realite aynı şeyler değildir. Hak, ister yaşansın, ister yaşanmasın, ister somut olsun, ister soyut olsun, haktır. Somut veya soyut olması, yaşanılan realitede, yaşanılan gerçeklik­te yer alıp almaması, hak olma vasfına gölge düşürmez.
Fransızca kökenli realite kelimesinin sözlük anlamı ise gerçektir. Kendilerini realist olarak tanımlayan kimse­ler, gerçekçi olduklarını ileri süren kimselerdir. Tabi ki rea­lite kelimesinin türkçe karşılığı olan gerçek, gerçeğin İslami manadaki karşılığını içermez. İslami rmanada gerçek demek, işin aslı, doğrusu veya hakikati demektir. Dolayısıyla İslami manadaki gerçek ile İslami manadaki hak, bir­biriyle çelişmeyen ifadelerdir.
Ancak kendilerini realist olarak tanımlayan kimsele­rin gerçeğe yükledikleri mana, İslami içerikli bir mana değildir, Realiteye gerçekçilik dense dahi, realitenin günü­müz pratiğindeki tanımı daha ziyade somutçuluktur. Somutlaşan herşey, yaşanan her vakıa birer realite olarak tanımlanmaktadır. Nitekim batılı ülkelerin İslam realitesini kabul etmeleri, İslam'ın hak olan gerçekliğini değil, bir va­kıa olarak varlığını kabul etmeleridir.
Realitenin günümüzdeki bu tanımını dikkate aldıktan sonra, hak ile realitenin aynı şeyler olmadığını açıkça görürüz. Yaşadığımız toplumda sık sık karşılaştığımız birçok batıl veya hurafe, yaşanan realitede yer almasına rağmen hak değildir. Dolayısıyla böylesi cahili toplumlarda, hak ve realite gayet tabi olarak birçok noktalarda birbiriyle celişebilir.
İşte hak ve realitenin çeliştiği bu gibi noktalarda me­seleyi realiteye göre değerlendirmek demek, hakkı gözardı etmek veya haktan uzaklaşmak demektir. Nitekim akli de­ğerlendirmeler ile nakli değerlendirmelerin çeliştiği nokta­lar, bu gibi noktalardır. İman ettiğimiz hak ile yaşanan rea­lite aynı şey olsaydı, hiç kuşkusuz ki bu gibi hususlardaki akli değerlendirmeler ile nakli değerlendirmeler birbiriyle çelişmezdi.
Ancak durum böyle değildir.
İslam'ın kabul etmediği, İslam'ın hak olarak tanımla­madığı birçok batıl görüş, birçok yol ve yöntem birer vakıa olarak yaşanan realitede yerini almıştır. Nakli gerçekleri ön plana çıkarmayan akli değerlendirmeler, hiç kuşkusuz ki böylesi realitelere göre yapılan değerlendirmeler olacak­tır. Çünkü akli değerlendirmeler, görece olan şeylere yani realiteye tutunan ve realiteye göre yapılan değerlendirme­lerdir.
İnsan aklı, soyuttan ziyade somutu dikkate alan ve somuttan et­kilenen bir keyfiyete sahiptir. Doiayısıyle cahili toplumlar­da yaşayan ve nakli gerçeklere karşı yeterli bir imani bilin­ci bulunmayan müslümanlar, karşılaştıkları birçok sorunu yaşanan realiteye göre değerlendirecekler ve aynı realite içinde akli çözümler üreteceklerdir. Nitekim cahili kanunlar istikametindeki politik çalışmalarla kurtuluşa varılabileceği düşüncesi, cahili kanunlan yaşanan birer realite olarak ka­bul eden ve çözümü bu realitenin içinde arayan akli bir düşüncedir. Bu akli düşünceyi savunan ve gerçekten sami­mi olan kimseler, aynı meseleyi nakli yani İlahi gerçeklere göre değerlendiren ve kendileri gibi samimi olan kimseler ile hiç kuşkusuz ki bu meselede anlaşamayacaklar ve ihtilafa düşeceklerdir.
Genel olarak samimiyetsizlikten değil, meseleyi değerlendirme yöntemindeki farklılıktan kaynaklanan bu gibi ihtilafların, yine de birer düşmanlık vesilesi durumuna getirilmemesi gerekir. Bu gibi ihtilaflar­da daha olgun davranması gereken kimseler, meseleyi nakle göre değerlendiren ve nakli olgunluğa erişen kimse­ler olacaktır. Çünkü yaşanan realitenin batıla göre şekil al­dığı cahili toplumlarda, karşılaşılan sorunları somut olan realiteye göre değil, soyut olan İlahi gerçeklere göre de­ğerlendirmek, her babayiğidin harcı değildir.
Özellikle böylesi coğrafyalarda her kişinin ve hemen gerçekleştiremeyeceği bu yaklaşımı, her kişiden ve hemen bekleyemeyiz. Dolayısıyla bu gibi ihtilaflarda fazla ısrarcı ve tartışmacı olmamamız, gereken nasihati, gerektiği ka­dar yapmakla yetinmemiz gerekmektedir. Çünkü bazı ger­çekler, ya soyut olan nasihatlerle, ya da somut olan musi­betlerle kavranabilecektir.
Karşılaştıklan sorunlan akli olarak çözümledikten sonra nakle yönelen kimseler, akli çözümlerine nakli bas­tonlar arayan kimselerdir. Oysa karşılaştığımız sorunları önce nakli sonra akli olarak değerlendirmemiz gerekmek­tedir. Öncelikle nakle yönelen ve nakli dikkate alan akli değerlendirmeler, tabi ki en sağlıklı değerlendirmeler olacaktır.
İnsan aklıyla ilgili olarak “İnsan aklı, soyuttan ziyade somutu dikkate alan ve somuttan etkilenen bir keyfiyete sahiptir” demiştik. Soyut olan bazı İlahi gerçeklerin aklı etkileyebümesi ve pratiğe yansıyabilmesi, hiç kuşkusuz ki bu soyut gerçeklerin somutlaşmasına bağlıdır. Soyut olan İlahi gerçekleri, aklın tutunabüeceği bir somutluğa ulaştıracak yegane şey ise, imandır.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt