İmam-ı Gazali hazretleri buyurdu ki:
İnsanlar rahim kapısından bu dünyaya gelmişlerdir, kabir kapısından da çıkacaklardır. Yani yolcudurlar, dünyada kalıcı değildir.
Geçici olan şey sevilmez, buna bağlanılmaz. Bu bakımdan insanları bu geçici dünyaya ısındırıcı her şey onun için beladır. Bu geçici dünyadan kalplerini soğutucu, ünsiyetlerini kesici her şey de nimettir.
O halde bunu bilen bir kimsenin belalara şükretmesi düşünülebilir. Beladaki bu nimeti bilmeyen bir kimsenin ise şükretmesi düşünülemez.
Çünkü şükür, zarurî olarak nimetin bilinmesine tâbidir. Kim musibetin sevabının musibetten daha büyük olduğuna inanmazsa, o kimsenin musibetten dolayı şükretmesi düşünülemez.
Hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur: “Allah kim için hayrı irade ederse, ona musibet verir.”
Allahü teâlâ bir hadîs-i kudsîde şöyle buyurmaktadır:
“Kullarımdan birine, bedeninde veya malında veya evladında bir musibet verdiğim zaman, musibeti güzel bir sabır ile karşılarsa, kıyamet gününde onun için bir mizan kurmaktan veya onun için bir defter açmaktan hayâ ederim.”
Herhangi bir kul, herhangi bir musibete düçar olduğunda, Allah’ın buyurduğu gibi, ‘Biz Allah içiniz ve O’na döneceğiz’ (Bakara/156) ve ‘...Ey Allahım, bu musibetle götürdüğünün daha hayırlısını bana ver!’ derse, muhakkak Allahü teâlâ onun için isteneni yapar.
Allahü teâlâ bir hadîs-i kudsîde şöyle buyurmaktadır: “Kimin iki gözünü alırsam onun karşılığı evimde (cennetimde) daimî durmak ve yüzüme bakmaktır.”
Bir kişi ‘Ey Allah’ın Resûlü! Malım gitti, bedenim hastalıklı oldu!’ diye şikayette bulununca, Hazreti Peygamber cevap olarak şöyle buyurmuştur:
“Malı gitmeyen ve bedeni hastalanmayan bir kulda hayır yoktur. Muhakkak ki Allah, herhangi bir kulunu sevdiği zaman ona bela verir. Ona bela verdiği zaman da kendisine sabır verir.”, “Kişi Allah katında büyük bir derece sahibi olabilir. O dereceye hiçbir amelle varamaz ancak bedenine isabet eden bela ile o bela vasıtasıyla o dereceye varır.”
İnsanlar rahim kapısından bu dünyaya gelmişlerdir, kabir kapısından da çıkacaklardır. Yani yolcudurlar, dünyada kalıcı değildir.
Geçici olan şey sevilmez, buna bağlanılmaz. Bu bakımdan insanları bu geçici dünyaya ısındırıcı her şey onun için beladır. Bu geçici dünyadan kalplerini soğutucu, ünsiyetlerini kesici her şey de nimettir.
O halde bunu bilen bir kimsenin belalara şükretmesi düşünülebilir. Beladaki bu nimeti bilmeyen bir kimsenin ise şükretmesi düşünülemez.
Çünkü şükür, zarurî olarak nimetin bilinmesine tâbidir. Kim musibetin sevabının musibetten daha büyük olduğuna inanmazsa, o kimsenin musibetten dolayı şükretmesi düşünülemez.
Hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur: “Allah kim için hayrı irade ederse, ona musibet verir.”
Allahü teâlâ bir hadîs-i kudsîde şöyle buyurmaktadır:
“Kullarımdan birine, bedeninde veya malında veya evladında bir musibet verdiğim zaman, musibeti güzel bir sabır ile karşılarsa, kıyamet gününde onun için bir mizan kurmaktan veya onun için bir defter açmaktan hayâ ederim.”
Herhangi bir kul, herhangi bir musibete düçar olduğunda, Allah’ın buyurduğu gibi, ‘Biz Allah içiniz ve O’na döneceğiz’ (Bakara/156) ve ‘...Ey Allahım, bu musibetle götürdüğünün daha hayırlısını bana ver!’ derse, muhakkak Allahü teâlâ onun için isteneni yapar.
Allahü teâlâ bir hadîs-i kudsîde şöyle buyurmaktadır: “Kimin iki gözünü alırsam onun karşılığı evimde (cennetimde) daimî durmak ve yüzüme bakmaktır.”
Bir kişi ‘Ey Allah’ın Resûlü! Malım gitti, bedenim hastalıklı oldu!’ diye şikayette bulununca, Hazreti Peygamber cevap olarak şöyle buyurmuştur:
“Malı gitmeyen ve bedeni hastalanmayan bir kulda hayır yoktur. Muhakkak ki Allah, herhangi bir kulunu sevdiği zaman ona bela verir. Ona bela verdiği zaman da kendisine sabır verir.”, “Kişi Allah katında büyük bir derece sahibi olabilir. O dereceye hiçbir amelle varamaz ancak bedenine isabet eden bela ile o bela vasıtasıyla o dereceye varır.”