yüsra77
Kayıtlı Kullanıcı
Ashabın büyüklerinden ve Aşere-i Mübeşşere’nin yıldızlarından olan Sa’d b. Ebi Vakkas, siyerin ve özellikle de siyer içerisinde önemli bir yer tutan Efendimiz’in (s.a.v) savaşlarının ne kadar mühim olduğunu öğretme adına bir gün şöyle diyecektir: “Biz çocuklarımıza Kur’an’dan herhangi bir sûre öğretir gibi, Efendimiz’in (s.a.v) savaşlarını öğretirdik.”
Sahabenin bu konudaki hassasiyetinin temel bir sebebi vardı. Onlar çok iyi biliyorlardı ki; Allah Rasûlü’nün (s.a.v) yaşadığı hayatın, her bir karesi tüm Müslümanlara en ideal örnek ve en kâmil modeldi. Hâl böyle olunca Efendimiz’in (s.a.v) o mübarek hayatı, Kur’an talim edilir gibi öğrenilmeli ve her an siyer ile canlı bir bağ kurulmalıydı.
Öyleyse gelin sadece Efendimiz’in (s.a.v) hayatında sırası ile yer alan 3 önemli savaşta söylediği duaları şöyle bir hatırlayalım ve en büyük silahlarımızdan biri olan dua ile hem Gazze’deki kardeşlerimize, hem kendimize, hem de katil ve terörist İsrail askerlerine, bu kutlu sözler ışığında dualar ve beddualar edelim.
BEDİR: İman ile inkârın bu ilk buluşmasında Efendimiz (s.a.v) 313 askeri ile 1000 kişilik büyük ve güçlü müşrik ordusunun karşısına çıkmıştı. Bir beşer olarak yapacağı tüm şeyleri yaptıktan sonra Efendimiz (s.a.v) çadırına çekilmiş, Hz. Ebubekir’in bize aktardığına göre ellerini semaya kaldırabileceği kadar kaldırmış, adeta Arş'ın saçaklarına ulaşacakmış gibi bir hâl ve eda ile yakarmaya başlamıştı. Allah Rasûlü’nün (s.a.v) Bedir’deki iman ordusuna yaptığı dua, sadece o gün onlara yapılmış bir dua değildi. Risalet davası için mücadele veren tüm Furkan ordularına ve tabiî ki şimdilerde bizden dua bekleyen Gazzeli kardeşlerimize yapılmış bir dua idi. Efendimiz (s.a.v) orada şöyle dua edecekti: “Allah’ım, bana vaadini (zaferini) ulaştır. Allah’ım bana vaadini (zaferini) eriştir. Ya Rabbi! Eğer sen İslâm’ın ehlinden olan şu küçücük cemaati helâk edip mağlubiyete uğratırsan, yeryüzünde senin ismini yüceltecek hiç kimse kalmayacaktır.”
UHUD: Uhud, zor bir savaştı. Savaşın en zor tablolarından birinde, Efendimiz’in (s.a.v) mübarek dişleri kırılmış, başındaki miğferin halkaları yüzüne batmış, çukura düşüp bedeni kan revan içerisinde kalmıştı. Böyle bir halde ve herkesin beddua beklediği böyle bir zaman diliminde, O (s.a.v) bir dağılan İslâm ordusuna bakmış, bir onları kurbanlık koçlar gibi doğrayan Mekke ordusuna bakmış, sonra ellerini semaya kaldırarak şöyle demişti: “Allahümmeğfir li kavmî, fe innehum la ya’lemûn /Allah’ım! Benim kavmimi bağışla. Onlar bilmiyorlar, bilselerdi yapmazlardı.”
Biz Uhud’da yapılmış bu duayı öncelikle bizlere yapılmış bir dua olarak kabul ediyoruz. Çünkü gerçekten bizler de bilmiyoruz.
Topraklarımızın değerini, imanlarımızın kıymetini, İslâm’ın yüceliğini, mukaddesatlarımızın önemini ve bize miras olarak bırakılan bu büyük sermayenin ihtiva ettiği potansiyelin ne kadar olduğunu bilmiyoruz.
Sadece meselenin topraklar boyutuna şöyle bir baksak, söyler misiniz; eğer Kudüs’ün, Filistin’in ve Gazze’nin gerçek mânâda değerini bilseydik, her birimiz birer Selahattin olma gayreti vermez miydik? Eğer İstanbul’un değerini bilseydik, her birimiz birer Ebu Eyüp el-Ensari olmaz mıydık? Eğer Mısır’ın değerini bilseydik, her birimiz birer Abdullah ibn Huzafe olmaz mıydık?
Eğer Şam’ın değerini bilseydik, her birimiz birer İyad ibn Ğanem, Kab b. Malik olmaz mıydık? Eğer Kıbrıs’ın değerini bilseydik, her birimiz birer Ümmü Haram olmaz mıydık? Eğer Bağdat’ın, Basra’nın yani Irak’ın değerini bilseydik, her birimiz birer Enes b. Malik, İmran b. Husayn olmaz mıydık? Eğer Azerbaycan’ın değerini bilseydik, her birimiz birer Abdullah b. Şübeyl, Ebu Mihcen olmaz mıydık? Eğer Balkanlar'ın değerini bilseydik, her birimiz birer Sarı Saltuk olmaz mıydık? Eğer Avrupa’nın değerini bilseydik, her birimiz Mus’ab ibn Ümeyr ve Esma binti Yezid’in ruhunu diriltmeye çalışan yiğitlerden olmaz mıydık?
Eğer Efendimiz (s.a.v) gibi bu dünyaya ekilmesi gereken iman tohumlarının değerini bilseydik, Risalet davası uğruna gayret ve çabamız daha farklı olmaz mıydı?..
HENDEK: Hendek Gazvesi'nde Efendimiz (s.a.v) Selman-ı Farisî’nin görüşüne uyarak Medine’yi savunma adına hendekler kazmıştı. Ama karşıdaki düşman birlikleri o günlerin birinde İslâm orduları üzerine ok üzere ok yağdırmışlardı. Bu ok atışları o gün o kadar şiddetli olmuştu ki; Müslümanlar öğle, ikindi ve akşam namazlarını kılamamış, ancak o günün yatsı namazında hepsini beraberce eda etme imkânı bulabilmişlerdi. Bu hâl, Efendimiz’in (s.a.v) o kadar zoruna gitmişti ki; orada eller semaya kalkmış, karşıdaki Ahzab ordularına bir beddua edilmişti.
Allah Rasûlü’nün bu bedduası kıyamete kadar gelecek olan tüm inkâr güçlerine karşı yapılmış bir beddua idi. Orada Efendimiz (s.a.v) şöyle diyecekti: “Ey Kitab'ı indiren! Ey hesabı süratli olan Allah’ım! İslâm aleyhine toplanan bu grupları, bu ahzab ordularını dağıt. Allah’ım! Onları darmadağın et, çadırlarını başlarına geçir. Onları hezimete uğrat ve onları şiddetli bir şekilde sars.” Bugünlerde bu bedduayı hakeden ne kadar fazla zalim var; değil mi?..
M. Emin Yıldırım - Vakit
Sahabenin bu konudaki hassasiyetinin temel bir sebebi vardı. Onlar çok iyi biliyorlardı ki; Allah Rasûlü’nün (s.a.v) yaşadığı hayatın, her bir karesi tüm Müslümanlara en ideal örnek ve en kâmil modeldi. Hâl böyle olunca Efendimiz’in (s.a.v) o mübarek hayatı, Kur’an talim edilir gibi öğrenilmeli ve her an siyer ile canlı bir bağ kurulmalıydı.
Öyleyse gelin sadece Efendimiz’in (s.a.v) hayatında sırası ile yer alan 3 önemli savaşta söylediği duaları şöyle bir hatırlayalım ve en büyük silahlarımızdan biri olan dua ile hem Gazze’deki kardeşlerimize, hem kendimize, hem de katil ve terörist İsrail askerlerine, bu kutlu sözler ışığında dualar ve beddualar edelim.
BEDİR: İman ile inkârın bu ilk buluşmasında Efendimiz (s.a.v) 313 askeri ile 1000 kişilik büyük ve güçlü müşrik ordusunun karşısına çıkmıştı. Bir beşer olarak yapacağı tüm şeyleri yaptıktan sonra Efendimiz (s.a.v) çadırına çekilmiş, Hz. Ebubekir’in bize aktardığına göre ellerini semaya kaldırabileceği kadar kaldırmış, adeta Arş'ın saçaklarına ulaşacakmış gibi bir hâl ve eda ile yakarmaya başlamıştı. Allah Rasûlü’nün (s.a.v) Bedir’deki iman ordusuna yaptığı dua, sadece o gün onlara yapılmış bir dua değildi. Risalet davası için mücadele veren tüm Furkan ordularına ve tabiî ki şimdilerde bizden dua bekleyen Gazzeli kardeşlerimize yapılmış bir dua idi. Efendimiz (s.a.v) orada şöyle dua edecekti: “Allah’ım, bana vaadini (zaferini) ulaştır. Allah’ım bana vaadini (zaferini) eriştir. Ya Rabbi! Eğer sen İslâm’ın ehlinden olan şu küçücük cemaati helâk edip mağlubiyete uğratırsan, yeryüzünde senin ismini yüceltecek hiç kimse kalmayacaktır.”
UHUD: Uhud, zor bir savaştı. Savaşın en zor tablolarından birinde, Efendimiz’in (s.a.v) mübarek dişleri kırılmış, başındaki miğferin halkaları yüzüne batmış, çukura düşüp bedeni kan revan içerisinde kalmıştı. Böyle bir halde ve herkesin beddua beklediği böyle bir zaman diliminde, O (s.a.v) bir dağılan İslâm ordusuna bakmış, bir onları kurbanlık koçlar gibi doğrayan Mekke ordusuna bakmış, sonra ellerini semaya kaldırarak şöyle demişti: “Allahümmeğfir li kavmî, fe innehum la ya’lemûn /Allah’ım! Benim kavmimi bağışla. Onlar bilmiyorlar, bilselerdi yapmazlardı.”
Biz Uhud’da yapılmış bu duayı öncelikle bizlere yapılmış bir dua olarak kabul ediyoruz. Çünkü gerçekten bizler de bilmiyoruz.
Topraklarımızın değerini, imanlarımızın kıymetini, İslâm’ın yüceliğini, mukaddesatlarımızın önemini ve bize miras olarak bırakılan bu büyük sermayenin ihtiva ettiği potansiyelin ne kadar olduğunu bilmiyoruz.
Sadece meselenin topraklar boyutuna şöyle bir baksak, söyler misiniz; eğer Kudüs’ün, Filistin’in ve Gazze’nin gerçek mânâda değerini bilseydik, her birimiz birer Selahattin olma gayreti vermez miydik? Eğer İstanbul’un değerini bilseydik, her birimiz birer Ebu Eyüp el-Ensari olmaz mıydık? Eğer Mısır’ın değerini bilseydik, her birimiz birer Abdullah ibn Huzafe olmaz mıydık?
Eğer Şam’ın değerini bilseydik, her birimiz birer İyad ibn Ğanem, Kab b. Malik olmaz mıydık? Eğer Kıbrıs’ın değerini bilseydik, her birimiz birer Ümmü Haram olmaz mıydık? Eğer Bağdat’ın, Basra’nın yani Irak’ın değerini bilseydik, her birimiz birer Enes b. Malik, İmran b. Husayn olmaz mıydık? Eğer Azerbaycan’ın değerini bilseydik, her birimiz birer Abdullah b. Şübeyl, Ebu Mihcen olmaz mıydık? Eğer Balkanlar'ın değerini bilseydik, her birimiz birer Sarı Saltuk olmaz mıydık? Eğer Avrupa’nın değerini bilseydik, her birimiz Mus’ab ibn Ümeyr ve Esma binti Yezid’in ruhunu diriltmeye çalışan yiğitlerden olmaz mıydık?
Eğer Efendimiz (s.a.v) gibi bu dünyaya ekilmesi gereken iman tohumlarının değerini bilseydik, Risalet davası uğruna gayret ve çabamız daha farklı olmaz mıydı?..
HENDEK: Hendek Gazvesi'nde Efendimiz (s.a.v) Selman-ı Farisî’nin görüşüne uyarak Medine’yi savunma adına hendekler kazmıştı. Ama karşıdaki düşman birlikleri o günlerin birinde İslâm orduları üzerine ok üzere ok yağdırmışlardı. Bu ok atışları o gün o kadar şiddetli olmuştu ki; Müslümanlar öğle, ikindi ve akşam namazlarını kılamamış, ancak o günün yatsı namazında hepsini beraberce eda etme imkânı bulabilmişlerdi. Bu hâl, Efendimiz’in (s.a.v) o kadar zoruna gitmişti ki; orada eller semaya kalkmış, karşıdaki Ahzab ordularına bir beddua edilmişti.
Allah Rasûlü’nün bu bedduası kıyamete kadar gelecek olan tüm inkâr güçlerine karşı yapılmış bir beddua idi. Orada Efendimiz (s.a.v) şöyle diyecekti: “Ey Kitab'ı indiren! Ey hesabı süratli olan Allah’ım! İslâm aleyhine toplanan bu grupları, bu ahzab ordularını dağıt. Allah’ım! Onları darmadağın et, çadırlarını başlarına geçir. Onları hezimete uğrat ve onları şiddetli bir şekilde sars.” Bugünlerde bu bedduayı hakeden ne kadar fazla zalim var; değil mi?..
M. Emin Yıldırım - Vakit