birguldeste
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 21 Eyl 2007
- Mesajlar
- 9
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 47
Görgüsüz Toplum
MERZİFON'dan İstanbul'a göç etmiş, o estetik ve güzel ihramı bırakmış, Mahmut Paşa veya Unkapanı'ndan bir pardösü almış, Sultanhamamı'ndan rengârenk bir eşarp ve sözde İstanbullu olmuş.
İstanbul'da büyük ve derin bir kültür yozlaşması görülüyor. Tabiî görene...
Şu anda Avrupaî kıyafette, giyim kuşamda başarılı olduğumuz söylenemez. Ev mimarîmiz, ev dekorasyonumuz, yeme içmemiz artık ne millî, ne de Avrupaî.
Görgü konusunda da büyük bir kriz içindeyiz. Tramvayda veya otobüste 20 yaşında dinç bir genç sereserpe oturmuş, seksen yaşındaki ihtiyar ayakta sarsıla sarsıla yolculuk ediyor. Bu bir görgü, nezaket, medeniyet, insanlık iflası tablosudur. Sokak kültürü de bitmiş. Şu karıya bakınız: Çalkalaya çalkalaya yürürken gayet şuh ve cilveli bir eda ile cep telefonu ile konuşuyor. Sorsanız kendisine uygar, çağdaş, açık fikirli bir karıyım der. Ne günlere kaldık!
Kendilerini tesettürlü sanan bazıları ondan görgülü ve terbiyeli değil. Yazın ve bilhassa Ramazanda Sultanahmet meydanında ne başörtülüler gördüm. Daracık yırtmaçlı bir etek, göğüslerini gösteren bir tişört veya bluz, takıp takıştırmış, sürüp sürüştürmüş salına salına yürüyor. Böylelerinin tesettürüne çok gülünür.
Bu yaz çarşaflı ve sakallı genç bir çift gördüm. Elele tutuşmuşlardı ve herkesin arasında öyle yürüyorlardı. Üstelik parmaklarını birbirine kenetlemişlerdi. Bunlar da kendilerini dindar sanıyor. Zehi gaflet!
Bir halk lokantasında yemek yiyorum. Masa boş. Biri geliyor ve oturuyor. Ne izninizle diyor, ne de afiyet olsun...
Büyük bir markette, annesinin yanındaki küçük çocuk el sürülmemesi gereken yiyecekleri elliyor, çiçek standındaki çiçekleri kopartıyor.
Otoyolda gidiyorsunuz, canavarın biri, bir iki metre kazanmak için çılgınca sürüşler yapıyor.
Bir yerde kuyruk var. Terbiyesiz, görgüsüz, ağı, alçak, rezil, şerefsiz biri kurnazlık yapıp başa geçmek istiyor.
Görmemiş türedinin biri arkadaşını mütevazı arabasından dolayı azarlıyor:
- Yahu Kazım, bırak artık şu arabayı da şöyle lüks ve gösterişli bir şey al. Bu araba sana yakışmıyor...
- Başka bir görmemiş, evvelki akşam gittiği lüks lokantada yediği pahalı yemekleri bir bir sayıyor. Herifin midesi manda işkembesi gibiymiş. Bunca yemek insan midesine sığmazki.
Tramvayda herkesin arasında bir kızla bir delikanlı sarılıp öpüşüyor. Bunların köpek kadar hayası, terbiyesi yok. Söylesen saldırırlar. Lâ havle deyip ilk durakta iniyorum.
Çay taze mi diye soruyorum. Tabiî taze cevabını veriyorlar. Bir çay diyorum, geliyor, Çapanoğlunun abdest suyu gibi, berbat mı berbat. Be adamlar, taze çay yoksa kahve içerdim, niçin beni aldattınız?
Küçük semt pazarına gidiyorum. Alışveriş yaptığım her esnaf "Bereket versin" diyor. Burada durum o kadar bozuk değil.
Geçenlerde lüks bir kafeye gittim. Garsonların nezaket ve kibarlığına hayran kaldım. Kafeyi Kanadalı bir hanım işletiyor.
Ezan okununca bir camiye girmek istiyorum. Kapıdaki kaba biri "Ayakkabılarını poşete koy..." diye sert bir şekilde emir ediyor. Camiye girmiyorum, ayakkabılarımı tekrar giyip gidiyorum.
Çarşıkapı'daki yeraltı geçidinin yanındaki camide eskiden kalma zerenduz bir levha vardı. Son gittiğimde onun yerini boş gördüm. Çalınmış. Kime ne...
Ayvansaray'da Hazret-i Cabir Camii'nde Çarşambalı Arif Efendi'nin gerçekten nefis bir levhası vardı. O da çalındı, geçenlerde 25 bin liraya müzayedede satılmış. Çalan, bilerek alan, satan, göz yuman... hepsi ateşte yansın.
Artık İstanbul'u terk etmek zamanı geldi. Yaşlılık günlerimi bu şehirde geçirmek çok zor olacak.
Bir ayağım yine İstanbul'da kalmak üzere en fazla iki-üç saat uzaklıkta küçük bir yere taşınmak istiyorum. Gürültüsüz, patırtısız, trafiksiz, koşuşturmasız sakin bir yer.
Eskiden kalma iki katlı bir ev, küçük bir bahçe. Zaten ben kalabalıktan hoşlanmam. Böyle bir yer bulabilir miyim acaba?
MERZİFON'dan İstanbul'a göç etmiş, o estetik ve güzel ihramı bırakmış, Mahmut Paşa veya Unkapanı'ndan bir pardösü almış, Sultanhamamı'ndan rengârenk bir eşarp ve sözde İstanbullu olmuş.
İstanbul'da büyük ve derin bir kültür yozlaşması görülüyor. Tabiî görene...
Şu anda Avrupaî kıyafette, giyim kuşamda başarılı olduğumuz söylenemez. Ev mimarîmiz, ev dekorasyonumuz, yeme içmemiz artık ne millî, ne de Avrupaî.
Görgü konusunda da büyük bir kriz içindeyiz. Tramvayda veya otobüste 20 yaşında dinç bir genç sereserpe oturmuş, seksen yaşındaki ihtiyar ayakta sarsıla sarsıla yolculuk ediyor. Bu bir görgü, nezaket, medeniyet, insanlık iflası tablosudur. Sokak kültürü de bitmiş. Şu karıya bakınız: Çalkalaya çalkalaya yürürken gayet şuh ve cilveli bir eda ile cep telefonu ile konuşuyor. Sorsanız kendisine uygar, çağdaş, açık fikirli bir karıyım der. Ne günlere kaldık!
Kendilerini tesettürlü sanan bazıları ondan görgülü ve terbiyeli değil. Yazın ve bilhassa Ramazanda Sultanahmet meydanında ne başörtülüler gördüm. Daracık yırtmaçlı bir etek, göğüslerini gösteren bir tişört veya bluz, takıp takıştırmış, sürüp sürüştürmüş salına salına yürüyor. Böylelerinin tesettürüne çok gülünür.
Bu yaz çarşaflı ve sakallı genç bir çift gördüm. Elele tutuşmuşlardı ve herkesin arasında öyle yürüyorlardı. Üstelik parmaklarını birbirine kenetlemişlerdi. Bunlar da kendilerini dindar sanıyor. Zehi gaflet!
Bir halk lokantasında yemek yiyorum. Masa boş. Biri geliyor ve oturuyor. Ne izninizle diyor, ne de afiyet olsun...
Büyük bir markette, annesinin yanındaki küçük çocuk el sürülmemesi gereken yiyecekleri elliyor, çiçek standındaki çiçekleri kopartıyor.
Otoyolda gidiyorsunuz, canavarın biri, bir iki metre kazanmak için çılgınca sürüşler yapıyor.
Bir yerde kuyruk var. Terbiyesiz, görgüsüz, ağı, alçak, rezil, şerefsiz biri kurnazlık yapıp başa geçmek istiyor.
Görmemiş türedinin biri arkadaşını mütevazı arabasından dolayı azarlıyor:
- Yahu Kazım, bırak artık şu arabayı da şöyle lüks ve gösterişli bir şey al. Bu araba sana yakışmıyor...
- Başka bir görmemiş, evvelki akşam gittiği lüks lokantada yediği pahalı yemekleri bir bir sayıyor. Herifin midesi manda işkembesi gibiymiş. Bunca yemek insan midesine sığmazki.
Tramvayda herkesin arasında bir kızla bir delikanlı sarılıp öpüşüyor. Bunların köpek kadar hayası, terbiyesi yok. Söylesen saldırırlar. Lâ havle deyip ilk durakta iniyorum.
Çay taze mi diye soruyorum. Tabiî taze cevabını veriyorlar. Bir çay diyorum, geliyor, Çapanoğlunun abdest suyu gibi, berbat mı berbat. Be adamlar, taze çay yoksa kahve içerdim, niçin beni aldattınız?
Küçük semt pazarına gidiyorum. Alışveriş yaptığım her esnaf "Bereket versin" diyor. Burada durum o kadar bozuk değil.
Geçenlerde lüks bir kafeye gittim. Garsonların nezaket ve kibarlığına hayran kaldım. Kafeyi Kanadalı bir hanım işletiyor.
Ezan okununca bir camiye girmek istiyorum. Kapıdaki kaba biri "Ayakkabılarını poşete koy..." diye sert bir şekilde emir ediyor. Camiye girmiyorum, ayakkabılarımı tekrar giyip gidiyorum.
Çarşıkapı'daki yeraltı geçidinin yanındaki camide eskiden kalma zerenduz bir levha vardı. Son gittiğimde onun yerini boş gördüm. Çalınmış. Kime ne...
Ayvansaray'da Hazret-i Cabir Camii'nde Çarşambalı Arif Efendi'nin gerçekten nefis bir levhası vardı. O da çalındı, geçenlerde 25 bin liraya müzayedede satılmış. Çalan, bilerek alan, satan, göz yuman... hepsi ateşte yansın.
Artık İstanbul'u terk etmek zamanı geldi. Yaşlılık günlerimi bu şehirde geçirmek çok zor olacak.
Bir ayağım yine İstanbul'da kalmak üzere en fazla iki-üç saat uzaklıkta küçük bir yere taşınmak istiyorum. Gürültüsüz, patırtısız, trafiksiz, koşuşturmasız sakin bir yer.
Eskiden kalma iki katlı bir ev, küçük bir bahçe. Zaten ben kalabalıktan hoşlanmam. Böyle bir yer bulabilir miyim acaba?