İslâm temiz bir toplum inşa arzusundadır; bunu
gerçekleştirmenin ön şartı da temiz bireyi inşadır. Şüphesiz İslâm
medeniyeti bu temel üzeirne yükselmiştir; bu medeniyet kendisini yine
bu temel üzerinde yeniden inşa gayretindedir. Lokal ve global bazda
medeniyetler arası bir çatışmadan sık sık bahsedilmesinin altında,
bu yeniden inşa gayretlerinin ete ve kemiğe bürünmeden sabota edilmesi
artniyeti yatar.
Bu yazıda, temiz toplumu birey ekseninde kurma gayretlerinden
biri olan ve dinde gerektiği gibi örtünme manasına gelen "tesettür"ün
taşıdığı ruh ele alınacaktır
Modernitenin icad ettiği yeni paganizmin ilahı modacılar,
dayattıkları "moda" diniyle tesettüre de yeni mana ve biçim verme
gayretkeşliğine soyunmuş, sözüm ona bazı islamcılar da tesettürü şirin
göstermek, tesettür üzerinde ki baskıları azaltmak gerekçesiyle bu
modacılara alkış tutmaktadır. Daha sık görmeye başladığımız "tesettür
defileleri" anlaşılan artarak devam edeceğe benziyor! First Lady
Erdoğan'ın Malezya ve Pakistan resmi ziyaretlerinde ki varlığı medya
da sadece tesettürünün şıklığı, Kanal 7'nin ifadesiyle "göz
doldurması" hasebiyle yeralmış, modacılar Sayın Erdoğan'ın tesettürüne
yine medya da not verme yarışına girerek estetiğin ölçüsünün yalnız ve
yalnız kendileri olduğu iddasını birkez daha yinelemişlerdir.
Açıkça görmek gerekir ki, "tesettüre davet" "davetkâr
tesettür"e dönüştürülerek Müslüman hanımın tesettürü hedef alınmıştır.
Hernekadar biz konuyu Türkiye bağlamında ele alıyorsak da bu olgu
sadece Türkiye'ye has birşey de değil. Arap ve Arap olmayan İslâm
coğrafyasına ait tv'lere ve özellikle dini programları sunan
hanımların tesettürüne baktığımızda ne demek istediğimiz daha açıkça
anlaşılacaktır. Ziynetleri teşhir ederek örtünme yolları en ince
şekilde öğretilmekte, sanki Müslüman hanıma; "aynı zamanda hem örtülü
hem de seksi olabilirsin" telkinleri yapılmaktadır. Postmodernizmin
helal ve haram koalisyonu anlayışı oteki olan herşeyi aslında bozarak
kabullenme eğilimindedir.
İslami tesettürü "davetkâr tesettür"e dömüştürme çabası
İblis'in dahi şapka çıkartacağı bir hinliktir. Böylece "tesettür"den
ruhu çekip alınarak "tesettür ahlâksızlaştıralmak istenmektedir. Her
Müslüman -hanım ve erkek- tesettüre kurulan tuzağın farkında olmak ve
bu komployu geçersiz kılma direnişinde olmalıdır, gerekirse bedelini
de ödeyerek. Yapılması gereken ilk iş özillikle de genç dimağlarda
tesettürün taşıdığı ve ma'şeri vicdanda da kabul görmüş vechiyle;
ahlâki boyutuna, diğer bir ifadeyle tessettüre hayat veren, onu o
yapan ruhuna dikkat çekmektir.
İBADETLERİN BİRER RUHU VARDIR!
Allah'ın (C.C), insanlara ittiba etmeleri için gönderdiği
şer'î hükümler sadece şeklî talepler değildir. Şer'î hükümlerin
konulmasında birey ve toplum için hayatî gâye ve maksatlar vardır. Bu
gâye ve maksatlar yerine getirilmiyorsa yahut eda edilen ibâdetler
sonuçta bu gâyelere götürmüyorsa o ibadetlerin Allah katında
makbuliyeti en iyimser yaklaşımla tartışmalıdır. Nasıl ki insan madde
ve ruhtan murekkep ise ibâdetler de böyledir; bir zâhirî bir de bâtıni
boyutu vardır. Bunlardan birisini hangi ibâdetten çekip alırsanız o
ibâdet istenilen gâye ve maksada götürmeyecektir. Bu hususu şöyle
açabiliriz:
Mesela Namaz, metafizik konsantrasyon keyfiyetinde mü'minin
daimi miracı olma özelliği taşıyan bir ibâdettir. Kur'an'ı Kerim
namazı emrederken şöyle der :
" Namazı kıl. Muhakkak ki namaz, fahşâdan (hayâsızlıktan, çirkin
işlerden) ve münkerden (kötülüklerden) alıkoyar." (Ankebut : 45 )
Bu husus hadislerde çok daha detaylı açıklanmış hatta yukarıda ayetin
zikrettiği sıfatları barındırmayan namazların şeklen namaz olsa da
keyfiyet olarak namaz olmadığı vurgulanmıştır. Namaz bireye ruhî ve
ahlâkî bir olgunluk kazandırmıyorsa yine en hafif ifadeyle eksiktir.
Oruç ibâdeti için de Kur'an'ı Kerim şöyle buyurur :
" Ey iman edenler! Oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz
kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz, takvâ
sahibi olursunuz." (Bakara : 183 )
Korunmak ve takvâ sahibi olmak, böylece; ahlâk ziynetini kuşanan
tutarlı ve kıvamlı bireyler oluşturmak bu ibâdetin gâyesi olduğu
açıktır. Hadislerde de bu gâyeyi yerine getirmiyen Oruç ibâdetinin o
insana aç kalmaktan ziyade bir şey kazandırmayacağı özellikle
vurgulanmıştır.
Bu husus İslâm'ın emrettiği bütün ibâdetlerde, emir ve
yasaklarda da böyledir. Yine Kur'an-ı Kerim'in ibâdetin ruhuna vurgu
yaptığı Allah'a kurban adama emri çok çarpıcıdır. Şöyle buyurur Yüce
Mevlâ:
"Elbette onların etleri ve kanları Allah'a ulaşmayacaktır. Ancak O'na
sizin takvanız –samimiyetiniz, hâlis niyetiniz, içten bağlılığınız-
ulaşacaktır" (Hac: 37)
Bu âyette bir ibâdetin ancak samimiyet ve takva ile yapılmışsa
Allah tarafından kabul edileceği bildirilmiş ve mü'minler bu konuda
uyarılmıştır. Görüldüğü gibi şekli ibâdet önemli olmakla beraber asıl
önemli olan husus insanın iç dünyasında Allah'a olan samimiyeti,
teslimiyeti, takvası ve huşûsudur. İşte bunlar bir ibâdetin özüdür;
ruhudur. Bunlarsız bir ibâdetin ruhsuz bir bedenden ne farkı vardır?
Maksadımızı biraz daha açabilmek için İslâm'da hicret
mefhumuna baş vurabiliriz:
Hicret, İslâmı daha iyi yaşayabilmek için bir yerden başka bir yere
göç etmektir. Hicretin dindeki yeri, Peygamber Efindimizin bir
medeniyet kuran o muhteşem hicreti hepimzce malumdur. Burada gözden
kaçmaması gereken durum maddi âlemde yapılan hicretin öcelikle manevi
alemde gerçekleştirilmesi zaruretidir. Bu hakikati ilk nâzil olan
âyetlerde görebiliriz:
"Ey örtüsüne bürünen (Peygamber)! Kalk artık uyar. Sadece
Rabbini yücelt. Elbiseni temizle. Pislikten sakın, ondan hicret et."
(Müddessir: 1-5)
Âyeti kerime maddi anlamda elbiseyi temiz tutmak ve pislikten
sakınmayı emrettiği gibi iç dünyada ki temizliğe ve hicrete de işaret
eder. Nitekim merhum Elmalılı bu âyetin tefsirinde şöyle der: "siyab"
(giysi) kelimesi nefisten veya kalpten kinaye olmak üzere birçok
tefsirci âyetini "kendini veya kalbini günahtan, haksızlıktan temiz
tut, yaptığın uyarıları kabule engel olacak kirli huylardan sakın,
öğütlerinin kabul edilmesini sağlayacak olan güzel ahlâk ile ahlâklan"
diye manevî ve ahlâkî temizlik ile tefsir etmişlerdir."
Özellikle beşinci âyette "ver'Rücze fehcür" pislik ve
azaptan uzak dur, onlardan hicret et, emri, insanın metafizik âlemde
hicretine vurgu yapar. Zaten gerçek tevbe ve teslimiyet bu ilk
hicretle başlar.
İç dünyasında şirkten; fısk-fucûrdan, tevhîde; rizayı ilâhiye
hicret edememiş bir kişinin maddi dünyada da hicret etmesi ve hicret
niyetine farklı hedefler de katmaması oldukça güçtür. Bu yüzden olacak
ki Hz. Ömer'in rivayet ettiği bir hadis de Efendimiz şöyle buyuruyor:
"Ameller niyetlere göredir. Herkese niyet ettiği şey vardır. Öyleyse
kimin hicreti Allah'a ve Resülüne ise, onun hicreti Allah ve
Resülünedir. Kimin hicreti de elde edeceği bir dünyalığa veya
nikâhlanacağı bir kadına ise, onun hicreti de o hicret ettiği
şeyedir." [1]
Takva Örtü İlişkisi
Yukarıda anlatılanların ışığında şöyle dersek yanılmış
olmayız: Tesüttürü testtür yapan onu giymiş bedenin taşıdığı ruhun
kalitesidir, takvasıdır, vakarıdır. Bütün ibâdet ve davranışlarda
olduğu gibi tesettürün ruhu da budur. Tesettürü podyumlar da mankenler
de giyiyiyor; ancak, dikkat ettiyseniz tesettür o bedenleri örtmüyor,
birkaç metre kumaştan başka birşey ifade etmiyor. Manken tesettürü,
"lütfen bana bak" etiketi gibi durmaktadır. Kadının kişiliğini değil
dişiliğini öne çıkarmakta ve malesef kadını cinsel bir obje olarak
sunmaktan geri durmamaktadır.
Modernitenin kadına kurduğu en büyük tuzak, sözümona "özgürlük"
kurmacasında onu soyup erkeğin cinsel objesi kılmasıdır. Modernitenin,
koyduğu ölçülere göre, güzel olmayan ve cinsel obje olmaktan çıkmış
yaşlı kadınlara tahammülsüzlüğünün sebebi de burada yatmaktadır. Bunun
farkında olan Batı kadını ilerleyen yaşına rağmen genç ve güzel
kalabilmek için estetik ameliyatlara, güzellik salonlarına servetler
harcamaktadır. Zira, yine Batı'da ortaya çıkmış aydınlanma paradigması
olan "düşünüyorum ohalde varım"ın yerini "soyunuyorum, tüketiliyorum,
ohalde varım" almıştır. Ben varım diyen kadının varlığını özellikle
bedeni üzerinden isbatlaması gerekmektedir. Sanatcı kişiliğinden daha
fazla seksi özellikleriyle öne çıkmış güya sanatçılar ideal modeller
olarak toplumun önüne konmuştur.
Genç nesillere Madonna'yı sorsak bilmeyen çıkar mı acaba? Ya da
artist, şarkıcı vb. taifeden isim sorulsa kaç isim bir çırpıda
sayılabilir? Peki, akıl kalitesiyle, insanlığın yararına
ürettikleriyle "ben varım" demiş hanım ismi sorulsa acaba aynı
insanlar isim verebilirler mi? Neden keyfiyet sahibi hanımlar model
olarak sunulmaz? Neden; estetik, cazibeli, soyunan kadın genç
dimağlara model olarak sunulur? Bir Hz. Meryem, bir Hz. Aişe, acaba
nekadar modeldir? Bu pörsümüş zihniyetin şimdiler de tesettüre el
atmasının aceb sebebi ne ola? Bu soruları çoğaltarak kendimize sormalı
değilmiyiz?
ÖRTÜLÜYKEN ÇIPLAK OLMAK
Örtülüyken çıplak olmak mümkünmüdür? İlginçtir, bu soru
İslâm'ın ilk dönemlerinden beri tartışılır olmuştur. Böyle bir vakıa
olduğundan değil elbette. Peygamber Efendimizin bir hadislerinde fitne
tezahürlerinden olan; "örtülüyken çıplak kadınlar" zümresini
zikrettiğinden, hadis şârihleri de bu konuyu vuzûhata kavuştrmaya
çalışmış, bu nasıl mümkün olacak, hem örtülü hem de çıplak? haberini
ümmete bir uyarı da olması sebebiyle de tartışmışlardır.
Öncelikle bu garabeti haber veren hadisi şerifi zikredelim:
Ebu Hureyra (r.a) Peygamber Efendimiz (a.s)'ın şöyle
buyurduğunu rivayet etti : "Cehennem halkından iki sınıf var ki ben
onları görmedim: 1) Yanlarında bulunan, sığır kuyruğu gibi kırbaç
(cop)larla insanları döven bir topluluk, 2) Başları (saçları) deve
hörgücü gibi olan, zarif ve cazibeli, giyinik oldukları halde çıplak
kadınlar. Ki bunlar cennete giremeyecekleri gibi onun kokusunu bile
alamayacaklardır. Oysa cennetin kokusu nice uzak mesafelerden alınır."
[2]
Hadis şârihlerinin bu hadisi anlamlandırmada zorluk çekmeleri hadisi
anlamlandıramadıkları manasına gelmez. Ancak, bu garabetin yani
örtünme ve çıplaklığın aynı anda birarada olması tezatların birarada
olması manasına geldiğinden şerhte zorlandıkları âşikârdır. Eğer Hadis
şârihleri bizim gördüklerimizi görselerdi: "Ya rab! Habibine
bahşettiğin bir mucize herkese âşikâr oldu. Giyinik ama çıplak
kadınlar zümresi bu asırda olduğu kadar başka hiçbir asırda tezahür
etmedi!" derlerdi.
Söz Hadis şârihlerinden açılmışken onların mezkur hadis üzerine
söylediklerinden bir nebze de olsa zikretmek sanırım yararlı olur:
Örtülüyken açık olma hali genel olarak; bedeni yahut bedenin tenini
hissettirecek tarzda şeffaf giyisilerle örtünmek [3], yahut kokular
sürerek topluma çıkmak, kırıtarak yürümek, haramlara meyletmek vb.
fitne tezahürleri tarzında anlaşılmıştır. [4]
Bu yorumlara, örtüyü bedene yapışacak, beden hatlarını belli edecek
tarzda dar ya da pantlon giyinme, tesettürü; bedeni teşhir eden,
zararlı okları –yabancı bakışı- celbeden bir araç kılma halleri de
katılabilir. Benim öncelikle bu hadisten anladığım, "Hicab'ı
hicapsızlaştırmak" alarmıdır.
Kendisiyle roportaj yapan gazeteye, nargile içerken ve burnundan duman
çıkarırken poz veren, toplum içinde elinde sıgarayla tafra atan,
Tarkan'ın konserine gidip en ön safta: "Tarkan! Senin için
çıldırıyorum!" çığırtkanlığı yapan tesettürlü acaba ne kadar kendinde?
Ve ne kadar tesettürünün bilincinde? Bu tür görüntüler tesettürün,
metafizik alemle ilişkisini nasıl koparacağının alametidir;
sekülerleşmesidir.
Son Söz
Takvâ, Allah Teala karşısında ruhun tüm samimiyetiyle saygı duruşudur.
Amele yansıması da O'nun buyruklarını sevgi ve korku dengesinde eda
etmektir. Kur'an'ı Kerim de şöyle buyurulmuştur:
Allahü Teala o takvâ sâhiplerini sever. (Âl-i İmrân sûresi: 76)
Zira, Allah'a itaatin ve butün güzel davranışların temelidir takvâ.
Takvâsız tesettür vakarsızdır; işte bu nokta, tesettür özelinde ibâdet
ve geleneğin ayrıştığı noktadır.
Tesettürden takvâ çalınmak isteniyor; yani tesettürün ruhu isteniyor;
sözün özü, tesettür katledilmek isteniyor. Bu cinâyete dur diyelim.
Suskunluğumuzla, tepkisizliğimizle bu cinâyete ortak olmayalım.
Tesettürü, üniversite kapısandaki yasakcı zihniyet ruhsuzlaştıramaz.
Tesettürü ancak bizim duyarsızlığımız ruhsuzlaştırır,
ahlâksızlaştırır. O zaman üniversite kapısında ki yasakcı zihniyet
ruhsuzlaştırılmız tesettüre geçit verir. Şu bilinmelidir ki, yasak
birkaç metrelik kumaş parçasına değildir, yasak o kumaşta ki ruhadır;
ahlâkadır; özedir.
Davetkâr bir bakış İslâm'da nasıl reddedilmişse, davetkâr bir
tesettürün de reddedileceği izahtan varestir. Tesettür herşeyden önce
ruhsal bir edeptir; bu onun bedensel bir edep olduğunun inkarı değil
bilakis gerekçesidir.
Nur Suresi'ne iman etmiş bir tesettür bu edebi en güzel şekil de
temsil edecektir!