Muhtazaf
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 30 Mar 2008
- Mesajlar
- 9,591
- Tepki puanı
- 957
- Puanları
- 113
- Yaş
- 66
- Web Sitesi
- www.aydin-aydin.com
Filistin’de kardeşim var
HOŞ GELDİN, hiç yitmediğin dünyama. Yeniden.
Eğer Filistin’in bereketi zeytin gözlerinle nazar etmezsen bana, bahtınız gibi gece gözlerinle. Ki biliyorsun, Hz. Meryem’in elinin değdiği zeytinler yok artık orada ve geceler kara değil akşamlar kadar, kan kızılı bomba yağmurunda. Utancımı ve acımı biraz olsun saklayabilirim, iki kelam edelim, gözlerini benden sakla.
Hoş geldin, izin ver soğumuş ellerini ayaklarını ısıtsın ellerim, biraz dinlen, dışarıdan gelen sesleri ben dinlerim, korkma, yemin olsun bedenimi siper ederim.
Işığı kesilmiş gecelerde, yanan evlerin tüterken isi ve hiç kurumayan kan izi. Lanet olası silahlarıyla korkusuzca ölüm kusarlarken sokak sokak, sığınacak anneni yitirmiş, belki hiç baba bellememiş, belki korkunu gizlemek sana sığınan kardeşlerinden, görev biçilmiştir kaderine. Bu gecelik izin ver, ruhumu yorgan gibi üzerine sereyim, boğazımda dizilen lokmalar lezzet kapıcısı ağzıma değmesin bugün, sana hiç gelmeyen baharlar gibi sofralar dizeyim. Işığın, Allah’ın zaferi bize, kahrı ve laneti zalimlere olsun diye dilimde demlenen dualarım olsun. Sineme yasla yorgun başını, ninnilerini okusun acınla ağlayan kalbim. Kalbimle aynı renk gözlerime bakma, yosun yeşili artık tüm renkler. Sen yeşili bilmezsin, Filistin’deki tüm ağaçları kestiler.
Yorgunsun. Hep cevapsız sorular soruyorsun. Anlayamıyorsun. Kızgınsın. Haklısın.
Özgürlük kadar haksın. Sabrın kadar güzel, imanın kadar yüce, şehitlik kadar duru ve acı kadar renksizsin.
Solgunsun.
Neden diyorsun, nasıl, nereye kadar? Anlayamazsın, tarihin dili olsa en büyük lâneti o okurdu onlara, biliyorsun. Gerçekler dile gelse, ilk onlara vururdu sözlerini.
Senin ülkene sığındılar, azdılar, azgındılar. Yerleştiler, yer bildiler. Sen baktın. Müslümandın, zulüm etmezdin. Bekledin. Anlamsız bir sürü şey oluyordu, elbet bir ses çıkar diyordun. Bir manga askerle yüzyıllarca bir damla kan akıtmadan selamet şehrinde, sana kol kanat geren ecdadım kan ağlıyordu, yitiyordu, geri kalanı seyrediyordu. Küfür ehli bir millet oldu, karşına durdu, yurduna kondu. Senin hiç mi komşun yoktu, başın sıkışınca kapını çalacağın? İnsanlar hafızalarını mı yutmuştu?
İnsanlık süresiz izne ayrılmıştı, akıl arka kapıdan kaçmıştı. Onlarla birlikte zulüm girdi, kan girdi, soykırım girdi, lanet indi.
Filistin’in taşı toprağı bizimdi. Tek destekçindi. Sen Selahattin’den aldığın cesaretle demir yığınlarına durdun, bir tek taşın vardı silah olarak, vurdun.
Onlar senin yurdunu işgal etmişti, evini almış, yuvanı yıkmışlardı; ama sen susmalıydın. Daha fazla daha fazla diye kol geziyorlardı, sen teslim olmalıydın. Babanı götürecekler, abini gözünün önünde şehit edecekler, kardeşin kaybolacak, annen kan kusacak, sen seyredecektin. Gözünü kaldırsan yan baktın diye üşüşeceklerdi. Taş atsan, kendini savunma hakkını tonlarca mermiyle ödeyeceklerdi. Ve ödediler. Bu nasıl hesaptı. Hâlâ devam eden.
Nuriye Çakmak
HOŞ GELDİN, hiç yitmediğin dünyama. Yeniden.
Eğer Filistin’in bereketi zeytin gözlerinle nazar etmezsen bana, bahtınız gibi gece gözlerinle. Ki biliyorsun, Hz. Meryem’in elinin değdiği zeytinler yok artık orada ve geceler kara değil akşamlar kadar, kan kızılı bomba yağmurunda. Utancımı ve acımı biraz olsun saklayabilirim, iki kelam edelim, gözlerini benden sakla.
Hoş geldin, izin ver soğumuş ellerini ayaklarını ısıtsın ellerim, biraz dinlen, dışarıdan gelen sesleri ben dinlerim, korkma, yemin olsun bedenimi siper ederim.
Işığı kesilmiş gecelerde, yanan evlerin tüterken isi ve hiç kurumayan kan izi. Lanet olası silahlarıyla korkusuzca ölüm kusarlarken sokak sokak, sığınacak anneni yitirmiş, belki hiç baba bellememiş, belki korkunu gizlemek sana sığınan kardeşlerinden, görev biçilmiştir kaderine. Bu gecelik izin ver, ruhumu yorgan gibi üzerine sereyim, boğazımda dizilen lokmalar lezzet kapıcısı ağzıma değmesin bugün, sana hiç gelmeyen baharlar gibi sofralar dizeyim. Işığın, Allah’ın zaferi bize, kahrı ve laneti zalimlere olsun diye dilimde demlenen dualarım olsun. Sineme yasla yorgun başını, ninnilerini okusun acınla ağlayan kalbim. Kalbimle aynı renk gözlerime bakma, yosun yeşili artık tüm renkler. Sen yeşili bilmezsin, Filistin’deki tüm ağaçları kestiler.
Yorgunsun. Hep cevapsız sorular soruyorsun. Anlayamıyorsun. Kızgınsın. Haklısın.
Özgürlük kadar haksın. Sabrın kadar güzel, imanın kadar yüce, şehitlik kadar duru ve acı kadar renksizsin.
Solgunsun.
Neden diyorsun, nasıl, nereye kadar? Anlayamazsın, tarihin dili olsa en büyük lâneti o okurdu onlara, biliyorsun. Gerçekler dile gelse, ilk onlara vururdu sözlerini.
Senin ülkene sığındılar, azdılar, azgındılar. Yerleştiler, yer bildiler. Sen baktın. Müslümandın, zulüm etmezdin. Bekledin. Anlamsız bir sürü şey oluyordu, elbet bir ses çıkar diyordun. Bir manga askerle yüzyıllarca bir damla kan akıtmadan selamet şehrinde, sana kol kanat geren ecdadım kan ağlıyordu, yitiyordu, geri kalanı seyrediyordu. Küfür ehli bir millet oldu, karşına durdu, yurduna kondu. Senin hiç mi komşun yoktu, başın sıkışınca kapını çalacağın? İnsanlar hafızalarını mı yutmuştu?
İnsanlık süresiz izne ayrılmıştı, akıl arka kapıdan kaçmıştı. Onlarla birlikte zulüm girdi, kan girdi, soykırım girdi, lanet indi.
Filistin’in taşı toprağı bizimdi. Tek destekçindi. Sen Selahattin’den aldığın cesaretle demir yığınlarına durdun, bir tek taşın vardı silah olarak, vurdun.
Onlar senin yurdunu işgal etmişti, evini almış, yuvanı yıkmışlardı; ama sen susmalıydın. Daha fazla daha fazla diye kol geziyorlardı, sen teslim olmalıydın. Babanı götürecekler, abini gözünün önünde şehit edecekler, kardeşin kaybolacak, annen kan kusacak, sen seyredecektin. Gözünü kaldırsan yan baktın diye üşüşeceklerdi. Taş atsan, kendini savunma hakkını tonlarca mermiyle ödeyeceklerdi. Ve ödediler. Bu nasıl hesaptı. Hâlâ devam eden.
Nuriye Çakmak