Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

“Gül”ü Anlatmak (1 Kullanıcı)

Dosta Doğru

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
10 Nis 2008
Mesajlar
1
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
37

Yaratılmışların en şereflisi, insanların en hayırlısı, Peygamberlik Gülzârının En Güzel Gülü olan ve “Âlemlere Rahmet olarak” gönderilen O “Gül”; “Varlığın Nûru”dur… Kâinattaki bütün güzelliklerin en mükemmel bir biçimde şahsında tezahür etmesi için yaratılan, her hâli kemâl sıfatlarla donatılan ve beşeriyet için en büyük nîmet olan O “Gül”, İnsanlığın Son Hududu’dur… Hakk’ın “Server-i Asfiyâ” kıldığı, “Habibim” diyerek eşsiz bir nişanla taltif ettiği ve “Makâm-ı Mahmûd”a erdirdiği O “Gül”, cümle ümmet-i Muhammed’in mahbûbudur…

“Gül Devri”nden bu yana;“Gül”ü anlatmayan dil, “Gül”ü yazmayan el, “Gül”e benzemeyen hâl,“Gül”e varmayan yol ve “Gül” kokmayan kul neye yarar diyen şairler, yazarlar, gönül sultanları... büyük bir iştiyakla “Gül”ü anlattılar… On beş asırdır, O’na duydukları aşkı ve muhabbeti ifade eden “Gül” kokulu hislerini kalem ve kelâm ile nakış nakış yüreklere işlediler… Gönüllerimize birbirinden güzel “Gül” besteleri sundular, “Gül” yazıları yazdılar, “Gül” şiirleri söylediler, “Gül” “Şifâ”ları okudular, “Güldeste”ler hazırladılar, “Gül” sohbetleri ettiler, gülü “Gül” ile tarttılar ve “Gül”den terazi tuttular… “Gül” diyerek iki cihanda gülenler, “Gül” sevdasıyla aşka gelenler ve “Gül” uğrunda her mihneti cana minnet bilenler, “Gül”ü anlatmak için kalemlerini kılıç yapıp cepheden cepheye koştular… Ve en önemlisi, hayatlarını “Gül” ölçüsüyle tanzim edip, tebliğlerini temsil edenler, “kâl”den ziyâde “hâl”i kuşanarak “Gül” yüzlü seferlerde coştular… Onlar; yüreklerinden kopup gelen duygularını; kimi zaman manzum ve mensur tarzda anlattılar, kimi zaman hikmetli sözlerle açıkladılar, kimi zaman da mûsikinin efsunkâr ikliminde terennüm ettiler... Hislerini ve hissettiklerini, bazen kağıt-kalem ve kitapla, bazen sohbet, kelâm ve hitapla, bazen de ney, kudüm ve mızrapla dile getirdiler…

Kimileri, “Siyer” ya da “Sîret” kitaplarıyla anlatmaya çalıştı “Gül” sevgisini… Kimileri, “Şemâil”ler, “Fezâil”ler ve “Delâil”ler yazarak vasfetmek istedi “Gül”ün eşi-benzeri olmayan güzelliklerini… Kimileri, “Hadis” külliyatlarıyla hicret etti “Gül Devri”nin muazzez iklimine… Kimileri; “Mirâciye”lerle, “Hicretü’n-Nebî”lerle, “Mûcizât”larla, “Gazavât-ı Nebî”lerle dile getirmek istedi “Gül”ün mübârek hayatlarının emsâlsiz bölümlerini… Kimileri, “Mevlid”lerle âşikâr etmeye çalıştı “Gül” aşkını… Kimileri, “Hilye”lerle söndürmek istedi “Gül”e duyduğu büyük hasreti… Kimileri, “İlâhi”lerle, kimileri “Salât-ı Ümmiye”lerle, kimileri “Na’t-ı Şerif”lerle, kimileri “Dîvân”larla çaldı şefaat kapılarını… Kimileri, “Gül” yudumlu ninnilerle yavrularının yüreğine “Gül” cemresi düşürdü… Kimileri de, her harfine ayrı bir üslûpla sevdâ nâmeleri düşürdükleri “Hüsn-ü Hat”larla iltica etti “Gül” kokulu vuslat yoluna…

Kıble yürekli mürşitler, “Adı güzel, kendi güzel Muhammed”in rehberliğinde irşâda başlayarak “Aşk-ı Hakikî”ye giden Muhabbetullah yolunu tuttular... “Aşk gelince cümle eksiklik biter” fehvâsınca gönüllerde çerağ uyandıran mutasavvıflar; doyumsuz sohbetlerle, aşkın “Gül” yüzünü anlattılar... “Gül”ün güzelliği sâyesinde sözlerine güzellik kattılar... “Gül”den bîhaber olanları, O’ndan haberdâr ettiler... Vahyin ışığıyla aydınlanmadığı ve “Gül”ü tanı/ya/madığı için rûhu buhranlar içinde bunalan beşeriyetin yüreğini semâvî sevdalarla aşka getirdiler… Kıble’den gelen ışığın ilhamıyla gönül tellerini “Gül” mızrabıyla titrettiler...

Uykuları uyutup, gecenin koynunda zikir ve salât ü selâm ile “Gül” rengine boyanan Allah Dostları; sonsuzluk ufkunun son hududuna erişen Muhammedî sevdâlarını asırlar ötesine taşıdılar... Onlar; “Ben gelmedim da’vi için / Benim işim sevi için / Dost’un evi gönüllerdir / Gönüller yapmaya geldim...” diyerek gönüllere “Gül” yaprağıyla sevgi döşediler… “Uyandım, kendimi dövdüm taş ile / Ey Allah’ım yine göster düş ile” diyenler; yeniden “Gül” yüzlü rüyâlar görmek, yeni bir “Gül” tebessümüne nâil olmak için “Gül” gibi yaşadılar... Dilinden “Gül”ü düşürmeyen, gönlünden “Gül” kokusu eksik olmayan uşşak ve ârifan; O’nun şefaatine mazhar olabilmek için kalplerindeki sevgiyi mürekkep yaparak; nice mürettep divanlar ve mufassal “Gül” destanları yazdılar…

Hilâl bakışlı erbâb-ı kalem; her cümlesi bir define, her mısraı bir hazine olan eserlerinde “Gül”ü vasfettiler... Bu vâdide kalemkâr olan şuarâ ve üdebâ, gözyaşlarından deryâlar oluşturdu asırların sayfaları arasında… Onlar; gönül dünyamıza “Gül” ışıkları taşımak için söz ipliğine mânâ incileri dizdiler, şiirin esrarlı kanatlarında... “Gül” muhabbetini İlâhi aşkın mayası olarak gören nâsirler; kalemin gözyaşını kağıtla buluşturdular, cümleleri “Gül” ritmiyle konuşturdular ve cümlemizin yüreğine “Gül” yüzlü güneşler bölüştürdüler… Bu vâdide zirvelere ulaşarak insanlığa yeni ufuklar açan ve Ey “Gül”; “Sen, bir derece daha fazlası olmayan bir insansın da, biz Senden eksik olduğumuz kadar insanlığımızdan uzak insanlarız…” diyen üstatlar, bilge şahsiyetler, gönül mîmarları, ilim ve fikir adamları bütün dünyaya “Gül”ü anlatmak, O’nun farklı bir yönünü ortaya koyarak beşeriyete tanıtmak için, sayısız eserler kaleme aldılar…

Ruhlarını “Gül” yağmurlarıyla yıkayıp, hayatlarını “Gül” aşkına sebil edenler; gönül gözünden dökülen muhabbet damlalarına, yüreklerinde kor haline gelen sevdâ ateşinin rengarenk ışıltılarını kattılar... Nâzenin duygularını İlâhî aşkla damıttılar... İç âlemindeki coşkularını kelimelerle resmettiler, yazılarına “Gül” rumuzlu güzellikler nakşettiler, mısralarını “Gül” kafiyesiyle nazmettiler ve edebiyat dünyasına birbirinden güzel güldesteler armağan ettiler…

“Başını taştan taşa vuran su” gibi çağlayanlar, “Gül”e bende olup aktılar… “Arayı arayı bulsam izini” diyerek “Gül” aşkına gönül bağlayanlar, dünyaya ve ukbâya “Gül” penceresinden baktılar… Yüreklerinde hissettikleri “Gül” sevdasını, mısraların yüreğine bırakanlar, gönüllerde “Gül” çerağı yaktılar… “Gül”ü anlatırken; “Perişan sözlerimden bıkma, hoş gör yâ Resûlallah” diyerek affına sığınıp arz-ı hâl edenler, gökkubbede nice hoş sadâlar bıraktılar…

Hâsıl-ı kelâm “Gül” sevdalıları; on beş asırdan beri hiç durmadan gönül gergefimize “Gül” desenleri çizdiler, “Kalem ve Nun” aşkına kelimelerin en tatlı tebessümüyle “Gül” destanları yazdılar, bir kuyumcu titizliğiyle işledikleri mazmunlarla murassa “Gül” mısraları dizdiler ve sohbetlerinde kelâmın en güzeliyle “En Güzel”i anlattılar... Ve her dem, “Gül”ü anlatan destanlara yeni destanlar ilâve ettiler, “Düne ait ne varsa, dünde kaldı cancağızım”, şimdi “Gül” üstüne “yeni şeyler söylemek lâzım” diyerek bugüne kadar söylenenlerle yetinmediler, her söze yeni bir söz, her kelimeye yeni bir mânâ eklediler...

Bidayetten bu yana, bu vâdide -havastan avâma, üdebâdan ümerâya kadar- kim ne demişse yürekten söylemiş ve söyledikleri, sözlerinin en güzeli olmuştur… Zirâ, “Gül”ü târif eden her söz, “Gül”ü tasvir eden her dize ve “Gül”ü tavsif eden her yazı; O’nuyâdettiği için latiftir, O’nunla ziynetlendiği için güzeldir ve O’nun güzelliği satırlara yansıdığı için“Gül” kokuludur...

Fakat ne var ki, “Gül Devri”nden bugüne kadar sayısız eserler verilmesine, pek çok şaheserler ortaya konulmasına rağmen, O “Gül”; beşer lisanıyla aslâ tam mânâsıyla vasfedilememiş, hakkıyla anlatılamamış ve lâyıkı veçhiyle yazılamamıştır… Zirâ on beş asırdır yazılan, günümüzde yazılmaya devam eden ve gelecekte yazılacak olan “Gül” destanlarıyla; “Kâinatın Solmayan Gülü”nün “Nûru evvel, ba’sı âhir” özelliklerinden, rûhî ve ahlâkî güzelliklerinden sâdece çok az bir kısmı anlatılabilmiş, ifâde edilenler belki de ummandan bir katre mesâbesinde kalmıştır… Bu hususu dile getiren on beşinci yüzyıl dîvan şairlerimizden Nâtî Mehmed Efendi; “Sahralar kâğıt, ağaçlar kalem, denizler mürekkep olsa, melekler, insanlar ve cinler kıyamete kadar gece gündüz çalışsalar yine de Yüce Peygamberimiz(s.a.v.)’in özelliklerinin çok az bir kısmını yazabilirler.” ifâdesini kullanmıştır… Bu vâdide Bediüzzaman Hazretleri; “Bütün nîmet hazînelerini açmak salâhiyetinde olan, nîmet-i îmana vesîle olan Hz. Muhammed (s.a.v.) öyle bir nîmettir ki, nev-i beşer ilelebed O Zât’ı medh ü senâ etmeye borçludur” derken, Hz. Mevlânâ da; “Eğer O’nun vasıflarının şerhini devamlı, durmadan söylesem, yüzlerce kıyamet geçer de O yine bitmez” diyerek; kim ne anlatırsa anlatsın, ne kadar anlatırsa anlatsın herkesin kendi istidat ve takâti nispetinde idrâk edebildiği “Gül”ün emsâlsiz özelliklerinin, anlatılmakla bitirilemeyeceğini dile getirmişlerdir…

ALTINOLUK DERGİSİ

 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
Selamün Aleyküm kardeşim.
Emeğinize sağlık..Allah c.c razı olsun paylaşımınız için..Bu çağda şiddetle ''Gül'ü anlamaya, anlatmaya, yaşamaya ihtiyacımız var..Rahman c.c bizleri, O Gül'e layık ümmet eylesin inşallah.. Rabbimize emanet olun kardeşim.Selam ve dua ile.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt