Emanet
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 11 Nis 2008
- Mesajlar
- 3,573
- Tepki puanı
- 32
- Puanları
- 48
- Yaş
- 38
Zaman zaman günümüz gençliğinin düştüğü duruma hayret ediyor, belki de yadırgıyoruz. Oysa onlar içimizde yetiştiler, yetişiyorlar. Bu gençler kimimizin çocuğu, kimimizin kardeşi, kimimizin arkadaşı. O halde yadırganması gereken biri varsa o da toplum olarak bizleriz. Çünkü topladığımız meyve, diktiğimiz ağacın meyvesidir.
Modern dünyanın dini arka plana iten, dünyacı, ben-merkezci ve hazcı kültürü özellikle gençlerimizin manevi hayatı üzerinde ciddi kırılmalara yol açmakta, onları başıboşluğa düşkün, şiddet ve şehvete meyilli, mutsuz, amaçsız birer insan haline dönüştürmektedir.
Sürekli artan suçlar
Suç istatistiklerine baktığımızda özellikle ülkemizde suçların yaklaşık yarısının, 25 yaş altındaki çocuk ve gençler tarafından işlendiği göze çarpıyor. Yine uyuşturucu madde kaçakçılığı yapan, uyuşturucu madde satan suçluların çoğunun 15-25 yaş aralığındaki gençler olduğu tespit edilmiş. Öte yandan yapılan farklı çalışmalarda gençlerin yaklaşık %10-15’inin önemli bir ruhsal bozukluk geçirdiğini ortaya koymuş durumda.
Görünen o ki günümüz gençliği amansız bir girdabın içerisinde çırpınıp duruyor. Halbuki onlar bizim içimizde, yanıbaşımızda yetişip bu yaşa geldiler. Başka yerde suçlu aramanın bir manası yok. Bir kusurları varsa şayet, bunda toplum olarak hepimizin az çok payı var. Belki gereği gibi örnek olamadık onlara. Sorumluluklarımızı yerine getiremedik. Çocuklarımıza gerçek manada ebeveynlik, öğrencilerimize hakkı, şükrü, kanaati öğretecek, tavsiye edecek bir öğretmenlik yapamamış da olabiliriz.
Gerekçe ne olursa olsun, bir yerlerde sorun olduğu kesin. Bugün gelinen noktaya bakarak dövünüp durmanın bir anlamı yok. Zararın neresinden dönülürse kârdır. Bu durumda toplum olarak hepimize çok iş düşüyor. Genç nesli bu girdaptan çekip alacak, geleceğe övünülecek nesiller bırakacak gayretli ve kudretli ellere ihtiyaç var.
En azından sorumluluğumuz altındakileri yönlendirmek, onlara doğruyu ve güzeli anlatmak durumundayız. Zira herkes sorumluluğu altındakilerden sorumludur. Nitekim hadis-i şerifte: “Hepiniz çobansınız ve sorumluluğunuz altındakilerden mesulsünüz. Yönetici çobandır. Erkek ailesinin çobanıdır. Kadın, evinin ve çocuğunun çobanıdır. Hasılı hepiniz çobansınız ve yönlendirmeniz altındakilerden sorumlusunuz.” (Buhârî) buyrularak bu duruma dikkat çekilmiştir.
Elbette genç neslin menfi gidişatını tek bir nedene bağlamak doğru değil. Medya, kötü ortam, yanlışa çok kolay ulaşma imkanı ve daha nice sorumluluk sahibi kişileri aşan etkenler... Ancak bu nedenlerin belki de en başında “eğitim” geliyor. Her ne kadar beylik bir ifade olsa da biz yine de tekrarlamak istiyoruz: “Gençlerimizin kurtuluşu için eğitim şart!.”
Hangi eğitim?
Eğitimden kastımız; pozitif bilim odaklı bir eğitim değil tabii ki. Bu tarz bir eğitim her çocuğa okul hayatı boyunca veriliyor zaten. Bütün bir eğitim sistemimiz bu maksat için var.
Bizim kastımız manevi gelişimi hayatın merkezine alan dinî ve ahlâkî eğitimdir. Şimdilerde “değerler eğitimi” denilen şey. Sosyal bilimcilerin çoğu, insan davranışlarının kontrol edilmesinde dinin aktif rol oynadığını kabul etmişlerdir. Ayrıca pek çok batılı araştırmacının dinî hassasiyete sahip olmanın suçu azalttığı sonucuna ulaştıkları da biliniyor.
Diğer taraftan, konuyla ilgili araştırmalar, maneviyat ile ilgili konuların psikolojik, fizyolojik ve sosyal ilişkiler üzerinde faydalı etkilerinin olduğunu göstermektedir. İnanç ile hayattan memnuniyet, tatmin hissi, mutluluk, ümit, iyimserlik ve hayatın anlamı gibi ruh sağlığının çeşitli yönleri üzerinde anlamlı bir ilişki olduğu bu araştırmalarla teyit ediliyor. (Bir örnek olarak: Semra Karakaya, Dindarlık ve Kişilik Arasındaki İlişki, Yüksek Lisans Tezi,
Anlıyoruz ki manevi eğitimden geçirilmeyen, din ve ahlâk duygusundan uzak genç, hangi eğitime tabi tutulursa tutulsun, neticede pek çok bakımdan sorunlarla karşımıza çıkar. Böyle bir eğitim sürecinden geçmiş olan genç ise Allah’tan korkan, günah ve suçtan uzak durmaya çalışan, herkesin hakkına saygılı davranan, namuslu, merhametli, iyilik sever ve daha pek çok erdeme sahip biri oluyor.
Dinî ve ahlâkî eğitimine önem verilerek yetiştirilmiş gençler hepten mi sorunsuz olurlar? Tabii ki hayır. Onların da sorunları olabilir, onlar da suça meyledebilirler, onların da günah işlemeleri söz konusudur. Fakat dinî eğitim almış olanlar yaptıkları yanlışın ardından pişmanlık duyarlar, yaptıklarının yanlış olduğunu bilirler, genellikle hatadan dönerler. Özellikle çocukluk çağlarında dinî eğitim almış gençlerin, dönem dönem savrulsalar da daha çabuk toparlanmakta oldukları gözlenmiştir.
Burada çok bilinen bir ayeti hatırlayalım: “Muhakkak ki, namaz, hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar.” (Ankebût; 45). Bu ilâhi tespitin bir yönünden yola çıkarak diyebiliriz ki, samimi bir ruhla yapılan ibadet, insanla günah arasında gizli bir duvar oluşturmaktadır.
Ailenin rolü
Çocuk eğitimini, gençliğin sorunlarını düşünürken daima ailede alınan terbiyenin tercihlerimiz üzerindeki belirleyici etkisini akılda tutmak gerekir. Hadis-i şerifte buyurulmuştur ki: “Her çocuk İslâm fıtratı üzere doğar. Sonra anne-babası onu hıristiyan, yahudi veya mecusî yapar.” (Buharî, Ahmed b. Hanbel)
Çocuk bir bakıma şekle girmemiş hamur gibidir. Onun kişiliğinin, karakterinin şekillenmesinde en önemli rol aileye aittir. Aile çocuğun dünyaya gözünü açtığı ilk okuldur. Bu okulda görüp öğrendiği yüksek değerler ileriki hayatında kapılması muhtemel girdaplardan kendisini korumasına büyük ölçüde yardımcı olur.
Peygamber Efendimiz s.a.v. aile içi eğitime büyük önem vermiş; “Çocuklarınıza iyilikte, ikramda bulunun, ahlâk ve edeplerini güzelleştirin.” (İbn Mâce) buyurarak bu eğitimin özellikle üç ana temel üzerinden verilmesine dikkat çekmiştir. Bunlar Peygamber sevgisi, Ehl-i Beyt sevgisi ve Kur’an eğitimidir. Şu hadis-i şerif bunu anlatır. “Çocuklarınızı üç güzel huyla terbiye edin: Peygamberinizi sevmek, O’nun Ehl-i Beytini sevmek, bir de Kur’an okumak.” (Deylemî)
Ayrıca Rahmet Peygamberi s.a.v. çocuk yedi yaşına geldiğinde ona anne-babası tarafından namazın emredilmesini istemektedir. Bu da ailedeki eğitimin sadece sözde kalmayıp uygulamaya geçilmesi gerektiğine işaret eder.
Anne-babalar, bu sayılanların yanı sıra küçük yaşlardan itibaren çocuğa ilmihal bilgilerini öğretmek, onlara kötü örneklik teşkil edebilecek tutum ve davranışlardan kaçınmak, televizyon ve interneti kontrol altında tutmak ve çocuğu kötülüğe sevkedecek çevresel unsurlara karşı dikkatli olmak durumundadırlar.
Netice itibariyle gençliğin yeniden özüne ve kültürüne dönmesinde hepimizin yapacağı bir şeyler var. Bu noktada özellikle aileye çok iş düşüyor. Araştırmalara göre ülkemizdeki 0-15 yaş arası çocuk nüfusu toplam nüfusumuzun %36’sına tekabül ediyor. Bu da yaklaşık 25 milyon körpe beyin demektir. Toprağa ekilecek 25 milyon fidan... Geleceğin çocuklarını yetiştirecek 25 milyon erişkin...
Öyleyse yeni neslin ileriki dönemlerde ciddi problemlere yol açmaması, toplumun sorun öbeği haline gelmemesi için anne-babaların çocuklarının manevi eğitimlerine önem vermeleri ve bu konuda özeleştiride bulunmaları gerekmektedir.
Kürşat Salih YAMAN
Modern dünyanın dini arka plana iten, dünyacı, ben-merkezci ve hazcı kültürü özellikle gençlerimizin manevi hayatı üzerinde ciddi kırılmalara yol açmakta, onları başıboşluğa düşkün, şiddet ve şehvete meyilli, mutsuz, amaçsız birer insan haline dönüştürmektedir.
Sürekli artan suçlar
Suç istatistiklerine baktığımızda özellikle ülkemizde suçların yaklaşık yarısının, 25 yaş altındaki çocuk ve gençler tarafından işlendiği göze çarpıyor. Yine uyuşturucu madde kaçakçılığı yapan, uyuşturucu madde satan suçluların çoğunun 15-25 yaş aralığındaki gençler olduğu tespit edilmiş. Öte yandan yapılan farklı çalışmalarda gençlerin yaklaşık %10-15’inin önemli bir ruhsal bozukluk geçirdiğini ortaya koymuş durumda.
Görünen o ki günümüz gençliği amansız bir girdabın içerisinde çırpınıp duruyor. Halbuki onlar bizim içimizde, yanıbaşımızda yetişip bu yaşa geldiler. Başka yerde suçlu aramanın bir manası yok. Bir kusurları varsa şayet, bunda toplum olarak hepimizin az çok payı var. Belki gereği gibi örnek olamadık onlara. Sorumluluklarımızı yerine getiremedik. Çocuklarımıza gerçek manada ebeveynlik, öğrencilerimize hakkı, şükrü, kanaati öğretecek, tavsiye edecek bir öğretmenlik yapamamış da olabiliriz.
Gerekçe ne olursa olsun, bir yerlerde sorun olduğu kesin. Bugün gelinen noktaya bakarak dövünüp durmanın bir anlamı yok. Zararın neresinden dönülürse kârdır. Bu durumda toplum olarak hepimize çok iş düşüyor. Genç nesli bu girdaptan çekip alacak, geleceğe övünülecek nesiller bırakacak gayretli ve kudretli ellere ihtiyaç var.
En azından sorumluluğumuz altındakileri yönlendirmek, onlara doğruyu ve güzeli anlatmak durumundayız. Zira herkes sorumluluğu altındakilerden sorumludur. Nitekim hadis-i şerifte: “Hepiniz çobansınız ve sorumluluğunuz altındakilerden mesulsünüz. Yönetici çobandır. Erkek ailesinin çobanıdır. Kadın, evinin ve çocuğunun çobanıdır. Hasılı hepiniz çobansınız ve yönlendirmeniz altındakilerden sorumlusunuz.” (Buhârî) buyrularak bu duruma dikkat çekilmiştir.
Elbette genç neslin menfi gidişatını tek bir nedene bağlamak doğru değil. Medya, kötü ortam, yanlışa çok kolay ulaşma imkanı ve daha nice sorumluluk sahibi kişileri aşan etkenler... Ancak bu nedenlerin belki de en başında “eğitim” geliyor. Her ne kadar beylik bir ifade olsa da biz yine de tekrarlamak istiyoruz: “Gençlerimizin kurtuluşu için eğitim şart!.”
Hangi eğitim?
Eğitimden kastımız; pozitif bilim odaklı bir eğitim değil tabii ki. Bu tarz bir eğitim her çocuğa okul hayatı boyunca veriliyor zaten. Bütün bir eğitim sistemimiz bu maksat için var.
Bizim kastımız manevi gelişimi hayatın merkezine alan dinî ve ahlâkî eğitimdir. Şimdilerde “değerler eğitimi” denilen şey. Sosyal bilimcilerin çoğu, insan davranışlarının kontrol edilmesinde dinin aktif rol oynadığını kabul etmişlerdir. Ayrıca pek çok batılı araştırmacının dinî hassasiyete sahip olmanın suçu azalttığı sonucuna ulaştıkları da biliniyor.
Diğer taraftan, konuyla ilgili araştırmalar, maneviyat ile ilgili konuların psikolojik, fizyolojik ve sosyal ilişkiler üzerinde faydalı etkilerinin olduğunu göstermektedir. İnanç ile hayattan memnuniyet, tatmin hissi, mutluluk, ümit, iyimserlik ve hayatın anlamı gibi ruh sağlığının çeşitli yönleri üzerinde anlamlı bir ilişki olduğu bu araştırmalarla teyit ediliyor. (Bir örnek olarak: Semra Karakaya, Dindarlık ve Kişilik Arasındaki İlişki, Yüksek Lisans Tezi,
Anlıyoruz ki manevi eğitimden geçirilmeyen, din ve ahlâk duygusundan uzak genç, hangi eğitime tabi tutulursa tutulsun, neticede pek çok bakımdan sorunlarla karşımıza çıkar. Böyle bir eğitim sürecinden geçmiş olan genç ise Allah’tan korkan, günah ve suçtan uzak durmaya çalışan, herkesin hakkına saygılı davranan, namuslu, merhametli, iyilik sever ve daha pek çok erdeme sahip biri oluyor.
Dinî ve ahlâkî eğitimine önem verilerek yetiştirilmiş gençler hepten mi sorunsuz olurlar? Tabii ki hayır. Onların da sorunları olabilir, onlar da suça meyledebilirler, onların da günah işlemeleri söz konusudur. Fakat dinî eğitim almış olanlar yaptıkları yanlışın ardından pişmanlık duyarlar, yaptıklarının yanlış olduğunu bilirler, genellikle hatadan dönerler. Özellikle çocukluk çağlarında dinî eğitim almış gençlerin, dönem dönem savrulsalar da daha çabuk toparlanmakta oldukları gözlenmiştir.
Burada çok bilinen bir ayeti hatırlayalım: “Muhakkak ki, namaz, hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar.” (Ankebût; 45). Bu ilâhi tespitin bir yönünden yola çıkarak diyebiliriz ki, samimi bir ruhla yapılan ibadet, insanla günah arasında gizli bir duvar oluşturmaktadır.
Ailenin rolü
Çocuk eğitimini, gençliğin sorunlarını düşünürken daima ailede alınan terbiyenin tercihlerimiz üzerindeki belirleyici etkisini akılda tutmak gerekir. Hadis-i şerifte buyurulmuştur ki: “Her çocuk İslâm fıtratı üzere doğar. Sonra anne-babası onu hıristiyan, yahudi veya mecusî yapar.” (Buharî, Ahmed b. Hanbel)
Çocuk bir bakıma şekle girmemiş hamur gibidir. Onun kişiliğinin, karakterinin şekillenmesinde en önemli rol aileye aittir. Aile çocuğun dünyaya gözünü açtığı ilk okuldur. Bu okulda görüp öğrendiği yüksek değerler ileriki hayatında kapılması muhtemel girdaplardan kendisini korumasına büyük ölçüde yardımcı olur.
Peygamber Efendimiz s.a.v. aile içi eğitime büyük önem vermiş; “Çocuklarınıza iyilikte, ikramda bulunun, ahlâk ve edeplerini güzelleştirin.” (İbn Mâce) buyurarak bu eğitimin özellikle üç ana temel üzerinden verilmesine dikkat çekmiştir. Bunlar Peygamber sevgisi, Ehl-i Beyt sevgisi ve Kur’an eğitimidir. Şu hadis-i şerif bunu anlatır. “Çocuklarınızı üç güzel huyla terbiye edin: Peygamberinizi sevmek, O’nun Ehl-i Beytini sevmek, bir de Kur’an okumak.” (Deylemî)
Ayrıca Rahmet Peygamberi s.a.v. çocuk yedi yaşına geldiğinde ona anne-babası tarafından namazın emredilmesini istemektedir. Bu da ailedeki eğitimin sadece sözde kalmayıp uygulamaya geçilmesi gerektiğine işaret eder.
Anne-babalar, bu sayılanların yanı sıra küçük yaşlardan itibaren çocuğa ilmihal bilgilerini öğretmek, onlara kötü örneklik teşkil edebilecek tutum ve davranışlardan kaçınmak, televizyon ve interneti kontrol altında tutmak ve çocuğu kötülüğe sevkedecek çevresel unsurlara karşı dikkatli olmak durumundadırlar.
Netice itibariyle gençliğin yeniden özüne ve kültürüne dönmesinde hepimizin yapacağı bir şeyler var. Bu noktada özellikle aileye çok iş düşüyor. Araştırmalara göre ülkemizdeki 0-15 yaş arası çocuk nüfusu toplam nüfusumuzun %36’sına tekabül ediyor. Bu da yaklaşık 25 milyon körpe beyin demektir. Toprağa ekilecek 25 milyon fidan... Geleceğin çocuklarını yetiştirecek 25 milyon erişkin...
Öyleyse yeni neslin ileriki dönemlerde ciddi problemlere yol açmaması, toplumun sorun öbeği haline gelmemesi için anne-babaların çocuklarının manevi eğitimlerine önem vermeleri ve bu konuda özeleştiride bulunmaları gerekmektedir.
Kürşat Salih YAMAN