...Sen güneşi doğudan bekliyorsun. Güneş yarın sabah batıdan doğacak olursa şaşacaksın.Ama, bu sabah doğudan doğan güneşe pek şaşırmadın.Sanki doğudan bir güneş alacaklı gibiydin, vadesi gelmiş alacağını tahsil eden birinin istiğnalı edasıyla karşıladın sabahı.Alacağını aldın.Akşam ufkun kızıllığı içre erittiğin bir güneşi, gözkapaklarının ardına savurduğun bir dünyayı ve başını yastığa koyup uyuttuğun ve unuttuğun bir insanı yeniden aldın.Bir gündoğumu ile bir dünya, bir güneş, bir de insan sahibi oldun.Demek bir gündoğumu en az bir kainat ediyor.
Sen ve ben bugün bir kainat ödünç aldık.Yarın borcumuzu ödeyebilir miyiz dersin? Veya yarından sonra? Yarından sonra, güneş doğunca mesela? Ödünç aldığımız güneşi, dünyayı ve insanı geri verebilir miyiz? Yarında bize ait olan ne var ki, onunla borç ödeyelim diyeceksin.Yarının kainatından bir şey arttırabileceğe de benzemiyoruz.
Sen, kendini doğudan güneş alacaklı bilen dostum! Alacaklı olmak bir yana, her gündoğumu ile belimizi bükecek bir borcun altına giriyoruz. Daha dünkü kainat borcumuzu eda edememişken, bugün taze bir kainat verildi ellerimize.
Ne var ki, sen yarın da bir kainat istemeye hazırlanıyorsun. Hem de, yüzünde bir alacaklının istiğnalı edasıyla…Kendini alacaklı yerine koymanı anlayabiliyorum. Kendi kendine, “Şimdiye kadar güneş hep doğudan doğdu, bundan sonra da böyle olacak” diyorsun. Bugünkü, dünkü ve önceki günlerdeki gündoğumları, yarının gündoğumlarına alacaklı kılıyor seni. Garip! Borçluluğunu ve borçlarını arttırması gereken şimdiye kadarki gündoğumları, tersine seni alacaklı yapıyor. Oysa, yarın sabahki gündoğumunu gerçekten istiyorsan, bir güneşi, bir dünyayı ve bir insanı cebinde hazır etmen gerekiyor.
Sen ve ben, dünyaca, güneşçe ve insanca fakiriz. Yarınki güneş, eğer bizim cebimizden çıkacaksa, hiç doğmayacak. Güneşin senin ve benim kudretimle veya kendi kendine doğması, güneşin batıdan doğması kadar imkansız. Aslında bir güneşimiz, bir dünyamız ve bir de insanımız olsaydı –cebimizde olasalardı demek istiyorum- güneşi dilersek doğudan, dilersek batıdan doğdururduk. Bunca sermayeye sahip olan için güneşi doğudan ya da batıdan doğdurmak fark etmez ki…
Aynı farksızlık, güneşin, dünyanın ve insanın sahibi olmayan sen ve ben için de geçerlidir; ama tersinden geçerlidir. Güneşi batıdan doğdurmamız ne kadar imkansızsa, doğudan getirmemiz de o kadar imkansızdır. Şu halde, senin ve benim için, güneşin doğudan doğması da, batıdan doğması kadar olağanüstüdür. Bizim için gündoğumu güç kudret yetirilemeyecek, yapmaktan aciz olduğumuz bir iştir; yani, gündoğumu mucizedir.
Mucize görmek için güneşi batıdan beklemene gerek yok. Güneşin doğudan getirilmesini perdeleme, yeter. Güneşi hep doğudan bilmek, gündoğumunu hep hazır bulmak, seni ve beni mucizeye kör ve sağır eylemiş. Gözlerimize indirdiğimiz yeknesaklık perdesini bir türlü aşamıyor güneş…Her şeyi kendi renginin, kendi biçiminin yeganeliği içre sarıyor da, alışkanlıklarımızın örtüsünden bir türlü başını sıyıramıyor.Gün doğamıyor. Öylece ne doğudan, ne de batıdan doğdurabildiğimiz güneşi doğudan batırıyoruz. Sabahımız bir türlü gelmiyor…
Senai Demirci – Dar Kapıdan Geçmek
Sen ve ben bugün bir kainat ödünç aldık.Yarın borcumuzu ödeyebilir miyiz dersin? Veya yarından sonra? Yarından sonra, güneş doğunca mesela? Ödünç aldığımız güneşi, dünyayı ve insanı geri verebilir miyiz? Yarında bize ait olan ne var ki, onunla borç ödeyelim diyeceksin.Yarının kainatından bir şey arttırabileceğe de benzemiyoruz.
Sen, kendini doğudan güneş alacaklı bilen dostum! Alacaklı olmak bir yana, her gündoğumu ile belimizi bükecek bir borcun altına giriyoruz. Daha dünkü kainat borcumuzu eda edememişken, bugün taze bir kainat verildi ellerimize.
Ne var ki, sen yarın da bir kainat istemeye hazırlanıyorsun. Hem de, yüzünde bir alacaklının istiğnalı edasıyla…Kendini alacaklı yerine koymanı anlayabiliyorum. Kendi kendine, “Şimdiye kadar güneş hep doğudan doğdu, bundan sonra da böyle olacak” diyorsun. Bugünkü, dünkü ve önceki günlerdeki gündoğumları, yarının gündoğumlarına alacaklı kılıyor seni. Garip! Borçluluğunu ve borçlarını arttırması gereken şimdiye kadarki gündoğumları, tersine seni alacaklı yapıyor. Oysa, yarın sabahki gündoğumunu gerçekten istiyorsan, bir güneşi, bir dünyayı ve bir insanı cebinde hazır etmen gerekiyor.
Sen ve ben, dünyaca, güneşçe ve insanca fakiriz. Yarınki güneş, eğer bizim cebimizden çıkacaksa, hiç doğmayacak. Güneşin senin ve benim kudretimle veya kendi kendine doğması, güneşin batıdan doğması kadar imkansız. Aslında bir güneşimiz, bir dünyamız ve bir de insanımız olsaydı –cebimizde olasalardı demek istiyorum- güneşi dilersek doğudan, dilersek batıdan doğdururduk. Bunca sermayeye sahip olan için güneşi doğudan ya da batıdan doğdurmak fark etmez ki…
Aynı farksızlık, güneşin, dünyanın ve insanın sahibi olmayan sen ve ben için de geçerlidir; ama tersinden geçerlidir. Güneşi batıdan doğdurmamız ne kadar imkansızsa, doğudan getirmemiz de o kadar imkansızdır. Şu halde, senin ve benim için, güneşin doğudan doğması da, batıdan doğması kadar olağanüstüdür. Bizim için gündoğumu güç kudret yetirilemeyecek, yapmaktan aciz olduğumuz bir iştir; yani, gündoğumu mucizedir.
Mucize görmek için güneşi batıdan beklemene gerek yok. Güneşin doğudan getirilmesini perdeleme, yeter. Güneşi hep doğudan bilmek, gündoğumunu hep hazır bulmak, seni ve beni mucizeye kör ve sağır eylemiş. Gözlerimize indirdiğimiz yeknesaklık perdesini bir türlü aşamıyor güneş…Her şeyi kendi renginin, kendi biçiminin yeganeliği içre sarıyor da, alışkanlıklarımızın örtüsünden bir türlü başını sıyıramıyor.Gün doğamıyor. Öylece ne doğudan, ne de batıdan doğdurabildiğimiz güneşi doğudan batırıyoruz. Sabahımız bir türlü gelmiyor…
Senai Demirci – Dar Kapıdan Geçmek