1- “……. Damlasını ağzıma koymam!” İlk akla gelen kelime: İçki. Şimdi “İçki!” yerine “gıybet” koyalım. “Gıybetin damlasını ağzıma koymam!” diyebiliyor muyuz? Bu cümleyi kurarken gönlümüz rahat mı? İçki kadar koksaydı gıybet, birlikte gıybet sofrasına oturup kana kana içenler/ doyanlar sarhoş olsalardı mahallemizin manzarası nasıl olurdu? Kaçımız ayık kalırdı? Ne kadarımızın ağzı gıybet kokardı? 2- “Burası ….li mi?” O kadar sık sorarız ki bu cümlenin “içki” lisini. İçkili mekanlara girmekten çekiniriz. İçki bulaşığı bardaklardan su icmekten sakınırız. Çocuklarımızı içkili lokantalara sokmaktan çekiniriz. Peki, hiç şöyle de sorduk mu bu soruyu: “Burası gıybetli mi?” Uzaklara gitmeye gerek yok. Belki evimizde, belki en çok bize ait olduğunu sandığımız odamızda. Seccademizi serdiğimiz yuvamızda. Çocuklarımızın saçlarını okşadığımız kanepelerde. Az önce namaz kıldığımız caminin bahçesinde. Belki de tam kubbesinin altında. İçkiyi yakıştırmadığımız dudağımıza, damağımıza, odamıza, yuvamıza içmekten daha ağır sonuçları olan gıybeti nasıl yakıştırıyoruz? 3- “Yemeklerimizde …. Eti yoktur.” İlk aklımıza gelen cevap: Domuz. Peki ya yemeklerimizde? Ne kadar uzak dururuz domuz etinden. Gördüğümüzde bile iğreniriz. Peki ya hiç görünmüyor, hiç kokmuyor diye yediklerimize ne demeli? Gıybetlerimiz domuz eti kadar iğrenç kokmuyor mu? 4- “……. İslâmi usûle göre kesilmiştir.” Cevap: Etlerimiz. Etlerimiz yerine “sözlerimizi” koyarsak ne olur? “Sözlerimiz İslâmi usûle göre kesilmiştir.” Gıybet olur mu diye yarıda kestiğimiz bir sohbeti hatırlıyor muyuz? Arkadan çekiştiriyor olabiliriz diye boynunu vurduğumuz bir sözümüz oldu mu? Nefeslerimizi kardeşimizin ölü etini yemek gibi iğrenç bir eylem için mundar etmiş olabileceğimizden hiç endişelendik mi?