Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Haçlı düşmanlığı (1 Kullanıcı)

HUSEYIN SASMAZ

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eyl 2009
Mesajlar
1,204
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
61
HAÇLI DÜŞMANLIĞI

Kont Hanry Dekasteri isminde bir Fransız bilgini 1896 senesinde yazmış olduğu El-İslâm isimli kitabında şöyle diyor: "Müslümanlar, ortaçağ hikayelerini bilmiş olsalardı ve Hristiyanlardan gezgin şarkıcıların şarkılarında geçeni anlamış olsalardı acaba ne diyecekleri gerçekten merak konusudur. Onikinci asra kadar meydana gelen bütün şarkılarımız haçlı savaşlarına sebeb olan tek bir fikirden kaynaklanıyordu. Bütün şarkılarımız, dinî yaşayışlarından habersiz olduğumuz müslümanlara karşı öfke ve kin ile doludur. İslâm dinine karşı akıllarda bu hikayelerin ne derece yer ettiği, zihinlerde bu anlamsız iddianın nedenli kök saldığı bu şiirlerden ve şarkılardan anlamak mümkündür. Bugünlerde bunların bir kısmı hala zihinlerde etkinliğini devam ettiriyor. Nitekim her şiiri okuyan kimse, müslümanların puta tapan ve iman etmemiş olan kimseler olduğunu iddia eder."

Müslümanlar ve dinleri, Hristiyan din adamları tarafından ortaçağ Avrupasında en çirkin vasıflarla işte böyle nitelendiriliyorlardı. Bu nitelendirmeler kin ve nefretle Hristiyanlık dünyasını müslümanlara karşı ayaklandırmaya yönelik faaliyetlerdendir. Bunun sonucu olarak haçlı savaşları meydana geldi.. Bir kaç asırdan sonra sona eren bu savaşlardan sonra Miladî 15. yüzyılda müslümanlar Batıya karşı savaşlara giriştiler. İslâm Devleti İstanbul'u fethetti. Daha sonra 16. yüzyılda Avrupa'nın güneydoğusu fethedildi. İslâm dini oraya götürülerek tebliğ edildi. Milyonlarca Arnavut, Yugoslav, Bulgar ve diğerleri İslâm'ı kabul etti. Bunun üzerine haçlı düşmanlığı tekrar gündeme geldi. Ve "doğu meselesi" ortaya atıldı. "Doğu meselesi" İslâm ordusunu geri çekmek ve İslâmî fetihleri durdurmak müslümanların onlar için olan tehlikesini bertaraf etmek için Avrupa tarafından ortaya atılmış olan bir faaliyet demektir.

İşte İslâm ve müslümanlara karşı Avrupalının nefislerinde kök salmış olan bu düşmanlık; Avrupadaki bütün Hristiyanları İslâm beldelerinde okul, hastane, dernek ve kulüpler adı altında misyonerlik hareketlerini oluşturmaya ve bu uğurda var gücüyle malî gayretlerini sarfetmeye sevk etti. Bu düşmanlık onları değişik siyaset ve menfaatlara sahip olamlarına rağmen bu program üzerinde ittifak etmeye, halklar ve devletler olarak bu hususta toplanmaya, hatta konsolosluk ve elçilerini bile misyonerlik faaliyetlerini icra eden birer propaganda merkezi haline getirmeye sevk etti.

İşte özellikle Avrupa hele hele Britanya olmak üzere Batının nefislerinde kök salmış bulunan bu haçlı düşmanlığı, bu öfke ve köklü düşmanlık; İslâm ve müslümanları ortadan kaldırmak için oluşan bu cehennemi programları tatbik etmeye sevketti. Bu düşmanlık bizim kendi öz diyarımızda zelil kılınmamıza sebeb oldu. 1917 senesinde Lord Alenbi, fethedilen Kudüs'e girerken, "Şimdi haçlı savaşları bitti" cümlesini tekrarlıyordu. Bu söz onun nefsinde İslâm ve müslümanlara karşı yerleşmiş öfke, kin ve düşmanlığın sadık ifadeleriydi. Bu söz aynı zamanda müslümanlara karşı askerî, kültürel savaş vermeye kendilerini adamış bulunan her Avrupalının da kalbinde olanı dile getiriyor ve Allahu Teâlâ'nın şu sözünü doğruluyordu:

"Gerçekten kin ve düşmanlık ağızlarından (dökülen sözlerden) belli olmuştur. Kalblerinde sakladıkları (düşmanlık) ise daha büyüktür." (Ali İmran 118)

Evet Lord Alenbi'nin ağzından çıkan işte bu buğz ve kini ifade ediyordu. Fakat onun bağlı bulunduğu Britanya devletinin gizleyip açıklamadığı kin ve buğz şüphesiz daha büyüktür. Bu, her Avrupalının nefsinde genel olarak böyledir. Bu kin, haçlıların savaşından bugüne kadar devam etmektedir. Bizim uğradığımız bunca sıkıntı, sömürü ve geri bırakılmamız -siyasî açıdan- özel bir şekilde biz müslümanlardan alınan intikamın tarihi görüntüsüdür.

“Yol Ayrımında İslâm” isimli kitabında Prof. Leopold Fays şöyle diyor: "Avrupa, kalkınmasında ya da ilmî gelişme ve teknik ilerlemesinde, İslâm ve Arap kaynaklarından genişçe istifade edilmiş ve yararlanılmıştır. Avrupanın İslâm dünyasından istifadesi İslâm dünyasının Avrupadan istifadesinden daha çok olmuştur. Fakat ne acıdır ki, Batı bu hakikatı bir türlü itiraf etmemektedir. Bilâkis İslâm'a kinini kusmaktadır. Bilâkis bu kin zaman ilerledikçe büyümektedir. Daha sonra bu kin düşmanlığa dönüşerek "müslüman" kelimesine karşı bütün batı halkının zihninde bir kin bulutu sarmaktadır. Hatta müslümanlara karşı düşmanlık ve kin bir darbı mesel haline gelmiş bulunmaktadır. Ta ki erkek olsun kadın olsun her Avrupalının kalbine yerleşti. Bu nefret, bütün kültür değişimi devirleri boyunca diri olarak devam etti. Daha sonra dinî reform çağı gelip Batı dünyası çeşitli mezheplere ayrılınca, her silahlı mezhep diğer mezheplere silahla karşı durup birbirlerine saldırılara geçinceye kadar devam etti. Fakat İslâm'a karşı düşmanlık onların hepsinde umumiyetini korudu. Bundan sonra dini anlayışın sönmeye başladığı devre gelindi. Ancak İslâm'a karşı düşmanlıklar devam etti. Bunu gösteren apaçık hakikatlardan biri şudur: 18. asırda yaşamış Fransız filozof ve şairi olan Volter, Hristiyanlık ve kilisesinin düşmanı idi. Fakat aynı zamanda İslâm ve onun Resulüne karşı da şiddetle düşmanlık besliyordu. Bir zaman sonra Batı bilginlerinin sempati ile yabancı kültürleri araştırma, yabancı kültür ile karşılaşma dönemi başladı. Fakat İslâm'la alâkalı bir hususa gelince, onlardaki İslâm'a karşı olan kin ve onların miras olarak aldıkları İslâm düşmanlığı ilmi araştırmalarıyla bağdaşmayacak şekilde devam etti. Batı ile İslâm dünyası arasında tarihin kazıdığı bu kanalın üzerine herhangi bir köprü atılmadan devam etti. Daha sonra İslâm'ı hor görüp ona hakaret etmek, Avrupa düşüncesinde temel bir cüz haline geldi."

Yukarıda işaret ettiğimiz misyonerlik cemiyetleri işte bu esaslar üzerine kurulmuştur. Onun için onlar, Hristiyanlığın propagandasını yapmakla birlikte müslümanları kendi dinleri hakkında şüpheye düşürmek, sahip oldukları varlıkları hor göstererek onları değerlerine karşı çıkar hale getirmek hedefini güdüyorlardı. Ayrıca bu misyoner hareketlerin bir de siyasî yanları mevcut idi. Her iki yönde de (yani şüpheye düşürme ve siyasî yönde) beklediklerinden daha büyük korkunç neticeler elde ettiler.

Misyoner faaliyetlerinin varlığı, İslâm dinini kötüleyip yalanlayarak ortadan kaldırmak, insanları Allah'ın dininden alıkoymak ve müslümanları kendi dinlerinden uzaklaştırmak için İslâm ve onun hükümleri etrafında bir çok engeller ve şüphe duvarları örmek esası üzerine kuruludur. Bu misyoner hareketlerinin arkasında aynı hedefe ve odak noktasına atış yapan oriantalistler (müsteşrikler) bulunuyordu.

Avrupada haçlı savaşlarının bütün gayretleri ilk önceleri kültürel yönde merkezleşti. Bu da İslâm hükümleri ve onun yüksek idealini çirkin göstererek akılları zehirlemekle olmuştur. İlmî dürüstlük ve ilmî araştırmalar adı altında İslâm ve İslâm tarihine karşı yaptıkları iftiralarla İslâm neslinin akıllarını yabancı zehirlerle zehirlediler. Verilen bu kültürel zehir, yapılan haçlı savaşlarından daha tehlikeli idi. Misyonerler "ilim" ve "insanlık" adı altında insanlığa bu zehiri sunmaya kalkıştıkları gibi müsteşrikler de, bu zehiri “şarkıyatçılık” (oriantalizm) adı altında takdim ediyorlardı. Prof. Leopold Fays şöyle diyor:

"Gerçek olan şudur ki; yeni çağlardaki ilk müsteşrikler, İslâm beldelerinde faaliyet gösteren Hristiyan misyonerlerdi. İslâm'ın öğretilerinden ve onun tarihinden uydurdukları çirkin suret, Batılıların putperestlere -yani müslümanlara- karşı olan tutumlarındaki tesiri içeren bir dayanaktı. Ancak bu çarpık düşünce hala devam etmektedir. Oriantalizm (şarkiyat ile ilgili ilimler), misyonerlik nüfuzundan kurtulmuş olmasına ve şarkiyat ilimlerinin çehresini kötüleştiren bir cahili din taassubunu bahane etmelerine mahal kalmasına rağmen, müsteşriklerin İslâm'a hücumları adeta bir kalıtım haline gelmiş içgüdü durumundadır. Özellikle bu saldırı haçlı savaşlarının yaratmış olduğu etkilerin üzerine oturtulmuş ve o düşünceye dayandırılmış olduğundan onlarda fıtrî bir ihtiyaç haline gelmiştir."

Bu katılım haline gelmiş bulunan düşmanlık, müslümanlara karşı batılıların nefislerinde kin ve buğz ateşini halen alevlendirmektedir. Onlar İslâm'ı, İslâm beldelerinde bile müslümanlar ve diğer insanlar arasında "insanlığın yüzkarası" olarak tasvir ediyor veya insanlığın ilerlemesini ortadan kaldıracak olan bir engel duvarı olarak gösteriyorlar. Onlar bu tutumlarıyla İslâm'dan hakiki korkularını gizliyorlar. Çünkü İslâm, nefislerde kök salınca sömürgeci kâfirin İslâm dünyası üzerindeki egemenliğini yok edecek ve dünyaya İslâm Davetini taşıyacak olan İslâm Devleti'nin tekrar kurulacağını bildikleri için ondan korkuyorlar. Ki o inşaallah tekrar kurulacaktır. Ve onun tekrar kurulması hem insanlığın hem de Batının bizzat yararına olacaktır.

O zaman misyonerlerin ve diğerlerinin faaliyetleri kendi kursaklarında kalıp üzüntü içerisinde her şeylerini toplayıp ortadan yok olup gideceklerdir, Allahu Teâlâ'nın şu sözünde belirttiği gibi:

"Şüphesiz ki kâfirler, (insanları) Allah yolundan alıkoymak için mallarını harcarlar. Daha da harcayacaklar! (Ama) sonunda bu, onlar için pişmanlık ve yürek acısı olacak sonra da mağlup olacaklar." (Enfal 36)

İşte bu, İslâm ve müslümanlara karşı olan her hareketi teyid eden kalıtımsal düşmanlık halen devam etmektedir. Bir Batılının; Mecusilik, Hindu ve Komünizm konularında araştırma yaparken araştırmasında buğz ve taassuptan uzak olduğunu görürsün. Fakat onun İslâm'ı araştırmaya yöneldiği zaman kendisini kin, buğz, nefret ve taassüb bulutlarının sardığını görürsün.

Müslümanlar kötü bir yenilgiye uğramış, sömürgeci kâfirin egemenliği altına girmiş bulunuyor olmalarına rağmen sömürgeciliğin desteğindeki batı kilise adamları İslâm'a karşı her türlü komployu icra etmeye devam ediyorlar. İslâm ve müslümanlara karşı iftiralardan, Resulullah'a ve ashabına dil uzatmaktan, İslâm ve müslümanların tarihine pençeleriyle saldırmaktan bir türlü geri kalmamışlardır. Bunların hepsi, müslümanlardan tarihi intikamlarını almak, sömürgecilik hareketini gerçekleştirebilmek içindir.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt