muhammed25
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 7 Kas 2008
- Mesajlar
- 879
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 32
“Gözler O’nu Göremez, O Gözleri Görür” Bir Şuurun İhyâsı
Birilerinin sizi gözettiğini hissederseniz ne yaparsınız? Herhangi bir toplantıda kameranın sizi görüntülediğini farkedince ilk tepkiniz ne oluyor? Söylediklerinizin kaydedildiği bir ortama giderken nasıl hazırlanırsınız? Faaliyetlerinizin takip edilip kayda alındığından şüphelenseniz ne yaparsınız?
Bu ve benzeri sorulara muhatap olsanız, ne cevap verirsiniz? Herhalde cevabınız; “Bu, kimin ne maksatla ve nasıl gözetlediğine, yaptıklarımı nasıl kaydettiğine bağlıdır” şeklinde olurdu.
Fecr sûresinde, bu sorulardan da ötesini düşündürecek bir ufuk açılıyor önümüze…
Buyruluyor ki:
"Tan yerinin ağarmasına and olsun. Zilhicce ayının ilk on gecesine and olsun. Herşeyin çiftine de tekine de and olsun ve gelip geçen geceye and olsun ki, bunların her biri akıl sahibi için birer yemine değmez mi?
Ey Muhammed aleyhisselam! Rabbinin, hiç bir memlekette benzeri ortaya konmayan sütunlara sahip İrem şehrinde oturan Âd kavmine ne ettiğini görmedin mi? Vadide kayaları kesip yontan Semud kavmine, memleketlerde aşırı gidip bozgunculuğu artıran kazıklar sahibi Firavun'a ne ettiğini görmedin mi? Rabbin onları azâb kırbacından geçirmiştir.
Doğrusu Rabbin her an kullarını gözetlemektedir." (Fecr, 89/1-14)
Burada şu üç husus dikkatimizi çekiyor:
Birincisi, kainattaki muazzam değişimi ve kusursuz işleyişi sembolize eden belli vakitlere yemin edilmesidir. Düşün ki, dünya kurulalı beri işleyen bu kusursuz sistem, inanan inanmayan herkesin hizmetindedir. Ve sen de bilâ ücret istifade ettiğin bu muazzam nimetlerle perverdesin. Haklarında ayrı ayrı yemin edilen nimetlerden mesela tan yerinin ağardığı o kıymetli vaktin kıymetini biliyor musun? İlâhî rahmetin tuğyan ettiği o diriltici saatler seni intibaha davet ediyor mu? Yoksa derin uykularda heba olup gidiyor mu?
İkincisi, geçmiş ümmetlerden azgınlık yoluna sapanların ilahî azapla terbiye edildiğinin bildirilmesidir. Sahib-i Hakiki’yi unutanların hazin sonunun hatırlatılması…
Binalara, temellere güvenerek veya başka şeylere bel bağlayarak bunlarla kendilerinde güç vehmedenlere, güvendiklerinin fayda vermediğini bildiren âyetler:
İrem şehrini kuran Âd kavmi ile kayaları yontup muhkem meskenler yapan Semud kavminin ve azgınlıkta ileri giden Firavn'ın akıbetlerini düşünmelisiniz. Câlib-i dikkattir, bu âyetler “görmedin mi?" sorusuyla başlıyor. Demek ki insan, ardına düşüp araştırsa veya bu kavimler hakkında yapılan araştırmaları tetkik etse azgınların başlarına geleni görür gibi bilgi sahibi olabilecektir.
Üçüncüsü, Rabbin her an kullarını gözetleme makamında bulunduğunun duyurulmasıdır. Bu cümleyi okuyunca şöyle düşünebilirsiniz: Yukarıda manaları iki maddede değerlendirilen cümleler herhâlde bu son cümleyi bildirmek için serdedilmiştir. Sanki bu âyetlerin hülasası şöyledir: “Ey insan! Şunu unutma, Rabbin her an, her halinde seni görüyor ve bunu gizlemiyor. Bilakis gaflete düşmeyesin diye bunu sana hatırlatıyor. Bir mü’minin, bu merhametli hatırlatmaya bigane kalması düşünülebilir mi?
Aslında bu ikaz, bütün insanlara yönelik olduğu halde iman etmeyenler bu değişmez gerçeği henüz idrak edememişlerdir. İmanla şereflenenler ise böyle bir gerçekle yüzyüze olduklarını sık sık unutmaktadır. Öyleyse, bu nisyanın çaresi nasıl bir Allah’a iman ettiğimize dair bilgilerimizi sık sık hatırlamak olmalıdır.
Biz öyle bir Allah’a inanıyoruz ki, Gözler O'nu göremez, O gözleri görür, gözlerin hain bakışlarını bilir. Kudret eliyle evirip çevirdiği kalplerde gizlenen niyetlere muttalî olur. Halk tabiriyle “karanlık gecede, kara taşın üzerinde yürüyen kara karıncayı görür ve ayağının hışırtısını işitir.” İnsanlara göre bundan daha zor ve gizemli gelen halleri görür ve bilir. Yarattıklarının bütün hallerini her an görür ve bilir. Fakat ziyadesiyle sabredicidir, cezalandırmakta acele etmez…
Kısacası nerede olursan ol O seninle beraberdir ve sana şah damarından yakındır. Öyleyse, nihayetsiz merhamet sahibi Rabbin her an seni görüp gözettiği bilinciyle yaşamalısın, kendini daima huzurda hissetmelisin. O’nu görür gibi kulluk etmeye azmetmelisin…
Günümüz insanı sahip olduğu imkanlar vesilesiyle Allah’ın her an her yerde kendisini gördüğü gerçeğini daha çabuk kavrayabilir. Firmaların stoklarını, çalışanlarını ve hatta müşteri hareketliliğini an be-an izleyebildiğini bilen bir kişi, Cenab-ı Hakk’ın eşref-i mahlukat olarak yarattığı insanı başıboş bırakmayacağını kolaylıkla idrak edebilir. Buna rağmen bir insan, bu apaçık hakikatten habersizmiş gibi yaşıyorsa, herhangi bir firmanın elektronik cihazlarla elde ettiği denetim imkanını hafsalası alıyor da, Sahib-i Hakiki’nin kendisini görüp gözettiğinden habersiz bir hayat sürüyorsa, imanın elzem kıldığı kulluk şuurunu kuşanmakta ihmalkar davranıyor demektir. Günlük hayatın hay huyu arasında hangi hassasiyetlerini yitirdiğini hesap etmiyor demektir.
Halbuki İslam her şeyi yaratan, görüp gözeten ve bir olan Allah’a inanmaya çağırdığı insanı, maiyyet burcuna taşımak ister. Peygamber Efendimiz mü’minlerini, Allah’ı görür gibi ibadet eden has kullar zirvesine taşımak ister…
Fecr sûresinde, Allah’ı unutarak başka dayanaklara güvenenlerin azap kırbacıyla terbiye edildikleri haberinden sonra vurgulanan Rabbin kullarını her an gözetlemekte olduğu gerçeğini anlaşılır misallerle yeniden anlatmak durumundayız. Bu şuurla donatarak yetiştireceğimiz nesiller hayırların anahtarı, şerlerin kilidi olacaktır.
Yüz Yıl Sonra
Kur’ân-ı Kerim’de “İnkar edenler, gökler ve yer birbirine yapışıkken onları ayırdığımızı ve bütün canlıları sudan yarattığımızı bilmezler mi?” diye soruluyor. Ve bu âyetin sonunda “hâlâ inanmayacaklar mı?” (Bkz. Enbiyâ 21/30) buyruluyor. Başka bir âyette ise “Biz göğü kudretimizle yarattık ve onu genişletiyoruz" (Zariyât 51/47) buyruluyor.
Tefsirde belirtildiğine göre; gökler ve yeryüzü bitişikti, çeşit çeşit gök cisimleri yoktu ve hepsi mütemâsil bir varlıktı. Allah Teala yerle gök arasını ayırdı ve felekleri yarattı.
Bu durumda âyetteki ilk soru cümlesi "görünen hadiselerden hareketle bunları bilmiyorlar mı?” şeklinde anlaşılabilir. Bu ise “bildiklerimiz ışığında bilinmeyenlere ulaşma adına fikir üretmeye devam etmeli” şeklinde yorumlanabilir.
Bugün canlı varlıkların kütlelerinin yüzde yetmiş küsûrunun sudan meydana geldiğini biliyoruz. İlk yaratmanın büyük bir patlama ile başladığı tezi ilim çevrelerince kabul görüyor, gök cisimlerinin devamlı genişleyerek bir yöne akmakta olduğu biliniyor.
Şimdiki bilgilerimiz ışığında bu âyetleri yeniden okuyup düşünsek, bu ve benzeri âyetlerle insanlığın önüne yeni ufuklar açılabilir…
Öyle inanıyoruz ki Kur’an-ı Kerîm’de henüz bizim anlayamadığımız nice hakikatlerin rumuzları vardır. Gül kokulu âyetlerden nicelerinde işaret edilen manaları ancak gelecek nesiller anlayabilecektir. Yüzyıllarca sonra insanlar, ilm-i hakikiye ulaştıran ışığı yine Kur’ân-ı Kerîm’de bulacaklar.
Cafer Durmuş
Birilerinin sizi gözettiğini hissederseniz ne yaparsınız? Herhangi bir toplantıda kameranın sizi görüntülediğini farkedince ilk tepkiniz ne oluyor? Söylediklerinizin kaydedildiği bir ortama giderken nasıl hazırlanırsınız? Faaliyetlerinizin takip edilip kayda alındığından şüphelenseniz ne yaparsınız?
Bu ve benzeri sorulara muhatap olsanız, ne cevap verirsiniz? Herhalde cevabınız; “Bu, kimin ne maksatla ve nasıl gözetlediğine, yaptıklarımı nasıl kaydettiğine bağlıdır” şeklinde olurdu.
Fecr sûresinde, bu sorulardan da ötesini düşündürecek bir ufuk açılıyor önümüze…
Buyruluyor ki:
"Tan yerinin ağarmasına and olsun. Zilhicce ayının ilk on gecesine and olsun. Herşeyin çiftine de tekine de and olsun ve gelip geçen geceye and olsun ki, bunların her biri akıl sahibi için birer yemine değmez mi?
Ey Muhammed aleyhisselam! Rabbinin, hiç bir memlekette benzeri ortaya konmayan sütunlara sahip İrem şehrinde oturan Âd kavmine ne ettiğini görmedin mi? Vadide kayaları kesip yontan Semud kavmine, memleketlerde aşırı gidip bozgunculuğu artıran kazıklar sahibi Firavun'a ne ettiğini görmedin mi? Rabbin onları azâb kırbacından geçirmiştir.
Doğrusu Rabbin her an kullarını gözetlemektedir." (Fecr, 89/1-14)
Burada şu üç husus dikkatimizi çekiyor:
Birincisi, kainattaki muazzam değişimi ve kusursuz işleyişi sembolize eden belli vakitlere yemin edilmesidir. Düşün ki, dünya kurulalı beri işleyen bu kusursuz sistem, inanan inanmayan herkesin hizmetindedir. Ve sen de bilâ ücret istifade ettiğin bu muazzam nimetlerle perverdesin. Haklarında ayrı ayrı yemin edilen nimetlerden mesela tan yerinin ağardığı o kıymetli vaktin kıymetini biliyor musun? İlâhî rahmetin tuğyan ettiği o diriltici saatler seni intibaha davet ediyor mu? Yoksa derin uykularda heba olup gidiyor mu?
İkincisi, geçmiş ümmetlerden azgınlık yoluna sapanların ilahî azapla terbiye edildiğinin bildirilmesidir. Sahib-i Hakiki’yi unutanların hazin sonunun hatırlatılması…
Binalara, temellere güvenerek veya başka şeylere bel bağlayarak bunlarla kendilerinde güç vehmedenlere, güvendiklerinin fayda vermediğini bildiren âyetler:
İrem şehrini kuran Âd kavmi ile kayaları yontup muhkem meskenler yapan Semud kavminin ve azgınlıkta ileri giden Firavn'ın akıbetlerini düşünmelisiniz. Câlib-i dikkattir, bu âyetler “görmedin mi?" sorusuyla başlıyor. Demek ki insan, ardına düşüp araştırsa veya bu kavimler hakkında yapılan araştırmaları tetkik etse azgınların başlarına geleni görür gibi bilgi sahibi olabilecektir.
Üçüncüsü, Rabbin her an kullarını gözetleme makamında bulunduğunun duyurulmasıdır. Bu cümleyi okuyunca şöyle düşünebilirsiniz: Yukarıda manaları iki maddede değerlendirilen cümleler herhâlde bu son cümleyi bildirmek için serdedilmiştir. Sanki bu âyetlerin hülasası şöyledir: “Ey insan! Şunu unutma, Rabbin her an, her halinde seni görüyor ve bunu gizlemiyor. Bilakis gaflete düşmeyesin diye bunu sana hatırlatıyor. Bir mü’minin, bu merhametli hatırlatmaya bigane kalması düşünülebilir mi?
Aslında bu ikaz, bütün insanlara yönelik olduğu halde iman etmeyenler bu değişmez gerçeği henüz idrak edememişlerdir. İmanla şereflenenler ise böyle bir gerçekle yüzyüze olduklarını sık sık unutmaktadır. Öyleyse, bu nisyanın çaresi nasıl bir Allah’a iman ettiğimize dair bilgilerimizi sık sık hatırlamak olmalıdır.
Biz öyle bir Allah’a inanıyoruz ki, Gözler O'nu göremez, O gözleri görür, gözlerin hain bakışlarını bilir. Kudret eliyle evirip çevirdiği kalplerde gizlenen niyetlere muttalî olur. Halk tabiriyle “karanlık gecede, kara taşın üzerinde yürüyen kara karıncayı görür ve ayağının hışırtısını işitir.” İnsanlara göre bundan daha zor ve gizemli gelen halleri görür ve bilir. Yarattıklarının bütün hallerini her an görür ve bilir. Fakat ziyadesiyle sabredicidir, cezalandırmakta acele etmez…
Kısacası nerede olursan ol O seninle beraberdir ve sana şah damarından yakındır. Öyleyse, nihayetsiz merhamet sahibi Rabbin her an seni görüp gözettiği bilinciyle yaşamalısın, kendini daima huzurda hissetmelisin. O’nu görür gibi kulluk etmeye azmetmelisin…
Günümüz insanı sahip olduğu imkanlar vesilesiyle Allah’ın her an her yerde kendisini gördüğü gerçeğini daha çabuk kavrayabilir. Firmaların stoklarını, çalışanlarını ve hatta müşteri hareketliliğini an be-an izleyebildiğini bilen bir kişi, Cenab-ı Hakk’ın eşref-i mahlukat olarak yarattığı insanı başıboş bırakmayacağını kolaylıkla idrak edebilir. Buna rağmen bir insan, bu apaçık hakikatten habersizmiş gibi yaşıyorsa, herhangi bir firmanın elektronik cihazlarla elde ettiği denetim imkanını hafsalası alıyor da, Sahib-i Hakiki’nin kendisini görüp gözettiğinden habersiz bir hayat sürüyorsa, imanın elzem kıldığı kulluk şuurunu kuşanmakta ihmalkar davranıyor demektir. Günlük hayatın hay huyu arasında hangi hassasiyetlerini yitirdiğini hesap etmiyor demektir.
Halbuki İslam her şeyi yaratan, görüp gözeten ve bir olan Allah’a inanmaya çağırdığı insanı, maiyyet burcuna taşımak ister. Peygamber Efendimiz mü’minlerini, Allah’ı görür gibi ibadet eden has kullar zirvesine taşımak ister…
Fecr sûresinde, Allah’ı unutarak başka dayanaklara güvenenlerin azap kırbacıyla terbiye edildikleri haberinden sonra vurgulanan Rabbin kullarını her an gözetlemekte olduğu gerçeğini anlaşılır misallerle yeniden anlatmak durumundayız. Bu şuurla donatarak yetiştireceğimiz nesiller hayırların anahtarı, şerlerin kilidi olacaktır.
Yüz Yıl Sonra
Kur’ân-ı Kerim’de “İnkar edenler, gökler ve yer birbirine yapışıkken onları ayırdığımızı ve bütün canlıları sudan yarattığımızı bilmezler mi?” diye soruluyor. Ve bu âyetin sonunda “hâlâ inanmayacaklar mı?” (Bkz. Enbiyâ 21/30) buyruluyor. Başka bir âyette ise “Biz göğü kudretimizle yarattık ve onu genişletiyoruz" (Zariyât 51/47) buyruluyor.
Tefsirde belirtildiğine göre; gökler ve yeryüzü bitişikti, çeşit çeşit gök cisimleri yoktu ve hepsi mütemâsil bir varlıktı. Allah Teala yerle gök arasını ayırdı ve felekleri yarattı.
Bu durumda âyetteki ilk soru cümlesi "görünen hadiselerden hareketle bunları bilmiyorlar mı?” şeklinde anlaşılabilir. Bu ise “bildiklerimiz ışığında bilinmeyenlere ulaşma adına fikir üretmeye devam etmeli” şeklinde yorumlanabilir.
Bugün canlı varlıkların kütlelerinin yüzde yetmiş küsûrunun sudan meydana geldiğini biliyoruz. İlk yaratmanın büyük bir patlama ile başladığı tezi ilim çevrelerince kabul görüyor, gök cisimlerinin devamlı genişleyerek bir yöne akmakta olduğu biliniyor.
Şimdiki bilgilerimiz ışığında bu âyetleri yeniden okuyup düşünsek, bu ve benzeri âyetlerle insanlığın önüne yeni ufuklar açılabilir…
Öyle inanıyoruz ki Kur’an-ı Kerîm’de henüz bizim anlayamadığımız nice hakikatlerin rumuzları vardır. Gül kokulu âyetlerden nicelerinde işaret edilen manaları ancak gelecek nesiller anlayabilecektir. Yüzyıllarca sonra insanlar, ilm-i hakikiye ulaştıran ışığı yine Kur’ân-ı Kerîm’de bulacaklar.
Cafer Durmuş