Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Gönül/lü olabilmek… Gönülhanede (1 Kullanıcı)

misbah_ı_nevvar

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
13 Kas 2008
Mesajlar
204
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
Gönül/lü olabilmek…

Gönülhanede…

Gönülü, gönlün hamilini tavsif etmek namümkündür belki…lisan nakıs kalsa da,kelam sükuta meyyalsa da acziyet bahane ederek başladık kelama..

Gönül bu,asırlara dayanır hikayesi,bazen mecnun yüreğinde yeşerir aşk sarmaşığıyla, bazen Leyla’nın kalbinde açar cesaret filiziyle,muhabbet öyle bir dal budak salmıştır ki, çöllere düşürmüştür sahibini,kimi zaman Ferhat’ın yüreğinde kor olup yanmıştır ,yakmıştır ateşinde , öyle bir yakış ki dağlar musahhar olur Ferhat’a,ram olur aşkına..

Gönül bu merci’i yaradandandır, Ondandır bu tesiri bu ateşi…


Yaradandan gelmişse aşkın ilhamı, ne düşülmedik çöl kalır ne delinmedik dağ bu alem-i fenada...

Gönülün cismaniyeti mahiyeti kadar büyük değildir oysa..bir tutam et parçası..ama gel gör ki o edna dirhemin içinde kainatı ihata eden bir muhabbet çekirdeği derc edilmiştir..engel tanımaz sınır koyulmaz bir aşk, bir muhabbet yerleştirmiş aşkın sahibi…yerleştiren oysa ne denilebilir ne söylenebilir ki gönül’e dair..gayrısına sözün dili sükut eder mahcubiyetle..

Gönül bu dili yok lakin tercümanı çok.Kimi gözleriyle anlatır gönlünü,kimi hisleriyle anlatır …kimi ise susuşuyla anlatır,kelam sükuttadır gönlün olduğu yerde,,konuşmaya haya eder büker boynunu nazlı mahcup bir edayla…

Gönül seyyahtır gezer dolanır insanda..misafir olmak ister insan vücudunda. Onun ulviyeti ürpertir yürekleri.Aşkın sahibi’nden gelmişse, misafirliği de ulvi olmalıdır..En elyak ev arar kendine ta ki bulana dek..

Usanmaz bıkmaz dolanmaktan, yeter ki kadri bilinsin Rahmandan geldiği hissedilsin hissettirilsin..

Gönül bu Rahmani olduğu kadar nazlı niyazlıdır, emek ister fedai ister yolunda.

Kurban ister yoluna, ucuz değildir zira. Onu arayana, sırrına liyakat kesbedene açar esrarını , sunar efhamını…

Ve bir gün bulur evini, siner bir yüreğe. Sahibini ulvileştirir rahmani iksiriyle…

O an insan çıkar alay-ı illiyine ..

Gönül insanı, gönül hamili olmak dünya dolusu ağır tekâlifi kabul etmektir aslında…

Gönül insanı düşmana sulh gözüyle bakar,atılan taşlara güllerle mukabale eder ,zira adavet yoktur onun rotasında,husumet yoktur onun yolunda..

Muhabbet vardır, uhuvvet vardır, mayasında…

Gönül’ün hamurunda varsa ihsan, çıkar elbet fırından ikram…

Gönül vefalıdır, sadıktır, bırakmaz sahibini unutulmuşluklarda, vefayı gönülde görür insan… Zira mecnun Kays’dır aslında ama kimse bilmez Kays’ı mecnun bilinir asırlardan bu yana…

Gönül bu, sahibini unutmaz unutturmaz, destan eder dillere, muhabbet ettirir gönüllerde... Öyle bir muhabbet ki ukbaya sürer seferi ve müebbet âlemde neşvünema bulur kokar misk-ü amber gibi…

Gönül’e elyak olmak onu vücudhanende misafir etmek , onu besleyebilmek nezaketinle,doyurabilmek nezafetinle..

İnkisar -ı hayale uğratmamak onu,dem ve damarlarında ağırlamak rahmani yolcuyu,işte budur aşkın yolu ve yolcusu..

Gönül hamalı olmak için serden, yardan geçmek gerekir bazen, bazense gönül

sana hem yar verir hem ser …İmtihandasındır o vakit ,aşkın, gönlün imtihanı.. kaybetmeye ramak kala kazanırsın imtihanı..

Gönül insanı dendiğinde ,”Hulukuhul Kur’an”[Kur’anın ahlakı] vasfının sahibi, Furkan’ın mücessimi,insanlığın mukallidi olan “Fahri Kainat” gelir hatıra..

Her fırsatta hissettirir gönül insanı olduğunu, kimi zaman Aişe’sinin “Ya Rasulallah beni ne kadar seviyorsun” sorusuna “kör düğüm gibi” diyerek, kimi zaman Medine’den ayrılan Ali’sine “Yarabbi Ali’yi görmeden canımı alma” diyerek ihsas eder muhabbetini, gönül eri olduğunu…

Bizler gönül sahibinin gönlünü, yüreğini ,taşımasak ta o gönle, o yüreğe ve o kalbe gönül veren, muhabbet eden birer fedai ,birer Bektaşi oluruz belki kim bilir..

Bektaşi olmak, Yunus olmak, Züleyha olmak var bu âlem-i fenada, hizmeti ne kadar zorsa da, zahmeti ne kadar ağırsa da rahmeti galebe çalar zahmete…

Ondandır bu cazibesi,ondandır bu güzelliği, zahmet varsa bir yürekte rahmet vardır nihayetinde ..İdrak eden ,iz’an eden anlar ferasetiyle nihai sonucun rahmet olduğunu..

Şairin dediği gibi “aşkı tanımlayana aşk olsun”. . . hakiki manada kim anlatabilmiş,kim tanımlayabilmiş ki aşkı,gönülü ..

Kim tanımlamış kim anlatmaya çalışmışsa gönlü, ummanında, kaybolmuş okyanusunda boğulmuş. . . Ve anlamış ki gönül kelama sığmaz..

Dar gelir, feryat eder bu âlemde, zira o ezelden gelmiştir, şu mukayyet dünyanın ummanı yetmez onu tarife…

Fuzuli-i bağdadi’nin dediği gibi ”Aşk imiş her ne varsa alemde Gerisi küll-i kal imiş”..

Kâinatın hamurunda vardır muhabbet,

“Aşkın halikı, Âlemlerin Rabbi” kâinatın sebebi hilkati olan Habibine olan muhabbetinin neticesi değil midir şu âlem. . Ve ifade etmemiş midir “Levlake Levlake lema halaktül eflak[Ey habibim sen olmasa idin şu âlemleri şu felekleri yaratmazdım] diye. . .

Demek misafiri olduğumuz dünya denizinde, müşahede ettiğimiz fena ummanında muhabbet şuleleri var, demek rıhtımında izlediğimiz güneşte onun lem’a-i muhabbeti var, demek âlemde her ne varsa aşk var, muhabbet var “O” var...

“Gönül gözü görmeyen can gözünü neylesin “ der şair demek gönül gözü âlemde müşahede ettiği her mahlûkta, her masnu’da halikını görür masnu’unu hisseder, demek gönül gözü zahirden ziyade batına taliptir. . manay-ı ismiyle değil,manay-ı harfiyle bakar hadisata ve o ferasetle, ağacı değil, meyveyi görür,güneşi değil elvan-ı seb’asını tefekkür eder..Bu sırdandır ki , aşk insanı ferasetli kılar, Server-i Kainat 1400 yıl önce nida etmiş ümmetine “Müminin ferasetinden sakınınız zira o Allahın nuruyla bakar “.. Çünkü mümin gönül eridir, gönüle meftundur,gönül fedaisidir, ve alemi gönül penceresinden seyreder. . .

Mevlana’nın tabiriyle ““Katı taş olsan, mermer kesilsen bile, bir gönül sahibine ulaştın mı inci olursun.”. . . Demek gönülde, gönül sahibinde öyle bir iksir varki, katılaşmış kalbi inciye, ölmüş kalbi ihya etmeye muktedir olabiliyor Rahmanın izniyle.

Rahman gönüle öyle bir sır bahşetmiş ki o sırra dokunan, Bektaşi olur söyler, Yunus olur yanar, Mevlana olur döner… Sır ifşa olmaz sen sırra vakıf olmaya gayrette ol,

Ona bir adım git ki, o sana on adım gelsin, ona yürüyerek git ki o sana koşarak gelsin…

Rahman sırrının ifşasını arzu eder,ister ki gönül sevdalıları arasın onu,koşsun uğrunda, çeksin zahmetini bulsun rahmetini..

Abd atarsa adımını rahmanın yolunda, o vakit sırrın sahibi, aşkın hâkimi

emreder sırra ”Ey sır ifşa ol,neşvünema bul abdimin yüreğinde” sır musahhardır rabbine, ram olur emrine..

“Hay hay ey halık-ı kerimim Alarra’si vel ayn [Baş göz üstüne ]” der.”senki bana emrettin, beni hitabına mazhar ettin bende abdinin yüreğinde yeşerip, salınacağım…

Kudretinle, abdini zerre iken şems’e, arş iken ferş’e çıkaracağım der. . .

Bütün hissiyat bu sırra ram olur. . . ve gönül alay-ı illiyyin semalarında seyyah olur..

Gözü zerrede değil, şemste, gönlü arş’ta değil ferştedir. . .

Kelam hak söylerse, nakıs da olsa tesir eder. . .

Acz-i mutlak, fakr-i mutlak, naks-ı mutlak Misbah’dan gönüllere nüfuz etmesi ve Gönül İnsanı olabilme duasıyla. . .

Ey gönlüme ferman, sözüme derman, aşkın sahibi ,aşkına aşık bu bikes Misbah...



 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt