Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

GENÇLiĞiN İMANINI SORULARLA ÇALDILAR (2 Kullanıcı)

Gülüşü Yaralı

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Şub 2008
Mesajlar
5,741
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yaş
39
Konum
ha bura :)
Web Sitesi
www.facebook.com
BU KİTABIN HÎKAYESİ


Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla. Değerli okuyucularım, '
Sizlere kısaca bu kitabın hikayesinden bahsetmek istiyorum. Gerçi, kitabın içinde
yıllar önce yer yer konu etmişim ama yine de bir özet yapayım istedim.
Ben, İslâm'ı çok zor bulmuş bir insanım. Her gittiğim yerde çeşitli sorular
soruyorlardı. Bilhassa 1974'lü yıllardan hatırlıyorum; 'Allah yok' demek modaydı,
Allah'a inanan gençlerin gerici olduğu vurgulanıyordu..
Türkiye'de o yıllarda (1977-84), gündemde olan soruları bir bir tespit ettim.

Bazı yazarlara götürdüm bu sorulan. "Ben, güzel yazamam, sizler güzel yazarsınız. Şu sorulara cevap verin" dedim, kabul etmediler.
Ben de yarım yamalak Türkçem ile, "Tesiri Allah'tan" diye kalemi sıvadım ve yazdım. Allah'ın lûtfû ile bu kitap çok tuttu..
Beni, bu kitap yüzünden, cezaevine attılar. Sekizbuçuk yıl hapis cezası verdiler. İki buçuk yıl cezaevindeyattıktan sonra, infaz yasası değişti ve çıktım.

İki buçuk yıl zarfında, cezaevinde, yedi adet kitap yazdım.
Bazen arkadaşlara şaka yapıyor, diyorum ki; bilselerdi yedi kitap yazacağımı beni asla hapsetmezlerdi. Şu anda bu yazıyı bu kitabın kırkbirinci baskısında yazıyorum. Türkiye şartları için oldukça güzel bir rakam. (korsanlar kaç baskı yaptı onu bilmiyorum) On yıl geçmiş olsa bile kitabı bir daha elden geçireyim dedim, alıntılar biraz fazla olmuş, tekrar okuyunca gördüm, düzelteyim dedim. Baktım, olmuyor. Hiç birine elimi sürmeden, bırakmak zorunda kaldım. Korsan baskılar hariç, bu kadar baskıyı, bu kitap, böyle olduğu halde yaptı. Her halde bir hikmeti vardır diye bozmadım.

Evlilik işlerini de ihmal etmeyen kitabım, Allah'ın varlığından, ahirete imana, Yehova Şahidliği'nden özel hallere kadar ortalama beşyüz konuyu kapsıyor. Son sahifelerindeki güzel sözleri de ayrıca ilave ettim.

Şimdi kitabı okuyunca, "Keşke bu kadar alıntıya yer vermeseydim" dedim. Fakat o günlerimi hatırlayınca hüzünlendim. O günlerde dipnotları belirlemek için kitapları bile zor bulmuştum. Halbuki, çok acele lazımdı bu kitap...

Gençlere bir an önce yetişmeliydi ve yetişti. Beni, ikibuçuk yıl cezaevinde yatırdı ama gençlerimiz için değdi. Cezaevinde yattığım yıllar, bu kitap için gördüğüm hakaretler, okuyucuma feda olsun.. Milyonlarca kez feda olsun... Bu kitabı ilk çıkardığım günlerde niyetim şuydu; "Gençliğe Hatıramdır" diye bir seri çıkaracak, sonra ölsem de gam yemeyecektim. Allah'a şükürler olsun, hayallerimin birini gerçekleştirmeyi nasip etti ve seri bitti. "Gençliğin İmanı"yla başlayan seri, "İdamlık Genç" romanıyla son buldu. Hatalarım benim, güzellikler davamındır. Allah sizlerden razı olsun diyerek, 1984'te ilk baskısı yapılan kitabımla, sizleri başbaşa bırakıyorum. Allah'a emanet olun.

E.Ö.Ş. 20.6.1993
 

Gülüşü Yaralı

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Şub 2008
Mesajlar
5,741
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yaş
39
Konum
ha bura :)
Web Sitesi
www.facebook.com
Gel kardeşim diyorum, Rabb'ini dinle,
Dünya gitmeyecek inan ki seninle.
Sulara dargın mısın ki, guslün yok,
O kadar nankör müsün ki, şükrün yok.
Kör kütükte kayıtın İslâm'dır ama,
İslâm'ın kütüğünde belki kayıtın yok.
Anamız (Hz.) Havva'dır, babamız (Hz.) Adem.
Kimimiz niçin cevher, kimimiz neden maden?
Bir fincan kahveye teşekkür eden sen,
Yaratana nankörlük acaba neden?


Emine Ö. ŞENLİKOĞLU​
 

Gülüşü Yaralı

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Şub 2008
Mesajlar
5,741
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yaş
39
Konum
ha bura :)
Web Sitesi
www.facebook.com
Bismihi Teala, İslâm'ı yaşamanın ayıp, her türlü rezaletin şeref sayıldığı şu asrımızda bir yanda ilerleyen İslâm dininde bizim de bir zerremiz olsun dedik. Bilemiyorum, belki huzuru ilahi'de karşıma çıkmayacak. Belki de tersi olacak, orası o alemde anlaşılacak. Rabbim ahiret zaferi nasip etsin.

Muhterem kardeşlerim... Aslında bu kitabı cebinden çıkarabilecek çok kitap var. Fakat, bu yazdığım kitabımın içinde olan soruların hepsini bir arada toplayan bir kitap yok gibi birşeydi veya benim elime geçmemişti. Bu arada, konferans ve vaazlarımda, Kur'an kursu ve İmam Hatip talebelerinin de, "Siz, bu soruları kitap yapsanız çok iyi olur" teklifleri ile karşılaştım. Yalnız Kur'an kursu talebelerinden değil, kitabın içinde okuyacağınız gibi, yüksek okulda okuyan öğrenci kardeşlerimden de, "Biz bu soruların cevabını bilmediğimiz için, neredeyse imanımız elden gidecekti. Bizim gibi niceleri var ki, bunalım içindeler, siz bir kitap çıkarsanız nasıl olur?" dediler. Ben de düşündüm, faydalı olur niyetiyle yazmaya karar verdim. Şunu da söyleyeyim ki, herkesi memnun etmek, hiç

tenkide uğramayan bir kitap yazmak mümkün değil. Zira, gerektiğinde Allah'ın
kitabını tenkit eden insanoğlunun, benim yazdığımı tenkit etmemesi düşünülemez...
Muhterem kardeşlerim! Olur ya, kitabın baskısında hatalar olabilir. Her türlü hatanın
hoş görülmesini rica ediyorum. Başka söze gerek yok.
Beni amelimle değil, niyetimle ölçen dost Evet diyorum, odur kardeş, odur dost...

Emine Ö. Şenlikoğlu 7.3.1984/İstanbul
 

Gülüşü Yaralı

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Şub 2008
Mesajlar
5,741
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yaş
39
Konum
ha bura :)
Web Sitesi
www.facebook.com
Adamın biri, bir yılanla arkadaşlık kurar; adam yılanı çok sever.
Ona, her gün bir tas süt içirir. Arkadaşlıkları bu şekilde günlerce devam eder. Fakat, günlerden bir gün, yılan değil mi, yılanlık damarı tutar. Adamın oğlunu sokarak öldürür. Zavallı adam, gelir bir de bakar ki, oğlu ölmüş. Yılan da biraz ötede.

Adam; "Yazıklar olsun!" diyerek yılanın kafasını taş ile ağır bir şekilde yaralar. Adam, ağlayarak oğlunu kapısının önüne gömer. Aradan yıllar geçer, adam yılana der ki: "Yılan kardeş, gel seninle eskisi gibi yine dost olalım."

Yılan, kafasını şöyle bir kaldırarak, "Ah... Ah.." der, "Bu yara benim kafamda, o mezar senin kapındayken seninle artık dost olmamız mümkün değildir."

Adamın akılsızlığı, yılanla dost olmakla başlamıyor mu?

Müslümanın emperyalist dinsizle dost olması gibi birşey.

Belki yılanla dost olunur ama kafirle asla dost olunmaz.

Kafir, Müslüman oluncaya kadar bu böyle sürer. Peki, bugün kafirlere "Dostlar" diye hitap ediliyor.

Bunun sebebi nedir?

Kafir, Müslüman mı oldu?

Hayır.

Peki, nasıl dostumuz oldu?

Hani Kur'an-ı Kerim'de Rabbulâlemin; "Ey iman edenler, kendi din kardeşlerinizden başkasını dost ve sırdaş edinmeyin Çünkü onlar, size şer ve fesat yapmakta hiç kusur etmezler, size sıkıntı verecek şeyleri arzu ederler. Hakikat, onların kin ve nef retleri ağızlarından (taşıp) meydana vurmuştur. Göğüslerinde gizlemekte oldukları (düşmanlık) ise daha büyüktür. Size ayetlerimizi (kati surette) açıkladık, eğer düşünürseniz."(l) diye buyurmuştu.

Bize ne oldu?

Rabbimizden (hâşâ) daha mı iyi biliyoruz?

Dostumuzmuş, olsun bakalım, nereye kadar gidecek?

Günün birinde, bu dostluk Türkiye'yi mezara sokarsa, aklımız başımıza gelir (biiznillah, fırsat vermeyeceğiz, aklımızı başımıza alacağız.)

Yılan, 'Biz dost olamayız" demişti. Fakat kafir, yılanın yaptığı fedakarlığı yapmaz, açıkça, "biz dost olamayız," diye söylemez. Kafirle dost olmak, bizi Rabbimiz'den ayırır, Peygamberimizden ayırır, Kur'an'ımızdan ayırır. Böylece, hem dünyamız, hem ahiretimiz harap olur. Dünyamızın harap olması bir şey değil diyelim ama ya ahiretimiz harap olursa ne olur o zaman halimiz?
Altınla satın alamayacağımız kıymetli yıllarımıza, bir paçavra kadar bile de ğer vermiyoruz.
Neticede, Avrupa'nın kilisesine mendil açacak hale geldik.

Bat: aşığı Müslüman! Geri kalmışlığımızı hâlâ dine mal etmeye çalışır aktadırlar. Bu nasıl uyumaktır anlayamadım. Bu, gerici, yobaz aydın bozuntularının hiç mi akılları ermiyor? İnsan şöyle bir düşünür: Dün, devlet, Kur'an-ı Kerim, yani Allah'ın ahkamı ile yönetiliyordu, Batı bize muhtaçtı, bugün devlet, insanların ahkamı (kanunları) ile yönetiliyor, biz Batıya muhtacız...
 

Gülüşü Yaralı

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Şub 2008
Mesajlar
5,741
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yaş
39
Konum
ha bura :)
Web Sitesi
www.facebook.com
...

Dün, Kur'an'ın emirleri uygulandığı zaman, ülkede maddî ve manevî bir huzur vardı. Hatta Batı devletlerine para yardımı bile yapılıyordu. İlimde de en ileri gidenler Müslümanlardı.

(1) Âl-i İmran: 118 Galileo'yi, İslâm anlayışı değil, Batı anlayışı ölüme mahkum etmişti. O zamanlar Batılılar, dünya tepsi gibidir derken, Müslümanlar dünya yuvarlaktır diyorlardı. Şimdi o Batıya bizi hayran ettiler. Müslümanlar, ayın, güneşin, yıldızların döndüklerini bildiren ayetleri çoktandır okuyorlardı. Kitabın yazılış gayesindeki en önemli mesele, Allah'ımızı hakkıyle bilmek ve dinsizliği tanımaktır. Hele doğru söyleyen tarih kitaplarını okuyunca, insan bir tuhaf oluyor. O Müslümanlar, İslâm'ı nasıl yaşamışlar, İslâm için nasıl durmadan çalışmışlar, inan tam bu duygularla dolu iken, Allah'ın emirlerini yapmayan, Ta-ğut'u(2) destekleyen, ona dua eden birinin, ben de Müslümanım, demesi yok mu? İşte o zaman, "Hadi oradan, sen mi Müslümansın? Tağutu desteklemekle Allah'a şirk koşuyorsun, bir de Müslüman'ım diyorsun", diyesi geliyor insanın.

Birkaç sene evvel, bir konuşmamdan dolayı komiserin karşısına çıkarılmıştım. (Sağolsunlar bizi alıştırdılar.)

Komiser Bey soruyordu:


Seni buraya niçin getirdiler?

Siz bilirsiniz Komiser Bey, ben nereden bileyim,

Sen ne anlatıyordun bugün saat 12'de?

Rabbimi, peygamberimi (s.a.v) ve emirlerini...— Onlar, bilmiyorlar mı, Rabbini, peygamberini? Sana mı kaldı bunları anlatmak, okulda bunların hepsini öğretiyorlar?

 

Gülüşü Yaralı

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Şub 2008
Mesajlar
5,741
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yaş
39
Konum
ha bura :)
Web Sitesi
www.facebook.com

(2) Tağut: Allah'ın indirdiği hükümlere mukabil olmak ve onların yerine geçmek üzere hükümler icat eden her varlık. Bunun, insan olması, put olması, şeytan olması veya bunların dışında her hangi birşey olması mahiyetini değiştirmez.


Okulda okutulan bir saatlik din dersi ile, Allah'ın ve peygamberin emirlerini,
peygamberimizin (s.a.v) işlerini öğretemeyiz ki? Hem ben, sadece okulda okuyanlara
vaaz vermiyorum ki, okulda okumayanlara da vaaz veriyorum, bildiğim ne varsa hepsinden.

Aman canım, ne yapmış ki peygamber, bol bol halkın zekâtını toplamış.

Komiser Bey! Bakın, siz de peygamberimizin (s.a.v) hayatım okumamışsınız.
Peygamberimiz (s.a.v), zekât almazdı. Allah (c.c.) yasaklamıştı. Buna ne dersiniz acaba?

Neyse, konumuz bu değil. Ama Muhammed bir filozoftu, bunu kabul etmek gerekir.

Bunu kabul etmek, Kur'an-ı Kerim'i reddetmek demektir. Filozof demek, kendi araştırmaları ile birşeyler bulan, yeni fikirler ileri süren düşünür demektir. Hem filozofların ileri sürdüğü fikirleri, aynı zaman diliminde veya birkaç asır sonra başka bir filozof çürütüp başka yeni fikirler ileri sürebiliyor. Halbuki, peygamberimiz (s.a.v) bir ümmî idi. Yani, okuyup yazması yoktu. Nasıl oluyor da bir ümmîye filozof diyorsunuz?

Peygamberimizin (s.a.v) söylemiş olduğu bütün emirleri, Allah (c.c) bildirmiştir. O da, biz ümmetine bildirmiştir. Kafirler, peygamberimize (s.a.v) filozof demekle, Kur'an-ı Kerim'in Allah'tan (c.c) geldiğini saklamak istiyorlar.

Sen bunları niçin öğreniyorsun?

Bana, yani bir Müslüman'a farz olduğu için.

Boşver canım, ne lüzumu var. Kendini bu kadar yormuşsun, gidip bir memur olsaydın, hiç olmazsa huzurun olurdu.


 

Gülüşü Yaralı

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Şub 2008
Mesajlar
5,741
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yaş
39
Konum
ha bura :)
Web Sitesi
www.facebook.com

Memurlar, çok mu huzurlu?
Sonra ben, elhamdülillah çok huzurluyum,
hem yorulmaktan da zevk alıyorum.
Çünkü, ruhum yorgun değil. Siz devletin memurusunuz, ben de dinimin memuruyum.
Devlete memur lazım da, İslâm'a memur lazım değil mi?
Komiser, konuyu değiştirerek konuşmasını sürdürdü. Ötesini anlatmaya gerek yok.
Bakın, burada dikkatimi çeken bir durum var. İslâm'ın yanlış anlatıldığını, İslâm'ı ben de bilirim diyenlerin, aslında İslâm'dan hiçbir şey bilmediğini gözlemleyebiliyoruz bu olayda. Seni hakkıyla anlatamadık, dinini tanıtamadık, bizleri affet Allahım.
Şimdi ne yapmak lâzım? İslâm'ı güzelce öğrenip amel etmek, sonra da İslâm'ı tebliğ etmek lazım. Üstadımdan duymuştum: "İnsanı eğitmek, hayvanı eğitmekden zordur"
diyordu.
 

Gülüşü Yaralı

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Şub 2008
Mesajlar
5,741
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yaş
39
Konum
ha bura :)
Web Sitesi
www.facebook.com

Adam, dağdan ayı tutup getiriyor, onu terbiye ediyor da, biz elimizdeki talebeyi terbiye edemiyoruz. Bu bizim tam eğitici olmadığımızı gösterirken, (hayvanlarda nefis yok) nefs sahibi olan insanoğlunun terbiyesinin çok zor olduğunu da gösterir.

Hele bugün, zehir saçan neşriyat içinde bulunan gençliği kurtarmak (eğitmek), deveye hendek atlatmak değil, nerdeyse deveye elma toplatmak kadar zor bir mesele oldu. Niçin?... Ah, bu niçinleri bir anlatabilsek, gerçekleri açık açık beyinlere sokabilsek...

Yâ Rabb, nasip et...
Şuna kesin olarak inanmamız lazım ki, yılanla dost olmak, kafirle dost olmaktan bin defa daha iyidir.

Yılan, adamın evladını soktu öldürdü, böylece çocuk sadece dünyadan ahirete gitmiş oldu. Fakat kâfir, evladlarımızın beynini zehirlemek yoluyla, hem dünyasını, hem de ahiretini harap etmiş olur.


Nereden türedi bu "İnanmıyorum" diyen gençlik?
Uyanalım, çok düşünüp, çok çalışalım.

Kâfir, dinimize küfür ediyor, niçin duymuyoruz?.

Ama Allah'ın izniyle, hesap sormanın zamanı elbette bir gün gelecektir. Kâfirlerin İslâm'a karşı bir hileleri, tuzakları varsa, Rabbim'in de onlara karşı bir tuzağı vardır.

"Hani bir zaman, o küfredenler, ya seni tutup bağlamak, ya da seni öldürmek yahut seni yurdundan zorla çıkarmak için sana tuzak kuruyorlardı. Onlar, bu tuzağı kurarlarken, Allah da onlara bir tuzak kurmadaydı. Allah, tuzak kuranlara mukabele edenlerin en hayırlısıdır." (3)

Allah, ayetlerden meâlen böyle seslenirken, kalkıpta "Allah da hata yapar" diyenler, yılandan milyon kere milyon daha yılan değil midir?

Geçenlerde konuşan cahil bir adam, "Ben hoca çocuğuyum" diye fetvabaşı kesilmişti, ben de bu şiiri yazmıştım.

Ne söylüyor şu adam, şaşkın şaşkın
Kırdığı büyük potlar, binleri aşkın
Üstelik çok da cahil, cahilin de cahili
Şunu susturmak için, bilmem ki ne yapmalı
Kahrımdan ölüyorum, adam, tutup dinimi Suçluyor, yargılıyor, bilmiyor ki, kimi
Kim çekiyor hesaba, kimdir küçümsediği
Allah ve Resulüdür açıkça söylediği
Bu adama yok mudur, hiç haddini bildiren
Sabır kardeşim sabır, birazcık daha diren
Köpeklere her zaman, bu meydan verilmez ya
Her saniye şeklini değiştiriyor dünya.
(4)

(3)
Enfal: 30
(4)
Gençlik, böyledir işte. Gençliğin heyecanıyla bazen 'ağır' kelimeler sarfeder insan. Ben de öyle yapmışım. Hoşgörmenizi rica ediyorum.

 

Gülüşü Yaralı

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Şub 2008
Mesajlar
5,741
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yaş
39
Konum
ha bura :)
Web Sitesi
www.facebook.com
Sorular sorulur ve cevaplar tatmin edici bir şekilde verilirse, kalpler mutmain olur.
Fakat, inanmak istemeyen, yine inanmaz. Bile bile inkar ederek, Ebu Cehil tipi bir kafir olur. Bu küffarlığın ismi, inadî küfürdür. İyi huylu, temiz kalpli bir şüphe sahibi, tatminkar cevap alınca derhal teslim olur.

"Önceden çok itiraz etmiştim, şimdi tükürdüğümü yalamam" diyerek saçmalık yapmaz.
Hz. Ömer gibi, gerçeği bulana kadar yaptığı itirazlara, gerçeği bulduktan sonra hayretle tövbe eder ve der ki:
"Ne kadar cahilmişim, Allah'ım sana ne kadar isyan etmişim ve sen ne kadar sabırlıymışsın ki, beni isyanım anında helak etmedin."
Evet, sorular bitmez, ancak inanmak isteyenin soruları muhduttur, sınırlıdır. Çünkü, soran kişi iyi niyetli ise bilir ki:



Nedenler, niçinler, nedendir bitmez
Bir şeyi inkâr için, "yok" diyebilmek yetmez.










 

Gülüşü Yaralı

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Şub 2008
Mesajlar
5,741
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yaş
39
Konum
ha bura :)
Web Sitesi
www.facebook.com

Eskiden Müslümanlar'ı yoketmek için, öldürmek kâfi idi.
Fakat, durum şimdi tamamen değişti, kafirler şöyle diyorlar: "Müslüman'ı öldürmeye lüzum yok, inancını öldürürsek fikri bizim olur, fikri bizim olunca da hem bir Müslüman eksilir, hem de biz, bir tane adam kazanmış oluruz."

Fikri (inancı) öldürme metotları, tuzakları gayet basit: SORULAR...

İslâm'ı bilmeyen gençlerin beynine balyoz gibi inen sorular.

Cevabı veremeyen gencin param parça olan zihni ve sonra kocaman bir isyan: "BEN ARTIK İNANMIYORUM."

Sen, daha önceden de inanmıyordun, inandığını zannediyordun. İnanmak için, inandığın şeyi tanıman ve çok iyi bilmen lazımdı. Halbuki sen, futbolu, rezalet filmlerini çok iyi biliyordun. Moda, kumar, içki, kadın, kız, politika, falan artistin hayatı, filan şarkıcının hayatı derken, sevmen gerekeni sevemedin, tanıyamadın. Onun için de aklın kafirler lehine kiralandı. Sen, onlarla meşgulken, sana bir de soru tuzağı kurdular.







 

Gülüşü Yaralı

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Şub 2008
Mesajlar
5,741
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yaş
39
Konum
ha bura :)
Web Sitesi
www.facebook.com
"Niçin yaşıyoruz?

Dünyaya bir kere geldik, niçin eğlenmeyelim?

Niçin zenginler mutlu?

Niçin?.. Niçin? vs.

" Sen, senden çalındın.,
Araştırmadın, çünkü çok meşguldün.
Akşama çok güzel bir film vardı, yarın imtihanın vardı ona çalışacaktın, ertesi gün yaş günün vardı, daha öbür günü tiyatroya gidecektin, derken, geldi cumartesi, pazar. Bu günlerde de maç ve gezilerin vardı ve böylece hafta bitti. Sen ise sana sorulan soruların cevabını düşünemedin bile...

Zaten işine de öyle geliyordu.
Korkuyordun, "Ararsam, soruların cevabını bulurum, bulursam, inanırım, böylece de artık eğlenemem" diyordun."
Boşver aldırma, huzurum kaçmasın" diyerek kendi kendinden korkup, benliğinden uzaklaşıyordun.

Ama yanıldın. İnanmayınca hepten mahvoldun. Yıkıldın, kişiliğini kaybettin, ruhun sıkılıyordu. Ruha da inanmıyordun ki, derdinin devası için uğraşasın. Sen bir robot olmuştun. Felsefe öğretmenin sana ne diyorsa, okuduğun materyalist kitaplar sana ne diyorsa, sen onlara inandın.

Mutlu oldun mu?

Hayır... Asla olmadın...

Ve sen, kendi iradenle değil, başkalarının iradesiyle yaşıyordun.

Halbuki, adım adım bir menzile doğru gidiyordun, o kadar meşguldün ki...
Bu gidişin fark edilemeyecek duruma gelmişti. Seni yaratan Rabb'ine düşman olmuştun. Adım adım ona doğru gittiğini unuttun ve kokuşmuş bir et yığını haline geldin. İlk yıkılışın sana sorulan sorularla başladı. Soruya cevap veremeyince, sen de başladın başkalarına aynı soruları zincir yaparak sormaya.

Sen... Köy ağası Hasan Efendi!
Sen de çok meşguldün. Sanki senin de zamanın bitmişti. Bu akşam kahvehanede köylülerle toplantın vardı. Köyün merasından, otlaklarından, hududundan konuşacaktın... Ertesi günü, kaymakam çağırmıştı, oraya gittin. Daha ertesi günü, kaymakam köye gelecekti, kaymakamı iyi ağırlaman gerekliydi, davar kesmen, tavuk kesmen lazımdı. Böylece hatalı bile olsan kimseler seni kaymakama şikayet edemeyeceklerdi...
Nasıl şikayet etsin ki? Sen kaymakama pay vermiştin. Sana nasıl ceza verebilirdi? Böylece, senin de haftaların geçmişti. Allah'ı (c.c) tanımaya, İslam'ı öğrenmeye sen de vakit bulamadın. Ama maalesef senin de cesedin musallaya gelecek, bu adamı nasıl bilirsiniz dediği zaman imam efendi, hep bir ağızdan:

— İyi biliriz, iyi biliriz, denilecek. (Sahtekarlar, yalancılar, iyi olmayan bir insana,
nasıl, "İyi biliriz, iyi biliriz" diyorsunuz. İslâmiyet'in iyi demediği bir insana, "İyi" demekle ahirette Allah'a (c.c) hesap vereceğinizin şuurunda mısınız? Halbuki, senin gibi dininden bihaber, mal-mülk uğruna Allah'a (cc.) bir saatini dahi vermemiş bir zalime,
"Kötü biliriz, kötü biliriz" deselerdi senin gibileri örnek almış olanlar:
"Ben de halkın hakkını yersem, İslâm'ı öğrenip yaşamazsam, daha toprağa girmeden rezil olacağım" derlerdi... Ama maalesef, şuursuz, gafil Müslümanlar, bugün cami kapısında Masonlar'a, Tağut'a 'evet' deyip destekleyenlere, kısaca, kafirin her türlüsüne, "İyi biliriz, iyi biliriz" diyerek cenaze namazlarını kılıyorlar. Gafil! Müslüman, kafirin (İslâm'dan başka sistem kabul eden kimsenin) cenaze namazını kılar mı?

Sen, Leyla Hanım! Sen de düşünmedin İslâm'ı (şeriatı), 'beğenilmem lazım' dedin de, kapanmayı yakıştıramadın kendine...

Seni de kandırmışlardı, "Kim gitmiş de kim gelmiş ahirete?!" diye. Fotoroman Karaoğlan, çeyiz, çiçek işleri ile uğraşırken, sen de vakit bulamadın. Yarın arkadaşlara gidecektin, ertesi gün, pasta günü vardı, daha ertesi gün çamaşır yıkayacaktın, başka gün düğün vardı derken, sen de hiç İslâm'ı öğrenmeden getirdin haftayı, sen de terkettin Rabb'ini, secde etmek güç geldi sana.
Boş şeylerle uğraşırken acımadın vaktine ama namaza vereceğin on dakikana acıdın... Artistlerin, Leydi Diana'nın giydiği iç çamaşırlarından haberin oldu da, yumurtanın içinden çıkan sanattan haberin olmadı. Böylece, gençliğini nefsine feda etmiş,
yaşlılığında Allah'a (c.c) dönme hayelleri kurmuştun. Böylece sen de farkedemeden, felaketin kucağına düştün.

Sen Fatma Hanım! Aç kalmaktan korktun, "İllâ çalışacağım, hayatımı garanti altına
alacağım" dedin. Hayatını garantiye almayı düşünürken, ahireti hiç düşünmedin...
Sen bakkal efendi: Cuma günü bakkalım bir saatçik olsun kapatamadın. Cuma günü, ezan okunduktan sonra namazdan çıkıncaya kadar kazanılan bütün paranın haram olduğunu dahi bilmiyorsun veya bildiğin halde işine gelmiyor.

Velhasıl, durum ne oldu?. .

Türkiye'nin hatta dünyanın durumu aşure çorbasını geçti..
Şimdi de dert yanıyorsun. "Ah şu anarşistler, gözü kör olsun bu anarşistlerin, gelmesine sebep olan insanların" diyorsun. Halbuki, yapmış olduğun bedduaya sen de dahil oluyorsun fakat farkında bile değilsin.


Şair Mehmet Akif Ersoy, ne diyordu:

Sahipsiz vatanın batması haktır, hak Sen sahip çıkarsan, bu vatan batmayacak.









 

Gülüşü Yaralı

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Şub 2008
Mesajlar
5,741
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yaş
39
Konum
ha bura :)
Web Sitesi
www.facebook.com

Hani, sen sahip çıktın mı? Evet çıktın...

Ama neye sahip çıktın.

Bankadaki faiz paranave midenin menfaatine.

Öyle değil mi?

Yalnız bunu söylerken, herkes senin gibiyaptı, demek istemiyorum.,

Öyle gençler, öyle Hasanlar, öyle Fatmalar, öyle Leylalar var ki,

sadece dinini düşünmüş, Allah'ın, "Allah sizin mallarınızı ve canlarınızı cennet mukabilinde satın almıştır"(4-a)

emrine uyarak mallarını ve canlarını Allah için adamışlardır.

İslâmı öğrenip, başkalarına öğretmişlerdir. (Allah, onların hepsinden razı olsun.)

İşte sen senden, dininden nasıl koptun, seni dininden nasıl kopardılar?... Sorularla.

O sorulan şimdi oku. Bu kitapta olan sorular, seni soru tuzaklarına karşı uyandırır sanıyorum.

Eğer şen uyanmış isen, uykuda olan kardeşini de uyandır.

Atalarımızın şu güzel sözünü unutma: "Su uyur, düşman uyumaz."

 

Gülüşü Yaralı

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Şub 2008
Mesajlar
5,741
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yaş
39
Konum
ha bura :)
Web Sitesi
www.facebook.com


O kadar çok sorular var ki, anlatamam. Ben, ilk ola*rak liseli bir genç kızın sorularını ele almak istiyorum. Vaaz vermek üzere bir mevlide davet edildim. Eve gitti*ğimde, içerde gayet hareketli bir görünüm vardı. Boyalı yüzler, âdet olsun diye kapanan yarım başörtüleri.. Beni başka bir odaya götürmelerini, orada vaaz için biraz ha*zırlanmam gerektiğini söyledim. Salonun en sonunda bir odaya geçtim. Odada üç genç kız, ellerinde sigara ayak ayaküstüne atmış oturuyorlardı. Beni gördükleri halde hiç istiflerini bozmadılar. Hâlbuki İslâm ahlâkı, kapıdan giren büyük, küçük her insana, yer göstermeyi emreder. Bu kızlar, İslâm görgüsü (medeniyeti) diye bir şey bilmi*yorlardı, onlara çok görmemek lazımdı. Yalnız suratları pek asılınca sordum:

— Afedersiniz, sizi rahatsız ettim galiba...

Aslında gayem konuşmak için konu açmaktı. Esmer uzun boylusu:

— Buyrun, ne demek?

— Bilmem... Bana ilk bakışta bu duyguyu verdiniz de...

— Size öyle gelmiştir. Biz insancıl davranır, bütün in*sanları da severiz.

Bu kelimeler bana hemen karşımdaki muhatabımın hangi lûgatçı zihniyetten olduğunu anlatmaya kafi gel*mişti. Yine aynı genç kıza dönerek:

— Hayret, nasıl bütün insanları sevebiliyorsunuz: Hâlbuki, insan fıtratında, bir diken ayağına batınca bü*tün dikenlerden çekinme duygusu vardır. Her insandan değil ama. Eğer ben, bir inanç uğruna bir kişiden zarar gördümse ve o zararı o kişinin inancı tasdikliyorsa, o kişi*den de, o inançtan da nefret ederim. Siz böyle değilsiniz herhalde?

— Hayır... Ben insanları olduğu gibi kabul ederim.

— Bu bir kelime oyunu değil midir? Elbette her insan olduğu gibi kabul edilir, siz beş kiloyu altı kilo diye kabul*lenemezsiniz... Mecburen beş kilo olarak kabulleneceksi*niz.

Ne olduğu belirsiz bu tartışmalardan sonra kanepeye oturdum. Genç kızların ikisi, benden tarafa hiç bakmıyor*lardı. Esmer olanıyla arada bir göz göze gelirsek baştan savarcasına gülümsüyordu. İçeriden de mevlidhânın sesi geliyordu:
"Daha tıfıl iken der idi ümmeti ümmeti Sen kocaldın terkeyledin sünneti"
Kim dinliyordu bu sözleri? Millet mevlide değil, sözle*rine değil, mevlidhânın güzel sesine aşık, mevlidhanların çoğu da mevlidin parasına âşık. Yâ Rabbi, Sen bizi bu hallerden kurtar. (Amin)

Konuyu açmak için esmer olan genç kıza sordum: — Mevlid sever misiniz? Gayet sessiz olarak:

— Bilmem, dedi, galiba sevmiyorum.

— Doğru söylüyorsunuz, eğer sevmiş olsaydınız orada. Dinliyor olmanız gerekirdi. Eğer bana darılmaz iseniz, si*ze sormak istiyorum; bugün buraya niçin geldiniz?

— Davet ettiler biz de geldik, ne demişler, topluma uymak lazım, biz de topluma uyduk.

— Yoo... Bu sözler yanlış, hem de çok yanlış, topluma uyulmaz, inanca uyulur. Bir Müslüman için ölçü: Toplu*ma uymak değil, İslâm ne diyorsa ona uymaktır. Sizin söylediğiniz bu sözlerle İslâm'ı bilmeyenler aldatılıyor. İş*te bakınız, arkadaşlarınız ikinci sigaralarını yaktılar, hâlâ bir kelime dahi konuşmadılar. Acaba ben buraya geldim diye mi kızdılar? Sağımda oturanlardan dik bakışlı olanı:

— Niçin kızalım?

— Bilmemki, bir hoş geldiniz bile demediniz.

— Biz, ev sahibi değiliz ki...

— Ne önemi var? Benden önce gelmişsiniz ya... Sonra çok acaib bir şekilde bakıyorsunuz. Hâlbuki ben bir ka*rıncayı bile incitmek istemem... Bir gören olsa, babanızı öldürdüm zannedecek.

— Fark etmez...

— Nedir o fark etmeyen?..

— Babamı öldürseniz de sizden aynı şekilde nefret ederdim.

Esmer olanı atılarak:

— Aysel saçmalama..

— Saçmalamıyorum, doğruyu söylüyorum. Ben, bü*tün İslamcı yobazlardan nefret ederim.

İçi barut fıçısı gibiydi genç kızın... Kazın açık konuş*ması çok hoşuma gitti, hiç olmazsa Mason taktiği yapmı*yordu.

— Seni tebrik ederim. Açık sözlü kimsenin şahsiyetini sevmesem bile, açık sözlülüğünden dolayı takdir ederim. Oldu olacak şunun sonunu getir bakalım. Neden İslâm'dan nefret ediyorsun? Ne yaptı sana İslam?...

— Ne yapacak... Görmüyor musunuz, bizi ne kadar geri bıraktı? Avrupa aya giderken, biz hâlâ yaya gidiyo*ruz.

— İslâmiyet'in ne suçu var bunda?

— Onun için geri kaldık.

— Biz İslâm'ın emrine göre mi yaşıyoruz? Yani biz İslâmiyet'in, Allah'ın emirlerini dinleyen bir ülke olduk da, İslâm; "Durun ilerlemeyin" emrini mi verdi? Biz de onu dinledik te sonra mı geri kaldık?

— Biz, İslâm'ın, namaz, oruç, hac gibi ibadet emirleri*ni yaptık. Fakat ilimle ilgili ibadet emrini yapmadık. Za*ten kâfirler, bu yalanı söylerken bilmişler senin hemen inanacağını. İslâmiyeti araştırmadan, niçin onun hakkın*da kötü hükümler veriyorsunuz?

— Nereden biliyorsunuz araştırmadığımı?

— Konuşmanızdan belli oluyor. İslâm'ı terkedeli beri Batı'nın kölesi olduk. Siz de, terketmediğimiz için geri kaldık diyorsunuz. Neyi kaldı İslam'ın, sadece nüfus kâğıtlarında İslâm yazıyor. Siz, onu da silip yerine başka din yazsanız ne fark eder ki...
Zaten devlet olarak da öyle, güya İslâm ülkesi, Türkiye İslâm devletiymiş... Tamamen yanlış. Çünkü İslâm ülkesi demek, anayasası Kur'an olan ülke demektir. Yani o ülkenin temel kanunları yal*nız Allah'a (c.c) aittir. Allah'ın sözü geçer. Hâlbuki Türki*ye'de kanunları insanlar yapar, insanların sözü geçer. Hatta 1928 yılında İsmet İnönü ve yüzyirmi arkadaşının imzası ile meclise yapılan 'tadil teklifi' kabul edilmiş ve anayasanın bazı maddeleri değiştirilmiştir. Böylece 1924 anayasasının ikinci maddesinden "Devletin resmi dini İslâm'dır" kaydı silinmiş ve 24. maddesinden meclisin va*zifeleri arasında sayılan "Ahkâm-ı şeriyyenin tenfizi" iba*resi kaldırılmıştır.(5) Türkiye'nin, sadece şehir girişlerin*de bol bol minareler var. Maalesef onların da içlerinde birkaç saf cemaat var. Bana şunu söyleyebilir misiniz, İslâm adına şu ana kadar yaptığınız ne var?
Ya da şöyle diyelim, İslâm adına ne yaptınız?

— Hiçbir şey yapmadım...

— Türkiye'nin uyguladığı bir İslâmî emir söyleyebilir misiniz?

— Bilmem ki... Ha... Cuma namazı var.

— Kimler kılabiliyor cuma namazını? İş başında olan işçi kılabiliyor mu? Memur kılabiliyor mu?

— Hani biraz önce, İslâm yüzünden geri kaldık diyor*dunuz. İslâm'ın hangi emrinden dolayı geri kaldığımızı söylemeyecek misiniz?

— Bilmem, bildiğim bir şey varsa, o da İslâm dini in*sanı yobazlaştırıyor.

— Kardeşim sen İslâm'ı biliyor musun?

— Elbette biliyorum.

— Nerde Öğrendin?

— Okulda, öğretmenimiz öğretti...

— Öğretmeniniz biliyor muydu?

— Herhalde biliyordu, bilmese neyi öğretecek?

— Kardeşim, Türkiye'de dini, İslâm'ı bilmeyen insan*ların anlattığı gibi zannediyorlar. Bir masal, bir cinayet anlatıp, İslâm budur deniliyor. Karşıdaki şahıs İslâm'ı bilmediğinden hemen inanıyor. Okulda öğretmenler, sa*dece namazda kılınacak dualardan birkaçını, belletirler bir de sadece 32 farzı madde madde öğretip teferruatına asla girmezler. Çünkü, 32 farzın biri de, kitaplara inan*maktır. Yüz suhûf dört tane kitap vardır. Bunlardan yüz tanesi küçük suhûflar (yani sayfalar) halinde, dört tanesi büyük kitaplar halindedir. Bunlardan biri de Kur'an-ı Ke*rim'dir. Öğretmen, Kur'an-ı Kerim'in içindekilerini anlat*sa devlete, yani laikliğe karşı gelmiş olacaktır. Çünkü Kur'an'da din işleri ile devlet işleri birbirinden katiyyen ayrılmaz. Kim ayırırsa İslâm'dan çıkmış olduğunu bildi*rir. Kur'an-ı Kerim, bir hayat nizamıdır. Şimdi, öğretmen*ler bunları nasıl anlatacak? Katiyyen anlatamazlar, eğer anlatmaya kalkarlarsa öğretmenlikten atılmaları yetmi*yormuş gibi mahkemeye çıkarılır, hapse atılırlar... Zaten öğretmenlerin çoğu bunu bilmez, bilenler de yasak olduğu için anlatmazlar. Öğretmeninizin size de anlatmadığı bel*li oluyor. Sahi sizin öğretmeniniz namaz kılıyor muydu?

— Kılmıyordu, fakat çok temiz kalpliydi.

— Temiz kalpli olsa, Allah'a (c.c.) rest çeker miydi? İslâmiyet'i bilse namazını geçirir miydi?

— Yok kardeşim yok, İslâm oyuncak değildir. Öğret*meninin sana İslam'ı tam olarak anlattığını zannetme... İslâmiyet'ten bildiğini zannetiğin, imanın altı şartı ile İslâm'ın beş şartı. Ama inan bana onları da bilmiyorsun*dur.

— Size öyle geliyor, bilmez olur muyum hiç.

— O halde söyle bakalım imanın altı şartından birin*cisi olan Allah'a (c.c.) inanmak nasıl olur? Ve sen nasıl inanıyorsun?

— Ben inanmıyorum ki?

— Ha... Demek inanmıyorsun. Hani okulda dini öğ*renmiştin? Allah'ı öğrenmeyenin dini öğrenmesi mümkün mü?

Tartışmamız hızlanmaya başlamıştı ki, vaaz vermem için beni diğer odaya çağırdılar. Kızlara dönerek:

— Neyse, çok güzel münazara ediyorduk, şimdi vaaz vereceğim. Konu da, "İslam nedir?" olacak. İsterseniz siz de dinleyin, dedim.

Müsaade isteyerek çıktım.

Bildiğim kadarı ile İslâmiyet'in bir dünya nizamı ol*duğunu, ölüler için değil, bilakis diriler için indiğini, ölü olup da yaşayan ruhların ancak İslâm ile dirileceğini, İslâmiyet'i tatbik etmediğimiz müddetçe dünyanın ve Türkiye'nin huzura kavuşamayacağını anlattım. Sonra, Asr sûresinin önemini anlatarak, cihadın namaz gibi farz olduğunu ve İslâm'ın Türkiye'de çok yanlış tanıtıldığını anlattım. Dua ile vaazımı bitirdiğimde, kızların ikisini de salonun sonunda dinliyor buldum. Hareketlerinden, bir hayli değişmiş olduklarını fark ettim. Ah... Kahr-u perişan olası zalim kâfirler, ahhhh...
Bizi, dinimizden ayırıp nasıl perişan ettiniz. Daha az önce bana dönüp bakmayanların, kırkbeş dakika sonra bana karşı tavırları nasıl değişmiş*ti. Bu kızlar şu anda lisede okuyorlardı.

İlkokul birinci sınıftan itibaren yapıla gelen Materya*lizm (dinsizlik) aşısı hakkında bir hesap yapalım:

Beş yıl ilkokul, üç yıl ortaokul, (bu kızlar lise ikide), iki yıl da lise, toplam on sene yapıyor. Bir yıl 365 gün ol*duğuna göre, 365'i 10 ile çarptığımız zaman, 3650 gün ya*pıyor. Şimdi bu kızlar, her gün İslâm'ın emrine zıt bir ke*lime öğrense, on senede 3650 kelime (hüküm) yapar. İslâm'da var olan emirleri yok, yok olan emirleri de var olarak öğrenmişlerse, şimdi ben on senedir İslam'ın emir*lerine aykırı hüküm öğrenmiş, yani on senedir İslâm'ı yanlış öğrenmiş bu kızlara kırkbeş dakikada veya iki sa*atte ne öğretebilirdim? İslâm'ı kafalarına nasıl yerleştire*cektim? Nasıl yerleştirebilirdim? Buna imkan var mıydı? Üstelik, beyinlere yapılan bunca aşılardan sonra....

Ço*cukluğumda, komşu çocuklarla bir bankanın çocuk tiyat*rosuna gitmiştim. Tiyatroda alçak zalimlerin iğrenç oyun*ları sergileniyordu. İğrenç yüzlü bir sakallı, elinde tesbih insanlara yapmadığı kötülük kalmıyordu. O günden son*ra nerede bir sakallı görsem, nerede bir tesbih görsem psikolojikman bana bir iğrenmek, onlara karşı bir nefret duyardım. Bu durum yıllarca böyle devam etti.. Fakat ne zaman ki dinimi öğrendim, bu oyunların kâfir oyunları olduğunu anladım, kendimi düzelttim. Bu genç kızlar da, kimbilir kaç tane kâfir aşısı almışlardı. "Kapalılarda ne*ler var, neler!" diyen kâfirlerin sözlerine onlar da kanmış*lardı. Son olarak, oradan ayrılacağım zaman onlara de*dim ki:

— Aslında tam istenilen bir şekilde konuşamadık, da*ha doğru dürüst hiçbir konuya giremedik. Vaktiniz olmuş olsaydı, biraz konuşurduk...
İki genç kız:

— Sizinle tartışmayı biz de isteriz, dediler. Ben.de:

— Önemli olan tartışmak değil, hedefe ulaşmaktır. Tartışmayı sen kaybettin, ben kazandım durumuna geti*rirsek, hiçbir netice elde edilmez... Önemli olan doğruyu bulmaktır İki zıt fikrin ikisi de doğru olamaz, doğru bir tanedir. O bir olan doğruyu da aramak her insanın göre*vidir. Tartışmada ben mağlup olabilirim fakat İslâm asla mağlup olmaz. Eğer siz beni susturursanız bu benim aciz*liğimden, İslâm'ı az bildiğimdendir. Çünkü, İslâm, Al*lah'ın (c.c.) sözleridir, emirleridir. Fakat sizin savunduğu*nuz sözler (fikirler) insanların sözleridir. İnsanları Allah yarattığına göre, elbette Allah (c.c)ın sözleri (kanunları) insanların sözlerinden çok daha üstün ve doğrudur.

Sonra biraz daha konuşmak için ayrı bir odaya geç*tik.. Cemaatten on-onbeş meraklı kadın da bizimle bera*ber geldi... Tekrar koltuklara oturduk. Sarı saçlı olan üçüncü kızdan hiçbir hareket görünmüyordu, sadece siga*rasını içerken belli etmeden dinliyordu... Hemen konuya geçmek istedim:

— Şimdi nereden başlayalım? İsterseniz aynı sorunun üzerinde duralım. İslâm'ın yüzünden geri kaldık demişti*niz, isterseniz bir zamanlar bu sorunuza cevap mukabi*linde bir şiir yazmıştım onu size okuyayım. Okumamı is*ter misiniz?

— Elbette güzel olur...

Çantamı açıp şiir defterimden aradığım şiiri buldum. Bu şiiri yazarken içimde volkanlar kaynamıştı. Ne yapa*lım, insan haykırmak istediğini açık açık söyleyemiyor. Hani bir hikâye vardır: Bir er komutanına çok kızar, arkasından küfürler eder. Fakat karşısında süt dökmüş ke*di gibi hiçbir şey söyleyemez. İkide bir; "Ah... Seni başıma baş eden kaderime ne diyeyim" der. Bir gün efkârından oturur şöyle bir şiir yazar;
Yaktın beni alçak başım, Ben de seni yakacağım. Koparacağım seni, Canımı yaktığın gibi Canını yakacağım.

Bu şiiri, yağcı, karakter fakiri er arkadaşı doğruca ko*mutanına götürür. Komutan çok fena sinirlenerek derhal eri çağırır.

— Ulan bu şiir nedir?

— Ne şiiri komutanım...

— Ulan eş... oğlu eş.... Hâlâ utanmadan ne şiiri diyor*sun. Kime yazdın bu şiiri?

— Başıma yazdım komutanım.

— Ulan ne demek bu? Kim senin başın?

— Bir başım var komutanım... Komutan hiddetle iki tokat patlatır.

— Çabuk söyle kimdir bu başın?

— Kendi başım komutanım, zaman zaman ağrıyor. Ağrısına dayanamıyorum, can acısı ile bu şiiri yazdım... İşte ben de aynı misal, efkârlandığım hatta kahrolup hiç kimseye birşeyler söylemediğim zamanlar derdimi defter sayfalarına dökmüştüm. Sırası gelince okuyorum. Şimdi de genç kızlara okuyordum, tüm dikkatlerini bana ver*mişlerdi.

 

Gülüşü Yaralı

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Şub 2008
Mesajlar
5,741
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yaş
39
Konum
ha bura :)
Web Sitesi
www.facebook.com

VASİYET

Allah'ın selamı üzerine olsun yavrum
Biliyorsun dünyada karışık durum
Sana bir vasiyet edeyim dinle
Ne ekersen dünyada gelir seninle

İtler, kopuklar senin arkanda yavrum
Akıllan senin aklında yavrum
Seni kandırıp ayırmak için Rabb'inden
Çalışırlar durmadan, bir saat dinlenmeden

Sinema, spor vesairelerle seni,
Meşgul ediyorlar, dinle bak beni.
Okudunsa bilirsin, ecdad nasıl çalışmış,
Biraz daha dirense dünyayı alacakmış.

Sonra gördük ya amelleri gevşeyince,
Kölesi olduk batılının iyice.
Bak maziye evladım, aklını güzel kullan
Sorar onu sana seni güzel yaratan.

Domuzlar sürüsüne aldanma yavrum,
Şimdi düşünemiyorsun seni anlıyorum.
Fakat düşünmemek mazeret değil,
Rabb'in soracak sana, akıl vermiştim bil.

Hayat uyku değildir, eğlence ise asla,
Gör ne olur evladım, insanlar hasta,
Bismillah ile başla, ilk önce ilim,
Sonra ibadetle de Allah Kerîm.

Sen meşgul olursan fotoroman vesair,
Akoğlan, Karaoğlan sonra kebair.
Diyor ki hadisinde Habibullah:
"Kim kime benzerse ondan olur" billah.(6)

Benzeme kefereye şekil ve ruh yapın ile,
Al ondaki ilmi çalışıp aklın ile.
Fen teknik bizim diyorlar inanma,
Gerçeğin bir ucunu bak anlatayım sana.
Cebir bizim (7) ilk atılan top bizim (8),
Ay'ı ilk keşfeden asırlar öncesinden (9),
İlk defa uçan insan (10) gemiyi yapan bizim (11).

Bitki de konuşurmuş Batı buna gülerken,
Şimdi kabul ettiler, "Biz bulduk bunu" derken.
Tüm canlılar, sudan, toprakdan dönme. (12)
Bu gerçeği ilk defa bildiren ayet bizim.
Dahası, adı geçen astronomik olayda,
"Uzay bitişikti" bildiren ayet bizim (13).

Güneşin döndüğünü hayal etmezken
Batı Yasin sûresinde bildiren ayet bizim (14).
Hele polen tozunu yeni bulurken ilim (15),
Ondört asır önceden bildiren ayet bizim.

Ah... daha nice nice niceler,
Senin dev gördüğün sahte cüceler.
Ah anlatabilsem dönen dolapları,
Her zaman nefretle anacaksın onları.

Onlara sakın kanma yüce Rabb'ine dön,
Çıkardılar seni raydan şimdi rayına dön.
Adımını doğru at lağıma düştü biri,

Zararın neresinden dönersen olur iyi.
Kalbini gösterip de sakın bu yeter sanma,
Münafık oyunudur, yavrum aldanma.
Bu vasiyetimi ağlayarak yazdım ben,
Belki sen okurken çürür giydiğim kefen.

Ölüm bizim içindir, başkasına düşünme,
Sen de gireceksin birgün kabir içine.
Öyle bir şeydir anla, Rabbimiz'in sır ilmi...
Bir kiraz çekirdeği gömülünce çürüyüp,
Sonra ağaç oluyor yeryüzünde büyüyüp.

Bunları düşünürsen kendine geleceksin,
Yine de inanmazsan gidince göreceksin. (16)

Sessizce dinlediler. Baktım ki, üçü de bir hayli düşün*ceye dalmışlar.

— Nereden başlayayım?

— Bilmem...

— Siz bilirsiniz.

— Ben bilirsem, aynı konuyu biraz daha açmak istiyo*rum. Batı ilerlemiş, biz geri kalmışız, bunun sebebi de gü*ya İslâm dini imiş. Emperyalizm'in bir taktiği vardır. Böl, parçala, yut. İşte bizi de bölüp, parçalayıp, yutmak isti*yorlar. Çünkü büyük lokmayı yutmak zordur. Fakat kü*çük lokmayı yutmak kolaydır. Kardeşlerim, ne olur düş*manlarımıza inanmayalım, Rabbimizin gücüne gider. Peygamberimizin de öyle...

Bugün Batı, hamamı tanımış ise bunu İslâm'a borçlu*dur. Daha iki yüz sene önce, Batı, yıkanmayı günah sayı yordu. Hatta Azize Elizabeth, bu zevkten (yıkanmaktan) öyle kaçınıyordu ki, kokmaya başlamıştı, etrafındakiler bu kokudan rahatsız oluyorlardı. Dayanamaz hale gelince onu yıkanmaya zorlamışlardı...

Fakat bu teşebbüslerinde pek muvaffak olamazlar. Çünkü kadın su ile temas eder etmez fırlayıp kaçar ve iş*lediği günahtan dolayı tövbe ve istiğfara başlar. (17) Hat*ta, bugün dahi taharetlenmeyen kâfirler, nasıl olur da be*nim kardeşime sahip çıkabilirler? Bu durum, düşünülme*yecek kadar acı. Yüreğim parçalanıyor. İçlerinden biri:

— Sizin kardeşiniz kim?

— Siz... Sizler...

Daha dün ortaokulda okurken, "Müs*lüman mısınız?" diye sorulunca "Elhamdülillah Müslüman’ım" diyordunuz.

Ama maalesef bugün, Allah'ı (c.c) inkar edecek duruma geldiniz. Fare kedinin dişleri arasına gi*rince bir daha tuzağa düşmemeye tövbe edermiş. O bir hayvandır, onda akıl olmadığı için o ancak dişlerin ara*sında uyanır. Ama biz öyle olmamalıyız. Biz, akılsız fare*nin tuzağa düştüğü gibi, tuzağa düşmemeliyiz. Bizi yok*tan var edeni sevmeli, O'na secde etmeliyiz. İnsanların kanunlarına kul değil, Allah (c.c.)’ın kanunlarına kul ol*malıyız.
Aklı her şeyde delil gösterip, "Aklın kabul etmediğine inanmayın" dediler. Akıl nedir ki? Nasıl olurda kendini anlayacak kapasitesi olmayan aklı, Allah'ı anlamakta, ahireti anlamakta önder gösterebilirler? Binlerce gencimi*zi, aklı silah olarak kullanmak kaydıyla dininden kopa*rıp, anasından ayrılan yavru gibi yetim bırakıp gençliği çıldıracak duruma getirdiler...

Melek gibi olan gençleri, kendi iğrenç ideolojileri uğ runa yılan yaptılar. Hâlbuki, akıl bir vasıtadır. Ulaşmak istediğimiz yöne götürüyor. Yönünü, sonunu bilmeye kadir değildir. Neymiş, sanat akıl ile olurmuş. Sanat, ak*lın sermayesi değil, sanatçının sermayesidir. Arı, bal ya*par, bu bir sanattır. Balı insanlar için yapar. İnsanlar içindir, arının gece-gündüz çalışması. Fakat, aynı insanı, zehirli iğnesi ile sokmak sureti ile komaya sokar, bazen de öldürür. Arıda akıl olsa idi, hem gece-gündüz insanlar için çalışıp hem de aynı insanları sokar mıydı?

Tavuk, yu*murta yapar. Yumurtayı yapmak, bir fabrika, bir sanat isteyen olaydır. Yumurta da insan içindir. Fakat, insan yumurtayı almaya gidince, tavuk tepesine biniverir. Mi*salleri çoğaltmak mümkündür. Neticede, sanat vardır. Fakat bu sanat akıl ile meydana gelemez. Allah'ın kaina*ta koyduğu düzen, zincirleme olarak akar gider..

Şimdi...

İster misiniz tavuk bize meydan okusun.
"Haydi bakalım benim gibi civciv yapın, ben civciv yapıyorum, siz hâlâ aya çıkmaktan bahsediyorsunuz" desin.

Ne diyebiliriz?
Önemli olan sanat değildir. Allah (c.c), aya çıkmayı kulla*rına lütfetmiş, gökyüzünde uçan kuşlar için, aya kadar uçacak imkan yaratırdı.

Fakat öyle dilememiş, oraya akıl vasıtası ile çıkmayı dilemiş. Bu demektir ki; aya kadar ulaşan akıl, ahirete kadar da ulaşır.
Allah'ın kullarına bildirmediği sırları da vardır. Akıl hayatın belki bir zerresine hükmedebilir. Ama kürresine asla.
 

Gülüşü Yaralı

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Şub 2008
Mesajlar
5,741
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yaş
39
Konum
ha bura :)
Web Sitesi
www.facebook.com
AKIL

Akıl nedir ki? Çatlamış sandal.
Ne verebilir sana, haydi iste al.
Dersin ki, "Elim dolu", bakarsın ki boş,
Yeterli değil, istersen sonsuza dal.

Akıl bazen melektir, bazen de yılan
Bazen aya çıkandır, bazen de yalan.
Bulursa sırattan geçiş fennini,
Gerçek eser budur, akıldan kalan.

Herşeyde aklı ölçü etmemeliyiz.
Allah ve Rasulünün her emrine boyun eğmeli, "Şuna aklım ermiyor" dememe*liyiz, elbette ermez. İşte bugünkü İslâm'ı gerici bilen gençler, kör kuyuya kova saldıklar için İslâm'ı bilmiyor*lar. İşin en acı yönü de, bildiklerini zannediyorlar. Birkaç namaz suresi öğretiliyor ama namazın önemi hiç konu edilmiyor. İslâm'ın sadece namaz, oruç, hac gibi ibadet yönlerini anlatıyorlar. Fakat İslâm'ın anayasa ile ilgili ibadet yönlerini anlatmıyorlar. (İbadet: Allah'ın bütün emirlerine fiilen itaat etmeye denir.) İslâm'ı bütün olarak anlatmıyorlar. Eğer İslâm bir bütün hayat sistemi olarak anlatılsa, şeytan kanunlarının çarpıklığı meydana çıka*cak. Buna fırsat vermemek için uyutmalı din dersleri oku*tuluyor.

Gençler de, İslâm'ı biliyorum zannı ile araştırmıyor*lar. Böylece, İslâm'a, Allah'ın emirlerine düşman oluyor*lar. İslâm bir bütündür, parça parça olamaz. Eğer parça parça olursa, şuna benzer:

Küpü küp üstüne koysalar, Gökyüzüne bağlasalar, Altından birini çekseler, Seyreyle gümbürtüyü.

Genç kızlar, sanki daha önce böyle bir şey duymamış*lar gibi pür dikkat dinliyorlardı. Fakat ben fazla bıktırmamak için:

— Kardeşlerim...

Konular çok geniş, denizi bardağa sığdırmak mümkün mü? İşte böyle bir şeydir, İslâm dini*ni birkaç satıra sığdırmak.

Dilerseniz başka bir gün konuşalım. Şimdi, aklınız » en çok takılan soruları sorun bana. Esmer olan genç kız, yaşaran gözleriyle:
— Bana Allah'ı anlat. O'nu bana tanıt. Artık O'ndan ayrılmak istemiyorum. Beynimi sülük gibi emen soruları*mın ilki, Allah'la ilgili. Çocukken Allah'ı düşünürdüm. Fakat aklımı başka konulara takarak unuturdum. Artık büyüdüm. Biraz önce dediğiniz gibi, sorular altında ezil*dim.

"Niçin var olan görünmesin?" "Var olsa idi görünür*dü" dediler. Ben de inandım ve söylemeye başladım.

Ağlıyordu genç kız, vakit ilerlemişti. İkindi vakti, ner*deyse kerahet vaktine girmişti.

— Beni çok duygulandırdınız, sizin şahsınızda binler*ce genci görüyorum. Allah'ı tanımak istiyorsunuz. Canım kurban olsun Rabbim'e fakat namazlarımız geçecek, ikin*diyi kılalım, sonra devam ederiz. Bir saat konuşur, diğer sorularınızı başka bir güne bırakırız.

— Elbette olur.

— Sen ne dersin Aysel Kardeş?

— Benim de bir sorum var.

— Nedir o?

— Kur'an...

— Ne olmuş Kur'an'a? --Yani...

— Yani, Kur'an Allah tarafından gelmediyse diyecek*tin değil mi?

— Aaaa, nerden bildiniz?

—Her gittiğim yerde aynı soruları soruyorlar. Yahudi oyunu, aynı soruları basma kalıp her yere yaymış. Değil Türkiye'ye, bütün halkı Müslüman olan ülkelere de yay*mış. Sormakla çok iyi yaptınız, çok memnun oldum, fakat bugün çok geç kaldık. Zaten, beyninizin dört-beş saatlik bir konuşmadan sonra yorulması lazım. Sizi, fazla sıkmak istemiyorum, ayrıca sizleri de çok sevdim. Başka bir gün, hatta yarın aynı konuya devam ederiz.

— Teşekkür ederim...

— Asıl ben teşekkür ederim.Beni dinlemeyebilirdiniz de.

Namazı kılmak için kalktım. Sarı saçlı kızdan henüz bir şey anlamamıştım ama diğer iki genç kızın çok mah*cup olduklarını hissettim. Ne kadar acı bir gerçek ki; Al*lah'ın yarattığı kula, "Gel Allah'ına secde et" diyemiyor*dum. Çünkü, daha vakit erkendi, belki birkaç gün sonra denilebilirdi ama bugün olmazdı. Peki ama niçin? Onlar, 17-18 yaşlarında değil miydi? Hani İslâm: "Akıl baliğ ol*duktan sonra, her kadın ve erkek secde etmek mecburiye*tindedir " diye buyurmamış mıydı?

Şikâyetim var Rabbim, derdim çok büyük Yarattığın her mahlûk sırtımda bir yük.
Ertesi gün, randevulaştığımız evde buluştuk. Yalnız Aysel gelmemişti. Kızlar, İslâm'la ilgili birçok sorular sor*dular, elimden geldiği kadar cevapladım. Bilhassa, İslâm'da devlet var mıdır? İslâm, dünya işlerine karışır mı? gibi soruların üzerinde çok durdular. Ben de İslâm'ın bir bütün olduğunu, hem dünya, hem ahiretten bahseden bir din, bir nizam olduğunu anlattım. Anlattıklarıma önce itirazlar yağdıran genç kızlar, şimdi İslâm'ın büyüklüğü karşısında hayran olmuşlardı. Sarı saçlı olanına sordum:

— Senin sesin çıkmıyor kardeş, sebebi nedir acaba?

— Ben dinlemeyi seviyorum, dedi.

Ve Nesrin arkadaşlarına dönerek ağlamaya başladı. "Bana bir senedir neler söylediniz. Ben inanıyordum Al*lah'ıma. Ama sizler, Allah nerede göster? dediniz. Bana, devamlı, öldükten sonra dirilme yok, gidip gelen mi ol*muş? dediniz. Benim inancımı tamamen yokettiniz. Hâlbuki, ben inanıyordum. İbadet etmesem bile üzüntü için*deydim. Ramazanlarda namaz kılıyor, başımı örtüyor*dum. Şimdi ise siz benden daha çabuk dönüş yaptınız. Ni*çin benim inancıma karıştınız? Ne istiyordunuz benden? Bıraksaydınızda inanmaya devam etseydim ya..."

Daha neler neler söyledi bunun gibi...
Meğer genç kı*zın içi dolu imiş. Bu olaylara benzer yüzlercesi ile karşı*laştım. Önce, bakıyorsunuz sanki sizi öldürecek (yiye-cek)miş gibi bakıyorlar. Fakat sonra İslâm'ı duyunca (öğ*renince) İslâm'ın muhteşemliği karşısında hayretten hay*rete düşüyorlar. Nasıl hayrete düşmesinler ki; İslâm, Al*lah'ın kanunları, elbette hayran kalırlar. Aradan günler geçtikten sonra, Aysel'den bir mektup aldım.

********
Sevgili Hocam,
Sizden ayrıldıktan sonra hiç uyuyamadım. Meğer ne*ler varmış benim bilmediğim. Tavsiye ettiğiniz, M. Kenan Çığman'ın "İnançlar" isimli kitabı ile Hekimoğlu İsmail'in "İlimler Ve Yorumlar" adlı kitabını aldım, okumaya başla*dım. Daha başında olmama rağmen çok hoşuma gitti. '
Sizi gördüğüm günden bugüne değin, az bir zaman geçmesine rağmen, tamamen başka bir insan oldum. Top*lantılarınıza gelemedim. O kadar çok sorularım vardı ki, o kalabalık ortamda sormam imkansızdı. Size zahmet ol*mazsa, bana özel cevap verir misiniz? Son derece bunalım içindeyim. Bana İslâmiyet'i çok kötü tanıtmışlardı. İslâmiyet'in ilimden hiç bahsetmediğini, dünyada ne ka*dar keşf ve icat varsa, hepsinin Batı tarafından bulundu*ğunu söylemişlerdi. Meğer ne kadar yanılmışım, beni na*sıl kandırmışlar. Sizinle konuştuktan sonra İslâm dini gö*zümde bambaşka bir görünüm aldı. Annemle babam da dindardırlar, fakat onlarla sizin aranızda bir bağlantı ku*ramadım. Çünkü, sizin anlattıklarınızın bir tanesini dahi onlardan duymadım. Hacı olmalarına rağmen bana İslâm'ı anlatmadılar. Ne kadar acı bir durum değil mi ho*cam? Beni sadece tenkit etmekle yetindiler. Onun için de tertemiz bir inançla girdiğim liseden Allah'a isyanla çık*tım. Sizin söylediğiniz gibi, soru sordular cevap vereme*dim, cevap veremeyince bunalmaya başladım. Cevapları*nı öğrenmek için sorduğum kimseler, "Böyle soru mu olurmuş? Sus, konuşma, sen kâfir oldun" dediler. Netice*de, Allah'ını, kitabını, peygamberini inkâr eden bir insan oldum. Bana ne olur yardım ediniz. Şu neden böyle ol*muş? Bu nasıl olmuş? Nasıl olur da var olan görünmez? vb. sorularla beynim arı kovanı gibi uğulduyor. Okudu*ğum kitapları ah bir okusanız, aklınız durur. Peygamber efendimize, söylemedikleri söz, atmadıkları iftira kalmı*yor. Müslümanlar'ı, peygamberimizden ayırmak için akla gelen her şeyi kitaplara yazmışlar. Halkının çoğu Müslü*man olan bu ülkede böyle kitapları nasıl basmışlar aklım almıyor? Hele, devlet bunlara nasıl göz yumuyor? Diyanet İşleri Başkanlığı gerçekten vazifesini yapıyor mu bilemi*yorum.
Hocam! Siz arkadaşlarımla tartışırken, önce; "Bu çar*şaflı gerici, bizim sorularımıza nasıl cevap verebilecek, ne anlar bu ilimden, astronomiden, iktisattan" diye düşün*düm. Fakat siz konuştukça, "Nasıl olur da bu çaşaflının bu kadar bilgisi olabilir" diye hayretten kendimi alama*dım. Benim de kafamdaki sorulara cevap vermeniz, hay*retimi bir kat daha artırmıştı... Ve ben şimdi dinimi araş*tırma, Allah'ı bulma ihtiyacı içindeyim. Peki, benim gibi bilmediği için dinini aramaktan vazgeçenler, dininden ha*beri olmayanlar ne yapacaklar, nasıl dinecek onların ızdı*rabı?
Bu mektubu yazmaya başlayalı üç tane sigara içtim. Hâlbuki, sigaranın pis kokusundan, insan vücuduna za*rarından dolayı, içenleri ayıplardım. Ben bu duruma nasıl geldim? Benim gibiler bu duruma nasıl geldi? Bizleri bu hale nasıl getirdiler? "İslâm'ı bilmediğiniz için bu duruma geldiniz" diyeceksiniz, peki biz dinimizi niçin bilmedik? Niçin bize dinimizi bildirmediler? Sizin dediğiniz gibi; "Nasıl olmuş da İslâmiyet'i bu kadar yanlış tanıtmışlar?" Bu konularda, ne olur beni aydınlatın. Ayrıca şu soruları*ma cevap verirseniz çok memnun olurum:
1- Allah'ın varlığının delilleri nelerdir?
2- Allah, niçin görünmüyor veya neden göremiyoruz?
3- Kur'an'ın gerçekten Allah tarafından geldiğine ve modern ilmin de Kuranda yeri olduğuna örnek verir mi*siniz? Beni tatmin edecek şekilde cevap verirseniz, inanın çok memnun olacağım...
Sevgi ve saygılarımla Aysel Akgün

AYSEL'İN MEKTUBUNA CEVAP(*)
Bismillahirrahmanirrahim
Allah'ını hakkı ile tanıyamayan Emine'den Aysel'e mektup
Kardeşim Aysel,
Göndermiş olduğun mektubu aldım. Yazmış olduğun yazılar, kalbime bir ok gibi battı ve dinim için çalışma az*mim bir kat daha arttı. Senin sormuş olduğun soruları sa*dece senden değil, Türkiye'nin neresine gittimse orada da hep aynı ve daha fazla bir şekilde duydum. İşte bu durum gösteriyor ki, Müslümanlar dinlerini tanımamışlar. Bir de, İnsanların beyinleri boş şeylerle meşgul olduğundan, Allah'ın sanatına bakıp Allah'ı bulamamışlar. Çünkü, ib*ret gözü ile bakmamışlar. Şimdi, sorduğun sorulara elim*den geldiği kadarıyla, Allah'ın izni ile cevap vermeye çalı*şacağım.
Yalnız şunu unutma, benim vereceğim cevaplar seni tatmin etmezse eksiklik bendedir. Bulduğun eksikliği İslâm'da arama...


 

Gülüşü Yaralı

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Şub 2008
Mesajlar
5,741
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yaş
39
Konum
ha bura :)
Web Sitesi
www.facebook.com
Allahcc razı olsun can gönüldaşımız...
Es Selamu Aleyküm...
Hoş gelmişsiniz...
Nerelerdesiniz...
Allahcc yar ve yardımcınız olsun inşaALLAH...
O EN GÜZEL VEKİLDİR...
BESMELE...SELAM...DUA...

Allah razı olsun abim ^_^
hoşbuldum
evlendim. evimde net yoktu o yüzden..alıcaz inşaallah...
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt