Muhtazaf
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 30 Mar 2008
- Mesajlar
- 9,591
- Tepki puanı
- 957
- Puanları
- 113
- Yaş
- 66
- Web Sitesi
- www.aydin-aydin.com
Hak Davadan umudunu yitirenler, Dış Güçlere yaslanmaktaydı!
Nice küçük (azıcık ve güçsüz) bir topluluğun, çok daha kalabalık (ve güçlü) bir topluluğa galip gelmesi” (Bakara: 249) ancak bu ümit ve iman sayesinde olmaktaydı.
“Onlar, kendilerine: 'Size karşı (bütün) insanlar (düşmanlık amacıyla) topladılar, artık onlardan korkun' dedikleri halde imanları artanlar ve: 'Allah bize yeter, O ne güzel vekildir' diyenlerdir.” (Âl-i İmrân: 173) ayetinin muhataplarıydı. Yani zahiri bütün sebepler ve gelişmeler aleyhlerine bile olsa, asla ümitsizliğe kapılmayanlardı.
“Kendilerine apaçık belgeler geldiği ve elçinin hak olduğuna şahitlik ettikleri halde, imanlarından sonra küfüre (işbirliğine) ve nankörlüğe sapan bir kavmi Allah nasıl hidayete erdirir? Allah, zulmeden bir kavmi hidayete erdirmez.” “Bunların cezası ise, Allah'ın meleklerin ve bütün insanların lanetlerinin üzerine olmasıdır.” (Âl-i İmrân: 86-87 ) ayetleri işte bu tiynetsiz tipleri anlatmaktaydı.
“Onlar, imana karşılık küfrü (ve dünya mülkünü) satın alanlardır. Onlar, Allah'a hiç bir şeyle zarar veremezler. Onlar için acıklı bir azab vardır.”
“O küfre ve nankörlüğe sapanlar, böylelerine tanıdığımız süreyi sakın kendileri için hayırlı sanmasınlar, biz onlara, ancak günahları daha da artsın, diye süre vermekteyiz. Onlar için aşağılatıcı bir azab vardır.” (Âl-i İmrân: 177-178)
“(Çıkarcı ve kolaycı) Bir grup da, canları (şahsi hayatları ve rahatları) derdine düşmüştü; Allah'a karşı haksız yere cahiliye zannıyla zanlara kapılarak: 'Bu işten bize ne var ki?' (emeklerimizin karşılığı olan ganimet ve mevkiler verilecekti) diyorlardı. De ki: 'Şüphesiz işin tümü Allah'ındır.' Onlar, sana açıklamadıkları şeyi (dünya hırslarını ve dava istismarlarını) içlerinde gizli tutuyorlar, 'Bu işten bize bir şey olsaydı, burada öldürülmezdik' diyorlar. De ki: 'Evlerinizde olsaydınız da üzerlerine öldürülmesi yazılmış olanlar, yine devrilecekleri yerlere gidecekti. (Bunu) Allah, sinelerinizdekini denemek ve kalplerinizde olanı arındırmak için (yaptı). Allah, sinelerin özünde saklı duranı bilendir.” (Âl-i İmrân: 154) ayeti ise, Hak davayı Allah rızası için değil, dünyalık makam ve menfaat aracı görenlerin, umduklarını bulamayınca, Allah Hakkında kötü zanlara başladıklarını ve artık zafer umudu taşımadıklarını vurgulamaktaydı.
“Musa kavmine: 'Allah'tan yardım dileyin ve sabredin. Gerçek şu ki, arz Allah'ındır; ona kullarından dilediğini mirasçı kılar. En güzel sonuç muttakiler içindir.' dedi.”
“Dediler ki: 'Sen bize gelmeden önce de, geldikten sonra da eziyete uğratıldık.' (Musa: ) 'Umulur ki, Rabbiniz düşmanınızı helak edecek ve sizleri yeryüzünde halifeler (egemenler) kılacak, böylece nasıl davranacağınızı gözleyecek' dedi.” (A’râf: 128-129) ayetleri de, sabır ve tevekkülle, iman ve ümitle direnenlerin zafere ulaşacağını hatırlatmaktaydı.
“Sonunda Musa'ya kendi kavminin bir zürriyetinden (gençlerinden) başka -Firavun ve önde gelen çevresinin kendilerini belalara çarptırmaları korkusu yüzünden, iman eden olmamıştı.” Bugün de Hak davadan uzak kaçanların korkuları ve zaafları da aynı kaynaklıydı.
“Musa da: 'Ey kavmim, eğer siz Allah'a iman edip Müslüman olmuşsanız artık yalnızca O'na tevekkül edin.'” (Yunus: 83-84) buyurmuşlardı.
“Biz (Musa ile birlikte) İsrailoğullarını denizden geçirdik; Firavun ve askerleri azgınlıkla ve düşmanlıkla peşlerine düştü. Sular onu boğacak düzeye erişince (Firavun): 'İsrailoğullarının kendisine inandığı (ilahtan) başka ilah olmadığına inandım ve ben de Müslümanlardanım'.” (Yûnus: 90) demeye başlamıştı. Yani Hz. Musa’ya katılıp Mısır’dan kaçan mü’minlerin önlerini derin sular, arkalarını Firavun orduları kesmişti. Helak olmaları kesindi. Ama kuvvet ve kudret sahibi Rabbimizin inayetiyle, engin sular onlara geçit tüneli, Firavun ve ordularına ise mezar oluvermişti.
“Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin. Çünkü kâfirler topluluğundan başkası Allah'ın rahmetinden umut kesmez.” (Yusuf: 87) ayeti asla unutulmamalıydı.
“Münafıklar ve marazlılar: 'Eğer doğru söylüyor iseniz, şu fetih ne zamanmış?'” diye sorup durmaktadır.
“De ki: 'Fetih günü (kesindir ve gelecektir, ama) inkâr edenlere (o gün) inanmaları bir yarar sağlamayacak ve onlara bir süre tanınmayacaktır.”
“Öyleyse, sen onlardan yüz çevir ve (umutla) bekleyedur; gerçekten onlar da (kuşku ve şaşkınlıkla) gözleyip durmaktadır.” (Secde: 28-29-30)
Mü’minlerin en büyük kuvvet ve metanet kaynağı, Allah’a umutlarıdır.
“(İslam’ın ve insanlığın düşmanı olan) kavmi (Müşrik zalimleri, Siyonist Yahudi ve işbirlikçilerini) aramak (ve zulümlerine engel olmak) hususunda gevşeklik göstermeyin. Siz (bu yolda) acı (ve sıkıntı) çekiyorsanız (dayanın, çünkü) onlar da sizin gibi elem ve endişe çekip kıvranıyorlar. Oysa siz, onların umut etmediklerini Allah’tan umuyor(manevi destek ve kuvvetle dayanıyor)sunuz” (Nisa: 104)
“Onlara ise (sadece şeytan) birtakım vaatler ediyor ve en olmadık kuruntulara düşürüp (aldatıyor)” (Nisa: 120
Nice küçük (azıcık ve güçsüz) bir topluluğun, çok daha kalabalık (ve güçlü) bir topluluğa galip gelmesi” (Bakara: 249) ancak bu ümit ve iman sayesinde olmaktaydı.
“Onlar, kendilerine: 'Size karşı (bütün) insanlar (düşmanlık amacıyla) topladılar, artık onlardan korkun' dedikleri halde imanları artanlar ve: 'Allah bize yeter, O ne güzel vekildir' diyenlerdir.” (Âl-i İmrân: 173) ayetinin muhataplarıydı. Yani zahiri bütün sebepler ve gelişmeler aleyhlerine bile olsa, asla ümitsizliğe kapılmayanlardı.
“Kendilerine apaçık belgeler geldiği ve elçinin hak olduğuna şahitlik ettikleri halde, imanlarından sonra küfüre (işbirliğine) ve nankörlüğe sapan bir kavmi Allah nasıl hidayete erdirir? Allah, zulmeden bir kavmi hidayete erdirmez.” “Bunların cezası ise, Allah'ın meleklerin ve bütün insanların lanetlerinin üzerine olmasıdır.” (Âl-i İmrân: 86-87 ) ayetleri işte bu tiynetsiz tipleri anlatmaktaydı.
“Onlar, imana karşılık küfrü (ve dünya mülkünü) satın alanlardır. Onlar, Allah'a hiç bir şeyle zarar veremezler. Onlar için acıklı bir azab vardır.”
“O küfre ve nankörlüğe sapanlar, böylelerine tanıdığımız süreyi sakın kendileri için hayırlı sanmasınlar, biz onlara, ancak günahları daha da artsın, diye süre vermekteyiz. Onlar için aşağılatıcı bir azab vardır.” (Âl-i İmrân: 177-178)
“(Çıkarcı ve kolaycı) Bir grup da, canları (şahsi hayatları ve rahatları) derdine düşmüştü; Allah'a karşı haksız yere cahiliye zannıyla zanlara kapılarak: 'Bu işten bize ne var ki?' (emeklerimizin karşılığı olan ganimet ve mevkiler verilecekti) diyorlardı. De ki: 'Şüphesiz işin tümü Allah'ındır.' Onlar, sana açıklamadıkları şeyi (dünya hırslarını ve dava istismarlarını) içlerinde gizli tutuyorlar, 'Bu işten bize bir şey olsaydı, burada öldürülmezdik' diyorlar. De ki: 'Evlerinizde olsaydınız da üzerlerine öldürülmesi yazılmış olanlar, yine devrilecekleri yerlere gidecekti. (Bunu) Allah, sinelerinizdekini denemek ve kalplerinizde olanı arındırmak için (yaptı). Allah, sinelerin özünde saklı duranı bilendir.” (Âl-i İmrân: 154) ayeti ise, Hak davayı Allah rızası için değil, dünyalık makam ve menfaat aracı görenlerin, umduklarını bulamayınca, Allah Hakkında kötü zanlara başladıklarını ve artık zafer umudu taşımadıklarını vurgulamaktaydı.
“Musa kavmine: 'Allah'tan yardım dileyin ve sabredin. Gerçek şu ki, arz Allah'ındır; ona kullarından dilediğini mirasçı kılar. En güzel sonuç muttakiler içindir.' dedi.”
“Dediler ki: 'Sen bize gelmeden önce de, geldikten sonra da eziyete uğratıldık.' (Musa: ) 'Umulur ki, Rabbiniz düşmanınızı helak edecek ve sizleri yeryüzünde halifeler (egemenler) kılacak, böylece nasıl davranacağınızı gözleyecek' dedi.” (A’râf: 128-129) ayetleri de, sabır ve tevekkülle, iman ve ümitle direnenlerin zafere ulaşacağını hatırlatmaktaydı.
“Sonunda Musa'ya kendi kavminin bir zürriyetinden (gençlerinden) başka -Firavun ve önde gelen çevresinin kendilerini belalara çarptırmaları korkusu yüzünden, iman eden olmamıştı.” Bugün de Hak davadan uzak kaçanların korkuları ve zaafları da aynı kaynaklıydı.
“Musa da: 'Ey kavmim, eğer siz Allah'a iman edip Müslüman olmuşsanız artık yalnızca O'na tevekkül edin.'” (Yunus: 83-84) buyurmuşlardı.
“Biz (Musa ile birlikte) İsrailoğullarını denizden geçirdik; Firavun ve askerleri azgınlıkla ve düşmanlıkla peşlerine düştü. Sular onu boğacak düzeye erişince (Firavun): 'İsrailoğullarının kendisine inandığı (ilahtan) başka ilah olmadığına inandım ve ben de Müslümanlardanım'.” (Yûnus: 90) demeye başlamıştı. Yani Hz. Musa’ya katılıp Mısır’dan kaçan mü’minlerin önlerini derin sular, arkalarını Firavun orduları kesmişti. Helak olmaları kesindi. Ama kuvvet ve kudret sahibi Rabbimizin inayetiyle, engin sular onlara geçit tüneli, Firavun ve ordularına ise mezar oluvermişti.
“Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin. Çünkü kâfirler topluluğundan başkası Allah'ın rahmetinden umut kesmez.” (Yusuf: 87) ayeti asla unutulmamalıydı.
“Münafıklar ve marazlılar: 'Eğer doğru söylüyor iseniz, şu fetih ne zamanmış?'” diye sorup durmaktadır.
“De ki: 'Fetih günü (kesindir ve gelecektir, ama) inkâr edenlere (o gün) inanmaları bir yarar sağlamayacak ve onlara bir süre tanınmayacaktır.”
“Öyleyse, sen onlardan yüz çevir ve (umutla) bekleyedur; gerçekten onlar da (kuşku ve şaşkınlıkla) gözleyip durmaktadır.” (Secde: 28-29-30)
Mü’minlerin en büyük kuvvet ve metanet kaynağı, Allah’a umutlarıdır.
“(İslam’ın ve insanlığın düşmanı olan) kavmi (Müşrik zalimleri, Siyonist Yahudi ve işbirlikçilerini) aramak (ve zulümlerine engel olmak) hususunda gevşeklik göstermeyin. Siz (bu yolda) acı (ve sıkıntı) çekiyorsanız (dayanın, çünkü) onlar da sizin gibi elem ve endişe çekip kıvranıyorlar. Oysa siz, onların umut etmediklerini Allah’tan umuyor(manevi destek ve kuvvetle dayanıyor)sunuz” (Nisa: 104)
“Onlara ise (sadece şeytan) birtakım vaatler ediyor ve en olmadık kuruntulara düşürüp (aldatıyor)” (Nisa: 120