nakşibendi
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 12 Mar 2006
- Mesajlar
- 1,946
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
Kurtarma Çabası, Kurtuluş İsteğidir
Filistin Topraklarının Müslümanlar İçin Önemi:
O topraklar mukaddestir. Bu kutsallık, hem hıristiyan, hem yahûdi ve hem de müslümanlar için geçerlidir (5/Mâide, 21; 17/İsrâ, 1). O topraklar yeryüzü hâkimiyetinin tarih boyunca bir sembolü gibi kabul edilmiş, Filistin'e (Mescid-i Aksâ'ya) sahip olan ülkeler ve zihniyetler, hem psikolojik moral, hem de siyasal güç yönüyle rakiplerinden öne geçmişlerdir. Onun için, Hz. Ömer'in fethinden 20. yüzyılın ilk yarılarına kadar müslümanların o topraklarda hâkimiyeti izzetlerinin bir göstergesi olmuştur.
Rasûlullah (s.a.s.) ve ilk müslümanlar, Mescid-i Aksâ'yı vahiy gereği ilk kıble olarak seçtiler; Oraya yönelerek Rablerine kulluklarını yerine getirdiler ilk önce. Biz de ilk önce oraya yönelmeli, sonra Kâbe'ye teveccüh etmeliyiz, tefekkür ve görev bilinciyle. Hem namazdaki "kıyâm"ı, hem de namaz gibi ibâdet olan "kıyâm"ı kıbleler tâyin edecek; biz de kıblelerimize doğru yönelecek, yüzümüzü Aksâ ve Harâm Mescidlerine çevirecek ve oraya doğru "Allahu Ekber!" diyerek kıyâm'a duracağız/kalkacağız.
Rasûlullah (s.a.s.) Mescid-i Harâm'dan veya diğer mescidlerden değil; Mescid-i Aksâ'dan çıktı mi'râca. Mescid-i Aksâ'ya ayak basarak yükseldi göklere. Dünya müslümanları olarak biz de namazlarımızın mi'râç olmasını arzu ediyorsak, yahûdilerin ayakları altında alçalmak değil de, göklere ve yücelere doğru yükselmek istiyorsak, Mescid-i Aksâ'yı kaldıraç kabul etmeli, onu merdivenimizin ilk basamağı olarak değerlendirmeliyiz.
Yeryüzünün halîfesi/efendisi olabilmek için, sadece Allah'a -hakkıyla- kul olunması, kulluk yapılması temel şarttır. Kulluk, yani ibâdet için de yönelinecek bir kıblenin olması gerektiğinden, bu, önce Mescid-i Aksâ, sonra Mescid-i Harâm olmuştur. Niçin önce Mescid-i Aksâ? Çünkü Kur'an tâbiriyle orası "arz-ı mukaddes"tir (5/Mâide, 21), çevresi mübârek kılınan yerdir (17/İsrâ, 1). Peygamberlerle bereketlenmiş, çeşitli hayırlarla ve tarihî zenginliklerle şereflenmiştir. Doğunun ortası, Ortadoğunun kalbidir. Tarihî değeri, tüm büyük din mensupları tarafından kabul edilen bir gerçek olduğu gibi, günümüz açısından petrol yataklarına sahip olmasıyla da önemlidir. Yarınki dünyanın enerji kaynağı, büyük ihtimalle güneş olacaktır. Batı dünyası, istisnâların dışında güneşe hasret bir dünyadır. Sadece mânevî anlamda değil; ısı ve ışık kaynağı ve yarınki enerji kaynağı güneşe de hasrettir. Ve güneşten en fazla yararlanılabilecek topraklara da sahiptir Kudüs. Kim bilir, bugün henüz farkına varamadığımız daha nice bereketlere de sahip olduğu, yarınlarda ortaya çıkabilecektir. Tarihte hilâfet ve dünya hâkimiyeti açısından önemi gibi, günümüzde de oraya sahip olan dünyaya da egemen olduğunu göstermiş oluyor.
Filistin'in bugünkü durumunu anlatmak için lügatlardaki zulüm ve vahşetle ilgili bütün kelimeleri İsrail denen vampir için eksiksiz saymak, mazlumluk ve acınmayla ilgili tüm sözcükleri de Filistin için sıralamak gerekiyor. Ya da Filistin'li kızın şiirindeki ağlatıcı tek kelimeyi seçmek: "Utanın!" Peki, utanılacak bu durumdan kurtulmak, orayı kurtarma gayretiyle, kendimizi kurtarmak için ne yapılması gerekiyor?
a) Kudüs'ün Kurtulması İçin Çalışmak Bütün Müslümanlara Farzdır, Şarttır.
İslâm'da cihadın farziyeti ve sebepleriyle ilgili hükümler, bütün müslümanlara görevlerini hatırlatacak kadar açık ve nettir. Cihad, müslümanlara savaş açanlara (2/Bakara, 190), verdikleri sözü tutmayıp tekrar dinimize saldıranlara (9/Tevbe, 12-13), Allah'a ve âhiret gününe inanmayarak Allah ve Peygamber'in haram kıldığı şeyleri haram kabul etmeyenlere karşı (9/Tevbe, 29), yeryüzünde fitneyi söküp atmak ve Allah'ın dinini hâkim kılmak (2/Bakara, 193; 8/Enfâl, 39) gâyesi ile meşrû (22/Hacc, 39) ve mecbûrî (2/Bakara, 216) kılınmıştır.
"Sizinle savaşanlarla, Allah yolunda siz de savaşın." (2/Bakara, 190) "O halde, size karşı tecâvüz edenlere siz de aynıyla mukabele edin." (2/Bakara, 194) "Size ne oldu da Allah yolunda ve 'Rabbimiz! Bizi, halkı zâlim olan bu şehirden çıkar, bize tarafından bir sahip gönder, bize katından bir yardımcı yolla!' diyen zavallı erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz!? İman edenler Allah yolunda savaşırlar, kâfirler ise tâğut (bâtıl dâvalar ve şeytan) yolunda savaşırlar. O halde şeytanın dostlarına karşı savaşın; şüphe yok ki şeytanın kurduğu düzen zayıftır." (4/Nisâ, 75-76) “Fitne tamamen yok oluncaya ve din de Allah için tatbik edilinceye kadar onlarla savaşın.” (2/Bakara, 193)
b) Kurtarma Çalışmaları Yetersizdir.
Dünya müslümanlarının oradaki zulmü sanki kendi inançlarına, kendi kutsallarına, her şeyiyle kendilerine yapılmamış gibi duyarsızlık ve tavırsızlık, ya da eksik, hatta yanlış tavırlar içinde oldukları bir vâkıadır. Bazılarına göre Arapların meselesi kabul edilerek "neme lâzımcı" tavırsızlıklar, bazılarınca da "uzlaşmacı" ve "dilenişçi" yaklaşımlar... Mücâdelenin Allah için olmaması, sadece bir toprak savunması, kavmiyetçilik ve benzeri beşerî ideolojiler uğruna yapılması ve yardımın tâğutlardan ve tâğûtî yöneticilerden beklenmesi...
c) Tek Çözüm Cihaddır.
Zorbanın anlayacağı tek dil, kaba kuvvettir. Hitler'in tecâvüzlerine Müttefikler 2. Dünya Savaşında ne ile karşı koydular? Bildiriler, kınamalar ve barış görüşmeleriyle mi, yoksa savaşla mı? Şimdiki vahşet, H'li ve H'siz Hitlerin saldırılarından ne kadar farklı? Filistin toprakları daha önce müslümanların eline nasıl geçtiyse, yine aynı şekilde geçecek, "fetih"lerin sadece tarihte kalan nostaljik birer hâtıra olmadığı dosta düşmana gösterilecektir. “Sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Eğer onlar size karşı savaş açarlarsa, derhal onları öldürün; böyledir kâfirlerin cezâsı.” (2/Bakara, 191) "Onlar, kendileriyle antlaşma yaptığın, sonra her defasında hiç çekinmeden ahidlerini bozan kimselerdir." (8/Enfâl, 56).
Nebevî ikazlar bütün müslümanları göreve çağırmaktadır: “Mü’minlerin dertleriyle dertlenmeyen, onlardan değildir.”, “Müslümanlardan imdat isteyen bir mazlumun feryadını işitip de karşılık vermeyen, müslüman değildir!” Dünya sevgisi, yani dünyevîleşme ve Allah yolunda ölümü güzel görmemek, kendilerinden çok az sayıdaki kitap ehli ya da kitapsızların elinde müslümanların oyuncak olmasını sonuçlandırıyor, uhrevî cezânın dünyevî avansı olarak. Bunca zulüm; kavmiyetçilik, hizipçilik ve tefrikadan vazgeçmek için yeterli gelmiyorsa, bunca zillet; Azîz olan Rabbe yönelip onur ve şerefi O’nun dininde aramayı sonuçlandırmıyorsa, bunca saldırı; cihada sarılmayı gerektirmiyorsa, âhiret azâbına da aday olunur.
Filistin Topraklarının Müslümanlar İçin Önemi:
O topraklar mukaddestir. Bu kutsallık, hem hıristiyan, hem yahûdi ve hem de müslümanlar için geçerlidir (5/Mâide, 21; 17/İsrâ, 1). O topraklar yeryüzü hâkimiyetinin tarih boyunca bir sembolü gibi kabul edilmiş, Filistin'e (Mescid-i Aksâ'ya) sahip olan ülkeler ve zihniyetler, hem psikolojik moral, hem de siyasal güç yönüyle rakiplerinden öne geçmişlerdir. Onun için, Hz. Ömer'in fethinden 20. yüzyılın ilk yarılarına kadar müslümanların o topraklarda hâkimiyeti izzetlerinin bir göstergesi olmuştur.
Rasûlullah (s.a.s.) ve ilk müslümanlar, Mescid-i Aksâ'yı vahiy gereği ilk kıble olarak seçtiler; Oraya yönelerek Rablerine kulluklarını yerine getirdiler ilk önce. Biz de ilk önce oraya yönelmeli, sonra Kâbe'ye teveccüh etmeliyiz, tefekkür ve görev bilinciyle. Hem namazdaki "kıyâm"ı, hem de namaz gibi ibâdet olan "kıyâm"ı kıbleler tâyin edecek; biz de kıblelerimize doğru yönelecek, yüzümüzü Aksâ ve Harâm Mescidlerine çevirecek ve oraya doğru "Allahu Ekber!" diyerek kıyâm'a duracağız/kalkacağız.
Rasûlullah (s.a.s.) Mescid-i Harâm'dan veya diğer mescidlerden değil; Mescid-i Aksâ'dan çıktı mi'râca. Mescid-i Aksâ'ya ayak basarak yükseldi göklere. Dünya müslümanları olarak biz de namazlarımızın mi'râç olmasını arzu ediyorsak, yahûdilerin ayakları altında alçalmak değil de, göklere ve yücelere doğru yükselmek istiyorsak, Mescid-i Aksâ'yı kaldıraç kabul etmeli, onu merdivenimizin ilk basamağı olarak değerlendirmeliyiz.
Yeryüzünün halîfesi/efendisi olabilmek için, sadece Allah'a -hakkıyla- kul olunması, kulluk yapılması temel şarttır. Kulluk, yani ibâdet için de yönelinecek bir kıblenin olması gerektiğinden, bu, önce Mescid-i Aksâ, sonra Mescid-i Harâm olmuştur. Niçin önce Mescid-i Aksâ? Çünkü Kur'an tâbiriyle orası "arz-ı mukaddes"tir (5/Mâide, 21), çevresi mübârek kılınan yerdir (17/İsrâ, 1). Peygamberlerle bereketlenmiş, çeşitli hayırlarla ve tarihî zenginliklerle şereflenmiştir. Doğunun ortası, Ortadoğunun kalbidir. Tarihî değeri, tüm büyük din mensupları tarafından kabul edilen bir gerçek olduğu gibi, günümüz açısından petrol yataklarına sahip olmasıyla da önemlidir. Yarınki dünyanın enerji kaynağı, büyük ihtimalle güneş olacaktır. Batı dünyası, istisnâların dışında güneşe hasret bir dünyadır. Sadece mânevî anlamda değil; ısı ve ışık kaynağı ve yarınki enerji kaynağı güneşe de hasrettir. Ve güneşten en fazla yararlanılabilecek topraklara da sahiptir Kudüs. Kim bilir, bugün henüz farkına varamadığımız daha nice bereketlere de sahip olduğu, yarınlarda ortaya çıkabilecektir. Tarihte hilâfet ve dünya hâkimiyeti açısından önemi gibi, günümüzde de oraya sahip olan dünyaya da egemen olduğunu göstermiş oluyor.
Filistin'in bugünkü durumunu anlatmak için lügatlardaki zulüm ve vahşetle ilgili bütün kelimeleri İsrail denen vampir için eksiksiz saymak, mazlumluk ve acınmayla ilgili tüm sözcükleri de Filistin için sıralamak gerekiyor. Ya da Filistin'li kızın şiirindeki ağlatıcı tek kelimeyi seçmek: "Utanın!" Peki, utanılacak bu durumdan kurtulmak, orayı kurtarma gayretiyle, kendimizi kurtarmak için ne yapılması gerekiyor?
a) Kudüs'ün Kurtulması İçin Çalışmak Bütün Müslümanlara Farzdır, Şarttır.
İslâm'da cihadın farziyeti ve sebepleriyle ilgili hükümler, bütün müslümanlara görevlerini hatırlatacak kadar açık ve nettir. Cihad, müslümanlara savaş açanlara (2/Bakara, 190), verdikleri sözü tutmayıp tekrar dinimize saldıranlara (9/Tevbe, 12-13), Allah'a ve âhiret gününe inanmayarak Allah ve Peygamber'in haram kıldığı şeyleri haram kabul etmeyenlere karşı (9/Tevbe, 29), yeryüzünde fitneyi söküp atmak ve Allah'ın dinini hâkim kılmak (2/Bakara, 193; 8/Enfâl, 39) gâyesi ile meşrû (22/Hacc, 39) ve mecbûrî (2/Bakara, 216) kılınmıştır.
"Sizinle savaşanlarla, Allah yolunda siz de savaşın." (2/Bakara, 190) "O halde, size karşı tecâvüz edenlere siz de aynıyla mukabele edin." (2/Bakara, 194) "Size ne oldu da Allah yolunda ve 'Rabbimiz! Bizi, halkı zâlim olan bu şehirden çıkar, bize tarafından bir sahip gönder, bize katından bir yardımcı yolla!' diyen zavallı erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz!? İman edenler Allah yolunda savaşırlar, kâfirler ise tâğut (bâtıl dâvalar ve şeytan) yolunda savaşırlar. O halde şeytanın dostlarına karşı savaşın; şüphe yok ki şeytanın kurduğu düzen zayıftır." (4/Nisâ, 75-76) “Fitne tamamen yok oluncaya ve din de Allah için tatbik edilinceye kadar onlarla savaşın.” (2/Bakara, 193)
b) Kurtarma Çalışmaları Yetersizdir.
Dünya müslümanlarının oradaki zulmü sanki kendi inançlarına, kendi kutsallarına, her şeyiyle kendilerine yapılmamış gibi duyarsızlık ve tavırsızlık, ya da eksik, hatta yanlış tavırlar içinde oldukları bir vâkıadır. Bazılarına göre Arapların meselesi kabul edilerek "neme lâzımcı" tavırsızlıklar, bazılarınca da "uzlaşmacı" ve "dilenişçi" yaklaşımlar... Mücâdelenin Allah için olmaması, sadece bir toprak savunması, kavmiyetçilik ve benzeri beşerî ideolojiler uğruna yapılması ve yardımın tâğutlardan ve tâğûtî yöneticilerden beklenmesi...
c) Tek Çözüm Cihaddır.
Zorbanın anlayacağı tek dil, kaba kuvvettir. Hitler'in tecâvüzlerine Müttefikler 2. Dünya Savaşında ne ile karşı koydular? Bildiriler, kınamalar ve barış görüşmeleriyle mi, yoksa savaşla mı? Şimdiki vahşet, H'li ve H'siz Hitlerin saldırılarından ne kadar farklı? Filistin toprakları daha önce müslümanların eline nasıl geçtiyse, yine aynı şekilde geçecek, "fetih"lerin sadece tarihte kalan nostaljik birer hâtıra olmadığı dosta düşmana gösterilecektir. “Sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Eğer onlar size karşı savaş açarlarsa, derhal onları öldürün; böyledir kâfirlerin cezâsı.” (2/Bakara, 191) "Onlar, kendileriyle antlaşma yaptığın, sonra her defasında hiç çekinmeden ahidlerini bozan kimselerdir." (8/Enfâl, 56).
Nebevî ikazlar bütün müslümanları göreve çağırmaktadır: “Mü’minlerin dertleriyle dertlenmeyen, onlardan değildir.”, “Müslümanlardan imdat isteyen bir mazlumun feryadını işitip de karşılık vermeyen, müslüman değildir!” Dünya sevgisi, yani dünyevîleşme ve Allah yolunda ölümü güzel görmemek, kendilerinden çok az sayıdaki kitap ehli ya da kitapsızların elinde müslümanların oyuncak olmasını sonuçlandırıyor, uhrevî cezânın dünyevî avansı olarak. Bunca zulüm; kavmiyetçilik, hizipçilik ve tefrikadan vazgeçmek için yeterli gelmiyorsa, bunca zillet; Azîz olan Rabbe yönelip onur ve şerefi O’nun dininde aramayı sonuçlandırmıyorsa, bunca saldırı; cihada sarılmayı gerektirmiyorsa, âhiret azâbına da aday olunur.