Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Gerçek Tesettür (1 Kullanıcı)

deniz14

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2007
Mesajlar
707
Tepki puanı
6
Puanları
0
Konum
BOLU
Evli bayan evde paspal dışarı çıkarken makyajlı,giyimine özen gösteriyorsa,
Helal olanı değil Haram olan gözleri üstüne çekme derdindedir...
' Ha ben kendime bakıyorum dikkat ediyorum diyorsan...
- Dışarıda ki haram olan erkeklerinde dikkatini çekiyorsun demektir....



http://imageshack.us
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
33
Konum
.........
Peygamberimiz (s.a.v) buyuruyor ki: “Allah bu dinine bağlı genç fidanları yetiştirmeye devam edecek ve bu gençleri Allah’a itaat yolunda değerlendirecektir.” (İbn Mace: Mukaddime 1 Hadis No: 8; Ahmed b. Hanbel, Müsned: 4/200.)

Gençliğin Manevî Eğitiminde Öncelikler İyi Tespit Edilmelidir. Gençlere verilecek manevî eğitimde öncelikler önemlidir. Kuru, ezberci, slogan klişeler yerine; gençleri düşündürecek, ruh ve şuur verecek, onları motive edecek temel hedefler, ideal ölçüler, manevî ilkeler ve ahlakî prensipler tatlı bir dille sunulmalıdır. Bu temel ahlakî prensiplerden “ülfet”, “iffet” ve “izzet” mutlaka işlenmelidir.

Her şeyden önce ülfet (Sıcak iletişim, samimi diyalog) kurma üzerinde durulmalıdır. Aile ve çevre ile sıcak iletişim kurmanın önemi işlenmelidir. “Mü’min, başkalarıyla sıcak iletişim kurabilen ve başkalarının da kendisiyle sıcak iletişim kurabildiği kişidir.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned: 2/400.)

Efendimiz (s.a.v.) Medine döneminde önce kardeşlik üzerinde durdu. Mekkeli muhacirlerle Medineli Ensar arasında kardeşlik kurdu. İslam toplumunda ilk adımın “İslâm Kardeşliği” olduğunu cihana duyurdu.

İffet (haya, namus, tesettür ve mahremiyet konularında hassasiyet) sahibi olmak, genç için çok anlamlıdır. Günümüz dünyasında gözlerin ve hayânın korunması konusunda gençler özellikle uyarılmalı, kirli gözlerle, kirli kulaklarla, kirli gönüllerle istenen huzur ve saadet ortamının kurulamayacağı üzerinde durulmalıdır. Sokak, arkadaş çevresi ve medyadaki dikenlerden, hayatın her alanındaki kirli çamurlardan korunmak için titiz olma gereği anlatılmalıdır.

İzzet (onurlu, karakterli, kişilik sahibi olma) gençliğin ana özelliklerinden biri olmalıdır. İslamî şahsiyetin inşa edilebilmesi için, İslam tarihinden mümtaz şahsiyetler, seçkin örnekler, eşsiz tablolar gençliğe tatlı bir dille, güzel bir üslûpla sunulmalıdır.

Gençliğin Manevî Kalitesinde Gelişim, “İsabetli Yönlendirme” ile Mümkündür.

Değerli şair, edîb, mütefekkir, ilim, irfan ve gönül adamı Konyalı Ali Ulvi Kurucu merhumu, 2000 yılı Temmuz ayında Medine-i Münevvere’de birkaç öğretmenle birlikte ziyaret etmiştim. Ali Ulvi Hocaefendi, bize yaşlı gözlerle eğitimin önemini, eğitimde yönlendirmenin yerini anlattı. Bize:

-Öğrencilere önce sevgi aşılayın. Önce edeb öğretin, diyordu. Bir çocukluk hatırasını nakletti. Ali Ulvi Kurucu Hocaefendi şöyle diyordu:

-Çocuktum. Oruca yeni başladığım günlerdi. Medine-i Münevvere’de sıcak bir Ramazan gününde, yaz gününde öğle saatlerinde Ramazan ayında oruç tutuyordum. Sıcaktan ve susuzluktan ağzım kurumuş, âdeta bunalmıştım. Annem, bu sabırsızlığımı görmesine rağmen, beni bu sıcak yaz gününde öğle saatlerinde Afganlı yaşlı bir dedenin fırınından pide almak için gönderdi. Aksakallı Afganlı dede belinden üstünü açmış, sıcak fırının karşısında Temis adı verilen Ramazan pidesi pişiriyordu. Ben:

-Dede! Yanmıyor musun? dedim. Bana:

-Otur evladım, dedi. Anlatmaya başladı.

Peygamberimiz’in; “Ümmetimden, kim Medine’deki sıkıntılara ve zorluklara sabrederse; ben ona kıyamet gününde şefaatçi ya da şahid olurum.” (Müslim: Hac 481; Tirmizî: Menakıb 67; Malik, Muvatta: Medine 3) buyurduğunu anlattı.

Afganlı dede Medine’nin değerini, faziletini; Medine’nin soğuğuna ve sıcağına karşı sabırlı olmanın gereğini anlattı. Anlatıyor ağlıyor, anlatıyor ağlıyordu. Onu büyük bir zevkle dinledim. O güne kadar böyle tatlı konuşan birine rastlamamıştım. Açlığımı, susuzluğumu unutmuştum. Pideleri alıp Afganlı dedeye teşekkür edip ayrıldım.

Birkaç gün sonra anneme:

-Beni yine o pideciye göndersene, dedim. Tekrar gittiğimde Afganlı pideci dede vefat etmişti. Sonra öğrendim ki o sıradan bir pideci değilmiş; o bir Medine âşıkı, o bir Rasûlullah dostu, değerli bir ilim adamı ve gönül erbabı imiş. Annem beni aslında pide almaya değil, Medine âşıkı olan bir Hocaefendiden ders almaya göndermiş. Annelerimiz böyleydi. Bizi daima hayra yönlendirirlerdi. Bizi onlar böyle yetiştirdiler. Allah rahmet eylesin.

Ali Ulvi Hocaefendi, bizlere ve öğretmenlere:

-Gençleri, öğrencileri ilim ehline yönlendirin. Allah’ın salih kullarına yönlendirin. Gönül adamlarına yönlendirin ki manevî ufukları açılsın, diyordu. Canlı örnekler unutulmayacak örneklerdir.

Gençlerin Problemleriyle İlgilenmeyi İslâmî Bir Görev Kabul Etmeliyiz.
Her yerde her zaman ve her yaşta bazı problemler yaşanmıştır, yaşanacaktır. Önemli olan problemli gençlere şefkat kanatlarını germek, problemlerini paylaşmak ve problemlerine çözüm aramaktır. Genç adamı hayatta sorunlarıyla baş başa yalnız bırakmamak, her zaman gencin yanında olmak, gençliğe sadece nasihat etmekle değil, her yönden destek olmak iman kardeşliğinin gereğidir.

Mevlânâ Celâleddin Rumî zamanında bir genç intihar etmişti. İntihar, o zaman çok az rastlanan bir olaydı. Mevlana bu haberi duyunca irkilmiş ve:

- “O mahallede hiç Müslüman yok muydu?” demiştir.

Mevlana’ya göre ailevî, ekonomik, psikolojik ya da sağlıkla ilgili bir problemi olup tıkanan, bunalan ve sonunda intihara yönelen bu gençle ilgilenmek, o bölgedeki müslümanların en önemli görevidir.

Problemli gençle gereği gibi ilgilenmeyen, onun stres ve bunalıma düşmesine kayıtsız kalan, böylece onun intihara teşebbüs etmesine göz yuman bölge halkı Mevlânâ’ya göre sorumludur. Böyleleri “gerçek Müslüman” değildir.

Gençliğe Sözden Daha Çok, Vücut Dilimizle Hitap Edebilmeliyiz.
Muhataplarımıza, cemaatimize, öğrencilerimize ve genç kardeşlerimize sadece sözle değil, aynı zamanda tavır ve davranışlarımızla örnek olarak (Lisan-ı hal ile) ders vermeliyiz. Bazen tavır ve davranışlarımız, sükûtumuz hatta duruşumuz bile sözden daha tesirli olabilir. İçtenlik ve samimiyet daima daha verimli ve yararlı olmuştur.

Yunus Emre, davet, tebliğ ve irşâd için köy köy kasaba kasaba dolaşmaktadır. Bir kasaba girişinde kilise görünce bu kilisedeki papazı Hak Dine davet etmeye karar verir. Önce kiliseye girip müsait bir yerde iki rekat namaz kılar. Huşû içerisinde yaşlı gözlerle uzun uzun namaz kılar. Namazdan sonra büyük bir ihlasla içten dualar etmeye başlar. Sessizce başladığı duaya sesli devam eder. Duasının bir yerinde:

- Ya Rabbi! Bu mabede geldim. Namazımı kıldım. Dualar ettim. Burada batıl din mensubu birileri mutlaka vardır. Onlara da hidayeti nasib eyle, diye yaşlı gözlerle dualar eder. Onu başından beri hayranlıkla izleyen papazın kalbi yumuşamıştır. Hayatında tanıdığı azizler arasında bile böyle ihlâslı birini göremeyen Papaz:

-Yeter, yeter. Müslüman oldum, der. İslâm’la şereflenir. Yunus Emre’nin içtenlikle ve ihlâsla yaptığı dualar, Allah’ın izniyle o papazın hidayetine vesile olmuştur.
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
33
Konum
.........
Tesettür deyince aklımıza ilk gelen kadınlardır. Kadınlar arasında da gözümüze ilk çarpan başörtülülerdir. Aklımıza ilk geleni gözümüze ilk çarpan üzerinden düşünmeye başlayınca, bir de bakmışsınız aklımız gözümüze inmiş. Aklımızla değil gözümüzle düşünmeye başlamışız.
Anlayacağınız o ki, sorunumuz "dandik" tesettür değil, tesettürü "dandik" anlamaktır. Dandikliğe bakın: "Başını örttün mü, tesettürlüsün. Ört(e)medin mi, tesettürsüzsün..." Tesettürü bir tür "aç-kapa" yüzeyselliğinde algılamamız üzerinde biraz kafa yoralım fırsat gelmişken:

1. Tesettür önce erkeklerden beklenir: Nûr Sûresi'nde önce "mümin erkeklere", sonra "mümin kadınlara" hitap edilir. Sûrenin 30. ayeti, "Mümin erkeklere söyle..." diye başlar, 31. ayeti ise "mümin kadınlara söyle..." diye başlar. Erkeklerin tesettürü ile kadınların tesettürü arasında bir ayetlik öncelik farkı var demek ki...


2. Tesettür önce bakışla ilgilenir. Bakılan şeyle sonra ilgilenir: Nûr Sûresi'nde mümin erkeklere de mümin kadınlara da öncelikle "bakışlarını haramdan kısma"ları söylenir. "Mü'min erkeklere söyle: gözlerini sakınsınlar..." "Mümin kadınlara söyle gözlerini sakınsınlar..." Zaten bakışlara tesettür kazandırmadan, bakılan saçını ve bedenini örtse bile hayalde"soyulur" kadınlar. Tesettür, işte o zaman dandikleşir.


3. Tesettür sadece başını örtmek değildir: Nûr Sûresi'nde başörtüsü sorumluluğu olmayan erkeklere de, başörtüsü sorumluluğu olan kadınlara da "iffetlerini korumaları" söylenir ki, iffetlerini korumak başı açık erkeklere de başı kapalı kadınlara da farzdır. Başını örtmüş olsa da kadınlar ırzını korumuyor olabilir, başını ört[e]meyen her kadını hepten iffetsiz saymak kimsenin hakkı değil.


4. Tesettür öncelikle bir iç duruş ve tavırdır. Kılık ve kıyafet bu içsel duruşun ve özümsenmiş tavrın üzerinde ve sonrasında durur. Başının açıklığı dert edilmeyen bir erkek de "iffetini korumayarak" tesettürsüzlük yapabilir. Kılık kıyafet tesettürün sonucudur. Sonucu sebebin önüne koyarsak, temeli olmayan böylesi dandik "sonuç"lar görmeye devam ederiz. Böylece sözde bir takım gazetecilerin "tesettür kılığına girdim" diye caka satmasına fırsat veririz.


5. Tesettür önce iman etmektir: Nûr Sûresi'nde "iman eden" erkeklere ve "iman eden" kadınlara tesettür emredilir. Örtmek anlamına gelen "tesettür", görmesini Allah'ın görmesine açık, sözünü Allah'ın işitmesine açık, niyetini Allah'ın bilmesine açık bilmektir ki bilinçli bir kapalılığı besler. Yine örtmek anlamına gelen "küfür" de, kendini Allah'tan gizlediğini sanmaktır ki sorumsuz bir açık-saçıklığı doğurur.


6. Kadının da erkeğin de ziyneti imandır. İman kendini Allah'la markalamaktır. "Ben Allah'ın kuluyum. Ben Allah'ın sanat eseriyim..." diye/bilmektir. Sanat değeri yüksek olan eserlerin kıymeti maddesine üzerinden belirlenmez. Antik paralar kilo ile satılmaz. Bakır bile olsalar üzerlerindeki damgaya ve imzaya bakılır. O zaman birkaç gramlık bakır bile kilolarca altın kıymetinde olur. Kendi değerini Allah'tan bilirse insan, bakışını eşsiz bir hazine bilir, orda burda yağmalatmaz. Göz nurunu haramdan sakınır, setreder. Bedenini Allah'ın sanat eseri olarak bilirse bir erkek ya da kadın, saçını da bakışını da ziynet bilir. Başını örtmeyi kendine kendisi farz eder, içinden gelir örtünmek. Dışarıdan giydirilmez. Giyinişini içeriden başlatır.


7. Başını örtmüyor diye, örtemiyor diye, hatta örtmek istemiyor diye, bir kadını Allah'ın kulu ve sanatı olmaktan çıkarmaya hevesli dandik bakışlar asıl müstehcendir. Saçını açık bırakınca, her şeyi açıkta mı kalır kadının? Saçı görüneni iffetinden de soymak başlı başına tesettürsüz bir bakış değil mi?


8. Başörtüsü tesettürün hepsi değildir ama "füruat"/"teferruat" kelimesinin çağrıştırdığı, "olsa da bir olmasa da bir" gereksizliğinde görülmeyi de hak etmez. Tesettürün zirvesidir, örtünmenin baş tacıdır başörtüsü. En azından bu ülkede başının örtüsü yüzünden mesleğini, itibarını, geleceğini, yurdunu terk ederek bedel ödeyen kardeşlerimizin çabasını küçümseriz. Onların içten dirençlerini düşmanları karşısında yağmalatmak hiçbir gerekçenin örtemeyeceği bir kabalıktır. Hasetçileri karşısında onların elini güçsüzleştirmek apaçık bir insafsızlıktır. "Dandik" bir duruştur.


9. "Aşk"ından dolayı başını bağlamayan sözde "sufi" ehline gelince... Başını örtmemek ve hatta örtmek istememek başkadır, başını örtmesen de olur demek başkadır. Kurala uymayabilirsiniz. Hoş, benim de uymadığım onca kural varken, sizin ayıbınızla uğraşma hakkım yok. Ama kural uyduramazsınız. Kuralı Allah koyar; siz değil. Allah'tan kural koyma rolünü ç/almaya kalktığınızda herkesin hakkını açık açık yersiniz. Gerçek aşk ehli başkalarına farz olmayanı kendine farz kılar... Farzı kendine farz olmaktan çıkaran sizdeki bu aşk, aşk değil.


10. Bütün bu notlar, "benim kalbim temiz" kıvırtmasına malzeme olsun diye yazılmadı. Kalbinin temiz olmasını isteyenler, çağına örfüne, iklimine mevsimine, kültürüne çevresine göre hesaplar yapmadan önce Nur Sûresi'nin 30-31. ayetinin anlam ırmağına yatırırlar kalplerini. Önyargısız ve hesapsız. Kitabına uydurmak yerine Kitab'a uyarlar.

Senai Demirci
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
33
Konum
.........
Tesettürün takva örtüsü ile birlikte olması gerektiğini de "Ey Ademoğulları! Size çirkin yerlerinizi örtecek bir giysi, bir de giyip süsleneceğiniz bir giysi indirdik. Takva örtüsü ise daha hayırlıdır."4 ayetiyle hatırlatmak istiyorum.
Bu hem beyler, hem de bayanlar için geçerli bir tesettürdür. Takva örtüsü farzları yerine getirmek, günahlardan kaçınmakla olur. Hanımların ve erkeklerin bir arada bulunduğu ortamlarda birbirlerine yabancı olan kadın ve erkeklerin gereksiz sohbetler etmekten kaçınması takva elbisesidir.

Erkeklerin yabancı hanımlara bakmaması da bir takva elbisesidir. Bilhassa tesettürlü hanımların yabancı erkeklerle şakalaşmak, gülmek, sesini güzelleştirmek için doğal olmayan çabalar sarf etmek gibi tutumlar sergilemesi iffetli bir Müslüman hanıma yakışmayacak hal ve davranışlardandır.

Aksi takdirde hem kendine, hem dâvâsına, hem de tesettürlü hemcinslerine, daha geniş dairede İslamiyete büyük zararlar vermiş olacaktır. Yani tesettür; salih amel, iffet ve takva ile birleştiği takdirde gerçek manasına kavuşmuş olacaktır.

Sadece içinde bulunduğu asırla kalmayıp gelecek asırları da entelektüel bakış açısıyla aydınlatan Bediüzzaman Said Nursi, tesettür üzerine yazdığı 24. Lem’ada tesettür emrinin fıtrî gerekliliğini geniş bir şekilde izah eder.

“Tesettür kadınları esaret altına alıyor” diyen sefih medeniyete karşı, tesettürün hürriyet ve hakiki medeniyet olduğunu anlatır. Tesettürsüzlüğün ise kadın ve erkek arasındaki güven, sadakat ve muhabbet gibi duyguları zayıflattığını, aile yapısına ve topluma zararlar verdiğini örneklerle açık bir şekilde ispat eder.

Bediüzzaman tesettürsüzlüğü evlenmelere mani ve fuhşa teşvik edici mahiyette görmektedir. Zira “En asrî ve serseri genç dahi refika-i hayatını namuslu ister. Kendi gibi asrî, açık saçık olmasını istemediğinden bekâr kalır” demektedir.

Ve yine Bediüzzaman’a göre, kadını güzelleştiren şey ve kadının hakikî ve daimî güzelliği içtimaî hayatta yer alan süslenmek, vücutlarını teşhir etmek olmayıp, terbiye-i İslâmiye dairesinde âdâb-ı Kur’âniye ziynetidir.

Öyleyse modası hiç geçmeyen daimi bir süs ve ebedî bir güzellik için tesettür özüne dönmeli.
 

deniz14

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2007
Mesajlar
707
Tepki puanı
6
Puanları
0
Konum
BOLU
Peygamberimiz (s.a.v) buyuruyor ki: “Allah bu dinine bağlı genç fidanları yetiştirmeye devam edecek ve bu gençleri Allah’a itaat yolunda değerlendirecektir.” (İbn Mace: Mukaddime 1 Hadis No: 8; Ahmed b. Hanbel, Müsned: 4/200.)

Gençliğin Manevî Eğitiminde Öncelikler İyi Tespit Edilmelidir. Gençlere verilecek manevî eğitimde öncelikler önemlidir. Kuru, ezberci, slogan klişeler yerine; gençleri düşündürecek, ruh ve şuur verecek, onları motive edecek temel hedefler, ideal ölçüler, manevî ilkeler ve ahlakî prensipler tatlı bir dille sunulmalıdır. Bu temel ahlakî prensiplerden “ülfet”, “iffet” ve “izzet” mutlaka işlenmelidir.

Her şeyden önce ülfet (Sıcak iletişim, samimi diyalog) kurma üzerinde durulmalıdır. Aile ve çevre ile sıcak iletişim kurmanın önemi işlenmelidir. “Mü’min, başkalarıyla sıcak iletişim kurabilen ve başkalarının da kendisiyle sıcak iletişim kurabildiği kişidir.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned: 2/400.)

Efendimiz (s.a.v.) Medine döneminde önce kardeşlik üzerinde durdu. Mekkeli muhacirlerle Medineli Ensar arasında kardeşlik kurdu. İslam toplumunda ilk adımın “İslâm Kardeşliği” olduğunu cihana duyurdu.

İffet (haya, namus, tesettür ve mahremiyet konularında hassasiyet) sahibi olmak, genç için çok anlamlıdır. Günümüz dünyasında gözlerin ve hayânın korunması konusunda gençler özellikle uyarılmalı, kirli gözlerle, kirli kulaklarla, kirli gönüllerle istenen huzur ve saadet ortamının kurulamayacağı üzerinde durulmalıdır. Sokak, arkadaş çevresi ve medyadaki dikenlerden, hayatın her alanındaki kirli çamurlardan korunmak için titiz olma gereği anlatılmalıdır.

İzzet (onurlu, karakterli, kişilik sahibi olma) gençliğin ana özelliklerinden biri olmalıdır. İslamî şahsiyetin inşa edilebilmesi için, İslam tarihinden mümtaz şahsiyetler, seçkin örnekler, eşsiz tablolar gençliğe tatlı bir dille, güzel bir üslûpla sunulmalıdır.

Gençliğin Manevî Kalitesinde Gelişim, “İsabetli Yönlendirme” ile Mümkündür.

Değerli şair, edîb, mütefekkir, ilim, irfan ve gönül adamı Konyalı Ali Ulvi Kurucu merhumu, 2000 yılı Temmuz ayında Medine-i Münevvere’de birkaç öğretmenle birlikte ziyaret etmiştim. Ali Ulvi Hocaefendi, bize yaşlı gözlerle eğitimin önemini, eğitimde yönlendirmenin yerini anlattı. Bize:

-Öğrencilere önce sevgi aşılayın. Önce edeb öğretin, diyordu. Bir çocukluk hatırasını nakletti. Ali Ulvi Kurucu Hocaefendi şöyle diyordu:

-Çocuktum. Oruca yeni başladığım günlerdi. Medine-i Münevvere’de sıcak bir Ramazan gününde, yaz gününde öğle saatlerinde Ramazan ayında oruç tutuyordum. Sıcaktan ve susuzluktan ağzım kurumuş, âdeta bunalmıştım. Annem, bu sabırsızlığımı görmesine rağmen, beni bu sıcak yaz gününde öğle saatlerinde Afganlı yaşlı bir dedenin fırınından pide almak için gönderdi. Aksakallı Afganlı dede belinden üstünü açmış, sıcak fırının karşısında Temis adı verilen Ramazan pidesi pişiriyordu. Ben:

-Dede! Yanmıyor musun? dedim. Bana:

-Otur evladım, dedi. Anlatmaya başladı.

Peygamberimiz’in; “Ümmetimden, kim Medine’deki sıkıntılara ve zorluklara sabrederse; ben ona kıyamet gününde şefaatçi ya da şahid olurum.” (Müslim: Hac 481; Tirmizî: Menakıb 67; Malik, Muvatta: Medine 3) buyurduğunu anlattı.

Afganlı dede Medine’nin değerini, faziletini; Medine’nin soğuğuna ve sıcağına karşı sabırlı olmanın gereğini anlattı. Anlatıyor ağlıyor, anlatıyor ağlıyordu. Onu büyük bir zevkle dinledim. O güne kadar böyle tatlı konuşan birine rastlamamıştım. Açlığımı, susuzluğumu unutmuştum. Pideleri alıp Afganlı dedeye teşekkür edip ayrıldım.

Birkaç gün sonra anneme:

-Beni yine o pideciye göndersene, dedim. Tekrar gittiğimde Afganlı pideci dede vefat etmişti. Sonra öğrendim ki o sıradan bir pideci değilmiş; o bir Medine âşıkı, o bir Rasûlullah dostu, değerli bir ilim adamı ve gönül erbabı imiş. Annem beni aslında pide almaya değil, Medine âşıkı olan bir Hocaefendiden ders almaya göndermiş. Annelerimiz böyleydi. Bizi daima hayra yönlendirirlerdi. Bizi onlar böyle yetiştirdiler. Allah rahmet eylesin.

Ali Ulvi Hocaefendi, bizlere ve öğretmenlere:

-Gençleri, öğrencileri ilim ehline yönlendirin. Allah’ın salih kullarına yönlendirin. Gönül adamlarına yönlendirin ki manevî ufukları açılsın, diyordu. Canlı örnekler unutulmayacak örneklerdir.

Gençlerin Problemleriyle İlgilenmeyi İslâmî Bir Görev Kabul Etmeliyiz.
Her yerde her zaman ve her yaşta bazı problemler yaşanmıştır, yaşanacaktır. Önemli olan problemli gençlere şefkat kanatlarını germek, problemlerini paylaşmak ve problemlerine çözüm aramaktır. Genç adamı hayatta sorunlarıyla baş başa yalnız bırakmamak, her zaman gencin yanında olmak, gençliğe sadece nasihat etmekle değil, her yönden destek olmak iman kardeşliğinin gereğidir.

Mevlânâ Celâleddin Rumî zamanında bir genç intihar etmişti. İntihar, o zaman çok az rastlanan bir olaydı. Mevlana bu haberi duyunca irkilmiş ve:

- “O mahallede hiç Müslüman yok muydu?” demiştir.

Mevlana’ya göre ailevî, ekonomik, psikolojik ya da sağlıkla ilgili bir problemi olup tıkanan, bunalan ve sonunda intihara yönelen bu gençle ilgilenmek, o bölgedeki müslümanların en önemli görevidir.

Problemli gençle gereği gibi ilgilenmeyen, onun stres ve bunalıma düşmesine kayıtsız kalan, böylece onun intihara teşebbüs etmesine göz yuman bölge halkı Mevlânâ’ya göre sorumludur. Böyleleri “gerçek Müslüman” değildir.

Gençliğe Sözden Daha Çok, Vücut Dilimizle Hitap Edebilmeliyiz.
Muhataplarımıza, cemaatimize, öğrencilerimize ve genç kardeşlerimize sadece sözle değil, aynı zamanda tavır ve davranışlarımızla örnek olarak (Lisan-ı hal ile) ders vermeliyiz. Bazen tavır ve davranışlarımız, sükûtumuz hatta duruşumuz bile sözden daha tesirli olabilir. İçtenlik ve samimiyet daima daha verimli ve yararlı olmuştur.

Yunus Emre, davet, tebliğ ve irşâd için köy köy kasaba kasaba dolaşmaktadır. Bir kasaba girişinde kilise görünce bu kilisedeki papazı Hak Dine davet etmeye karar verir. Önce kiliseye girip müsait bir yerde iki rekat namaz kılar. Huşû içerisinde yaşlı gözlerle uzun uzun namaz kılar. Namazdan sonra büyük bir ihlasla içten dualar etmeye başlar. Sessizce başladığı duaya sesli devam eder. Duasının bir yerinde:

- Ya Rabbi! Bu mabede geldim. Namazımı kıldım. Dualar ettim. Burada batıl din mensubu birileri mutlaka vardır. Onlara da hidayeti nasib eyle, diye yaşlı gözlerle dualar eder. Onu başından beri hayranlıkla izleyen papazın kalbi yumuşamıştır. Hayatında tanıdığı azizler arasında bile böyle ihlâslı birini göremeyen Papaz:

-Yeter, yeter. Müslüman oldum, der. İslâm’la şereflenir. Yunus Emre’nin içtenlikle ve ihlâsla yaptığı dualar, Allah’ın izniyle o papazın hidayetine vesile olmuştur.

Ellerine kollarına sağlık..çok güzel bir yazı paylaşmışsın..Allah c.c. razı olsun senden..
 

deniz14

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2007
Mesajlar
707
Tepki puanı
6
Puanları
0
Konum
BOLU
Pylaşımlar için teşekkür ederim..Rabbim inşallah O'na layık kullar oluruz..
 

deniz14

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2007
Mesajlar
707
Tepki puanı
6
Puanları
0
Konum
BOLU
Paylaşılan yazı uzundu lakin üşenmeden okudum..okudğuma değdi diye düşünüyorum :) tkrar teşk ederm..
 

Sedaa_*

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 May 2012
Mesajlar
2,150
Tepki puanı
6
Puanları
0
Yaş
23
Kapanmak istiyorum ama evimizde kafama uygun bone yok maalesef :(

Ablam kapanıyor mu kapanmıyor mu belli değil, ayakları tamamen kapatan bir etek giymiyor ama başı kapalı.

İş yerinde de uzun etekler giyilebilir ama ablam pantolon giyiyor, etek sıkıyor diyor ama bol etek giyilebilir.

Pantolon yaz havada onu sıkıp bunaltır asıl, Allah'ım onu affeder inşallah :( :(
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
33
Konum
.........
Paylaşılan yazı uzundu lakin üşenmeden okudum..okudğuma değdi diye düşünüyorum :) tkrar teşk ederm..
aslında haklısınız yazıyı bölmek gerekiyordu ama ben okunca sıkılmadığım için bölmedim böyle güzel bir konu açtınız için ben size çok teşekkür ederim:)zamanınızı ayırıp okudunuz için teşekkürler:)
 

deniz14

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2007
Mesajlar
707
Tepki puanı
6
Puanları
0
Konum
BOLU
aslında haklısınız yazıyı bölmek gerekiyordu ama ben okunca sıkılmadığım için bölmedim böyle güzel bir konu açtınız için ben size çok teşekkür ederim:)zamanınızı ayırıp okudunuz için teşekkürler:)

Okumayı seven birazda merakı olan bir insan okumaktan sıkılmayacaktır daha da heyecanla sabrla okuyacaktır..bnde bu şeklde sabrla ve merkla okudum...:)
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
33
Konum
.........
Tesettürü Bekleyen Tuzak
İslâm temiz bir toplum inşa arzusundadır; bunu
gerçekleştirmenin ön şartı da temiz bireyi inşadır. Şüphesiz İslâm
medeniyeti bu temel üzeirne yükselmiştir; bu medeniyet kendisini yine
bu temel üzerinde yeniden inşa gayretindedir. Lokal ve global bazda
medeniyetler arası bir çatışmadan sık sık bahsedilmesinin altında,
bu yeniden inşa gayretlerinin ete ve kemiğe bürünmeden sabota edilmesi
artniyeti yatar.

Bu yazıda, temiz toplumu birey ekseninde kurma gayretlerinden
biri olan ve dinde gerektiği gibi örtünme manasına gelen "tesettür"ün
taşıdığı ruh ele alınacaktır


Modernitenin icad ettiği yeni paganizmin ilahı modacılar,
dayattıkları "moda" diniyle tesettüre de yeni mana ve biçim verme
gayretkeşliğine soyunmuş, sözüm ona bazı islamcılar da tesettürü şirin
göstermek, tesettür üzerinde ki baskıları azaltmak gerekçesiyle bu
modacılara alkış tutmaktadır. Daha sık görmeye başladığımız "tesettür
defileleri" anlaşılan artarak devam edeceğe benziyor! First Lady
Erdoğan'ın Malezya ve Pakistan resmi ziyaretlerinde ki varlığı medya
da sadece tesettürünün şıklığı, Kanal 7'nin ifadesiyle "göz
doldurması" hasebiyle yeralmış, modacılar Sayın Erdoğan'ın tesettürüne
yine medya da not verme yarışına girerek estetiğin ölçüsünün yalnız ve
yalnız kendileri olduğu iddasını birkez daha yinelemişlerdir.


Açıkça görmek gerekir ki, "tesettüre davet" "davetkâr
tesettür"e dönüştürülerek Müslüman hanımın tesettürü hedef alınmıştır.
Hernekadar biz konuyu Türkiye bağlamında ele alıyorsak da bu olgu
sadece Türkiye'ye has birşey de değil. Arap ve Arap olmayan İslâm
coğrafyasına ait tv'lere ve özellikle dini programları sunan
hanımların tesettürüne baktığımızda ne demek istediğimiz daha açıkça
anlaşılacaktır. Ziynetleri teşhir ederek örtünme yolları en ince
şekilde öğretilmekte, sanki Müslüman hanıma; "aynı zamanda hem örtülü
hem de seksi olabilirsin" telkinleri yapılmaktadır. Postmodernizmin
helal ve haram koalisyonu anlayışı oteki olan herşeyi aslında bozarak
kabullenme eğilimindedir.


İslami tesettürü "davetkâr tesettür"e dömüştürme çabası
İblis'in dahi şapka çıkartacağı bir hinliktir. Böylece "tesettür"den
ruhu çekip alınarak "tesettür ahlâksızlaştıralmak istenmektedir. Her
Müslüman -hanım ve erkek- tesettüre kurulan tuzağın farkında olmak ve
bu komployu geçersiz kılma direnişinde olmalıdır, gerekirse bedelini
de ödeyerek. Yapılması gereken ilk iş özillikle de genç dimağlarda
tesettürün taşıdığı ve ma'şeri vicdanda da kabul görmüş vechiyle;
ahlâki boyutuna, diğer bir ifadeyle tessettüre hayat veren, onu o
yapan ruhuna dikkat çekmektir.


İBADETLERİN BİRER RUHU VARDIR!


Allah'ın (C.C), insanlara ittiba etmeleri için gönderdiği
şer'î hükümler sadece şeklî talepler değildir. Şer'î hükümlerin
konulmasında birey ve toplum için hayatî gâye ve maksatlar vardır. Bu
gâye ve maksatlar yerine getirilmiyorsa yahut eda edilen ibâdetler
sonuçta bu gâyelere götürmüyorsa o ibadetlerin Allah katında
makbuliyeti en iyimser yaklaşımla tartışmalıdır. Nasıl ki insan madde
ve ruhtan murekkep ise ibâdetler de böyledir; bir zâhirî bir de bâtıni
boyutu vardır. Bunlardan birisini hangi ibâdetten çekip alırsanız o
ibâdet istenilen gâye ve maksada götürmeyecektir. Bu hususu şöyle
açabiliriz:


Mesela Namaz, metafizik konsantrasyon keyfiyetinde mü'minin
daimi miracı olma özelliği taşıyan bir ibâdettir. Kur'an'ı Kerim
namazı emrederken şöyle der :
" Namazı kıl. Muhakkak ki namaz, fahşâdan (hayâsızlıktan, çirkin
işlerden) ve münkerden (kötülüklerden) alıkoyar." (Ankebut : 45 )
Bu husus hadislerde çok daha detaylı açıklanmış hatta yukarıda ayetin
zikrettiği sıfatları barındırmayan namazların şeklen namaz olsa da
keyfiyet olarak namaz olmadığı vurgulanmıştır. Namaz bireye ruhî ve
ahlâkî bir olgunluk kazandırmıyorsa yine en hafif ifadeyle eksiktir.


Oruç ibâdeti için de Kur'an'ı Kerim şöyle buyurur :


" Ey iman edenler! Oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz
kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz, takvâ
sahibi olursunuz." (Bakara : 183 )
Korunmak ve takvâ sahibi olmak, böylece; ahlâk ziynetini kuşanan
tutarlı ve kıvamlı bireyler oluşturmak bu ibâdetin gâyesi olduğu
açıktır. Hadislerde de bu gâyeyi yerine getirmiyen Oruç ibâdetinin o
insana aç kalmaktan ziyade bir şey kazandırmayacağı özellikle
vurgulanmıştır.


Bu husus İslâm'ın emrettiği bütün ibâdetlerde, emir ve
yasaklarda da böyledir. Yine Kur'an-ı Kerim'in ibâdetin ruhuna vurgu
yaptığı Allah'a kurban adama emri çok çarpıcıdır. Şöyle buyurur Yüce
Mevlâ:


"Elbette onların etleri ve kanları Allah'a ulaşmayacaktır. Ancak O'na
sizin takvanız –samimiyetiniz, hâlis niyetiniz, içten bağlılığınız-
ulaşacaktır" (Hac: 37)


Bu âyette bir ibâdetin ancak samimiyet ve takva ile yapılmışsa
Allah tarafından kabul edileceği bildirilmiş ve mü'minler bu konuda
uyarılmıştır. Görüldüğü gibi şekli ibâdet önemli olmakla beraber asıl
önemli olan husus insanın iç dünyasında Allah'a olan samimiyeti,
teslimiyeti, takvası ve huşûsudur. İşte bunlar bir ibâdetin özüdür;
ruhudur. Bunlarsız bir ibâdetin ruhsuz bir bedenden ne farkı vardır?


Maksadımızı biraz daha açabilmek için İslâm'da hicret
mefhumuna baş vurabiliriz:
Hicret, İslâmı daha iyi yaşayabilmek için bir yerden başka bir yere
göç etmektir. Hicretin dindeki yeri, Peygamber Efindimizin bir
medeniyet kuran o muhteşem hicreti hepimzce malumdur. Burada gözden
kaçmaması gereken durum maddi âlemde yapılan hicretin öcelikle manevi
alemde gerçekleştirilmesi zaruretidir. Bu hakikati ilk nâzil olan
âyetlerde görebiliriz:


"Ey örtüsüne bürünen (Peygamber)! Kalk artık uyar. Sadece
Rabbini yücelt. Elbiseni temizle. Pislikten sakın, ondan hicret et."
(Müddessir: 1-5)
Âyeti kerime maddi anlamda elbiseyi temiz tutmak ve pislikten
sakınmayı emrettiği gibi iç dünyada ki temizliğe ve hicrete de işaret
eder. Nitekim merhum Elmalılı bu âyetin tefsirinde şöyle der: "siyab"
(giysi) kelimesi nefisten veya kalpten kinaye olmak üzere birçok
tefsirci âyetini "kendini veya kalbini günahtan, haksızlıktan temiz
tut, yaptığın uyarıları kabule engel olacak kirli huylardan sakın,
öğütlerinin kabul edilmesini sağlayacak olan güzel ahlâk ile ahlâklan"
diye manevî ve ahlâkî temizlik ile tefsir etmişlerdir."


Özellikle beşinci âyette "ver'Rücze fehcür" pislik ve
azaptan uzak dur, onlardan hicret et, emri, insanın metafizik âlemde
hicretine vurgu yapar. Zaten gerçek tevbe ve teslimiyet bu ilk
hicretle başlar.


İç dünyasında şirkten; fısk-fucûrdan, tevhîde; rizayı ilâhiye
hicret edememiş bir kişinin maddi dünyada da hicret etmesi ve hicret
niyetine farklı hedefler de katmaması oldukça güçtür. Bu yüzden olacak
ki Hz. Ömer'in rivayet ettiği bir hadis de Efendimiz şöyle buyuruyor:
"Ameller niyetlere göredir. Herkese niyet ettiği şey vardır. Öyleyse
kimin hicreti Allah'a ve Resülüne ise, onun hicreti Allah ve
Resülünedir. Kimin hicreti de elde edeceği bir dünyalığa veya
nikâhlanacağı bir kadına ise, onun hicreti de o hicret ettiği
şeyedir." [1]


Takva Örtü İlişkisi


Yukarıda anlatılanların ışığında şöyle dersek yanılmış
olmayız: Tesüttürü testtür yapan onu giymiş bedenin taşıdığı ruhun
kalitesidir, takvasıdır, vakarıdır. Bütün ibâdet ve davranışlarda
olduğu gibi tesettürün ruhu da budur. Tesettürü podyumlar da mankenler
de giyiyiyor; ancak, dikkat ettiyseniz tesettür o bedenleri örtmüyor,
birkaç metre kumaştan başka birşey ifade etmiyor. Manken tesettürü,
"lütfen bana bak" etiketi gibi durmaktadır. Kadının kişiliğini değil
dişiliğini öne çıkarmakta ve malesef kadını cinsel bir obje olarak
sunmaktan geri durmamaktadır.
Modernitenin kadına kurduğu en büyük tuzak, sözümona "özgürlük"
kurmacasında onu soyup erkeğin cinsel objesi kılmasıdır. Modernitenin,
koyduğu ölçülere göre, güzel olmayan ve cinsel obje olmaktan çıkmış
yaşlı kadınlara tahammülsüzlüğünün sebebi de burada yatmaktadır. Bunun
farkında olan Batı kadını ilerleyen yaşına rağmen genç ve güzel
kalabilmek için estetik ameliyatlara, güzellik salonlarına servetler
harcamaktadır. Zira, yine Batı'da ortaya çıkmış aydınlanma paradigması
olan "düşünüyorum ohalde varım"ın yerini "soyunuyorum, tüketiliyorum,
ohalde varım" almıştır. Ben varım diyen kadının varlığını özellikle
bedeni üzerinden isbatlaması gerekmektedir. Sanatcı kişiliğinden daha
fazla seksi özellikleriyle öne çıkmış güya sanatçılar ideal modeller
olarak toplumun önüne konmuştur.
Genç nesillere Madonna'yı sorsak bilmeyen çıkar mı acaba? Ya da
artist, şarkıcı vb. taifeden isim sorulsa kaç isim bir çırpıda
sayılabilir? Peki, akıl kalitesiyle, insanlığın yararına
ürettikleriyle "ben varım" demiş hanım ismi sorulsa acaba aynı
insanlar isim verebilirler mi? Neden keyfiyet sahibi hanımlar model
olarak sunulmaz? Neden; estetik, cazibeli, soyunan kadın genç
dimağlara model olarak sunulur? Bir Hz. Meryem, bir Hz. Aişe, acaba
nekadar modeldir? Bu pörsümüş zihniyetin şimdiler de tesettüre el
atmasının aceb sebebi ne ola? Bu soruları çoğaltarak kendimize sormalı
değilmiyiz?


ÖRTÜLÜYKEN ÇIPLAK OLMAK


Örtülüyken çıplak olmak mümkünmüdür? İlginçtir, bu soru
İslâm'ın ilk dönemlerinden beri tartışılır olmuştur. Böyle bir vakıa
olduğundan değil elbette. Peygamber Efendimizin bir hadislerinde fitne
tezahürlerinden olan; "örtülüyken çıplak kadınlar" zümresini
zikrettiğinden, hadis şârihleri de bu konuyu vuzûhata kavuştrmaya
çalışmış, bu nasıl mümkün olacak, hem örtülü hem de çıplak? haberini
ümmete bir uyarı da olması sebebiyle de tartışmışlardır.
Öncelikle bu garabeti haber veren hadisi şerifi zikredelim:


Ebu Hureyra (r.a) Peygamber Efendimiz (a.s)'ın şöyle
buyurduğunu rivayet etti : "Cehennem halkından iki sınıf var ki ben
onları görmedim: 1) Yanlarında bulunan, sığır kuyruğu gibi kırbaç
(cop)larla insanları döven bir topluluk, 2) Başları (saçları) deve
hörgücü gibi olan, zarif ve cazibeli, giyinik oldukları halde çıplak
kadınlar. Ki bunlar cennete giremeyecekleri gibi onun kokusunu bile
alamayacaklardır. Oysa cennetin kokusu nice uzak mesafelerden alınır."
[2]


Hadis şârihlerinin bu hadisi anlamlandırmada zorluk çekmeleri hadisi
anlamlandıramadıkları manasına gelmez. Ancak, bu garabetin yani
örtünme ve çıplaklığın aynı anda birarada olması tezatların birarada
olması manasına geldiğinden şerhte zorlandıkları âşikârdır. Eğer Hadis
şârihleri bizim gördüklerimizi görselerdi: "Ya rab! Habibine
bahşettiğin bir mucize herkese âşikâr oldu. Giyinik ama çıplak
kadınlar zümresi bu asırda olduğu kadar başka hiçbir asırda tezahür
etmedi!" derlerdi.


Söz Hadis şârihlerinden açılmışken onların mezkur hadis üzerine
söylediklerinden bir nebze de olsa zikretmek sanırım yararlı olur:


Örtülüyken açık olma hali genel olarak; bedeni yahut bedenin tenini
hissettirecek tarzda şeffaf giyisilerle örtünmek [3], yahut kokular
sürerek topluma çıkmak, kırıtarak yürümek, haramlara meyletmek vb.
fitne tezahürleri tarzında anlaşılmıştır. [4]
Bu yorumlara, örtüyü bedene yapışacak, beden hatlarını belli edecek
tarzda dar ya da pantlon giyinme, tesettürü; bedeni teşhir eden,
zararlı okları –yabancı bakışı- celbeden bir araç kılma halleri de
katılabilir. Benim öncelikle bu hadisten anladığım, "Hicab'ı
hicapsızlaştırmak" alarmıdır.


Kendisiyle roportaj yapan gazeteye, nargile içerken ve burnundan duman
çıkarırken poz veren, toplum içinde elinde sıgarayla tafra atan,
Tarkan'ın konserine gidip en ön safta: "Tarkan! Senin için
çıldırıyorum!" çığırtkanlığı yapan tesettürlü acaba ne kadar kendinde?
Ve ne kadar tesettürünün bilincinde? Bu tür görüntüler tesettürün,
metafizik alemle ilişkisini nasıl koparacağının alametidir;
sekülerleşmesidir.


Son Söz
Takvâ, Allah Teala karşısında ruhun tüm samimiyetiyle saygı duruşudur.
Amele yansıması da O'nun buyruklarını sevgi ve korku dengesinde eda
etmektir. Kur'an'ı Kerim de şöyle buyurulmuştur:
Allahü Teala o takvâ sâhiplerini sever. (Âl-i İmrân sûresi: 76)
Zira, Allah'a itaatin ve butün güzel davranışların temelidir takvâ.
Takvâsız tesettür vakarsızdır; işte bu nokta, tesettür özelinde ibâdet
ve geleneğin ayrıştığı noktadır.
Tesettürden takvâ çalınmak isteniyor; yani tesettürün ruhu isteniyor;
sözün özü, tesettür katledilmek isteniyor. Bu cinâyete dur diyelim.
Suskunluğumuzla, tepkisizliğimizle bu cinâyete ortak olmayalım.
Tesettürü, üniversite kapısandaki yasakcı zihniyet ruhsuzlaştıramaz.
Tesettürü ancak bizim duyarsızlığımız ruhsuzlaştırır,
ahlâksızlaştırır. O zaman üniversite kapısında ki yasakcı zihniyet
ruhsuzlaştırılmız tesettüre geçit verir. Şu bilinmelidir ki, yasak
birkaç metrelik kumaş parçasına değildir, yasak o kumaşta ki ruhadır;
ahlâkadır; özedir.
Davetkâr bir bakış İslâm'da nasıl reddedilmişse, davetkâr bir
tesettürün de reddedileceği izahtan varestir. Tesettür herşeyden önce
ruhsal bir edeptir; bu onun bedensel bir edep olduğunun inkarı değil
bilakis gerekçesidir.
Nur Suresi'ne iman etmiş bir tesettür bu edebi en güzel şekil de
temsil edecektir!​

 

ibra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
25 Eyl 2009
Mesajlar
6,106
Tepki puanı
12
Puanları
38
Yaş
30
Konum
Konya
Herhalde denk gelmiştir sizede televizyonda çok az giyim üzerine reklam var bazı erkek firmaları vedeee Tesettür giyim adı altında yapılan reklamlar!


Demekki ne kadar çoook para kazanıyorlar
Demekki ne kadar çoook kişiye satıyorlar
Özellikle son yıllarda tesettür giyim adı altında o kadar çok mağaza açılıyor üretim artıyor sonra haberler şöyle "TÜRKİYE MUHAFAZAKARLAŞIYOR"

öyle kızlar varki güzel olmak için böyle giyiniyorlar bundan %100 eminim ... ALLAH hidayet versin
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
33
Konum
.........
İslâm temiz bir toplum inşa arzusundadır; bunu
gerçekleştirmenin ön şartı da temiz bireyi inşadır. Şüphesiz İslâm
medeniyeti bu temel üzeirne yükselmiştir; bu medeniyet kendisini yine
bu temel üzerinde yeniden inşa gayretindedir. Lokal ve global bazda
medeniyetler arası bir çatışmadan sık sık bahsedilmesinin altında,
bu yeniden inşa gayretlerinin ete ve kemiğe bürünmeden sabota edilmesi
artniyeti yatar.

Bu yazıda, temiz toplumu birey ekseninde kurma gayretlerinden
biri olan ve dinde gerektiği gibi örtünme manasına gelen "tesettür"ün
taşıdığı ruh ele alınacaktır


Modernitenin icad ettiği yeni paganizmin ilahı modacılar,
dayattıkları "moda" diniyle tesettüre de yeni mana ve biçim verme
gayretkeşliğine soyunmuş, sözüm ona bazı islamcılar da tesettürü şirin
göstermek, tesettür üzerinde ki baskıları azaltmak gerekçesiyle bu
modacılara alkış tutmaktadır. Daha sık görmeye başladığımız "tesettür
defileleri" anlaşılan artarak devam edeceğe benziyor! First Lady
Erdoğan'ın Malezya ve Pakistan resmi ziyaretlerinde ki varlığı medya
da sadece tesettürünün şıklığı, Kanal 7'nin ifadesiyle "göz
doldurması" hasebiyle yeralmış, modacılar Sayın Erdoğan'ın tesettürüne
yine medya da not verme yarışına girerek estetiğin ölçüsünün yalnız ve
yalnız kendileri olduğu iddasını birkez daha yinelemişlerdir.


Açıkça görmek gerekir ki, "tesettüre davet" "davetkâr
tesettür"e dönüştürülerek Müslüman hanımın tesettürü hedef alınmıştır.
Hernekadar biz konuyu Türkiye bağlamında ele alıyorsak da bu olgu
sadece Türkiye'ye has birşey de değil. Arap ve Arap olmayan İslâm
coğrafyasına ait tv'lere ve özellikle dini programları sunan
hanımların tesettürüne baktığımızda ne demek istediğimiz daha açıkça
anlaşılacaktır. Ziynetleri teşhir ederek örtünme yolları en ince
şekilde öğretilmekte, sanki Müslüman hanıma; "aynı zamanda hem örtülü
hem de seksi olabilirsin" telkinleri yapılmaktadır. Postmodernizmin
helal ve haram koalisyonu anlayışı oteki olan herşeyi aslında bozarak
kabullenme eğilimindedir.


İslami tesettürü "davetkâr tesettür"e dömüştürme çabası
İblis'in dahi şapka çıkartacağı bir hinliktir. Böylece "tesettür"den
ruhu çekip alınarak "tesettür ahlâksızlaştıralmak istenmektedir. Her
Müslüman -hanım ve erkek- tesettüre kurulan tuzağın farkında olmak ve
bu komployu geçersiz kılma direnişinde olmalıdır, gerekirse bedelini
de ödeyerek. Yapılması gereken ilk iş özillikle de genç dimağlarda
tesettürün taşıdığı ve ma'şeri vicdanda da kabul görmüş vechiyle;
ahlâki boyutuna, diğer bir ifadeyle tessettüre hayat veren, onu o
yapan ruhuna dikkat çekmektir.


İBADETLERİN BİRER RUHU VARDIR!


Allah'ın (C.C), insanlara ittiba etmeleri için gönderdiği
şer'î hükümler sadece şeklî talepler değildir. Şer'î hükümlerin
konulmasında birey ve toplum için hayatî gâye ve maksatlar vardır. Bu
gâye ve maksatlar yerine getirilmiyorsa yahut eda edilen ibâdetler
sonuçta bu gâyelere götürmüyorsa o ibadetlerin Allah katında
makbuliyeti en iyimser yaklaşımla tartışmalıdır. Nasıl ki insan madde
ve ruhtan murekkep ise ibâdetler de böyledir; bir zâhirî bir de bâtıni
boyutu vardır. Bunlardan birisini hangi ibâdetten çekip alırsanız o
ibâdet istenilen gâye ve maksada götürmeyecektir. Bu hususu şöyle
açabiliriz:


Mesela Namaz, metafizik konsantrasyon keyfiyetinde mü'minin
daimi miracı olma özelliği taşıyan bir ibâdettir. Kur'an'ı Kerim
namazı emrederken şöyle der :
" Namazı kıl. Muhakkak ki namaz, fahşâdan (hayâsızlıktan, çirkin
işlerden) ve münkerden (kötülüklerden) alıkoyar." (Ankebut : 45 )
Bu husus hadislerde çok daha detaylı açıklanmış hatta yukarıda ayetin
zikrettiği sıfatları barındırmayan namazların şeklen namaz olsa da
keyfiyet olarak namaz olmadığı vurgulanmıştır. Namaz bireye ruhî ve
ahlâkî bir olgunluk kazandırmıyorsa yine en hafif ifadeyle eksiktir.


Oruç ibâdeti için de Kur'an'ı Kerim şöyle buyurur :


" Ey iman edenler! Oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz
kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz, takvâ
sahibi olursunuz." (Bakara : 183 )
Korunmak ve takvâ sahibi olmak, böylece; ahlâk ziynetini kuşanan
tutarlı ve kıvamlı bireyler oluşturmak bu ibâdetin gâyesi olduğu
açıktır. Hadislerde de bu gâyeyi yerine getirmiyen Oruç ibâdetinin o
insana aç kalmaktan ziyade bir şey kazandırmayacağı özellikle
vurgulanmıştır.


Bu husus İslâm'ın emrettiği bütün ibâdetlerde, emir ve
yasaklarda da böyledir. Yine Kur'an-ı Kerim'in ibâdetin ruhuna vurgu
yaptığı Allah'a kurban adama emri çok çarpıcıdır. Şöyle buyurur Yüce
Mevlâ:


"Elbette onların etleri ve kanları Allah'a ulaşmayacaktır. Ancak O'na
sizin takvanız –samimiyetiniz, hâlis niyetiniz, içten bağlılığınız-
ulaşacaktır" (Hac: 37)


Bu âyette bir ibâdetin ancak samimiyet ve takva ile yapılmışsa
Allah tarafından kabul edileceği bildirilmiş ve mü'minler bu konuda
uyarılmıştır. Görüldüğü gibi şekli ibâdet önemli olmakla beraber asıl
önemli olan husus insanın iç dünyasında Allah'a olan samimiyeti,
teslimiyeti, takvası ve huşûsudur. İşte bunlar bir ibâdetin özüdür;
ruhudur. Bunlarsız bir ibâdetin ruhsuz bir bedenden ne farkı vardır?


Maksadımızı biraz daha açabilmek için İslâm'da hicret
mefhumuna baş vurabiliriz:
Hicret, İslâmı daha iyi yaşayabilmek için bir yerden başka bir yere
göç etmektir. Hicretin dindeki yeri, Peygamber Efindimizin bir
medeniyet kuran o muhteşem hicreti hepimzce malumdur. Burada gözden
kaçmaması gereken durum maddi âlemde yapılan hicretin öcelikle manevi
alemde gerçekleştirilmesi zaruretidir. Bu hakikati ilk nâzil olan
âyetlerde görebiliriz:


"Ey örtüsüne bürünen (Peygamber)! Kalk artık uyar. Sadece
Rabbini yücelt. Elbiseni temizle. Pislikten sakın, ondan hicret et."
(Müddessir: 1-5)
Âyeti kerime maddi anlamda elbiseyi temiz tutmak ve pislikten
sakınmayı emrettiği gibi iç dünyada ki temizliğe ve hicrete de işaret
eder. Nitekim merhum Elmalılı bu âyetin tefsirinde şöyle der: "siyab"
(giysi) kelimesi nefisten veya kalpten kinaye olmak üzere birçok
tefsirci âyetini "kendini veya kalbini günahtan, haksızlıktan temiz
tut, yaptığın uyarıları kabule engel olacak kirli huylardan sakın,
öğütlerinin kabul edilmesini sağlayacak olan güzel ahlâk ile ahlâklan"
diye manevî ve ahlâkî temizlik ile tefsir etmişlerdir."


Özellikle beşinci âyette "ver'Rücze fehcür" pislik ve
azaptan uzak dur, onlardan hicret et, emri, insanın metafizik âlemde
hicretine vurgu yapar. Zaten gerçek tevbe ve teslimiyet bu ilk
hicretle başlar.


İç dünyasında şirkten; fısk-fucûrdan, tevhîde; rizayı ilâhiye
hicret edememiş bir kişinin maddi dünyada da hicret etmesi ve hicret
niyetine farklı hedefler de katmaması oldukça güçtür. Bu yüzden olacak
ki Hz. Ömer'in rivayet ettiği bir hadis de Efendimiz şöyle buyuruyor:
"Ameller niyetlere göredir. Herkese niyet ettiği şey vardır. Öyleyse
kimin hicreti Allah'a ve Resülüne ise, onun hicreti Allah ve
Resülünedir. Kimin hicreti de elde edeceği bir dünyalığa veya
nikâhlanacağı bir kadına ise, onun hicreti de o hicret ettiği
şeyedir." [1]


Takva Örtü İlişkisi


Yukarıda anlatılanların ışığında şöyle dersek yanılmış
olmayız: Tesüttürü testtür yapan onu giymiş bedenin taşıdığı ruhun
kalitesidir, takvasıdır, vakarıdır. Bütün ibâdet ve davranışlarda
olduğu gibi tesettürün ruhu da budur. Tesettürü podyumlar da mankenler
de giyiyiyor; ancak, dikkat ettiyseniz tesettür o bedenleri örtmüyor,
birkaç metre kumaştan başka birşey ifade etmiyor. Manken tesettürü,
"lütfen bana bak" etiketi gibi durmaktadır. Kadının kişiliğini değil
dişiliğini öne çıkarmakta ve malesef kadını cinsel bir obje olarak
sunmaktan geri durmamaktadır.
Modernitenin kadına kurduğu en büyük tuzak, sözümona "özgürlük"
kurmacasında onu soyup erkeğin cinsel objesi kılmasıdır. Modernitenin,
koyduğu ölçülere göre, güzel olmayan ve cinsel obje olmaktan çıkmış
yaşlı kadınlara tahammülsüzlüğünün sebebi de burada yatmaktadır. Bunun
farkında olan Batı kadını ilerleyen yaşına rağmen genç ve güzel
kalabilmek için estetik ameliyatlara, güzellik salonlarına servetler
harcamaktadır. Zira, yine Batı'da ortaya çıkmış aydınlanma paradigması
olan "düşünüyorum ohalde varım"ın yerini "soyunuyorum, tüketiliyorum,
ohalde varım" almıştır. Ben varım diyen kadının varlığını özellikle
bedeni üzerinden isbatlaması gerekmektedir. Sanatcı kişiliğinden daha
fazla seksi özellikleriyle öne çıkmış güya sanatçılar ideal modeller
olarak toplumun önüne konmuştur.
Genç nesillere Madonna'yı sorsak bilmeyen çıkar mı acaba? Ya da
artist, şarkıcı vb. taifeden isim sorulsa kaç isim bir çırpıda
sayılabilir? Peki, akıl kalitesiyle, insanlığın yararına
ürettikleriyle "ben varım" demiş hanım ismi sorulsa acaba aynı
insanlar isim verebilirler mi? Neden keyfiyet sahibi hanımlar model
olarak sunulmaz? Neden; estetik, cazibeli, soyunan kadın genç
dimağlara model olarak sunulur? Bir Hz. Meryem, bir Hz. Aişe, acaba
nekadar modeldir? Bu pörsümüş zihniyetin şimdiler de tesettüre el
atmasının aceb sebebi ne ola? Bu soruları çoğaltarak kendimize sormalı
değilmiyiz?


ÖRTÜLÜYKEN ÇIPLAK OLMAK


Örtülüyken çıplak olmak mümkünmüdür? İlginçtir, bu soru
İslâm'ın ilk dönemlerinden beri tartışılır olmuştur. Böyle bir vakıa
olduğundan değil elbette. Peygamber Efendimizin bir hadislerinde fitne
tezahürlerinden olan; "örtülüyken çıplak kadınlar" zümresini
zikrettiğinden, hadis şârihleri de bu konuyu vuzûhata kavuştrmaya
çalışmış, bu nasıl mümkün olacak, hem örtülü hem de çıplak? haberini
ümmete bir uyarı da olması sebebiyle de tartışmışlardır.
Öncelikle bu garabeti haber veren hadisi şerifi zikredelim:


Ebu Hureyra (r.a) Peygamber Efendimiz (a.s)'ın şöyle
buyurduğunu rivayet etti : "Cehennem halkından iki sınıf var ki ben
onları görmedim: 1) Yanlarında bulunan, sığır kuyruğu gibi kırbaç
(cop)larla insanları döven bir topluluk, 2) Başları (saçları) deve
hörgücü gibi olan, zarif ve cazibeli, giyinik oldukları halde çıplak
kadınlar. Ki bunlar cennete giremeyecekleri gibi onun kokusunu bile
alamayacaklardır. Oysa cennetin kokusu nice uzak mesafelerden alınır."
[2]


Hadis şârihlerinin bu hadisi anlamlandırmada zorluk çekmeleri hadisi
anlamlandıramadıkları manasına gelmez. Ancak, bu garabetin yani
örtünme ve çıplaklığın aynı anda birarada olması tezatların birarada
olması manasına geldiğinden şerhte zorlandıkları âşikârdır. Eğer Hadis
şârihleri bizim gördüklerimizi görselerdi: "Ya rab! Habibine
bahşettiğin bir mucize herkese âşikâr oldu. Giyinik ama çıplak
kadınlar zümresi bu asırda olduğu kadar başka hiçbir asırda tezahür
etmedi!" derlerdi.


Söz Hadis şârihlerinden açılmışken onların mezkur hadis üzerine
söylediklerinden bir nebze de olsa zikretmek sanırım yararlı olur:


Örtülüyken açık olma hali genel olarak; bedeni yahut bedenin tenini
hissettirecek tarzda şeffaf giyisilerle örtünmek [3], yahut kokular
sürerek topluma çıkmak, kırıtarak yürümek, haramlara meyletmek vb.
fitne tezahürleri tarzında anlaşılmıştır. [4]
Bu yorumlara, örtüyü bedene yapışacak, beden hatlarını belli edecek
tarzda dar ya da pantlon giyinme, tesettürü; bedeni teşhir eden,
zararlı okları –yabancı bakışı- celbeden bir araç kılma halleri de
katılabilir. Benim öncelikle bu hadisten anladığım, "Hicab'ı
hicapsızlaştırmak" alarmıdır.


Kendisiyle roportaj yapan gazeteye, nargile içerken ve burnundan duman
çıkarırken poz veren, toplum içinde elinde sıgarayla tafra atan,
Tarkan'ın konserine gidip en ön safta: "Tarkan! Senin için
çıldırıyorum!" çığırtkanlığı yapan tesettürlü acaba ne kadar kendinde?
Ve ne kadar tesettürünün bilincinde? Bu tür görüntüler tesettürün,
metafizik alemle ilişkisini nasıl koparacağının alametidir;
sekülerleşmesidir.


Son Söz
Takvâ, Allah Teala karşısında ruhun tüm samimiyetiyle saygı duruşudur.
Amele yansıması da O'nun buyruklarını sevgi ve korku dengesinde eda
etmektir. Kur'an'ı Kerim de şöyle buyurulmuştur:
Allahü Teala o takvâ sâhiplerini sever. (Âl-i İmrân sûresi: 76)
Zira, Allah'a itaatin ve butün güzel davranışların temelidir takvâ.
Takvâsız tesettür vakarsızdır; işte bu nokta, tesettür özelinde ibâdet
ve geleneğin ayrıştığı noktadır.
Tesettürden takvâ çalınmak isteniyor; yani tesettürün ruhu isteniyor;
sözün özü, tesettür katledilmek isteniyor. Bu cinâyete dur diyelim.
Suskunluğumuzla, tepkisizliğimizle bu cinâyete ortak olmayalım.
Tesettürü, üniversite kapısandaki yasakcı zihniyet ruhsuzlaştıramaz.
Tesettürü ancak bizim duyarsızlığımız ruhsuzlaştırır,
ahlâksızlaştırır. O zaman üniversite kapısında ki yasakcı zihniyet
ruhsuzlaştırılmız tesettüre geçit verir. Şu bilinmelidir ki, yasak
birkaç metrelik kumaş parçasına değildir, yasak o kumaşta ki ruhadır;
ahlâkadır; özedir.
Davetkâr bir bakış İslâm'da nasıl reddedilmişse, davetkâr bir
tesettürün de reddedileceği izahtan varestir. Tesettür herşeyden önce
ruhsal bir edeptir; bu onun bedensel bir edep olduğunun inkarı değil
bilakis gerekçesidir.
Nur Suresi'ne iman etmiş bir tesettür bu edebi en güzel şekil de
temsil edecektir!
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt