Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Gandhi Modeli değil (1 Kullanıcı)

FATMA-ZEHRA

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
28 Ağu 2007
Mesajlar
486
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
Tasavvufa son dönem de birileri tarafından getirilen tenkitlerden birisi de hiç şüpye yokki tasavvufun pasifize ettiği söylemidir.

Bu söylem kısmen modernistlerden, kısmen " cihadı " hayatın temel merkezi haline getirmeye çalışan gruplardan, kısmen selefi ve vehhabi tarzı düşünenlerden çıkmaktadır.

Halbuki İslam ; ne Gandhi gibi pasif direnişi çevirir, ne de tokat atana diğer yanağını çevir felsefesini benimser. İslam adil bir mukabeleyi, kısas modelini ana tema olarak ele alır.

Nitekim cihad meselesinde de kamil sufiler yeri geldiğinde elde kılıç cepheye koşmaktan imtina etmemişlerdir. Bunun en bariz ve meşhur örneklerini ise şöyle sıralayabiliriz :

Necmeddin-i Kübra k.s.'dan Şeyh Şamil'e, Senusiler'den Bitlis Müdafası esnasında yaralanan Hz.Muhammed Diyauddin k.s.'yu zikredebiliriz.
 

tevhiteri

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
17 Eki 2007
Mesajlar
364
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
65
sa.cok güzel bir paylaşım olmuş..a.e.o
 

tevhiteri

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
17 Eki 2007
Mesajlar
364
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
65
Tasavvufi Aşk...


Hakkında her çağda pek çok yazılar yazılmış, pek çeşitli yorumlar yapılmıştır. Bunlardan birçoğu aşkı, mecazî ve hakîkî aşk olarak ikiye ayırırken Muhiddin-i Arabî aşkı, tabiî, ruhanî ve ilâhî aşk diye üçe ayırır. Mecazî aşk, hakikî (ilâhî) aşka giden yolda bir deneyiş, belki bir duraktır. Hakikî aşka erişmek için mecazî aşk şart değildir. Ama olursa da kötü karşılanmaz. İşte divan edebiyatı bu ince noktadan hareketle mecazî ve ilâhî aşkı aynı şiir potasına koyar. Anlayış ve yorum farklılıklarıyla birlikte tasavvuf çeşmesinden su içmiş her divan şairi bunu terennüm eder. Yine de Mevlânâ'nın, ''Sen canlı bir resimsin ve dünya, insan, yerdeki ve gökteki her şey kendi mahsulü olan bir Ressam'ın eserisin. Yaratıcını bırakıp cansız ve manasız bir resme âşık olman doğru mudur? O habersiz şekillerden ne elde edebilirsin?'' sorusuna kendi iç dünyasında cevap arayan şair ide'ler dünyasının gölgeler dolu mağarasından taşmayı gaye edinerek sanatına yönelir. Kur'anıkerim'de sevgi sözüne sıkça rastlanması ona geniş imkânlar tanımıştır. ''Allah onları sever, onlar da Allah'ı severler'' (Maide, 54) veya ''Müminlerin Allah'a karşı pek şiddetli bir sevgisi vardır'' (Bakara, 165) gibi ayetler bu yolda rehberdir. Keza Hz. Peygamber'in de Allah ve peygamberi her şeyden çok sevmek gerektiğine dair çeşitli hadisleri mevcuttur. Bizzat o, ''Allah güzeldir, güzel(lik)i sever'' (Muslim, iman, 147) buyurmuştur. O hâlde aşkta dînen bir beis yoktur. Bilâkis, bir teşvik söz konusudur. Tasavvufa göre, ilâhî aşkı gaye edinmek, yeryüzündeki en yüce idealdir ve insan bunun için vardır. Ama bu ne müşkil bir hâldir, bir bilinebilse!..






Çünkü “insan” olmak zor..
Bir kere, hakikî mânâda erlik lâzım.
Gönül sahibi olmak... Bizi Yaratan’a saygı.. Sahibimize duyduğumuz aşk.. Halikımıza duyduğumuz güven.. teslimiyet...
Metânet.. Celâdet.. Fütüvvet.. Uhuvvet.. Fetânet.. Mürüvvet..
Dağları delme azmi, seyyareleri gezme şevki; gönüllerde gezme neşesi.
Fethetme.. Seyr/etme.. Belâyla yoldaşlık; acıyla kardaşlık, melâlle haldaşlık...
“Cahil cesaretini”; “kemal menziline” doğru giderken, “inançla” azık etme... Hamlığını, “hiçlik aşına” katık etme.. Gözyaşlarını, “tövbe kazanında” kaynatıp, rahmetle birleştirme..
Nefsaniyetinin “kötü ruhunu”; “maveraî tütsülerle” uzak etme..
Şenaatin, şeytanetin, dalâletin kapılarını “Dua taşlarıyla” örme ve önce kendi Şeytanını taşlayıp; “EGO’nun Rejimini”, recim etme...
Köprüler kurup, yıkma.. Devrimlere, “dünya hikâyesinin” büklümlerine ve “Kalk borusuna” her an hazır olma..
“Hayatın merâretini”; “aşk balıyla” tatlandırma..
Yazgının tecellilerini, girdapları, buhranları “Tanrı adıyla” aşma..
Kâinat kitabını, Yüce(lerin) Aşk kitabını; hayatın görünür görünmez kitaplarını okuma yazma.. yazma okuma...
Hak’ın “Asker Ocağına” yazılma.. Peygamberimizin ayak bastığı toprakların hem altına, hem üstüne yazılma...
.....
Oysa “hayvanlaşma” yönünde bir özenti, yönelim söz konusu.. Hayvanların hürriyetine imrenenler ve örnek gösterenler var bugün..
“Ruh hezimetlerinin” çoğaldığı toplumlarda belki “hayvanlaşma duygusu” üretiliyor; alternatif olarak geliştiriliyor ve kendi yaşayacağı iklimi yeşertiyor. Meselâ Satanizm, düpedüz bir “hayvanlaşma”...
Ama kimsenin, “siretinin fotoğrafında”, hangi mahlûkun yer aldığından haberi yok.. Çünkü böyle bir derdimiz yok.
Acaba, insanlık- hayvanlık arası “gizli geçişlerden, geçitlerden” bahsedilebilir mi? Yahut ara safhalardan, yazıklanası kayışlardan.. “İnsandaki yırtıcı” ortaya çıkınca, artık “işe yaramaz” kabulüyle, “insaniyetimizi” gerisin geri iade etmelerden...
Farkına varmadığımız ama eninde sonunda, uğruna “insanî cevherimizi” pisi pisine harcadığımız göz kamaştırıcı illüzyonlardan; “çürük özlü” sahte inançlardan, bol keseden modern cennetler vaat eden, yeni zaman tâcirlerinden...
Tarihte de, çeşitli zamanlarda “Hayvanlaşma dönemleri” olmuş mudur. Câhiliye Devirleri, Ortaçağlar ve Modern Ortaçağlar, neyle tanımlanabilir?
Barbarlığı, nefretin, zulmün taçlaştırılmasını; bilimin tahakküm aracı olmasını, tiranlara hizmeti; sapkınlığın, behimiyetin pâyidar kılınmasını, neye sayacağız.
Şirazeden çıkmayı, haddi aşmayı, hiçbir ölçüye, değere tâbi olmamayı; azgınlığın şeddâdî yapılanmalarını, Şerrin hükümranlığının izahını, nasıl yapacağız..
Beşeriyetin bilumum, iğrendiren, yerin dibine geçiren, aklı çarmıha geren “şeref(!) tablolarını”; ezen, çökerten, delirten medeniyet(!) manzaralarını; açlığın, sefaletin, her tür sömürünün çılgın tırmanışını, insanlık onurumuzla, “beş yıldızlı çağdaşlığımızla” nasıl bağdaştıracağız.
.....
“İnsanlaşma” sonsuzluğu imlerken; “hayvanlaşma”, her şeye rağmen bir “daralmayı, sınırlanmayı” meydana getiriyor. Tanrı’yı, kutsalı ret; dünyayla sınırlı bir kısırlığı da şekillendiriyor.
Sadece, “dünya”da karar kılanlar da bir noktada hayvanlaşıyor. Çünkü ret ettiklerimiz, seçimimizi belirliyor.. Seçme, başka ihtimalleri, seçenekleri ortadan kaldırdığına göre; “hayvanlaşma”, aklı, iradeyi, bize sunulan değerleri; İlâhî verileri de inkâr etmeyi yada kabulsüzlüğü gerektiriyor. Kutsal İrade’ye bağlantıyı imkânsız kılıyor.
“Hayvanlaşma”; “insanlık dili”ni anlamama; insanlar içinde “hayvan” kalmak ve kendi “düzeni”ni kurmak demek.
“İçimizdeki hayvanın” ihtiyaçlarına göre, hayatımızı tanzim ederken; “insanlık değerlerinin” öncelediği bilgiyi kullanmaya, özdenetime, şahsî uygulamalara karşı çıkıyoruz. Dolayısıyla hadiselere, dünyaya ibret nazarıyla bakma, hikmet çıkarma, ruhî üst düzeylere geçme, farklı okumalar yapma gibi; manevî çalışmalar sonucu oluşabilecek gelişimlerden de yoksun kalıyoruz.. “İnsanlık mertebesi” diye bir sıkıntı bizden uzak.
“Hayvanlaşma” bu tür bir fakirleşme.. Gardiyanın esareti.. Zenginin sefaleti.. Bilginin cehaleti...
“Hayvaniliği”, ruhumuza egemen kılarken; içimizdeki canavarı cümle âleme salma.. İç terörü, Ego’nun dehşeti ve vahşetini çevreye yayma; çeşitli “ideolojiler” eliyle tahribat, harâbat...
“Hazreti İnsan”ın dünyayla kurduğu ahengi; “hayvansının”, çevresini tahrip ederek, yıkarak; ters taraftan kendine uydurma, uyum kurma çabası.. “Şer dünyası”nın inşası...
“Hayvanilik örnekleri”nin yatay düzlemde yayılması ve derinlere kök salması..
“Mutlak Hakîkat”ı; geçici, değişken “dünya gerçekleri”ne kurban etme..
“Ebediyet Bilgisi”ne sırtını dönme.. Dünya tasarımımız ve tasavvurumuzda gelişme(!)..
.....
Sırf, “benliğinin özgürlüğü” için yaşayanlar, kolayca “hayvanca” olmayı seçiyor..
Oysa “Benler” de değişiyor. Hayatınızın vazgeçilmezleri, dünyadan kopardıklarınız, istekleriniz, tutkularınız...
O zaman “zevk” kolayca acıya dönüşüyor. “Hayvanî lezzetlerin” değeri fazla değil, geçici, üstelik “gerici”... Zevkin “ruhsatlısı” ise, serinletici.
“Hayvanlaşma” kullanılmak, sömürülmek de demek..
“İnsanlaşma” yolunda gidenler, İlâhî yasalara uyarken; erdemi de içine geçiriyor.. Huzur, güvenlik, bütünlük, insicam içinde yaşayabiliyor. Dolayısıyla zaafları örtülüyor yahut azalıyor.
Halbuki “hayvanlaşma”; çatışmayı, parçalanma ve ayrışmayı getiriyor. Çokluğun karmaşasında; dünyanın insana duyduğu hınç da, gizli aşikâr tuzaklarda; aklını, kalbini yediriyor.
Hayvanlara imrenenler, “insan olmanın anlamı” üzerinde uzun uzadıya kafa yormalı.. Ama düşünceyi, hayvanlık derekesine indirip, tanımı “düşünen hayvan” üzerinden yapanlara bunu nasıl anlatmalı..
Hayvanların bir tercihleri yok, varlıkları konusunda.. Biz seçebiliriz oysa.
“Hayvanlaşma eğilimi”; “insanlık emanetini”, “hayvanlaşma” doğrultusunda harcamak; güzergâhsız, takıntılı, saplantılı-genellikle kemikler peşinde koşmak- harcanmak demek.
.....
Ruhların düşüşü, suretlere de aksediyor.. “İnsanlık alâmetleri” tek tek silinirken, “hayvanlık izleri” bir bir tezahür ediyor. Karşılaştığımız insanın bizde yarattığı his, etki rahatsız ediyor; âdeta kalbimizi ısırıyor.
Çakal, sırtlan, köpek, domuz- artık hangisini, zatınıza münasip görürseniz- şekilleri;
insanı boğuyor.
“İnsan” olarak yaratılmıştık. “Hayvanlık” aşılıyoruz ve onlar tarafından aşılıyoruz.. Gerçek ölümler, kan ağlanası intiharlar bu olsa gerek.
Dilimiz/ DİLİMİZ “hayvanlaşıyor”.. Lüks mağaralarımız, inlerimiz bile var..
Tahrif edilmemiş din; gerçek “Medeniyet ölçüsü”... “Hayır!” Diyoruz. Biz hayvanlaşmak istiyoruz!”
“Hayvanlaşma” cehlin ol mertebesi ki.. hayvanı bile aştığımız... Çünkü ona “akıl” verilmemişti. Elçiler, kitaplar gönderilmemişti. İlim de tahsil edemezdi..
Siz ki, ona Efendiydiniz ve dünyanın efendisi... Şimdi onu “Efendi” seçiyordunuz. Üst değer.. Belirleyici güç...
Seçiyordunuz ve seviyordunuz.. Ki, kişi sevdiğiyle beraberdir.
Bazıları sürüler halinde, çiftliklerde ve nefsaniyetlerinin çitleri dahilinde yaşayabilirler..
Ürüyebilir ve dilediği gibi üreyebilir, hattâ belki ehlileştirilebilirler de..
Yabanî tabiatlarını çoğu defa gösterir.. ısırır, kudurur, azar; çağdaşlık kisveyle yazar, çizer, tozarlar.
Bırakınız öyle kalsınlar...
Bir büyüğün, buyurduğu gibi: “Yuları, boynuna dolayıverirsiniz..” olur biter...
NEFSİNİZİ HAKKİKATE ERDİRMEYİ NASİP ETSİN YARADAN HUUUU
 

FATMA-ZEHRA

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
28 Ağu 2007
Mesajlar
486
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
Tasavvufi Aşk...


Hakkında her çağda pek çok yazılar yazılmış, pek çeşitli yorumlar yapılmıştır. Bunlardan birçoğu aşkı, mecazî ve hakîkî aşk olarak ikiye ayırırken Muhiddin-i Arabî aşkı, tabiî, ruhanî ve ilâhî aşk diye üçe ayırır. Mecazî aşk, hakikî (ilâhî) aşka giden yolda bir deneyiş, belki bir duraktır. Hakikî aşka erişmek için mecazî aşk şart değildir. Ama olursa da kötü karşılanmaz. İşte divan edebiyatı bu ince noktadan hareketle mecazî ve ilâhî aşkı aynı şiir potasına koyar. Anlayış ve yorum farklılıklarıyla birlikte tasavvuf çeşmesinden su içmiş her divan şairi bunu terennüm eder. Yine de Mevlânâ'nın, ''Sen canlı bir resimsin ve dünya, insan, yerdeki ve gökteki her şey kendi mahsulü olan bir Ressam'ın eserisin. Yaratıcını bırakıp cansız ve manasız bir resme âşık olman doğru mudur? O habersiz şekillerden ne elde edebilirsin?'' sorusuna kendi iç dünyasında cevap arayan şair ide'ler dünyasının gölgeler dolu mağarasından taşmayı gaye edinerek sanatına yönelir. Kur'anıkerim'de sevgi sözüne sıkça rastlanması ona geniş imkânlar tanımıştır. ''Allah onları sever, onlar da Allah'ı severler'' (Maide, 54) veya ''Müminlerin Allah'a karşı pek şiddetli bir sevgisi vardır'' (Bakara, 165) gibi ayetler bu yolda rehberdir. Keza Hz. Peygamber'in de Allah ve peygamberi her şeyden çok sevmek gerektiğine dair çeşitli hadisleri mevcuttur. Bizzat o, ''Allah güzeldir, güzel(lik)i sever'' (Muslim, iman, 147) buyurmuştur. O hâlde aşkta dînen bir beis yoktur. Bilâkis, bir teşvik söz konusudur. Tasavvufa göre, ilâhî aşkı gaye edinmek, yeryüzündeki en yüce idealdir ve insan bunun için vardır. Ama bu ne müşkil bir hâldir, bir bilinebilse!..






Çünkü “insan” olmak zor..
Bir kere, hakikî mânâda erlik lâzım.
Gönül sahibi olmak... Bizi Yaratan’a saygı.. Sahibimize duyduğumuz aşk.. Halikımıza duyduğumuz güven.. teslimiyet...
Metânet.. Celâdet.. Fütüvvet.. Uhuvvet.. Fetânet.. Mürüvvet..
Dağları delme azmi, seyyareleri gezme şevki; gönüllerde gezme neşesi.
Fethetme.. Seyr/etme.. Belâyla yoldaşlık; acıyla kardaşlık, melâlle haldaşlık...
“Cahil cesaretini”; “kemal menziline” doğru giderken, “inançla” azık etme... Hamlığını, “hiçlik aşına” katık etme.. Gözyaşlarını, “tövbe kazanında” kaynatıp, rahmetle birleştirme..
Nefsaniyetinin “kötü ruhunu”; “maveraî tütsülerle” uzak etme..
Şenaatin, şeytanetin, dalâletin kapılarını “Dua taşlarıyla” örme ve önce kendi Şeytanını taşlayıp; “EGO’nun Rejimini”, recim etme...
Köprüler kurup, yıkma.. Devrimlere, “dünya hikâyesinin” büklümlerine ve “Kalk borusuna” her an hazır olma..
“Hayatın merâretini”; “aşk balıyla” tatlandırma..
Yazgının tecellilerini, girdapları, buhranları “Tanrı adıyla” aşma..
Kâinat kitabını, Yüce(lerin) Aşk kitabını; hayatın görünür görünmez kitaplarını okuma yazma.. yazma okuma...
Hak’ın “Asker Ocağına” yazılma.. Peygamberimizin ayak bastığı toprakların hem altına, hem üstüne yazılma...
.....
Oysa “hayvanlaşma” yönünde bir özenti, yönelim söz konusu.. Hayvanların hürriyetine imrenenler ve örnek gösterenler var bugün..
“Ruh hezimetlerinin” çoğaldığı toplumlarda belki “hayvanlaşma duygusu” üretiliyor; alternatif olarak geliştiriliyor ve kendi yaşayacağı iklimi yeşertiyor. Meselâ Satanizm, düpedüz bir “hayvanlaşma”...
Ama kimsenin, “siretinin fotoğrafında”, hangi mahlûkun yer aldığından haberi yok.. Çünkü böyle bir derdimiz yok.
Acaba, insanlık- hayvanlık arası “gizli geçişlerden, geçitlerden” bahsedilebilir mi? Yahut ara safhalardan, yazıklanası kayışlardan.. “İnsandaki yırtıcı” ortaya çıkınca, artık “işe yaramaz” kabulüyle, “insaniyetimizi” gerisin geri iade etmelerden...
Farkına varmadığımız ama eninde sonunda, uğruna “insanî cevherimizi” pisi pisine harcadığımız göz kamaştırıcı illüzyonlardan; “çürük özlü” sahte inançlardan, bol keseden modern cennetler vaat eden, yeni zaman tâcirlerinden...
Tarihte de, çeşitli zamanlarda “Hayvanlaşma dönemleri” olmuş mudur. Câhiliye Devirleri, Ortaçağlar ve Modern Ortaçağlar, neyle tanımlanabilir?
Barbarlığı, nefretin, zulmün taçlaştırılmasını; bilimin tahakküm aracı olmasını, tiranlara hizmeti; sapkınlığın, behimiyetin pâyidar kılınmasını, neye sayacağız.
Şirazeden çıkmayı, haddi aşmayı, hiçbir ölçüye, değere tâbi olmamayı; azgınlığın şeddâdî yapılanmalarını, Şerrin hükümranlığının izahını, nasıl yapacağız..
Beşeriyetin bilumum, iğrendiren, yerin dibine geçiren, aklı çarmıha geren “şeref(!) tablolarını”; ezen, çökerten, delirten medeniyet(!) manzaralarını; açlığın, sefaletin, her tür sömürünün çılgın tırmanışını, insanlık onurumuzla, “beş yıldızlı çağdaşlığımızla” nasıl bağdaştıracağız.
.....
“İnsanlaşma” sonsuzluğu imlerken; “hayvanlaşma”, her şeye rağmen bir “daralmayı, sınırlanmayı” meydana getiriyor. Tanrı’yı, kutsalı ret; dünyayla sınırlı bir kısırlığı da şekillendiriyor.
Sadece, “dünya”da karar kılanlar da bir noktada hayvanlaşıyor. Çünkü ret ettiklerimiz, seçimimizi belirliyor.. Seçme, başka ihtimalleri, seçenekleri ortadan kaldırdığına göre; “hayvanlaşma”, aklı, iradeyi, bize sunulan değerleri; İlâhî verileri de inkâr etmeyi yada kabulsüzlüğü gerektiriyor. Kutsal İrade’ye bağlantıyı imkânsız kılıyor.
“Hayvanlaşma”; “insanlık dili”ni anlamama; insanlar içinde “hayvan” kalmak ve kendi “düzeni”ni kurmak demek.
“İçimizdeki hayvanın” ihtiyaçlarına göre, hayatımızı tanzim ederken; “insanlık değerlerinin” öncelediği bilgiyi kullanmaya, özdenetime, şahsî uygulamalara karşı çıkıyoruz. Dolayısıyla hadiselere, dünyaya ibret nazarıyla bakma, hikmet çıkarma, ruhî üst düzeylere geçme, farklı okumalar yapma gibi; manevî çalışmalar sonucu oluşabilecek gelişimlerden de yoksun kalıyoruz.. “İnsanlık mertebesi” diye bir sıkıntı bizden uzak.
“Hayvanlaşma” bu tür bir fakirleşme.. Gardiyanın esareti.. Zenginin sefaleti.. Bilginin cehaleti...
“Hayvaniliği”, ruhumuza egemen kılarken; içimizdeki canavarı cümle âleme salma.. İç terörü, Ego’nun dehşeti ve vahşetini çevreye yayma; çeşitli “ideolojiler” eliyle tahribat, harâbat...
“Hazreti İnsan”ın dünyayla kurduğu ahengi; “hayvansının”, çevresini tahrip ederek, yıkarak; ters taraftan kendine uydurma, uyum kurma çabası.. “Şer dünyası”nın inşası...
“Hayvanilik örnekleri”nin yatay düzlemde yayılması ve derinlere kök salması..
“Mutlak Hakîkat”ı; geçici, değişken “dünya gerçekleri”ne kurban etme..
“Ebediyet Bilgisi”ne sırtını dönme.. Dünya tasarımımız ve tasavvurumuzda gelişme(!)..
.....
Sırf, “benliğinin özgürlüğü” için yaşayanlar, kolayca “hayvanca” olmayı seçiyor..
Oysa “Benler” de değişiyor. Hayatınızın vazgeçilmezleri, dünyadan kopardıklarınız, istekleriniz, tutkularınız...
O zaman “zevk” kolayca acıya dönüşüyor. “Hayvanî lezzetlerin” değeri fazla değil, geçici, üstelik “gerici”... Zevkin “ruhsatlısı” ise, serinletici.
“Hayvanlaşma” kullanılmak, sömürülmek de demek..
“İnsanlaşma” yolunda gidenler, İlâhî yasalara uyarken; erdemi de içine geçiriyor.. Huzur, güvenlik, bütünlük, insicam içinde yaşayabiliyor. Dolayısıyla zaafları örtülüyor yahut azalıyor.
Halbuki “hayvanlaşma”; çatışmayı, parçalanma ve ayrışmayı getiriyor. Çokluğun karmaşasında; dünyanın insana duyduğu hınç da, gizli aşikâr tuzaklarda; aklını, kalbini yediriyor.
Hayvanlara imrenenler, “insan olmanın anlamı” üzerinde uzun uzadıya kafa yormalı.. Ama düşünceyi, hayvanlık derekesine indirip, tanımı “düşünen hayvan” üzerinden yapanlara bunu nasıl anlatmalı..
Hayvanların bir tercihleri yok, varlıkları konusunda.. Biz seçebiliriz oysa.
“Hayvanlaşma eğilimi”; “insanlık emanetini”, “hayvanlaşma” doğrultusunda harcamak; güzergâhsız, takıntılı, saplantılı-genellikle kemikler peşinde koşmak- harcanmak demek.
.....
Ruhların düşüşü, suretlere de aksediyor.. “İnsanlık alâmetleri” tek tek silinirken, “hayvanlık izleri” bir bir tezahür ediyor. Karşılaştığımız insanın bizde yarattığı his, etki rahatsız ediyor; âdeta kalbimizi ısırıyor.
Çakal, sırtlan, köpek, domuz- artık hangisini, zatınıza münasip görürseniz- şekilleri;
insanı boğuyor.
“İnsan” olarak yaratılmıştık. “Hayvanlık” aşılıyoruz ve onlar tarafından aşılıyoruz.. Gerçek ölümler, kan ağlanası intiharlar bu olsa gerek.
Dilimiz/ DİLİMİZ “hayvanlaşıyor”.. Lüks mağaralarımız, inlerimiz bile var..
Tahrif edilmemiş din; gerçek “Medeniyet ölçüsü”... “Hayır!” Diyoruz. Biz hayvanlaşmak istiyoruz!”
“Hayvanlaşma” cehlin ol mertebesi ki.. hayvanı bile aştığımız... Çünkü ona “akıl” verilmemişti. Elçiler, kitaplar gönderilmemişti. İlim de tahsil edemezdi..
Siz ki, ona Efendiydiniz ve dünyanın efendisi... Şimdi onu “Efendi” seçiyordunuz. Üst değer.. Belirleyici güç...
Seçiyordunuz ve seviyordunuz.. Ki, kişi sevdiğiyle beraberdir.
Bazıları sürüler halinde, çiftliklerde ve nefsaniyetlerinin çitleri dahilinde yaşayabilirler..
Ürüyebilir ve dilediği gibi üreyebilir, hattâ belki ehlileştirilebilirler de..
Yabanî tabiatlarını çoğu defa gösterir.. ısırır, kudurur, azar; çağdaşlık kisveyle yazar, çizer, tozarlar.
Bırakınız öyle kalsınlar...
Bir büyüğün, buyurduğu gibi: “Yuları, boynuna dolayıverirsiniz..” olur biter...
NEFSİNİZİ HAKKİKATE ERDİRMEYİ NASİP ETSİN YARADAN HUUUU

s.a..
gerçekten
enfes bir paylaşım...
NEFSİMİZİ HAKİKATE ERDİRMEYİ NASİP ETSİN YARADAN
HUUUUU
HUUU
HUU...
 

نعىمة

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
2 Ara 2007
Mesajlar
2,969
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yaş
41
alına da gülüne bülbül beline pek te yakışmış birbirine.......
 

FATMA-ZEHRA

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
28 Ağu 2007
Mesajlar
486
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
نعىمة;541939' Alıntı:
türkü aklıma gelmişti de iyi bir paylaşım yapmak istedim, yine olmadı mı?
s.a....
yine mi derken???
bu sizinle ilk yazışmamız...
türküyü anladım..ne demek istediğinizide...!!!!
selametle...
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt