Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Görmezmisin Rabbin ne yaptı? (1 Kullanıcı)

Ravza_Nur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
8,116
Tepki puanı
3
Puanları
0
Peygamberler, insanlık tarihinin kilometre taşlarıdır. İnsanlık tarihinin binlerce yıl olduğunu düşündüğümüzde bu binlerce yıl içinde de binlerce kilometre taşının olduğu bir gerçektir. Allah Celle Celâluhu hiçbir kavme, millete, ümmete tebliğci göndermeden azap etmeyeceğini haber veriyor. Her kavme ve her ümmete tebliğci olarak peygamberler gönderildi. Bunların çok az bir kısmının ismi ve kıssası haber olarak Kur'anı Kerim'de geçmektedir. İsmi ve kıssası Kur'anı Kerim'de geçenlerden biri de Hud Aleyhisselâm'dır.
Nuh Aleyhisselâm'dan sonra Kur'an'da ismi zikredilen ilk peygamber Hud Aleyhisselâm'dır. Nuh Aleyhisselâm ile Hud Aleyhisselâm'ın arasında zaman olarak bin seneden fazla bir zaman dilimi bulunmaktadır.
Bu zaman içinde başka peygamberlerin de gelmiş olabileceği, rivayetler arasındadır. İnsanın fıtratının gereği olan ve nefsinin telkinleri ile isyana, küfre yakın olması neticesinde, her peygamberden sonra zamanla sapmalar, hakikatlerden uzaklaşmalar başlamıştır. Aynı şey Nuh Aleyhisselâm'ın kavminde de olmuştur.
Allah Celle Celâluhu'nun mucizesini açık bir şekilde gördüler hatta dünya tarihinin en büyük hâdisesini yaşadılar. Tufan kendilerinden başka bütün insanlığı helâk etti. Bu kadar açık delile rağmen, aradan geçen zaman içinde sapıklıkları artmış, her gelen peygamber, tebliğini yapmış ama sapıklıkların önüne geçememişlerdir.
Hud Aleyhisselâm'a gelindiğinde sapıklık zirveye ulaşmıştı. Hud Aleyhisselâm'ın tebliğ yaptığı ümmetin ismi Ad'dı. Onlara, Ad bin İrem denilip yeryüzünde yüksek dağlarda yer tutmuşlardı. Allah Celle Celâluhu onlarla ilgili başka bir âyette "Görmez misin Rabbin nasıl yaptı Ad'a? O sütunlara sahip İrem'e. Ki o, şehirlerde bir benzeri yaratılmayandı."(1) buyurmaktadır.
Ad kavminin sapıklık durumunu Kur'an–ı Kerim şöyle haber veriyor:
"Ad kavmine gelince; yeryüzünde haksız yere büyüklük taslamış, "Bizden daha kuvvetli kim var?" demişlerdi. Onlar kendilerini yaratan Allah'ın, kendilerinden daha kuvvetli olduğunu görmüyorlar mıydı? Onlar âyetlerimizi bile bile inkâr ediyorlardı."(2)
Hud Aleyhisselâm, kavminin ileri gelenlerindendi, aynı zamanda Hud kavminin ileri gelenleri arasında O'na iman edenler bulunuyordu. Meselâ, Mersed bin Sa'd bunlardandı. Bu kimse Müslüman olmuştu, ama imanını gizliyordu. Böylece sadece vasıf olarak iki topluluğun arası ayırt edilmek istenmiştir. Nuh Aleyhisselâm'ın kavminin ileri gelenleri arasında ise, hiçbir mü'min bulunmuyordu.(3)
Ad kavmi onlara gönderilen peygambere karşı büyüklük tasladı, peygamberi ve onun getirdiklerini kabul etmediler. Yeryüzünde fesadı çoğalttılar. Her tepeye bir alâmet olarak büyük binalar yaptılar. Hud Aleyhisselâm onlara, "Siz, her yüksek yere koca bir bina kurup, boş şeylerle mi uğraşıyorsunuz? Temelli kalacağınızı umarak sağlam yapılar mı edinirsiniz? Ve yakaladığınız zamanda zorbaca mı yakalarsınız? O hâlde Allah'tan korkun da bana itaat edin."(4)
Onlar Hud Aleyhisselâm'ın bu sözüne karşılık şöyle demişlerdi:
"Ey Hud! Sen bize apaçık bir burhanla gelmedin. Senin sözünden dolayı ilâhlarımızı terk etmeyiz ve sana inanmayız. "İlâhlarımızdan biri seni fena çarpmış!" demekten başka bir şey söylemeyiz." Hud Aleyhisselâm dedi ki
"Doğrusu ben, Allah'ı şahit tutuyorum. Siz de şahit olun ki, sizin Allah'tan başka şirk koştuğunuz şeylerden ben uzağım. Hepiniz birlikte tuzak kurun bana. Sonra da hiç müsaade etmeyin. Ben sadece benim de sizin de Rabbiniz olan Allah'a dayanıp güvendim. Yürüyen hiçbir canlı yoktur ki, O, onun alnından tutmasın. Elbette doğru yoldadır benim Rabbim."(5)
Hud Aleyhisselâm'ın bütün gayret ve uğraşmalarından herhangi bir sonuç çıkmadı. Ad kavminin küfrü, isyanı her geçen gün biraz daha arttı. Onlar, küfürde inat ve ısrar ettiklerinde Allah Teâlâ, üç sene onlardan yağmuru kesti. Yağmurun kesilmesi Ad kavmine büyük sıkıntı verdi. O zamanda da ondan sonra da kısaca tarihin her devrinde insanlar sıkıntıya düştüklerinde Allah'tan yardım isterlerdi.
Allah'tan yardım istemenin boyutunu açmakta fayda var. İnsanlık tarihi boyunca, gelen kavimlerin çok azı hariç, Allah'ın varlığını direk olarak inkâr eden kavim yok denecek kadar azdır. Herkes bir şekilde Allah'a inanıyordu. Allah inancı farklı farklıydı, ancak Allah'ı tek ilâh olarak kabul etmiyorlardı. Ad kavmi de Hud Aleyhisselâm'ın haber verdiği Allah'ı kabul ediyor, ancak putları da ilâh olarak görüyorlardı.
Aynı durumu Mekke'de de görmekteyiz. Hazreti Muhammed (s.a.v.) devrinde Mekke'de yaşayan azılı müşrikler de Allah'a ve Kâbe'ye inanıyor, Kâbe'nin kudsiyetine saygı duyuyorlardı. Ancak onlar bir şeye daha inanıyorlardı: Putların ilâhlığına. Bir kısmı şöyle diyordu: "Kâbe'nin Allah'ı göklerin işini görür, bizim Lat, Menat ve Uzza ilâhlarımız da yerdeki işlerimizi görürler."
Ad kavminin, başlarına gelen kuraklığı gidermek için, onlara göre de, göklerin Allah'ına müracaat etmeleri gerekiyordu. Nuh Aleyhisselâm'ın soyundan gelen bir grup insan Mekke'de Kâbe'nin yanında ikamet ediyordu. Kâbe'nin yanında oturan kavmin reisi Muaviye bin Berk adında bir zattı. Bu zatın annesi Ad kavmine mensuptu.
Ad kavmi, Kâbe'de dua etmek üzere yetmiş kişilik bir grubu Mekke ye gönderdiler. Ad kavminden gelen heyeti ağırlayan Muaviye onları bir ay kadar misafir etti. Bu bir ay süresince çeşitli eğlenceler tertip edildi, içkiler içildi, şölenler tertiplendi.
Dua için gelen heyet o kadar eğlenceye daldı ki, buralara niçin geldiklerini unuttular.
Ne zamanki akılları başlarına geldi ve buralara hangi amaç için geldiklerini hatırladılar, doğruca Kâbe'ye gittiler. Kâbe'de dua ettiler. Burada şöyle de rivayet edilmiştir:
Duadan sonra, gökte üç çeşit bulut belirdi. Bulutların birinin rengi kızıl, biri beyaz, biri de siyahtı. Gaipten bir ses işitildi. Şöyle deniyordu: "Bu bulutlardan birini tercih edin." Ad kavminin temsilcileri içinde daha çok su bulunur diye siyah bulutu seçtiler.
Ad kavminin heyeti birkaç gün daha Mekke'de kaldıktan sonra memleketlerine hareket ettiler. Memleketlerinde kendilerini sabırsızlıkla bekleyen halk, gönderdikleri heyetin gelişini görünce sevindiler. Hele bir de heyetten güzel haber alınca mutlulukları bir kat daha arttı. Yakında da yağmur bulutlarının geleceğini duyan Ad kavmi bayram etti.
Aradan birkaç gün geçmişti ki, bir sabah Muğis ismini verdikleri bir vadiden siyah bulutlar belirdi. Onlar yağmurun geldiğine sevine dursunlar âyet–i kerimede bu durum şöyle haber veriliyordu:
"Nihayet onu, vadilerine doğru yayılan bir bulut şeklinde görünce; "Bu bize yağmur yağdıracak yaygın bir buluttur." dediler. Hayır! O, sizin acele gelmesini istediğiniz şeydir. İçinde acı azap bulunan bir rüzgârdır. O rüzgâr, Rabbinin emriyle her şeyi, yıkar, mahveder. Nitekim o kasırga gelince, onların evlerinden başka bir şey görülmez oldu. İşte biz suç işleyen toplumu böyle cezalandırırız."(6)
Rivayet edildiğine göre, bulutu ilk gören Ad kavminden Mehded isminde bir kadındı. Kadın önce sevinmiş, sonra bulutun hakikatini görünce düşüp bayılmıştı. Kadın kendine geldiğinde ona sordular:
"Bayılmana sebep olan nedir?"
"İçinde ateş yalazları olan bulutları gördüm."
Aradan kısa biz zaman geçti ve azap bulutları Ad kavminin üzerini kapladı. Yedi gece sekiz gün azap rüzgârları esti, iman etmeyenlerin bir teki dahi hayatta kalmadı. Hepsi helâk oldu.
Azap rüzgârları eserken, Hud Aleyhisselâm ve mü'minler kapalı bir mekânda toplanmışlardı, sekiz gün burada kaldılar. Azaptan onlara en küçük bir zarar gelmedi.
Azap bulutları çekilmiş, rüzgârlar dinmiş, Hud Aleyhisselâm ve mü'minler yeniden hayata başlamışlardı.
Bir vakit Ali bin Ebû Tâlib'in Hadramutlu bir adamla arasında şöyle bir konuşmanın geçtiği haber verilmiştir. Hz. Ali, Hadramutluya sordu
"Hadramut'un falan yerinde misvak ağaçları, yaban kirazları, olan kırmızı çamurla karışık kırmızı bir kum tepesi gördün mü?" Hadramutlu adam:
"Gördüm ey Mü'minlerin emiri! Sen onu görmüş gibi anlatıyorsun." Hz. Ali:
"Hayır, ben oraları görmüş değilim. Bana oraların haberi nakledildi." Hardamutlu adam
"O tepenin durumu nedir ey Mü'minlerin emiri?"
"Hud'un kabri oradadır."
Bu hâdiseden anlaşılan odur ki; Hud Aleyhisselâm'ın yurdu Yemen bölgesidir, kabri de o bölgededir.(7)

Dipnotlar:
1– Fecr,6–8
2– Fussilet,15
3– Fahruddin er–Râzîı, "Tefsir–i Kebir", Huzur Yayınevi, Çev. Suat Yıldırım, Lütfullah Cebeci, Sadık Kılıç, Sadık Doğru, c.10, s.477
4– Şuara, 128–131
5– Hud, 53–56
6– Ahkaf, 24–25
7– İbn Kesir, "Hadislerle Kur'an Tefsiri", Çev. Bekir Karlığa, Bedrettin Çetiner, Çağrı Yayınları, İstanbul 1993, c.6, s.3007
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt