Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Gonullerde kanayan yara, edebin bedene girmis hali : HZ. OSMAN (1 Kullanıcı)

KatrePare

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
12 Tem 2011
Mesajlar
4,014
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
27
Selamun aleykum kardeslerim;

O benim icin hep ozel bir yere sahipti. Cok hos paylasimlarla, O'nu analim insaAllah. Ornek alalim.
Allah bizleri onunla hasreylesin..


HAZRET-İ OSMAN -radıyallâhu anh- (644-656)
Dört büyük halîfenin üçüncüsü olan Hazret-i Osman -radıyallâhu anh-, Peygamber Efendimiz’e canıyla-malıyla hizmet etme ve O’na damat olma bahtiyarlığına ermiş güzîde sahâbîlerden biridir. Gerek Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm- zamanında, gerek Hazret-i Ebû Bekir ve Hazret-i Ömer döneminde, gerekse de kendi halîfeliğinde çok büyük hizmetler îfâ etmiştir.

Zi’n-Nûreyn

Peygamber Efendimiz’in muhtereme kerîmesi Hazret-i Rukıyye ile izdivaç şerefine mazhar olan Hazret-i Osman, mübârek zevcesinin vefâtından sonra hüzne gark olmuştu. Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm- ona niçin bu kadar mahzun olduğunu sorunca Hazret-i Osman, teessürünün asıl sebebini şöyle ifade etti:

“–Yâ Rasûlallâh! Benim başıma gelen, kimsenin başına gelmedi. Kızınız Rukıyye vefât edince Siz’inle aramdaki hısımlık ve akrabâlık bağı kesilmiş oldu!..”

Yakınlarının, yeniden dünyâ evine girmesi tekliflerine rağmen Hazret-i Osman âdeta; “–Ben Allah Rasûlü’nden sonra kimi «kayınpeder» olarak görebilirim ki?! O’nun kızıyla izdivaçtan sonra kimi nikâhlayayım ki!?” diye düşünüyor ve o mübârek âile ile bağının kesilmesinden derin bir ıztırap duyuyordu.

Hazret-i Osman’ın bu hâlini müşâhede eden Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-, onun müstesnâ muhabbet ve bağlılığından ziyâdesiyle memnun oldu. Ardından da küçük kızı Ümmü Gülsüm’ü ona nikâhladı. Bir müddet sonra Ümmü Gülsüm vâlidemizin de vefât etmesi üzerine Rasûl-i Ekrem Efendimiz:

“Şayet üçüncü bir kızım daha olsa muhakkak onu da sana verirdim.”[33] buyurarak Hazret-i Osman’a olan husûsî muhabbetini izhâr etti.

Zîrâ âlim, ârif, nâzik, cömert, rakîk kalpli, yumuşak huylu, hayâ sâhibi, gönül ehli, mütevâzı ve sevilen bir insan olan Hazret-i Osman -radıyallâhu anh-, Allah Rasûlü’nün ifadesiyle; “ashâb içinde huyu en çok kendisine benzeyen sahâbî” idi.[34] Yine ashâb içinde Hazret-i Osman’dan daha güzel söz söyleyen görülmemişti. Yalnız o da gâyet az ve öz konuşurdu.

Hayâ Âbidesi

Hazret-i Osman, hayâ duygusu

bakımından da örnek bir şahsiyetti. Melekler bile ondan hayâ ederdi.[35]

Nitekim birgün Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-, Âişe vâlidemizle otururken Hazret-i Ebû Bekir müsâade isteyip içeri girdi. Ardından Hazret-i Ömer, onun ardından da Sa’d ibn-i Mâlik girdi. Hazret-i Osman da içeri girmek için izin isteyince Peygamber Efendimiz hemen toparlandı, oturuşunu düzeltti ve Hazret-i Âişe’ye:

“−Sen geri çekil!” buyurdu.

Hazret-i Osman içeri girdi, bir müddet konuştuktan sonra izin isteyip ayrıldı. Hazret-i Âişe:

“−Babam Ebû Bekir ve diğer sahâbîler içeri girdikleri zaman oturuşunuzu değiştirmemiş ve bana «geri çekil» dememiştiniz. (Osman gelince niçin farklı davrandınız?)” diye sorunca Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“−Meleklerin bile kendisinden hayâ ettiği bir kimseden ben nasıl hayâ etmeyeyim?! Allâh’a yemin ederim ki melekler, Allah ve Rasûlü’nden hayâ ettikleri gibi, Osman’dan da hayâ ederler. Eğer sen yanımdayken o içeri girmiş olsaydı, çıkıncaya kadar ne konuşur ne de başını kaldırırdı.” buyurdu.[36]

Hayâ ve edep âbidesi olan Hazret-i Osman:

“Gözü haramdan korumak ne güzel şehvet perdesidir.” buyurur ve bu hususta da insanları irşâda çalışırdı:

Enes -ra*dı*yal*lâ*hu anh-, ken*di ri*vâ*ye*ti*ne gö*re; birgün Haz*ret-i Os*man’a gi*der*ken yol*da bir ka*dın gö*rür. Ka*dı*nın gü*zel*li*ği ak*lı*na ta*kı*lır. Bu dü*şün*ce ile Haz*ret-i Os*man’ın ya*nı*na gi*rer. Onu gö*ren Haz*ret-i Os*man:

“–Ey Enes! Göz*le*rin*de zi*nâ iz*le*ri ol*du*ğu hâl*de bu*ra*ya gi*ri*yor*sun.” der.

Bu söz kar*şı*sın*da neye uğradığını şa*şı*ran Enes -ra*dı*yal*lâ*hu anh-, hem hay*ret hem de mahcûbiyet içinde:

“–Al*lâh’ın Ra*sû*lü’nden son*ra da mı va*hiy ge*li*yor?” di*ye so*rar. Haz*ret-i Os*man -radıyallâhu anh- ise:

“–Ha*yır, bu bir ba*sîret ve doğ*ru bir firâsettir.” bu*yu*rur.[37]

Bu azîz sahâbîdeki güzel ahlâkın Hak katındaki kıymetini şu hadîs-i şerîf ne güzel ifade etmektedir:

Birgün Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-, Peygamber Efendimiz’e abdest alması için su getirir:

“−Ey Allâh’ın Rasûlü! Kıyâmet günü hesaba çağrılacak ilk kişi kimdir?” diye sorar. Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-:

“−Benim. Ben Allâh’ın huzûrunda dilediğim kadar dururum. Sonra oradan bütün günahlarım bağışlanmış olarak çıkarım.” buyurur. Hazret-i Ali:

“−Sonra kim?” diye sorunca, Peygamber Efendimiz:

“−Sonra Ebû Bekir, (o da) Allâh’ın huzûrunda dilediği kadar duracak ve oradan bütün günahları bağışlanmış olarak çıkacak.” buyurur. Hazret-i Ali:

“−Sonra kim?” diye sorunca, Peygamber Efendimiz:

“–Sonra Ömer bin Hattâb, (o da) Allâh’ın huzûrunda duracak ve oradan bütün günahları bağışlanmış olarak çıkacak.” buyurur. Hazret-i Ali yine:

“−Sonra kim?” diye sorunca, bu defâ Peygamber Efendimiz:

“−Sonra sen.” buyurur. Hazret-i Ali:

“−Osman bin Affan nerededir?” der. Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-:

“−Osman, (son derece yüksek bir) hayâ sâhibidir. Rabbimden onu hesap için durdurmamasını diledim. Rabbim de dileğimi kabûl etti.” karşılığını verir. (Muhammed er-Râfiî el-Kazvinî, et-Tedvîn fî Ahbâri Kazvin, 1/114)

Allah Rasûlü’nün Kabûl Edilmediği Bir Yerde Ben de Yokum!..

Hazret-i Osman -radıyallâhu anh-, Peygamber Efendimiz’i canından çok sever, O’nun bir işâretini bile emir telâkkî eder, bu uğurda hiçbir fedâkârlıktan çekinmezdi. Nitekim Hudeybiye’de, Peygamber Efendimiz’in elçisi olarak Mekke’ye gitmişti. Müşriklere; niyetlerinin umre yapıp dönmek olduğunu anlattı. Müşrik*ler ise izin vermediler ve Hazret-i Osman’a, şayet istiyorsa yalnızca kendisinin Kâbe’yi tavâf edebileceğini söylediler. Osman -radıyallâhu anh- ise, Allah Rasûlü’ne olan sadâkatini bir kez daha tescilleyen, şu muhteşem cevâbı verdi:

“–Hazret-i Peygamber Kâbe’yi tavâf etmedikçe ben de edemem! Ben Beytullâh’ı ancak O’nun arkasında ziyâret ederim. Allah Rasûlü’nün kabûl edilmediği bir yerde ben de yokum!..” (Ahmed, IV, 324)

Hudeybiye’de bekleyen müslümanlara Hazret-i Osman’ın şehîd edildiği şâyiası ulaşınca da, Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm- gerekirse müşriklerle harbetmek üzere ashâbından bey’at aldı. Sonra, bir elini diğer elinin üzerine koyup:

“Allâh’ım, bu bey’at da Osman içindir. Şüphesiz o, Sen’in ve Rasûlü’nün hizmetindedir.”[38] buyurarak ona olan îtimad ve muhabbetini dile getirdi. Derken müşrikler, anlaşma yapmak üzere elçi gönderdiler. Ardından da Hazret-i Osman sağ-sâlim döndü.

Sehâvet Güneşi

İşte böyle yüce bir sadâkat timsâli olan Osman -radıyallâhu anh-, cömertlikte de zirve bir şahsiyetti. Öyle ki; “Zenginliğin saltanatı, şükürdür. Şükür ise bol bol infâk etmektir.” buyurur ve bu hususta da bizzat örnek olurdu. Nitekim yüzlerce köleyi Allah rızâsı için âzâd etmiş ve ettirmişti.[39]

Yine zor bir sefer olan Tebük Gazvesi’nde Hazret-i Osman, tek başına 300 deveyi tam techîzatlı bir şekilde hazırlaya*rak orduya hibe etti. Buna ilaveten bin dinar bağışladı. Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- onun hakkında:

“Osman’a (bu fedâkârâne infâkı sebebiyle)

bundan sonra yapacağı hiçbir şey zarar vermez!”[40] müjde ve iltifatında bulundu.

*

Yine Osman -radıyallâhu anh-, Medîne’ye hicret edince müslümanların su sıkıntısı çektiğini görmüştü. Medîne’deki bütün kuyuların suyu acıydı. Sadece bir yahudiye âit olan Rûme Kuyusu’nunki tatlı idi. Yahudi, bu kuyunun suyunu satarak geçiniyordu.

Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-:

“−Rûme Kuyusu’nu, cennette ondan daha hayırlısını kazanmak üzere kim satın almak ve kendi kovasını müslümanların kovalarıyla eşit kılmak ister?” buyurdu. Yâni kuyuyu satın alan, diğer müslümanlarla eşit haklarda ondan istifade edebilecekti.

Hazret-i Osman, derhâl bu kuyuyu satın almak istedi. Lâkin yahudi kabûl etmedi. Sonunda bir gün yahudi, bir gün de müslümanlar kullanmak üzere yarı hissesini satın almaya muvaffak oldu. Daha sonra da tamamını satın aldı. Peygamber Efendimiz, Hazret-i Osman’a:

“–İnsanların ondan su içmeleri için (kuyuyu) vakfeder misin?” diye sorunca, o da bu arzuya gönülden icâbet ederek kuyuyu vakfetti. Böylece Hazret-i Osman’ın bu himmetiyle Medîneli müslümanlar su sıkıntısından kurtuldular.

Rivâyete göre Osman -radıyallâhu anh-, büyük bir fazîlet daha sergileyerek, kendisinin satın alıp vakfettiği bu kuyudan su alabilmek için herkes gibi sıraya girip beklerdi. Yine rivâyete göre Hazret-i Osman’ın bu eşsiz fedâkârlığı üzerine şu âyet-i kerîmeler nâzil oldu:

“Ey huzûra kavuşmuş nefis! Sen O’ndan râzı, O da senden râzı olarak Rabbine dön! (Sâ*lih) kul*la*rı*mın ara*sı*na ka*tıl ve cen*ne*ti*me gir.”

(el-Fecr, 27-30)

*

İslâm hızla yayılıp Medîne’ye gelenler çoğalınca Mescid-i Nebevî dar gelmeye başlamış, halkın bir kısmı mescidin etrafında çadırlar kurmuştu. Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-:

“−Mescidimizi bir zirâ’ olsun genişleten, cennete girer.” buyurdu.

Hazret-i Osman -radıyallâhu anh-:

“−Yâ Rasûlallah! Malım-mülküm Sana fedâ olsun. Mescidi genişletme işini üzerime alıyorum.” dedi. Bunun üzerine şu âyet-i kerîme nâzil oldu:

“Allâh’ın mescitlerini ancak Allâh’a ve âhiret gününe îmân eden, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler îmâr eder. İşte doğru yola ermişlerden olmaları umulanlar bunlardır.” (et-Tevbe, 18)[41]

*

Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- Hazret-i Fâtıma ile evleneceği zaman, kendi zırhını satılması için pazara göndermişti. Zırhın parasını düğün masrafları için kullanacaktı. Hazret-i Osman -radıyallâhu anh- pazarda Hazret-i Ali’nin zırhını tanıdı. Hemen tellâlı çağırarak:

“−Bu zırhın sâhibi, buna ne kadar istiyor?” diye sordu. Dört yüz dirhem olduğunu öğrenince zırhı alıp parasını verdi. Sonra bu zırhı, yanına dört yüz dirhem daha ilâve ederek Hazret-i Ali’ye gönderdi:

“−Bu zırh, senden başkasına lâyık değildir. Bu dört yüz dirhemi de düğüne harca ve bizi mâzur gör.” buyurdu.[42]

*

O sehâvet güneşinin yüce ahlâkını yansıtan şu hâdise de çok ibretlidir:

Hazret-i Ebû Bekir’in halîfeliği döneminde bir ara Medîne’de kıtlık başgöstermişti. O sırada Hazret-i Osman’ın Şam’dan yüz deve yükü buğday kervanı geldi. Kervanı görenler, buğday satın almak için koştular. Hattâ bir dirhemlik buğday için yedi dirhem teklif ettiler. Hazret-i Osman ise:

“−Hayır! Sizden daha fazla veren var, ona satacağım.” dedi.

Ashâb-ı kirâm, mahzun bir şekilde ayrılıp halîfe Hazret-i Ebû Bekir’in yanına vardılar ve durumu kendisine şikâyet ettiler. Hazret-i Ebû Bekir, bu hâdisedeki nükteyi sezerek:

“−Osman hakkında hemen kötü düşünmeyiniz!.. O, Rasûlullâh’ın damadı ve Me’vâ Cenneti’nde arkadaşıdır. Herhâlde siz onun sözünü yanlış anladınız.” dedi. Ardından beraberce Hazret-i Osman’a gittiler. Hazret-i Ebû Bekir:

“−Yâ Osman! Ashâb-ı kirâm senin bir sözüne üzülmüştür.” deyince Hazret-i Osman:

“−Evet, ey Rasûlullâh’ın halîfesi! Bunlar bire yedi veriyor, hâlbuki onlardan daha hayırlı olan, bire yedi yüz veriyor. Biz buğdayı bire yedi yüz vererek alana verdik.” buyurdu.

Sonra da yüz deve yükü buğdayı Allah rızâsı için Medîne fukarâsına dağıttı. Yüz deveyi de kurban etti. Buna çok sevinen Ebû Bekir -radıyallâhu anh-, Hazret-i Osman’ı alnından öptü ve:

“−Ashâbın, senin sözündeki inceliği kavrayamadıklarını önceden sezmiştim.” buyurdu.[43]

Kur’ân Âşığı

Hazret-i Osman’ın bu yüce ahlâkının temelinde, hiç şüphesiz ki Allâh’ın Rasûlü’nden ve O’nun getirdiği Kur’ân-ı Kerîm’den aldığı feyiz bulunmaktaydı. Hakîkaten Hazret-i Osman tam bir Kur’ân âşığıydı.

“Bana dünyâdan üç şey sevdirildi: Açları doyurmak, çıplakları giydirmek ve Kur’ân okumak.” buyuran Hazret-i Osman, Hazret-i Ebû Bekir zamanında cem edilen Kur’ân’ın, kendi halîfeliği döneminde ehil sahâbîlerden müteşekkil bir heyet tarafından sûre tertibine göre tanzim edilip çoğaltılması hizmetini büyük bir titizlikle îfâ etti. Hicrî 30 senesinde önemli merkezlere bu Mushaf’lardan gönderdi. Böylece Kur’ân-ı Kerîm hakkında çıkabilecek ihtilafların önünü kesmiş oldu.

Hazret-i Osman -radıyallâhu anh-, her sabah kalktığında Mushaf-ı Şerîf’i hürmetle öpmeyi âdet hâline getirmişti.

“Üzerimden, Allâh’ın kitabını açıp okumadığım bir gün ya da bir gecenin geçmesini istemiyorum.” (Kenz, I, 225) buyuran Hazret-i Osman, çok okumaktan dolayı iki Mushaf eskitmişti.

Abdurrahman bin Osman et-Teymî diyor ki:

“Bir gece Hazret-i Osman, makâmında bir rekatta Kur’ân’ı hatmederek namazını ikmâl etmişti.”[44]

Zühd ve Tevâzû

İşte o mübârek sahâbîleri mâneviyat semâsının yıldızları yapan müstesnâ hayat düsturları böyleydi. Ellerindeki maddî imkânların genişliğine rağmen, Allah Rasûlü’ne benzeme gayretiyle gayet mütevâzı ve riyâzat hâlinde bir hayat yaşıyorlardı.

Hazret-i Osman -radıyallâhu anh- ucuz ve kaba kumaştan îmâl edilen gayet sade ve temiz elbiseler giyer, mescitte öğle uykusunu toprak üzerinde uyur, kalktığında vücûdunda çakıl taşlarının izleri görülürdü. İnsanlara en kıymetli ve lezzetli yemekleri yedirdiği hâlde, kendisi evinde sirke ve zeytinyağı ile iktifâ ederdi. Gündüzlerini oruçla, gecelerini de namazla ihyâ eden Hazret-i Osman, hizmetçilerinin istirahat vakti olduğu gerekçesiyle geceleri abdest suyunu kendisi hazırlar, onlara rahatsızlık vermekten sakınırdı.

Kul hakkı husûsunda da çok titiz olan Hazret-i Osman’ın bu hassâsiyetini yansıtan bir hâdiseyi Ebu’l-Fürat şöyle anlatır:

Hazret-i Osman, kölesine:

“−Vaktiyle ben senin kulağını kıvırmıştım. Haydi sen de kısâsını yap.” dedi.

Köle onun kulağını tuttu. Hazret-i Osman, köleye şöyle diyordu:

“−Sıkı çek yavrum, kısas bu dünyâdadır, âhirette kısas yoktur!”[45]

Mazlum Şehîd

İşte böylesine mütevâzı ve hakşinas biri olan Hazret-i Osman’ın halîfeliği, fetihler bakımından da çok bereketli geçmişti. Kıbrıs, Trablus, Taberistan, Ermenistan fethedilmiş, deniz ticareti başlamış, Rodos ve Malta adalarına ve İstanbul’a seferler düzenlenmişti. Bizans’ın en büyük donanması Akdeniz’de imha edilmişti. Bu ve benzeri gelişmeler neticesinde halk ve devlet hazînesi zenginleşmişti.

Zenginliğin artmasıyla birlikte kimilerinin gönlünde dünyâ ihtirâsı peydâ olmuştu. Abdullah bin Sebe gibi yahudi kökenli münâfıkların tutuşturduğu fitne ateşi İslâm âlemini sarmış, Hazret-i Osman, muhtelif diyarlardan toplanıp gelen âsîler tarafından Medîne’deki hânesinde kuşatılmıştı. Öyle ki, öz malıyla satın alıp müslümanların istifadesine sunduğu içme suyundan bile mahrum edilmekteydi. Mü’minlerin halîfesi, içinde bulunduğu zor durumu ve tebaasındaki âsîler karşısında yaşadığı çâresizliği şöyle dile getiriyor ve kendisinden sonra da çıkacak olan fitnelere kerâmeten işâret ediyordu:

“Ben, yaşadığı müddetçe babasının sözünü dinlemeyen; öldüğü zaman da ona dert olan yaramaz çocukların babası gibiyim!”

Hazret-i Osman, isyancıları zor kullanarak bertaraf etmeyi teklif eden sahâbîlere, kendisi yüzünden kan dökülmesini istemediği için izin vermiyordu. Onlara:

“Benim için kan döküldükten sonra ölmektense kan dökülmeden önce (mazlum olarak) ölmeyi tercih ederim.” diyordu.

Nitekim o sefih âsîlere birçok defâ nasîhat etmeye çalıştıysa da dinletemedi. Ve oruçlu olduğu bir gün, evinde Kur’ân okurken isyancılar tarafından mazlûmen şehîd edildi. O vakit yaşı sekseni geçmiş olan azîz şehîdin mübârek kanı, okumakta olduğu Mushaf’taki:

“…Onlara karşı Allah sana kâfîdir. O her şeyi işiten ve bilendir.” (el-Bakara, 137) âyet-i kerîmesi üzerine damladı.

*

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

“Allâh’a yemin ederim ki, elbette Osman, ümmetimden hepsi de cehennemlik olan yetmiş bin kişiye şefâat edecek ve onları cennete sokacak.” (Deylemî, Firdevs, 4/360)

İşte böylesine kadri yüce bir sahâbî olan Hazret-i Osman -radıyallâhu anh-’ın ilim, hikmet ve mârifet nurlarıyla dolu gönül iklîminden hisse almak ümîdiyle onun şu özlü ve hikmetli sözlerine gönül verelim:

Hazret-i Osman’dan Hikmetli Sözler:

“En akıllı insan; nefsini hesaba çeken, onu iyi idâre eden, ölümden sonrası için amel işleyen ve kabir karanlığı için Allâh’ın nûrundan istifâde edendir.”

“Kul, gözleri gördüğü hâlde Allâh’ın kendisini âmâ olarak diriltmesinden korksun! Hikmetten anlayana mânâlı bir söz kâfîdir. Mânen sağır olanlar, zaten hakkı duyamazlar…”

“Beş şey müttakîlerin (sâlihlerin) alâmetidir:

1. Dînî gayret içinde olanlarla beraber olmak.

2. Nefsini ıslâh edip diline hâkim olmak.

3. (Allah sevgisini unutturan) dünyâlıklardan nefsine hoş gelen bir şeye eriştiğinde onun zarar-ziyanını ayırt edebilmek, dinden kendisine az bir şey bile nasip olduğunda onu da ganîmet bilmek.

4. Haram karışır endişesiyle midesini helâlden (de olsa) doldurmamak (ve riyâzat içinde yaşayabilmek).

5. Bütün insanların kurtulduğunu, yalnız kendisinin mahvolduğunu düşünmek.”

“Gerçek mü’min altı çeşit korku içindedir:

1. Îmânını kaybetme korkusu.

[Zîrâ âyet-i kerîmelerde buyrulur:

“Rabbimiz! Bizleri hidâyete erdirdikten sonra kalplerimizi eğriltme!..” (Âl-i İmrân, 8)

“Ey îmân edenler! Allah’tan, O’na yaraşır şekilde korkun ve ancak müslümanlar olarak can verin.” (Âl-i İmrân, 102)]

2. Kıyâmet günü kendisini rüsvâ edecek şeylerin melekler tarafından yazılması korkusu.

[Âyet-i kerîmede buyrulur:

“İşte o gün (yer) Rabbinin ona bildirmesiyle bütün haberlerini anlatır.” (ez-Zilzâl, 4-5)]

3. Amelinin şeytan (aleyhi’l-lâ’ne) tarafından boşa çıkartılması korkusu.

[Âyet-i kerîmelerde buyrulur:

“(İblis) dedi ki: Rabbim! Beni azdırmana karşılık ben de yeryüzünde onlara (günahları) süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım! Ancak onlardan ihlâslı kulların müstesnâ.” (el-Hicr, 39-40)]

4. Ölüm meleği Azrâil’e gaflet içindeyken ve ansızın yakalanma korkusu.

[Âyet-i kerîmede buyrulur:

“Ve sana yakîn (ölüm) gelinceye kadar Rabbine ibâdet et!” (el-Hicr, 99)

Hadîs-i şerîfte buyrulur:

“Kişi yaşadığı hâl üzere ölür ve öldüğü hâl üzere haşrolunur.” (Müslim, Cennet, 83; Münâvî, V, 663)

Nitekim Hazret-i Osman -radıyallâhu anh- Kur’ân ile yaşadı, Kur’ân’ı infâk etti ve Kur’ân okurken şehîd edilerek rahmet-i Rahmân’a kavuştu.]

5. Dünyâ ile mağrur olup, âhiretten gâfil kalma korkusu.

[Âyet-i kerîmede buyrulur:

“…Bu dünyâ hayâtı, aldatma metâından başka bir şey değildir.” (Âl-i İmrân, 185)]

6. Çoluk-çocuğuyla fazlaca meşgûliyete dalıp Allah Teâlâ’nın zikriyle yeterince meşgul olamama korkusu.”

[Âyet-i kerîmede buyrulur:

“Biliniz ki, mallarınız ve çocuklarınız birer imtihan sebebidir ve büyük mükâfat Allah katındadır.” (el-Enfâl, 28)]

“Muhakkak ki dünyâ fânî, âhiret ise bâkîdir. Fânî olan sizi şımartıp azdırmasın, bâkî olandan alıkoymasın. Siz, bâkîyi fânî olana tercih ediniz. Dünyâ sonludur, dönüş Allâh’adır. Allah’tan korkunuz.”

(İbn-i Ebi’d-Dünyâ, Mevsû‘a, I, 77)

“Ecel gelip çatmadan yapabileceğiniz iyiliği hemen yapınız.”

*

Cenâb-ı Hak bu hikmet dolu nasîhatlerin muktezâsıyla amel edebilmeyi ve o güzîde sahâbînin şefâatine erebilmeyi nasîb eylesin. Onun sevgisini gönüllerimize nakşederek âhirette dostluk ve komşuluğuna mazhar eylesin!

Âmîn…




 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
33
Konum
.........
ruhumunhendesesi_eyinsan_sus__gonlum-1.jpg

Gönlün titremesidir hayâ. Gönül ki kurtulmuştur da ağırlıklarından, bir yaprak kadar incelmiştir.
İşte o nazenin yapraktır müminin gönlü. Titrer bir günah, bir yanlış, bir aykırı hal gördüğünde. Gün gelir, daha bir incelir de, görmek bir yana, işlemek bir yana, bir günahı düşünmek titretir, O'nu hakkıyla bilmemek titretir o nazenin gönlü.
Rabbi'ni düşünür de titrer. Taşta-toprakta, insanda, kendinde Rabbi'ni görür de, taştan-topraktan, insandan, kendinden hayâ eder.
Rabbim rahmetiyle esirgesin, akrabalardan bir Zehra teyzemiz vardı. Televizyonlu odada oturması gerektiğinde, her ne vakit televizyonda bir erkek çıksa başörtüsünü düzeltir, yüzünü örterdi. Gülerdik, O seni görmüyor ki diye. Ben onu görüyorum ya derdi.
Çocukluk yıllarımızdı. O seni görmüyor ki dediğimizde kalmışız. Duymamışız, anlamamışız onun ne dediğini
Ben seni görüyorum ya...
Yıllar sonra okudum:
Hz. Aişe r.a. gözleri görmeyen İshak r.a. yanına her geldiğinde kendini sakınır, örtüsüne çeki-düzen verirmiş. Onun bu durumunu hisseden İshak r.a. bir gün sorar:
- Ey Müminlerin Annesi! Ben âmâ olduğum halde benden de sakınıyorsun. Halbuki ben sizi görmüyorum!
Hz. Aişe r.a. cevap verir:
- Evet, sen beni görmüyorsun fakat ben seni görüyorum.
. . .
Mü'minlerin emiri Hz. Ömer r.a.'ın canına kastedilmişti. Ağır yaralıydı. Anladı, hissetti ki bu yara onu götürecek, son anlarını yaşıyor. Bir dileği vardı, son bir dilek. Kızı Hafsa r.a.'ı Aişe r.a.'a gönderdi. Efendimiz s.a.v.'in ayak ucuna defnedilebilmek için Hz. Aişe'den izin istedi. Zira orası müminlerin annesine aitti ve Hz. Aişe r.a.' ın babası Hz. Ebu Bekir r.a. da oradaydı. Hz. Aişe bu isteği şöyle karşıladı:
- Aslında o yeri kendim için düşünmüştüm. Fakat Ömer'i kendime tercih edeceğim.
Ve Hz. Ömer r.a. vefat edince Efendimiz s.a.v.'in ayak ucuna defnedildi.
Müminlerin annesi Hz. Aişe r.a ., Allah Rasulü s.a.v.'in ve babasının kabirlerini serbestçe ziyaret ederdi. Ancak Hz. Ömer de oraya defnedildikten sonra kabirleri daha bir dikkatli ve daha bir örtünerek ziyaret eder oldu.
. . .
Zehra teyzemiz, Hz. Aişe r.a.'ın hayâsındaki bu rikkati, inceliği bilir miydi?
Belki bilirdi, belki
Her insan muhakkak hayâlı doğuyor.
Örtünmek hayâdan.
Rabbimiz setreden, örten.
Tüm sırlar bir bir açığa vurulduğunda mahcup olmayalım diye, Rabbim setretsin ayıplarımızı diye her mümin biraz mahcuptur bugün.
Ve örtülüdür.
Allah'tan hayâ edin
Allah Rasulü sav Miraç Gecesi dünya göğüne çıktığı zaman Hz. Osman r.a.'ın suretini gördü, ona sordu:
- Ey Osman! Bu mertebeye ne ile eriştin?
Hz. Osman r.a .:
- Gece namazı kılmakla, dedi.
Efendimiz s.a.v. ikinci göğe vardı. Yine Hz. Osman r.a.' ın suretini gördü, sordu:
- Bu mertebeye ne ile eriştin?
Hz. Osman r.a .:
- Kur'an-ı Kerim okumakla, dedi.
Ve Efendimiz s.a.v. yükseldiği diğer göklerde de hep onun suretini gördü ve farklı güzel amellerle o derecelere eriştiğini öğrendi. Nihayet Efendimiz s.a.v. altıncı gök katına ulaştığında yine onu gördü ve sordu:
- Bu mertebeye nasıl, neyle ulaştın?
Hz. Osman r.a. şu cevabı verdi:
- Allah Tealâ'dan hayâ etmekle.
. . .
Allah Rasulü s.a.v. bir gün sahabilerine sordular:
- Hepiniz cennete girmek istersiniz değil mi?
Sahabiler :
- Evet Ey Allah'ın Rasulü ! Elbette isteriz, dediler.
Bu cevap üzerine Allah Rasulü s.a.v. buyurdular:
- O zaman uzun yaşama ümidinizi biraz kısaltın. Ecellerinizi gözlerinizin önünde tutun ve Allah'tan hakkıyla hayâ edin.
Onlar:
- Biz hepimiz Allah'tan hayâ ediyoruz, dediler.
Efendimiz s.a.v. buyurdular:
- Öyle değil! Allah'tan hayâ etmek kabirleri ve kabirlerde sizi bekleyen imtihanları unutmamanızdır. Başınızı ve başınızda taşıdığınız dü ş ünceleri , midenizi ve midenize gireni, size nimet olarak verilen azalarınızı muhafaza etmenizdir. Kim ahireti dilerse dünya hayatının aldatıcı süsünü terk etmeli, ahiret hayatını dünya hayatına tercih etmelidir. İşte Allah'tan hakkıyla hayâ etmek böyle olur. İşte Allah'ın dostluk ve himayesine böyle ulaşılmış olur.
. . .
Dört büyük melekten biri olan İsrafil a.s. her gün günde yetmiş kere yüzünü kendi kanadıyla örter, Ya İlahel Alemin ! Ne yapayım, sana layık bir secde ve rükû yapamadım. der.
. . .
Melekler ve peygamberler: Ya Rabbi! Seni tesbih , tenzih ederiz. Sana hakkıyla ibadet edemedik. derler. Layıkıyla kulluk yapamadıkları için Allah'tan hayâ ederler, utanırlardı.
. . .
Hz. Musa a.s .:
- Ya Rabbi! Bana cennet lazım. Senden cennet isterim. Seni görmek de bana gerekli, onu da isterim. Fakat bana ekmek, tuz, koyunların yiyeceği gibi düşük şeyler gerekince bunları senden nasıl isterim, dedi. Rabbi'nden günlük maişetine dair bir şeyler istemekten hayâ etti. Hak Tealâ buyurdu:
- Ya Musa! Maksat budur, bunları isteyeceksin. Böylece her vakit bir ihtiyaç ile huzura gelinir, yalvarılır. Bu bahane ile kulluk vazifeleri yapılır, bana kavuşma yoluna girilmiş olur.
Rabbimiz de kullarından hayâ ediyor
Efendimiz s.a.v. buyurdu:
Allah rahimdir, kerimdir. Hayâyı çok sever. Kulu tarafından kendisine kaldırılan elleri, içine bir şey koymadan geri çevirmekten hayâ eder.
Biz, Dua ediyorum, olmuyor, vermiyor... demekten hayâ etmez miyiz?
Bilmiyoruz, görmüyoruz belki, ellerimize neler neler koyuyor, neler veriyor.
Rızasızlıktan hayâ etmez miyiz?
. . .
Allah Rasulü s.a.v. kudsî hadisleriyle bizlere nakletti:
Allah Tealâ buyuruyor ki: Ey Ademoğlu ! Başınıza düşen aklık benim nurumdan bir nurdur. Ben nurumu nârımla azaplandırmaktan hayâ ederim. Öyleyse sen de benden hayâ et! Mahlukatımın bana olan ihtiyacı ve yüceliğim hakkı için müslüman olarak yaşlanmış kullarıma azap etmekten hayâ ederim.
Sonra Efendimiz s.a.v. ağladı, ağladı. Gözyaşları dinince sahabiler (Allah onlardan razı olsun) sordular:
- Ey Allah'ın Rasulü! Seni ağlatan nedir?
Efendimiz s.a.v. buyurdu:
- O kişinin haline ağlıyorum ki, ondan Allah hayâ eder de, o Allah'tan hayâ etmeyip günah işler.
. . .
Kullardan utanırız. Ama gerektiği yerde, gerektiği şekilde değil. Haklarını hoyratça gasp ederiz, kendilerine verdiğimiz sözleri tutmayız. Olmadıkları yerde haklarını savunmaz, gıybetleri mi yapılıyor, bir cümle de biz ekleriz!
Sonra yüzlerine gülmekten hayâ etmeyiz de
Evimize misafir geldiklerinde, Allah Tealâ'nın nimet olarak bahşettiklerini onlara ikram ederken utanır, sıkılırız:
Kusura bakmayın, size layık değil ama ev de biraz dağınık! deyiveririz.
Bir güler yüz, bir güzel söz, bir bardak su ne güzel ikramdır oysa.
Rabbimiz bizden hayâ eder. Biz sıkılmayız.
Gönüllerimiz bu dağınıklılığıyla onu kabul etmeye hazır mıdır?
O'na layık mıdır, secdelerimiz, rükûlarımız?
O'nu hakkıyla tesbih ve tenzih edebildik mi?
Allah ve Rasulü'nden utandıkları gibi
Muhakkak ki sahabilerin hepsi birer hayâ timsali idi. Nitekim Allah Rasulü s.a.v .; Hayâsı olmayanın dini de yoktur. buyurmuşlardır.
Bir gün Efendimiz s.a.v. bir arkadaşına rastladı ki, o Ensar'dan bir sahabiye şöyle diyordu:
- Sen çok hayâ ettin. Sana hayâ zarar verdi!
Bu sözleri duyan Efendimiz s.a.v .:
- Onu bırak, zira hayâ imandandır ve hayâ ancak hayır getirir, buyurdu.
Hz. Osman r.a. ise hayâ ile vasıflanmış, hayâ cihetiyle diğer sahabilerden daha fazla öne çıkmıştı.
Bir gün Rasulullah s.a.v.'in huzurunda bir melek duruyordu.O sırada oradan Hz. Osman r.a. geçti. Melek:
- Bu geçen kimdir, diye sordu. Rasulullah s.a.v .:
- Affan oğlu Osman'dır. buyurdular . Melek Hz. Osman'ın ismini işitince ayağa kalktı ve şöyle dedi:
- Ya Rasulallah ! Bu zattan bütün melekler utanır, ona muhabbet ve hürmet ederler. Onun Hak Tealâ katında mertebesi çok yüksektir.
. . .
Hz. Osman r.a. güzelliği ile Yusuf a.s.'a benzerdi. Anlatıldığına göre Allah Rasulü s.a.v. onun yüzünün tamamını pek çok kez görmek istemiş, fakat görmesi mümkün olmamıştı. Bu halini bir gün Cebrail a.s.'a anlattı. Cebrail a.s. şöyle dedi:
- Ben de onun yüzünü iyice göremedim. Osman'ın hürmeti, büyüklüğü, haşmeti biz meleklerin kalbinde o kadar yer etmiştir ki, cemalini seyretmekten bizi alıkoymuştur. Her gece yarısı evinden mescide gelirken onun haşmet ve hayâsı yerdeki ve göklerdeki melekleri utandırır, mahcup eyler.
. . .
Bir gün Peygamberimiz s.a.v. Hz. Aişe r.a. ile oturuyordu. Hz. Ebu Bekir r.a. izin isteyerek yanlarına geldi. Daha sonra müsaade isteyerek Saad bin Malik r.a. içeriye girdi. Her ikisi de geldiğinde Rasulullah s.a.v.' ın mübarek dizleri açıktı, onlarla o şekilde konuşuyordu. Sohbetleri devam ederken Hz. Osman r.a. geldi ve girmek için izin istedi. Allah Rasulü s.a.v. elbisesini dizlerinin üzerine çekti, Hz. Aişe Validemiz'e Sen geri çekil buyurdu. Bir süre sohbet ettiler ve izin isteyerek kalktılar.
Hz. Aişe r.a. Efendimiz'in tavrına bir mana verememişti, sordu:
- Ey Allah'ın Rasulü , babam ve arkadaşı içeri girdiğinde elbiseni dizlerine çekmedin, beni de yanından uzaklaştırmadın. Osman içeriye girdiğinde ise farklı bir tavrın oldu. Rasul -i Ekrem s.a.v. buyurdu ki:
- Ey Aişe , meleklerin utandığı bir adamdan ben utanmayayım mı? Varlığımı kudret elinde bulunduran Allah'a yemin ederim ki, melekler Allah ve Rasulü'nden utandıkları gibi Osman'dan da utanıyorlar. Sen benim yanımda iken Osman içeri girseydi, yanımızda kaldığı müddetçe ne konuşur, ne de başını kaldırırdı.
Gönül incelir de kanatlanır
Hz. Osman r.a. hanımı Hz. Rukiye r.a. ile oturuyordu. Hanım yardımcılarından biri yemek getirdi. Hz. Osman r.a. yemek getiren hanıma baktı. Hanımı bu bakışı fark etti, üzüldü. Hz. Osman r.a. hanımının üzüldüğünü anladı. Durumu izah etti:
- Ey Rukiye! Onun yüzüne bir maksatla bakmadım. Hiçbir kastım olmadığını Allah Tealâ biliyor, dedi ve yemin de etti.
Hz. Rukiye r.a.' ın içi rahatladı, teselli buldu. O bakış muhakkak ki gayri iradî, manasız bir bakıştı. Hz. Osman r.a. durumu anlatmış, eşinin gönlünü de almıştı. Fakat buna rağmen Allah Rasulü'nün kızı mahzun olmuştur diye kefaret vermek istedi ve yüz köle azat etti.
Allah Rasulü s.a.v.'i çok severdi ve O'nun kızı sevgili eşini bir an için istemeyerek de olsa incitmekten haya ederek bu kefareti ödemişti.
Elbet, bu kadar incelmiş bir gönle açılırdı semanın kapıları.
. . .
Enes bin Malik r.a. bir gün yolda bir kadın gördü. Göz ucu ile baktı, güzelliğine hayran oldu. Sonra Hz. Osman r.a.' ın huzuruna girdi. Hz. Osman ona:
- Gözünde zina izi olduğu halde yanıma giriyorsun. Bilmiyor musun, gözün zinası bakmaktır. Ya tevbe edersin ya da seni kınar, azarlarım, buyurdu. Bunun üzerine Enes r.a .:
- Rasul -i Ekrem'den sonra sana vahiy mi geldi, diye sordu. Hz. Osman r.a. şu cevabı verdi:
- Hayır , vahiy değil. Basiret, delil ve sadık feraset sayesinde bildim.
. . .
Hayâ, ama nasıl?
Bir gün Nebi s.a.v. eşine sordu:
Ey Aişe , hiç hayâsız söz söylediğimi gördün mü?
Ve bir gün buyurdular:
Ensar kadınları ne iyi kadınlardır! Hayâları onları dinlerini öğrenmekten alıkoymadı.
Böylelikle Allah Rasulü s.a.v. hayâ ile ilgili düsturları vermişlerdir.
Kişinin ahlâkı dilindedir. Sözü hayâsız kişi, kat kat örtüler altında olsa nafile!
Ve hayâ, ne sorular sorup dinimizi öğrenmekten alıkoyar bizi, ne -incitecek olsa da muhatabımızı- hakkı ve doğruyu söylemekten!
Zor zamanlar
Her ibadet mutlaka zikirdir, zikirledir.
Namaz kılacak kişi daha abdeste yönelirken zikir halindedir.
Oruç tutacak kişi sahur hazırlığı yaparken zikir halindedir.
Hayâ ise zor zamanda zikirdir. Karşımıza çıkıveren bir günah karşısında Allah'ı hatırlayarak utanmak, günahtan el çekmektir.
Günahın cazibesine, albenisine rağmen durmaktır.
Hayâ, mütevazi bir iklimdir.
Ezelde ruhumuza nakşolunan aslî halimizdir.
Layık bir kul olamadık Rabbim, utanırız.
Taştan-topraktan, kullarından, kendimizden hayâ ederiz.
Kullarını utandırmaktan hayâ ederiz ki, bizi utandırma!
Müjde, bir kudsî hadisle gelir, yetişir: Ey Kulum! Sen her ne kadar günahkâr isen de, bu günahlarından korkup hayâ ediyorsun. İzzetim ve celalim hakkı için senin günahlarını insanoğlunun gözünden, gönlünden gizlerim. Gözünün hıyanetlerini, gizli kabahatlerini meleklerin anlayışından saklarım. Hatalarını ve günahlarını Levh-i Mahfuz'da Kiramen Kâtibin'den gizlerim. Kıyamet günü muhasebe makamına geldiğinde hesabını kolay görürüm.
Medeniyetimiz hayâ üzre kurulmuştur.
Bu topraklar nakış nakış hayâ ve edeple işlenmiştir.
Kur'an olan odada uyumaz, sabaha kadar uykusuz beklerdi,
Arapça yazılı bir kağıt parçasını Kur'an yazısıdır diye yerde bırakmazdı bu toprağın insanları.
Burnunun ucunu göstermekten ar ederdi sütninem
Ve, sevgilinin yüzünde yabancı bir bakış okunurdu:
A benim bahtı yarim
Başımın tahtı yarim
Yüzünde göz izi var
Sana kim baktı yarim.



1209981898sir_gul-1.jpg
 

KatrePare

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
12 Tem 2011
Mesajlar
4,014
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
27
Allah razi olsun ablam, ne guzel seyler bunlar.

InsaAllah paylasimlarini bekliyorum.
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
33
Konum
.........
ALLAH senden razi olsun gonlu guzel kardesim...
hep birleikte ogreniyoruz insallah..
selametle kalsin...
 

KatrePare

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
12 Tem 2011
Mesajlar
4,014
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
27
Hz. Osman (r.a.) 'in gozleri masmavi, esmer ve uzun boyluydu.
 

smyyes

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
2 Eyl 2009
Mesajlar
3,791
Tepki puanı
5
Puanları
0
Yaş
30
Gülberra..
nereden buluyorsun bu yazıları bilmiyorum.
hem anlatım güzel hem içerik.
çok beğendim ve haya ettim kendimden.
o azıcık olan hayamla haya ettim hayayı görünce.
Allah razı ve memnun olsun senden
 

KatrePare

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
12 Tem 2011
Mesajlar
4,014
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
27


Hazreti Osmanın Müslüman Oluşu

Hz. Osman, islamiyetle tanışmadan önce ticaretle uğraşırdı. Zengin bir tüccardı. Cemiyette, sevilen, sayılan bir kimseydi. Hz. Ebû Bekir’in de çok yakın dostu idi. Önemli işlerinde ona danışır, onun fikrini alırdı. Müslüman olmasını şöyle anlatır:

Benim feraset sahibi olan bir teyzem vardı. Hastalandığında ziyaretine gitmiştim. Bana dedi ki: - Ya Osman ! Sen öyle biri ile evleneceksin ki, ne o senden önce bir erkek görmüş olacak, ne de sen ondan önce bir kadın görmüş olacaksın. Bu kız çok güzel olup, Saliha biridir. Ayrıca bu kız, Peygamber kızı olsa gerek.
Ben bu sözlere çok hayret ettim. Çünkü peygamber olarak bildiğim kimse yoktu. Teyzem bunları nereden çıkartmıştı. Şunu da iyi biliyordum ki, teyzem boş lâf etmezdi. Benim hayretler içinde kendisine baktığımı görünce konuşmasına şöyle devam etti: - Merak etme, O kimseye cenabı-ı Haktan vahiy gelmeye başladı. Sen O’nu bulmakta güçlük çekmeyeceksin!

— Ey teyzem, hep sır olan şeyler söylüyorsun. Beni meraklandırıyor sun. Sözlerini biraz açarak beni meraktan kurtar.

—Muhammed bin Abdullah’a peygamberlik geldi. Artık halkı hak dine davete başladı. Çok zaman geçmez ki, sen O’nun dinîne girip kurtulacaksın. O’nun dinî, bütün âlemi aydınlatacaktır.

Bu mesele benim zihnimi çok meşgul etti. Her önemli meselede fikrini aldığım, Hz. Ebû Bekir’e koştum. Teyzemin söylediklerini kendisine aynen bildirdim. Bana dedi ki:

- Teyzen doğru söylemiş. Ya Hz. Osman, sen akıllı adamsın. Hiç görmeyen, işitmeyen, fayda veya zarar veremeyen şeye tapılırmı? O nasıl ilâh olarak kabul edilir?

— Ya Ebâ Bekir, doğru söylüyorsun. Ben de bu mantıksızlığın farkındayım. Fakat çare bulamamıştım.

— Merak etme, artık bize hak yolu gösteren zat geldi. Ben kendisinin peygamber olduğuna inandım, iman ettim. Gel seni de huzuruna götüreyim, sen de iman et!

Hz. Osman Cennete Davet Ederken

Hz. Osman ile beraber Resûlullahın huzuruna vardık. Bana buyurdu ki:

- Ya Hz. Osman, Hak teâlâ seni Cennete misafirliğe davet eder. Sen de bu daveti kabul et! Ben bütün insanlara ancak rahmet olarak gönderildim.
Resûlullahın, güler yüzle gayet samimî bir şekilde yaptığı bu davet üzerine, hemen büyük bir şevkle kelime-i şahadet getirip, Müslüman oldum.
Daha sonra Resûlullaha, Şam’a gittiğimde gördüğüm rüyayı anlattım. Rüyamda, “Ey insanlar, uyanın! Ahmet Mekke’de zuhur etti” diye nida işitmiştim. Sonra da Mekke’ye gelince de, teyzem bana Resûlullah efendimizden haber vermişti.
Hz. Osman, çok cömert idi. Hz. Osman İyilik yapmayı, muhtaç kimselerin ihtiyaçlarını görmeyi çok severdi. Güzel hâllerinden dolayı, Resûlullah efendimiz kendisini çok severdi.
Peygamber efendimiz, Ashabının ileri gelenlerinden çoğunun bulunduğu bir toplantıda, sohbet buyururken:

- Herkes dostunun yanına varsın, buyurdu.
Herkes sevdiği arkadaşının yanına gitti. Peygamber efendimiz de, Hz. Osman’ı yanına alıp buyurdu ki:

- Sen, dünyada ve âhırette benim sevdiğimsin.

Hz. Âişe anlatır:

Resûlullah efendimiz, bir gün istirahat ediyordu. Bu sırada Hz. Ebû Bekir içeri girmek için izin istedi.
İzin verilip içeri girdi. Resûlullah hiç hâlini değiştirmedi. Sonra, Hz. Ömer izin alıp içeri girdi. Yine hâlini değiştirmedi. Uzanmış vaziyette iken onlarla sohbet ettiler.
Daha sonra, Hz. Osman kapıya gelip içeri girmek için izin istedi. Peygamber efendimiz oturdular. Hz. Osman’ı bu şekilde oturarak karşıladılar.
Hepsi gittikten sonra sordum:
- Babam Ebû Bekir ve Hz. Ömer içeri girdiklerinde hiç hâlinizi bozmadınız. Fakat Hz. Osman içeri girince, oturdunuz. Bunun sebebi nedir?

— Meleklerin hayâ ettikleri bir kimseden ben nasıl hayâ etmem buyurdu.

İbni Mes’ûd hazretleri anlatır:
Bir gün gazada, Resûlullah ile beraberdim. Yiyecek bitti, asker sıkıntı içerisindeydi. Resul-i Ekrem bu hâle vâkıf olunca buyurdu ki:

- Allahü teâlâ size, güneş batmadan rızık gönderecektir.
Hz. Osman bu sözü işitince, “Resul-i ekremin her sözü muhakkak doğru çıkar” diye düşünüp, yiyecek bulmaya çalıştı. Bu rızkın gelmesine sebep olmak ve efendimizi memnun etmek istiyordu.
Bunlar nedir?
Bir yerde dört deve yükü yiyecek buldu. Bunu yüksek fiyatla satın alıp, Rasûlullahın huzuruna getirdi. Peygamber efendimiz Hz. Osman’a sordu:

- Ya Osman! Bunlar, nedir?

— Osman’dan Allahü teâlânın Resulüne hediyedir buyurdu.
Seyyid-i Kâinatın buyurdukları, gecikmeden yerine gelince, müminler sevindiler, münafıklar mahzun oldular. Server-i âlem hazretleri mübarek ellerini açıp, şöyle dua ettiler:

- Ya Rabbi! Osman’a çok ecir ver.
Hz. Osman muhtaç olanlara bol bol, yemek yedirirdi. Fakat kendisi evde sirke ve zeytinyağı yerdi. Yola giderken, devesinin arkasına kölesini de alırdı. Peygamber efendimiz şöyle dua buyurmuştur:
- Ya Rabbi! Osman ın geçmiş ve gelecek gizli, aşikâr bütün günahlarını affet.
Müslümanlar, Medine’ye hicret ettikleri zaman, su sıkıntısı vardı. Rûme kuyusundan başka içilecek su yoktu. Bu kuyu da bir Yahudi’ye ait idi.
Yahudi, Müslümanları zor durumda bırakmak için, kuyudan her zaman su vermezdi.
Verdiği günlerde de çok yüksek fiyatla sattığı için herkes alamazdı, fakir Müslümanlar çok sıkıntı çekiyorlardı.

Hz. Osman Cenneti müjdelerdi

Hz. Osman Peygamber efendimiz, bu durumu gördükçe üzülüyordu. Kuyuyu satın alıp, Müslümanlara sebil edecek kimsenin, Cennette karşılığını kat kat alacağını müjdeliyor, açıkça Cenneti va’d ediyorlardı. Bu müjdeyi işiten Hz. Osman, hemen Yahudi’nin yanına varıp, pazarlığa başladı.
Yahudi, Müslümanların mecburen bu kuyuyu satın alacaklarını bildiği için, ödenmesi mümkün olmayan bir fiyat istedi. Bu duruma Hz. Osman çok üzüldü. Fakat ne yapıp bu kuyuyu satın alarak efendimizi memnun etmek istiyordu. Yahudi’ye dedi ki:
- Senin dediğin fiyatla bu kuyuyu ben satın alamam. Sana bir teklifim var. Gel seninle beraber ortaklaşa bu kuyuyu işletelim. Böylece kuyu elinden çıkmamış olur. Kuyunun yarı hissesini bana sat. Bir gün sen, bir gün ben kuyuyu işletelim.

Yahudi, işin neticesinin nereye varacağını anlayamadı. Teklif çok hoşuna gittmişti On iki bin dirheme kuyunun yarı hissesini verdi. Kuyunun başında bir gün Yahudi, diğer gün Hz. Osman durup, Müslümanlara su veriyordu. Yahudi yine yüksek fiyatla suyu satıyor, Hz. Osman ise bedava olarak veriyordu. Müslümanlar, sıra Hz. Osman’a geldiği vakit, o günün ihtiyaçlarını aldıkları gibi, ertesi günün ihtiyaçlarını da doldurup gidiyorlardı.

Dolayısıyla ertesi gün Yahudi’ye gelen olmuyordu. Yahudi oyuna geldiğini anlamıştı. Fakat iş işten geçmiş oldu. Sonra gelip, kuyunun diğer yarısını da aynı fiyatla Hz. Osman’a satmak istedi. Fakat Hz. Osman kabul etmedi. Bir müddet sonra tekrar gelip, daha aşağı bir fiyat teklif etti. Hz. Osman yine kabul etmedi. Biliyordu ki, Yahudi mecburen bu kuyuyu satacaktı. Çünkü başka çaresi kalmamıştı. Daha sonra Yahudi’nin ısrarına dayanamayarak, ucuz bir fiyatla diğer yarısını da satın aldı. Böylece kuyunun tamamı Müslümanların ihtiyaçları için sebil edildi. Peygamber efendimiz, bu habere çok sevinip Hz. Osman için hayır dua ettiler.

Hz. Osman Her adımına bir köle

Hz. Osman, her fırsatta, Peygamber efendimizi memnun etmek, O’nun mübarek duasına mazhar olmak için fırsat kollardı.
Bir gün Hz. Osman, Resûlullah efendimizi evine davet etti. Resûlullah buyurdu ki:
- Yalnız beni mi davet ediyorsun?
Eshâb-ı kiramda davetlidir.
Peygamber efendimiz, Bilal-i Habeşî hazretlerini, bütün Eshâbına haber vermesi için gönderdi. Kendisi de Hz. Ali ile Hz. Osman’ın evine doğru yürümeye başladı.
Hz. Osman arkadan, Peygamber efendimizin adımlarını sayıyordu. Resûlullah bunu fark edip, sebebini sorduğunda, şu cevabı verdi:
- Ya Resûlallah! Her adımınıza bir köle azâd edeceğim.
Davetten sonra da, saydığı adımlar kadar köle azâd etti.
Hz. Ömer’den sonra üstünlük sırası, Hz. Osman'ı Zinnûreyn’e gelir. Bunun hilâfeti de ümmetin icmâ’ı ile sabittir.
Müslüman olduktan sonra, Peygamberimizin kızı Rukiye ile evlendi. Peygamberimizin kızları Rukiye ve Ümmü Gülsüm daha önce Ebû Leheb’in oğulları Utbe ve Uteybe ile nişanlanmışlardı. Peygamberimiz, insanları Müslüman olmaya davete başlayınca, Ebû Leheb düşmanlık etmeye başladı. Oğulları da düşmanlık edip, Resûlullahın kızlarını almaktan vazgeçtiler. Böylece Resûlullahı sıkıntıya düşürmek istediler.
Osman'a verirdim
Bunun üzerine vahiy gelerek Rukiye Hz. Osman’a nikâh edildi. Rukiye, Bedir savaşından sonra vefat edince, Peygamberimizin diğer kızı Ümmü Gülsüm de Hz. Osman’a nikâh edildi. Bu bakımdan ona, Peygamberimizin iki kızıyla evlenme nimetine kavuşmuş olduğu için, iki nur sahibi manasına “Zinnûreyn” denilmiştir.
Resûlullah efendimiz, ona, birbiri ardınca, iki kızını vermiştir. İkinci kızı vefat edince;
- Bir kızım daha olsaydı, muhakkak onuda Osman’a verirdim, buyurmuştur.
İkinci kızını verdiğinde, Hz. Osman’ı medhetmişti. Düğünden sonra kızı buyurduki:
- Ey benim gözümün nuru babam! Hz. Osman’ı gayet medh ettiniz. Buyurduğunuz kadar değil.
Bunun üzerine Resûlullah efendimiz kızına buyurdu ki:
- Ey benim kızım! Osman’dan gökteki melekler hayâ ederler. Ey canım kızım, Osman’a çok saygı göster. Çünkü Ashabım arasında, ahlâkı bana en çok benzeyen osmandır.
Başka bir zaman da:
- Ben Allahü teâlânın huzurunda, Osman’ın düşmanlarının düşmanıyım, onlara karşıyım, buyurdu.
Bir başka zaman da:
- Bütün peygamberler, hayatlarında bir kimse ile iftihar etmiştir. Ben de Osman bin Affan ile iftihar ederim, buyurdu.
Resûlullah, Hz. Osman’ı sevmeyen bir kimsenin cenaze namazını kılmamıştır.
Hakkında ayet nazil oldu
İslâmiyet yayılmaya başlayınca, her taraftan Müslümanlar çoğalıp Medine’ye geliyordu. Peygamberimizin mescidi küçük gelmeye başlamıştı. Bunun üzerine Resûlullah efendimiz buyurdu ki:
- Bizim mescidimizi bir zirâ genişleten Cennete gider.
Hz. Osman buyurduki:
- Ya Resûlallah, malım mülküm sana feda olsun! Mescidi genişletme işini ben yapacağım.
Mescidi 40 zrâ yanî 20 metre genişletti ve bütün masraflarını karşıladı. Bunun üzerine, “Allahın mescitlerini ancak, Allaha, âhiret gününe inanan, namaz kılan, zekât veren ve yalnız Allahtan korkan kimseler tamir eder. İşte hidayet üzere bulunanlardan oldukları umulanlar bunlardır” mealindeki Tevbe suresi 18. ayeti nazil oldu.
Hz. Osman, Peygamber efendimizin vahiy kâtiplerinden idi. Güzel yazar, güzel konuşurdu. Hitabeti kuvvetli idi. Kur’ân-ı kerimi çok okurdu. Ezberi çok ileri derecede idi. Namazda, bir rek’atte bütün Kur’ân-ı kerimi okuyan dört kişiden biri de Hz. Osman’dır. Çok okuduğu için elinde iki kuran eskimiştir.
12 sene hilâfet makamında kalan Hz. Osman, çok cesur bir zat idi. Hiçbir felâket karşısında sarsılmamıştı. Bunun için halifeliği çok başarılı geçmiştir. Bilhassa halifeliğinin ilk yılları, İslâm tarihînin altın yılları olmuştur. Devrinde birçok yerler fethedilmiştir. Horasan, Hindistan, Mâverâünnehir, Kafkasya, Kıbrıs adası ve Kuzey Afrika’nın birçok yerleri, O’nun devrinde İslâm topraklarına katılmıştır.
Resûlullah efendimiz haber verdi
Hz. Osman, herkese lâyık olduğu vazîfeyi verirdi. Onun ta’yîn ettiği vâliler, askerlikte ve memleketleri fethetmekte, en seçme kimselerdi. İslâm memleketleri batıda İspanya’ya, doğuda, Kâbil ve Belh’e kadar genişledi.
Birgün Resûlullah efendimiz, Eshâb-ı kirama, meydana gelecek fitneleri zikrediyordu. O sırada kendini örtmüş bir kişi geçiyordu. Server-i âlem buyurdu ki:
- O fitne günü bu şahıs, hidayet üzere olacaktır.
Kalkıp o şahsa baktılar. Osman bin Affan idi.
O şahsı Resul-i ekreme göstererek dediler ki:
- Ya Resûlallah. Bu mudur?
Resûlullah efendimiz buyurdu ki:
- Evet.
Yine aynı hususta Hz. Âişe-i Sıddîka’dan rivayet edilen hâdis-i şerifte buyrulmuştur ki:
(Ya Osman! Allahü teâlâ sana hilâfet denen bir gömlek giydirecek. Eğer münafıklar onu soymak isterlerse, bana kavuşuncaya kadar sakın onu çıkarma!)
Bu hâdis-i şerif sebebiyle Hz. Osman, muhasara edildiği zaman halifelikten çekilmemiştir.
Halifeliği sırasında adalet ile davranmaya çok dikkat ederdi. Bir gün bir gencin kulağını çekti. Gencin kulağı acıyıp şöyle dedi:
- Efendim, herkesin birbirinden hakkını alacağı kıyamet gününü düşününüz.
Benim kulağımı çek
Bu söz Hz. Osman’a çok tesir etti. Buyurdu ki:
- Ey genç, sen de benim kulağımı çek, ödeşelim.
Genç, Hz. Osman’ın kulağını çekti. Hz. Osman;
- Biraz daha çek, buyurunca, genç dedi ki:
- Siz Kıyamet gününü düşünerek korktunuz. Ben de o günkü hesaptan korkuyorum.
Hz. Osman buyurdu ki:
- On şey çok zayi olmuştur: Sual sorulmayan âlim, amel edilmeyen ilim, kabul edilmeyen doğru görüş, kullanılmayan silâh, içinde namaz kılınmayan mescit, okunmayan Mushaf, Allah yolunda dağıtılmayan mal, binilmeyen vasıta, dünyayı isteyenin içindeki zühd ilmi, içinde âhiret yolculuğu için azık edinilmeyen uzun ömür.
Hz. Osman zamanında İslâm dünyası çok genişledi. Bütün Arabistan, Afrika’nın büyük bir kısmı, Irak, Hindistan, Çin, Buhara, Türkistan, İran İslâmın idaresi altına girdi. İslâm sancağı İstanbul surları önüne kadar götürüldü.
Fethedilen yerlerdeki halk seve seve Müslüman oluyordu. Böylece Müslümanların sayısı milyonları buldu. Müslümanların bu kadar çoğalması, her milletten insanın bulunması sebebiyle, karışıklıklar da baş göstermeye başladı. Münafıklar, Müslümanların arasına fitne tohumları ekmeye başladılar.
İbni Sebe yapıyordu
Yahudiler ve diğer İslâm düşmanları, Müslümanları birbirine düşürmek için ellerinden geleni yapıyorlardı. Bunların elebaşılığını da Yemenli bir Yahudi olan, Abdullah bin Sebe yapıyordu.
Mısır’da fitneci kimseleri başına topladı. Kurduğu bir teşkilâtla, cahil ve başıboş Mısır kıptîlerini dünyalık şeylerle kandırarak, çapulcu alayı meydana getirdi.
Onüç bin kişilik bu çapulcu takımı, Medine’ye kadar yürüyüp Halifeyi indirmek istediler. Hz. Osman’ın evini kuşattılar. Hz. Hasan, Hz. Hüseyin, Hz. Talha, Hz. Osman’ın kapısında nöbet tutuyorlardı.
Hz. Osman, evini saran asilere seslenip dedi ki:
- Elebaşlarınızdan iki kişi benim yanıma gelsin!
İstediği iki kişi gelince onlara sordu:
- Resul-i Ekrem efendimiz, Medîne’ye teşrîf ettiği vakit, Müslümanlar susuzluktan kırılıyordu. Peygamber efendimiz, Rûme kuyusunu satın alıp, Müslümanlara bedava su veren kimseye Cenneti va’detti. Bu va’d üzerine kuyuyu satın alıp, Müslümanlara vakfeden ben değil miyim?
— Evet sen idin?
— Darda kalan, İslâm ordusunun tamamını donatan, ben değil miyim?
— Evet sendin?
— Mescit dar geldiği vakit, Resul-i Ekrem efendimiz, “Cennette daha hayırlısını almak üzere, falancanın arsasını kim alıp mescide ilâve eder” buyurduğu vakit onu satın alıp, mescide katan ben değil miyim?
— Evet sensin.
— Resûl-i Ekrem, Ebû Bekir ve Ömer ve ben, Sebir dağında otururken, dağ sallanmaya başladığında, “Ey Sebir dağı dur! Zira senin üzerinde bir Peygamber, bir sıddîk ve iki şehîdden başka kimse yoktur!” buyurmadı mı?
— Vallahi doğru söylüyorsun. Aynen öyle oldu.

Hz. Osman (ra) Fitneden Korurdu

Hz. Osman, “Allahü ekber” diye tekbir aldı. Sonra:
- Şâhid olun ki, ben şehidim, buyurdu.
Bu sırada, asiler duvarı atlayarak içeri girdiler. Hz. Osman Kur’ân-ı kerim okurken, saldırıp şehîd ettiler. Son nefesini verirken şöyle dua etti:
- Ya Rabbi, Ümmet-i Muhammedi, tefrikadan, fitneden koru!
Bunu üç defa tekrarladı.
Eshâb-ı kiramın büyüklerinden Abdullah bin Selâm hazretleri şöyle anlatır:
“Muhâsara esnâsında, Hz. Osman’ın yanına gittim. Bana şunu anlattı:
Bu gece rüyamda, şu pencereden Resul-i Ekrem efendimizi gördüm. Aramızda şu konuşma geçti:
- Osman seni muhasara ettiler öyle mi?
- Evet ya Resûlallah!
— Seni susuz bıraktılar öyle mi?
- Evet ya Resûlallah!
İftarı bizimle yap
Bunun üzerine Resûlullah efendimiz bana bir bardak su verdi. Ve ben bu suyu içtim. Göğsümde soğukluğunu hâlâ duyuyorum. Bana buyurdu ki:
- İstersen seni onlara galip getirelim veya istersen iftarı bizim yanımızda yap!
— Yâ Resûlallah, ben sizin yanınızda iftâr etmeyi tercîh ederim.”
Abdullah bin Selâm hazretleri, Hz. Osman’ın yanından çıktıktan sonra isyancılara dedi ki:
- Tarihte öldürülen her peygamber için yetmiş bin asker öldürülmüştür. Öldürülen her halife için de onbeş bin kişi öldürülmüştür. Gelin bu işten vazgeçin! Yoksa âhirette bunun cezasını çok şiddetli olarak çekeceksiniz! Ayrıca Hz. Osman’ın üzerinizde çok hakkı vardır.
Fakat asiler sözünü dinlemediler, ayrıca kendisine hakaret ettiler.
Hz. Osman, bir çocuğu doğduğu zaman, onu yedinci günü dolunca kucağına alırdı.
Kendisine bunun sebebi sorulduğunda şu cevabı verdi.
— Kalbime onun sevgisinin düşmesini istiyorum. Eğer ölürse göstereceğim sabır ve metanetten dolayı alacağım sevâb daha büyük olur.
Bire yedi yüz verene verdik
Bir defasında Medine’de kıtlık vardı. O sırada Hz. Osman’ın Şam’dan yüz deve yükü buğday kervanı gelmişti. Eshâb-ı kiram satın almak için yanına gittiler. Hz. Osman dedi ki:
- Sizden daha iyi alıcım var ve sizden daha fazla veren var, ona vereceğim.
Eshâb-ı kiram durumu Hz. Ebû Bekir’e bildirip dediler ki:
- Kıtlık zamanında böyle yapması uygun olur mu?
Hz. Ebû Bekir buyurdu ki:
- Hz. Osman Resûlullahın damadı olmakla şeref kazanmıştır ve Cennette onun arkadaşıdır. Siz onun sözünü yanlış anladınız, beraber gidelim.
Hz. Ebû Bekir, Hz. Osman’ın yanına gidip durumu anlatarak buyurdu ki:
- Ya Osman, Eshâb-ı kiram senin bir sözüne üzülmüşler.
Hz. Osman şu cevabı verdi:
- Evet ey Resûlullahın halifesi, onlardan iyi alıcı olan, bire yedi yüz veriyor. Onlar bire yedi veriyor. Biz bu buğdayı bire yedi yüz verip alana verdik.
Bundan sonra yüz deve yükü buğdayı Medine’de bulunan fakirlere, Eshâb-ı kirama bedava dağıttı. Yüz deveyi de kesip fakirlere yedirdi. Hz. Ebû Bekir bu işe çok sevinip Hz. Osman ın alnından öptü.

Hazreti Osman'nın Hayatı

Yüce Mevlamız Hz. Osman'ın makamını ali eylesin.


Alinti.


 

AcizBirKul.

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ağu 2012
Mesajlar
635
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
33
Değerli kardeşim bu konuyu görmeden açmış bulundum Affola
Rabbim razı olsun paylaşımlarından ötürü
Rabbim bizleride sevdiği kulları arasına alsın İnşAllah :)
 

KatrePare

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
12 Tem 2011
Mesajlar
4,014
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
27
Değerli kardeşim bu konuyu görmeden açmış bulundum Affola
Rabbim razı olsun paylaşımlarından ötürü
Rabbim bizleride sevdiği kulları arasına alsın İnşAllah :)

Estagfirullah, belki de birbirimizin bilmediklerini paylasir, fayda da bulunurua :)

Asil Rabbim sizden razi olsun.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt