HUSEYIN SASMAZ
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 11 Eyl 2009
- Mesajlar
- 1,204
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 61
FİKRİ METİNLER
Fikri metinlerin anlaşılmasına gelince: "Fikri metin"lerin yapısını ortaya koymada akli bilgiler esastır. "Fikri metin"de birinci planda anlamlara ve daha sonra söz terkiplerine önem verilir. "Fikri metin", duygunun değil, aklın dilidir. Hedefi, bilgiye hizmet etmek ve zihinleri uyandırmak amacıyla, düşünceleri ve özellikle gerçekleri ifade etmektir. Fikri metinlerde söz ve terkipler, özenle seçilirler. Onlara belli anlamlar yüklenir ve fikir tanımına uygun hale getirilir. Fikri metinler, akıl üzerine kurulu olduğu için bu metinlerde duygular göz ardı edilir. Fikri metinlerin temel öğesi fikri gerçekleri araştırmak ve derinlik isteyen bilgileri vermektir. Bu nedenle fikri metinler, edebi metinlerden büsbütün ayrılmaktadır. Zira edebi metin, gerçekler ve bilgiler üzerinde durmaz. Düşüncelerle aklı beslemek gibi bir amacı da yoktur. Edebi metin, bu gerçekleri zihinlere yaklaştırmaya çalışır. Ancak her gerçeği ele almaz. Gerçeklerin içinden en bariz, en önemli olanlarını seçer. Başka bir ifadeyle; edebi eserde, açık veya gizli bir biçimde estetiğin herhangi bir görüntüsünü verebilecek özellikteki gerçek seçilir. Seçilmiş olan bu gerçek, okuyucunun iç dünyasında yankı bulan ve etki uyandıran özelliktedir. Söz ve terkiplerle ifade edilen bu gerçekler, okuyucu ve dinleyicide bir duygu patlaması meydana getirecek biçimde sunulur. Metnin öngördüğü etkinin gereği olarak insanın iç dünyasına hayranlık, hoşnutluk veya kin, öfke, nefret gibi birtakım duygular gönderilir. Fikri metin, edebi metnin tersine, düşüncelerle aklı beslemeyi hedefler. Bu nedenle de her türlü gerçek ve bilginin üzerinde yoğunlaşır. Söz konusu gerçeğin ve bilginin insanın iç dünyasında yankı bulup bulmaması önemli değildir. Fikri metnin amacı, düşünceleri zihne yaklaştırmak, düşüncelerin içinden estetik, dikkatle icra edilmiş, aklı ikna etmeye yönelik birtakım unsurları seçmek değil, tüm çıplaklığıyla yalnızca düşünceleri ortaya çıkarmaktır. Bu düşüncelerin, okuyucunun iç dünyasında hayranlık mı öfke mi veya haz mı uyandırdığı, onun ilgi alanına girmez. Fikri metin, düşünceleri olduğu gibi ifade etmekle meşguldür. Söz ve terkiplerin değil, düşüncenin sunuluş tarzının berraklaşmasını sağlar. Görüldüğü gibi fikri metni anlama biçimi, edebi metni anlama biçiminden tamamen farklıdır.
Fikri metinler üzerinde akıl yürütmek, yani onları anlamak, metnin içeriğine ilişkin ön bilgilere sahip olmaya bağlıdır. Fikri metinle ilgili ön bilgilere sahip olmadan metni anlamak mümkün değildir. Zira fikri metin, belli bir vakıayı seslendirir. Şayet okuyucu, bu vakıayı yorumlamasına imkân verecek ön bilgilere sahip değilse, metni asla anlayamaz.
Fikri metnin üslûbunu anlamak için ön bilgilerin göstergeleri durumundaki anlamların, mutlaka algılanabilir olmaları gerekir. Ön bilgilerin göstergeleri durumundaki anlamları algılamadan sadece bu bilgileri bilmekle sınırlı kalmak, fikri metnin anlaşılmasını sağlamaz. Zira fikri metin, herhangi bir düşünceyi ifade etmez. Fikri metin, vakıa ve vakıanın göstergesi durumunda anlamı olan bir düşünceyi dile getirir. O halde düşüncenin göstergeleri, simgelediği anlam ve onun vakıası algılanmamışsa, bu durumda vakıayı yorumlamaya müsait ön bilgilerden söz edilemez. Bunlar sadece birtakım bilgiler olarak nitelenebilir ve düşünme eylemine, yani fikri metni anlamaya herhangi bir faydası dokunmaz. Zira fikri metin hakkında fikir yürütmenin tek şartı sadece ön bilgilerin var olması değil, aynı zamanda ön bilgi olgusunun algılanması ve onun göstergelerinin gerçek bir biçimde zihinde canlandırılmasıdır. Örneğin; herhangi bir konuda metni, söz ve terkipleri Arapça olarak kaleme alınan düşünceyle ilgili bir kitap okumaya başladığınızı düşünün. Evet, Arapça biliyorsunuz. Arapça bildiğiniz için de okuduğunuz metnin söz ve terkiplerinin anlamlarını algılayabilirsiniz. Fakat söz ve terkiplerle anlatılan bu düşüncelerin göstergeleri durumundaki anlamları, sadece Arapça bilgisiyle kavrayamazsınız. Bu düşünceleri anlayabilmeniz için, onlarla ilgili birtakım bilgilere sahip olmanız gerekir. Sadece bilgilere sahip olmak da yetmez. Aynı zamanda bilgilerin vakıalarının bilinmesi ve vakıaların göstergesi konumundaki anlamların da zihinde canlandırılması gerekir. Aksi takdirde okuduklarınızı sadece dil bakımından anlamış olursunuz. Çıkardığınız anlamlar, düşüncelerin göstergeleri durumundaki anlamlarla uyumlu olabildiği gibi, uyumsuz da olabilir. Sonuç olarak metnin verdiği düşünceyi anlamamış, okuduklarınızı sadece dil bakımından algılamış olursunuz. Örneğin; şu metni ele alalım:
"Siyasi bakımdan bilinçli olan bir kişi, kendi temayülüne ve mefhumlarına zıt olan tüm temayül ve mefhumlara karşı, korkusuzca ve cesaretle mücadele etmek zorundadır. Bir yandan bu mücadelesini sürdürürken, öte yandan da aynı mücadeleyi, kendi mefhumlarını yerli yerine oturtup sağlamlaştırmak ve yönünü tayin etmek için vermelidir."
Bu metin, fikri bir metindir. Bu metni anlamak için, metnin kaleme alındığı dili bilmeniz veya metindeki söz ve terkiplerin üzerinde durmanız yetmez. Metni anlamanız için, aynı zamanda söz ve terkiplerin taşıdığı anlamın üzerinde de durmanız gerekir. Dahası, özel bir siyasi düşünme açısına sahip olmanız ve siyasi düşüncenin ifade ettiği anlamı zihninizde açık bir biçimde canlandırmanız gerekir.
Aynı şekilde her türlü temayülü, temayüllerin göstergeleri durumundaki anlamları, bu temayüllerin kendi temayülünüzle ne denli çatıştığını ve kendi temayülünüzü insanlara nasıl anlatabileceğinizi, iyice kavrayıp, zihninizde canlandırmanız gerekir. Başka bir ifadeyle; metni anlamak için siyasi bilinç, mücadele, temayüller ve mefhumlara ilişkin ön bilgilerin vakıaları ve göstergeleri durumundaki anlamlar çok iyi algılanmalıdır. Aksi takdirde bilgiler, soyut bilgiler haline gelecek ve bu bilgilerin göstergeleri durumundaki anlamlar birer vakıa olarak değil, anlam olarak gözlemlenecek, bu durumda metin anlaşılamayacak, anlaşılamadığı için de ezberlense dahi ondan istifade edilemeyecektir. Bu açıdan fikri metin bina gibidir. Bir taşını bile kaldırsanız, yıkımına neden olursunuz. Yapıyı olduğu gibi bırakıp bu yapıya dokunmamanız gerekir. Tıpkı bir bina gibi, fikri metnin de tek bir harfini bile bir yerden başka bir yere taşıyamazsınız. Metnin ihtiva ettiği sözcükleri, başka sözcüklerle değiştiremezsiniz. Metni olduğu gibi koruyup kabul etmek gerekir. Çünkü metnin anlatmak istediği vakıa, yani ifade edilmek istenen düşüncenin göstergesi belli bir biçimde sunulmuştur. Bu vakıa ve surette bir değişiklik yapıldığı takdirde, metni anlama biçimi tamamen veya kısmen değişecektir. Zira fikri metin, ifade ettiği anlamın algılanmasını öngörür. Metnin ifade ettiği anlamın algılanması ise, söz ve terkiplerle beyne kaydedilmesini gerektirir.
Öte yandan fikri metin, edebi metin tarzında yazıya dökülebilir. Bu tarzla gerçekleri ifade edebildiği gibi, insanın iç dünyasındaki duyguları da uyandırabilir. Ancak böyle bir durumda bile fikri metin, edebi metinden farklıdır. Zira fikri metinde önemli olan, insanın iç dünyasında birtakım duyguları uyandırmak değil, duygulara hitap etsin etmesin, gerçeklere ulaşmaktır. Yani fikri metnin duygulara hitap etmesi, onu fikri metin olma özelliğinden uzaklaştırmaz. Metinde dikkat düşünceye yöneltilmişse ve temel amaç düşünceyse, metin, fikri metin olarak kalır. Zaten fikri metnin duyguya hitap edip etmesi onun fikri yönünü değiştirmez. Fikri metni anlamak için düşüncelerle ilgili ön bilgilerin var olması, düşüncelerin vakasının algılanması ve bu vakıanın göstergesi konumundaki anlamların zihinde canlandırılması gerekir.
Gerçi kültür seviyeleri ne olursa olsun tüm insanların, tüm derinliğine rağmen fikri metinleri anlamaları mümkündür. Ancak bu tür metinlerden herkes anlayabildiği kadar istifade etmesine rağmen, bu metinleri herkes tüm ayrıntıları ve derin noktalarıyla algılayamaz. Çünkü içerdikleri düşünceler ve bu düşüncelerin göstergeleri konumundaki anlamlar bilinip zihinde tasavvur edilmedikçe, fikri metinlerden istifade edilemediği gibi, bu metinlerin uygulanabilirliği de ortadan kalkar. Hemen belirtelim ki herkesin bu metinleri algılama gücünün olması, fikri metinlerin herkes tarafından algılanabileceği anlamına gelmez. Zira okuduğu metin düzeyinde ön bilgilere sahip olmayan bir kişinin, bu metni anlaması asla mümkün değildir.
Burada şöyle bir tez ileri sürülebilir: Sezginin varlığından söz edildiği müddetçe ön bilgiler düşünceyi oluşturmak için yeterlidir. Bu da demektir ki, metindeki vakıanın yorumlandığı ön bilgiler insanda mevcutsa, fikri metin anlaşılabilir.
İleri sürülen bu tezi şöyle cevaplamak mümkündür: Ön bilgiler, metnin ihtiva ettiği vakıayı yorumlamak için kullanılırlar. Ancak bu bilgiler vakıa düzeyinde değilse, vakıa yorumlanamaz. Eğer okuyucunun ön bilgileri dil ile ilgili bilgilerden oluşuyorsa, okuyucunun sahip olduğu bu bilgiler, vakıayı sadece dil bakımından yorumlamaya yeter. Okuyucu, bu bilgilerle metnin ihtiva ettiği düşüncenin yorumunu yapamaz. Örneğin; kişinin yönetimle ilgili sahip olduğu ön bilgiler yönetimin bir güç, erk, otorite olduğunu öngörüyorsa, bu bilgiler yönetim kavramının kişi tarafından anlaşılmasına yetmeyecek, hatta onu asıl anlamından saptıracaktır. Aynı şekilde kişi, toplumun insanlar ve insanlar arası ilişkilerden meydana geldiğini öngören ön bilgilere sahipse, bu bilgiler, kişinin toplumu değiştirebilecek veya statüsünü devam ettirebilecek anlayışa sahip olması için yeterli değildir. Çünkü kişinin sahip olduğu bu bilgiler, toplum kavramının içerdiği anlamla aynı düzeyde değildir. Bu bağlamda fikri metni anlamak için sadece okunan metinle ilgili birtakım bilgilere sahip olmak yetmez. Fikri metni anlamak için ön bilgilerin, okunan metnin içerdiği düşünceyle aynı düzeyde olması gerekir.
Bu noktada şöyle bir görüş de ileri sürülebilir: Fikri metni anlamak için ön bilgilerin okunan metindeki düşünceyle aynı düzeyde olması gerektiğini söylüyorsunuz. Bunun yanı sıra bir de metindeki düşünce olgusunun algılanması ve göstergesi konumundaki anlamın zihinde canlandırılmasının şart olduğunu ifade ediyorsunuz. Böyle bir yargıya nasıl vardınız?
Fikri metni anlamak demek, ne okuyucunun fikri metinden zevk alması ne de metnin anlamı üzerinde yoğunlaşmasıdır. Fikri metni anlamak, onu pratiğe geçirmek üzere benimsemektir. Fikri metin pratiğe geçirilmediği sürece bir yararı ve değeri yoktur. Çünkü fikri metin, okunup benimsendikten sonra pratiğe geçirilmek için okunur. Böyle yapılmadığı takdirde fikri metnin ne faydası ne de değeri kalır. Zira düşünce sadece bilgi olsun diye öğrenilmez. Bunun yanında, bir de benimsenip pratiğe geçirmek için elde edilir, okunur. Düşünceyi benimsemek ise ancak düşünce olgusunu ve onun göstergeleri konumundaki anlamını zihinde canlandırmakla olur.
Bu açıdan fikri metni anlamak için ön bilgilerin yanı sıra, şu üç noktaya dikkat etmek gerekir:
1- Ön bilgilerin anlaşılması istenen metindeki düşünceyle aynı düzeyde olması,
2- Fikri metindeki düşünce olgusunu, bu düşünce ile ilgili olmayan hususlardan tamamen ayırt edecek ve sınırlandıracak şekilde olduğu gibi kavramak.
3- Bu olgunun gerçekliğini ortaya koyabilecek şekilde, zihinde doğru bir biçimde canlandırmak.
Bu üç noktayı göz önünde bulundurmadan fikri metni anlamak, yani metindeki düşünceyi algılamak mümkün değildir. Zira düşünceyi anlamak, sadece anlamını bilmek değildir aynı zamanda onu benimsemektir. Buna en basit örnek olarak İslâm'ın akaid ve hükümlerle ilgili fikirlerini verebiliriz. Bu fikirler vakıalara mutabık bir şekilde Araplara indirildi. Arap toplumu, Allah katından indirilmiş olan bu dini kavrayıp onu benimsedi. Fakat bu kavrayışları, sadece dillerinin verdiği imkândan kaynaklanmamaktadır. Aksine İslâm düşüncesinin gerçekliğini kavrayıp, bu düşüncenin göstergeleri durumundaki anlamları zihinlerinde canlandırdıktan sonra kavrayıp benimsediler. Bu kavrayış ve zihinde canlandırma safhasından sonra İslâm, onların içine nüfuz ederek bakış açılarını tamamen değiştirdi. Artık bazı şeylere daha fazla, bazı şeylere ise daha az değer verir oldular. Onların nazarında hayatın dinamikleri, İslâm'la tanışmadan önceki dinamiklerden farklı hale geldi. Aynı Araplar düşüncelerin gerçekliğini algılama ve göstergeleri durumundaki anlamları zihinde tasavvur etme özelliklerini yitirdiklerinde, bu düşünceleri kavrayamaz oldular. Dolayısıyla benimseyemez oldular. Sonuçta bu düşünceler, git gide onlarda etkisini kaybetmeye başladı. Bugünkü toplumda imam Malik'den daha çok hadis bilen muhaddisler, Ebu Hanife'den daha engin bilgi birikimine sahip fakihler ve İbni Abbas'tan daha kapasiteli müfessirler olduğu halde, bugünkü Araplar arasında adı geçen alimlerin yaşadıkları dönemde, örneğin Medine'de yaşayan bir adamın düzeyine ulaşmış tek kişi bulamazsınız. Bunun nedeni, düşüncede yetersiz olmaları değil, düşünce olgusunu kavrayamamaları ve bu düşüncenin göstergesi konumundaki anlamı zihinlerinde tasavvur etmemeleridir. Kısaca fikri metinler üzerinde akıl yürütürken metindeki fikir düzeyinde ön bilgilere sahip olmak yetmez. Metindeki fikir düzeyinde ön bilgilere sahip olmanın yanı sıra, bu fikrin vakıasını algılamak ve göstergeleri konumundaki anlamları zihinde tasavvur etmek gerekir.
Fikri metinleri kavramak, metinlerin içerdiği düşünceleri kabul etmek anlamına gelmez. Bu metinleri kavramak, metnin içerdiği birtakım düşünceleri reddetmeye veya onlara karşı mücadele etmeye yönelik olmalıdır. Ancak metindeki düşünceleri benimsemek öncelikli hedeftir. Eğer metindeki düşünceler benimsenecek türden değilse, reddedilmesi veya mücadele edilmesi gereken düşünceler söz konusu olur. Eğer metinde geçen düşüncelerin vakıası algılanmayıp göstergeleri konumundaki anlamlar zihinde canlandırılmıyorsa, bu durum okuyucuyu yanılgıya götürebilir. Bu yanılgının sonucu olarak reddedip mücadele edilmesi gereken fikirleri benimseyip benimsenmesi gereken fikirleri ise reddedip onlara karşı mücadele verebilir. Bunun dışında, metindeki düşüncelere karşı kabul veya ret tutumunu beklemeden sadece bilgi edinmek amacıyla metni okuma yoluna gidebilir. Bundan dolayıdır ki fikri metni anlamak ve dolayısıyla metinde geçen düşünceleri kabul etmek, onları reddetme veya onlara karşı mücadele etme tutumlarından herhangi birini belirlemek için, düşüncelerin vakıasını algılamak ve göstergeleri konumundaki anlamları zihinde tasavvur etmek gerekir. Düşüncelerin vakıasını sınırlayıp, başka düşüncelerden ayırt edebilecek şekilde algılamak ve onları zihinde doğru bir biçimde canlandırmak, düşünceye yanılgı ve hatanın karışmasını engeller. Böylece okuyucunun, okuduğu düşüncelere karşı sağlıklı bir tutum belirlemesi mümkün olur. Aksi takdirde okuyucu bir tutum belirlemeksizin, sadece bilgi edinmek amacıyla metni okuma hatasına düşmekle kalmaz, dikkatini yaşamıyla ilgili temel iş ve eylemlerden uzaklaştırıp başka yöne çevirebilir. Bu ise onu yanılgı, hata ve affedilmez bir sapıklığa sürükleyebilir. Yunan felsefesinin, kapitalist ve komünist düşüncenin İslâm alimlerini ve Müslümanları ne hale getirdiği, bu sapkınlığa verilecek en basit örnektir. İslâm alimleri ve Müslümanların düştüğü bu yanılgıların kaynağı, düşüncelerin vakıasını birbirinden ayırt edebilecek şekilde algılayamamaları ve onların göstergeleri konumundaki anlamları doğru bir biçimde zihinlerinde tasavvur edememeleridir.
Örneğin Yunan felsefesini ele alalım: O dönemde Şam bölgesi ve Irak'taki Hıristiyanlar, bu felsefeyle uğraşıyorlardı. Bu sırada Müslümanlar, -özellikle bu bölgeleri fethettikten sonra- buralarda yaşayan Hıristiyanları İslâm'a davet ediyorlardı. Hıristiyanlar, Müslümanların yürüttüğü tebliğ misyonuna, Yunan felsefesini ve mantığı kullanarak karşılık veriyorlardı. Bunun üzerine Müslümanlar Yunan felsefesinin içeriğini iyice kavramadan ve mantıksal öncüllerin yol açtığı yanılgılara dikkat etmeden, Yunan felsefesi ve mantığını Hıristiyanlara karşı bir araç olarak kullandılar. İlk başta İslâm'ın yayılması için bir araç olarak kullanılan bu çalışmalar, zamanla bazı İslâm bilginleri için bir zevk aracı haline gelirken, bazıları için de Hıristiyanlara cevap verme ve İslâmi düşüncenin doğruluğunu ispat etme aracı haline geldi. Felsefe ve mantık araştırmalarını zevk aracı haline getiren birinci grup İslâm alimleri, Yunan felsefesinin öngördüğü metotları takip ederek onu iyice benimsediler ve Yunan felsefesi onlar için kültürel bir birikim haline geldi. Yunan felsefesine öylesine bağlandılar ki, İslâm'a bu felsefi düşünüşün öngördüğü ölçüde riayet ettiler. İşte "Müslüman filozoflar" böyle ortaya çıktılar. İçlerinden bir kısmı yanılgı ve hatalara maruz kalırken, bir kısmı ise affedilmez bir sapkınlığa düştü. Ancak her iki grup da -yani yanılanlar ve sapkınlığa düşenler- İslâm'dan giderek uzaklaşıp, İslâm dairesi dışına çıktılar. Bu nedenle İbni Sina'dan Farabi'ye tutun da, İbni Rüşd'den el-Kindi'ye kadar Müslüman felsefeciler veya İslâm Felsefecileri diye adlandırılan bütün insanlar İslâm akidesinin dışına çıktılar.
Yunan felsefesi ve mantığı üzerinde çalışan ikinci grup İslâm bilginleri ise; kendi aralarında ikiye ayrılırlar: Birinci grup, Yunan felsefesini temel olarak ele alır ve İslâmi düşünceleri Yunan felsefesiyle uyuşan yönleriyle yorumlama ve bunları İslâmi düşünceye uygulama yoluna gider. Mutezililer bu gruba girerler. İkinci grup ise, birinci grubun felsefesine karşı çıkıp Mutezileyi eleştirenlerden meydana gelir. Ehl-i Sünnet ekolü bu gruba girer. Her iki grup da tarihsel süreç içerisinde aralarında geçen tartışmalar ve polemikler yüzünden İslâm'ın tebliğ etme misyonunu ihmal ettiler. Sonuç olarak bu İslâm bilginleri, Yunan felsefesini, İslâmi düşüncenin doğruluğunu kanıtlama veya bu düşünceleri reddetme aracı olarak kullanarak, Allah'ın kendilerine farz kıldığı "temel misyon"dan, yani Müslüman olmayanları İslâm'a davet etme misyonundan uzaklaştılar. Bununla da kalmayıp yüzyıllar boyunca insanları bu polemiklerle meşgul ettiler. Gerçi bunların hepsi Müslümandır, fakat Yunan felsefesiyle meşgul olup İslâmi daveti ihmal eden Müslümanlardır.
İş sadece bununla da sınırlı kalmamış, bu polemiklerden Cebriye, Mürci'e, Kaderiyye gibi onlarca topluluk, mezhep ve fırka ortaya çıkmıştır. Bu durum ise, Müslümanları zayıflatmış, büyük bir kaosa sürüklemiştir. Bütün bu sapmalar ve kaoslar, Yunan felsefesinin İslâm'a karışması ve bu felsefenin içerdiği düşünceler iyice algılanmadan, bunların göstergeleri konumundaki anlamlar zihinde iyice tasavvur edilmeden Müslümanlar arasında yaygınlık kazanmasından kaynaklanmıştır. İslâm'ın bünyesindeki dinamiklerin yanı sıra, Ehl-i Sünnet'in, düşüncelerin vakıalarını açıklayıp onların göstergeleri durumundaki anlamları doğru bir şekilde tasavvur etme yönündeki cesur ve kararlı çalışmaları olmasaydı, Yunan felsefesi ve onun ürünü olan düşünceler ve görüşler dıştan yok edemedikleri İslâmi düşünceyi içten yok edebilirlerdi.
Kapitalist ve sosyalist düşüncelere gelince; bu düşüncelerin birey ve toplum olarak Müslümanlara verdiği zararlar somut bir biçimde algılanabilir türdendir. Bu iki düşünceden doğan yanılgılar, Müslüman toplumlar arasında bile yaygınlık kazanmıştır. Burada bu düşüncelerin sapık ve hatalı yönlerini ele alıp örnekler vermeye gerek yoktur. Zira özellikle İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra siyasi bilince erişen İslâmi toplumların karşı karşıya bulunduğu gerçekler, bu düşüncelerin Müslümanların zihinlerini nasıl tahrip ettiğini ve onları İslâmi misyondan nasıl uzaklaştırdığını göstermeye yeter.
Özetlersek; fikri metinler üzerinde düşünme, çok iyi bir şekilde özümsenmelidir. Fikri metinleri kavramak için sadece ön bilgilerin var olması yetmez. Bu bilgilerin aynı zamanda metindeki düşünce düzeyinde olması gerekir. Bunun yanında okuyucunun ayrıca düşüncelerin vakıasını, onları birbirinden ayırt edip sınırlayabilecek biçimde algılaması ve düşüncelerin göstergeleri konumundaki anlamları doğru bir şekilde zihninde canlandırması şarttır.
Evet, İslâm düşünce ile ilgili çalışmalara, araştırmalara engel koymamış, hatta teşvik etmiştir. Bireyin birtakım düşünceleri benimseyip kabul etmesi de İslâmi açıdan mübahtır. Ancak İslâmi akide, düşüncelerin kabul edilmesi veya reddedilmesi için temel bir "fikri kaide" ve ölçüttür. Bu nedenle temelle çelişen düşüncelerin benimsenmesi doğru değildir. Gerçi İslâm'ın "fikri kaidesi" konumundaki İslâmi akideyle çelişen metinlerin okunmasında bir sakınca yoktur. Fakat bu "fikri kaide"yle çelişen düşünceleri benimseyip onları kabul etmek doğru değildir. Düşüncenin "fikri kaide"yle uyuşup uyuşmadığına, düşünceleri birbirinden ayırt edebilecek şekilde algılayıp göstergeleri konumundaki anlamları zihinde doğru bir biçimde canlandırdıktan sonra karar verilebilir veya bu konuda bir tutum belirlenebilir. Aksi takdirde düşüncenin "fikri kaide"yle uyuşup uyuşmadığını bilmek, dolayısıyla bir tutum belirlemek mümkün değildir.
Sözün özü; hangi türden olursa olsun fikri metin üzerinde kafa yoran bir kişi, okuduğu metnin içerdiği düşünce düzeyinde ön bilgilere sahip olmanın yanında, düşünce olgusunu başka düşüncelerden ayırt edip sınırlayabilecek şekilde algılamak ve düşüncenin göstergesi durumundaki anlamları gerçeğin görüntüsünü verecek şekilde doğru olarak zihninde canlandırmak zorundadır.
Fikri metinlerin anlaşılmasına gelince: "Fikri metin"lerin yapısını ortaya koymada akli bilgiler esastır. "Fikri metin"de birinci planda anlamlara ve daha sonra söz terkiplerine önem verilir. "Fikri metin", duygunun değil, aklın dilidir. Hedefi, bilgiye hizmet etmek ve zihinleri uyandırmak amacıyla, düşünceleri ve özellikle gerçekleri ifade etmektir. Fikri metinlerde söz ve terkipler, özenle seçilirler. Onlara belli anlamlar yüklenir ve fikir tanımına uygun hale getirilir. Fikri metinler, akıl üzerine kurulu olduğu için bu metinlerde duygular göz ardı edilir. Fikri metinlerin temel öğesi fikri gerçekleri araştırmak ve derinlik isteyen bilgileri vermektir. Bu nedenle fikri metinler, edebi metinlerden büsbütün ayrılmaktadır. Zira edebi metin, gerçekler ve bilgiler üzerinde durmaz. Düşüncelerle aklı beslemek gibi bir amacı da yoktur. Edebi metin, bu gerçekleri zihinlere yaklaştırmaya çalışır. Ancak her gerçeği ele almaz. Gerçeklerin içinden en bariz, en önemli olanlarını seçer. Başka bir ifadeyle; edebi eserde, açık veya gizli bir biçimde estetiğin herhangi bir görüntüsünü verebilecek özellikteki gerçek seçilir. Seçilmiş olan bu gerçek, okuyucunun iç dünyasında yankı bulan ve etki uyandıran özelliktedir. Söz ve terkiplerle ifade edilen bu gerçekler, okuyucu ve dinleyicide bir duygu patlaması meydana getirecek biçimde sunulur. Metnin öngördüğü etkinin gereği olarak insanın iç dünyasına hayranlık, hoşnutluk veya kin, öfke, nefret gibi birtakım duygular gönderilir. Fikri metin, edebi metnin tersine, düşüncelerle aklı beslemeyi hedefler. Bu nedenle de her türlü gerçek ve bilginin üzerinde yoğunlaşır. Söz konusu gerçeğin ve bilginin insanın iç dünyasında yankı bulup bulmaması önemli değildir. Fikri metnin amacı, düşünceleri zihne yaklaştırmak, düşüncelerin içinden estetik, dikkatle icra edilmiş, aklı ikna etmeye yönelik birtakım unsurları seçmek değil, tüm çıplaklığıyla yalnızca düşünceleri ortaya çıkarmaktır. Bu düşüncelerin, okuyucunun iç dünyasında hayranlık mı öfke mi veya haz mı uyandırdığı, onun ilgi alanına girmez. Fikri metin, düşünceleri olduğu gibi ifade etmekle meşguldür. Söz ve terkiplerin değil, düşüncenin sunuluş tarzının berraklaşmasını sağlar. Görüldüğü gibi fikri metni anlama biçimi, edebi metni anlama biçiminden tamamen farklıdır.
Fikri metinler üzerinde akıl yürütmek, yani onları anlamak, metnin içeriğine ilişkin ön bilgilere sahip olmaya bağlıdır. Fikri metinle ilgili ön bilgilere sahip olmadan metni anlamak mümkün değildir. Zira fikri metin, belli bir vakıayı seslendirir. Şayet okuyucu, bu vakıayı yorumlamasına imkân verecek ön bilgilere sahip değilse, metni asla anlayamaz.
Fikri metnin üslûbunu anlamak için ön bilgilerin göstergeleri durumundaki anlamların, mutlaka algılanabilir olmaları gerekir. Ön bilgilerin göstergeleri durumundaki anlamları algılamadan sadece bu bilgileri bilmekle sınırlı kalmak, fikri metnin anlaşılmasını sağlamaz. Zira fikri metin, herhangi bir düşünceyi ifade etmez. Fikri metin, vakıa ve vakıanın göstergesi durumunda anlamı olan bir düşünceyi dile getirir. O halde düşüncenin göstergeleri, simgelediği anlam ve onun vakıası algılanmamışsa, bu durumda vakıayı yorumlamaya müsait ön bilgilerden söz edilemez. Bunlar sadece birtakım bilgiler olarak nitelenebilir ve düşünme eylemine, yani fikri metni anlamaya herhangi bir faydası dokunmaz. Zira fikri metin hakkında fikir yürütmenin tek şartı sadece ön bilgilerin var olması değil, aynı zamanda ön bilgi olgusunun algılanması ve onun göstergelerinin gerçek bir biçimde zihinde canlandırılmasıdır. Örneğin; herhangi bir konuda metni, söz ve terkipleri Arapça olarak kaleme alınan düşünceyle ilgili bir kitap okumaya başladığınızı düşünün. Evet, Arapça biliyorsunuz. Arapça bildiğiniz için de okuduğunuz metnin söz ve terkiplerinin anlamlarını algılayabilirsiniz. Fakat söz ve terkiplerle anlatılan bu düşüncelerin göstergeleri durumundaki anlamları, sadece Arapça bilgisiyle kavrayamazsınız. Bu düşünceleri anlayabilmeniz için, onlarla ilgili birtakım bilgilere sahip olmanız gerekir. Sadece bilgilere sahip olmak da yetmez. Aynı zamanda bilgilerin vakıalarının bilinmesi ve vakıaların göstergesi konumundaki anlamların da zihinde canlandırılması gerekir. Aksi takdirde okuduklarınızı sadece dil bakımından anlamış olursunuz. Çıkardığınız anlamlar, düşüncelerin göstergeleri durumundaki anlamlarla uyumlu olabildiği gibi, uyumsuz da olabilir. Sonuç olarak metnin verdiği düşünceyi anlamamış, okuduklarınızı sadece dil bakımından algılamış olursunuz. Örneğin; şu metni ele alalım:
"Siyasi bakımdan bilinçli olan bir kişi, kendi temayülüne ve mefhumlarına zıt olan tüm temayül ve mefhumlara karşı, korkusuzca ve cesaretle mücadele etmek zorundadır. Bir yandan bu mücadelesini sürdürürken, öte yandan da aynı mücadeleyi, kendi mefhumlarını yerli yerine oturtup sağlamlaştırmak ve yönünü tayin etmek için vermelidir."
Bu metin, fikri bir metindir. Bu metni anlamak için, metnin kaleme alındığı dili bilmeniz veya metindeki söz ve terkiplerin üzerinde durmanız yetmez. Metni anlamanız için, aynı zamanda söz ve terkiplerin taşıdığı anlamın üzerinde de durmanız gerekir. Dahası, özel bir siyasi düşünme açısına sahip olmanız ve siyasi düşüncenin ifade ettiği anlamı zihninizde açık bir biçimde canlandırmanız gerekir.
Aynı şekilde her türlü temayülü, temayüllerin göstergeleri durumundaki anlamları, bu temayüllerin kendi temayülünüzle ne denli çatıştığını ve kendi temayülünüzü insanlara nasıl anlatabileceğinizi, iyice kavrayıp, zihninizde canlandırmanız gerekir. Başka bir ifadeyle; metni anlamak için siyasi bilinç, mücadele, temayüller ve mefhumlara ilişkin ön bilgilerin vakıaları ve göstergeleri durumundaki anlamlar çok iyi algılanmalıdır. Aksi takdirde bilgiler, soyut bilgiler haline gelecek ve bu bilgilerin göstergeleri durumundaki anlamlar birer vakıa olarak değil, anlam olarak gözlemlenecek, bu durumda metin anlaşılamayacak, anlaşılamadığı için de ezberlense dahi ondan istifade edilemeyecektir. Bu açıdan fikri metin bina gibidir. Bir taşını bile kaldırsanız, yıkımına neden olursunuz. Yapıyı olduğu gibi bırakıp bu yapıya dokunmamanız gerekir. Tıpkı bir bina gibi, fikri metnin de tek bir harfini bile bir yerden başka bir yere taşıyamazsınız. Metnin ihtiva ettiği sözcükleri, başka sözcüklerle değiştiremezsiniz. Metni olduğu gibi koruyup kabul etmek gerekir. Çünkü metnin anlatmak istediği vakıa, yani ifade edilmek istenen düşüncenin göstergesi belli bir biçimde sunulmuştur. Bu vakıa ve surette bir değişiklik yapıldığı takdirde, metni anlama biçimi tamamen veya kısmen değişecektir. Zira fikri metin, ifade ettiği anlamın algılanmasını öngörür. Metnin ifade ettiği anlamın algılanması ise, söz ve terkiplerle beyne kaydedilmesini gerektirir.
Öte yandan fikri metin, edebi metin tarzında yazıya dökülebilir. Bu tarzla gerçekleri ifade edebildiği gibi, insanın iç dünyasındaki duyguları da uyandırabilir. Ancak böyle bir durumda bile fikri metin, edebi metinden farklıdır. Zira fikri metinde önemli olan, insanın iç dünyasında birtakım duyguları uyandırmak değil, duygulara hitap etsin etmesin, gerçeklere ulaşmaktır. Yani fikri metnin duygulara hitap etmesi, onu fikri metin olma özelliğinden uzaklaştırmaz. Metinde dikkat düşünceye yöneltilmişse ve temel amaç düşünceyse, metin, fikri metin olarak kalır. Zaten fikri metnin duyguya hitap edip etmesi onun fikri yönünü değiştirmez. Fikri metni anlamak için düşüncelerle ilgili ön bilgilerin var olması, düşüncelerin vakasının algılanması ve bu vakıanın göstergesi konumundaki anlamların zihinde canlandırılması gerekir.
Gerçi kültür seviyeleri ne olursa olsun tüm insanların, tüm derinliğine rağmen fikri metinleri anlamaları mümkündür. Ancak bu tür metinlerden herkes anlayabildiği kadar istifade etmesine rağmen, bu metinleri herkes tüm ayrıntıları ve derin noktalarıyla algılayamaz. Çünkü içerdikleri düşünceler ve bu düşüncelerin göstergeleri konumundaki anlamlar bilinip zihinde tasavvur edilmedikçe, fikri metinlerden istifade edilemediği gibi, bu metinlerin uygulanabilirliği de ortadan kalkar. Hemen belirtelim ki herkesin bu metinleri algılama gücünün olması, fikri metinlerin herkes tarafından algılanabileceği anlamına gelmez. Zira okuduğu metin düzeyinde ön bilgilere sahip olmayan bir kişinin, bu metni anlaması asla mümkün değildir.
Burada şöyle bir tez ileri sürülebilir: Sezginin varlığından söz edildiği müddetçe ön bilgiler düşünceyi oluşturmak için yeterlidir. Bu da demektir ki, metindeki vakıanın yorumlandığı ön bilgiler insanda mevcutsa, fikri metin anlaşılabilir.
İleri sürülen bu tezi şöyle cevaplamak mümkündür: Ön bilgiler, metnin ihtiva ettiği vakıayı yorumlamak için kullanılırlar. Ancak bu bilgiler vakıa düzeyinde değilse, vakıa yorumlanamaz. Eğer okuyucunun ön bilgileri dil ile ilgili bilgilerden oluşuyorsa, okuyucunun sahip olduğu bu bilgiler, vakıayı sadece dil bakımından yorumlamaya yeter. Okuyucu, bu bilgilerle metnin ihtiva ettiği düşüncenin yorumunu yapamaz. Örneğin; kişinin yönetimle ilgili sahip olduğu ön bilgiler yönetimin bir güç, erk, otorite olduğunu öngörüyorsa, bu bilgiler yönetim kavramının kişi tarafından anlaşılmasına yetmeyecek, hatta onu asıl anlamından saptıracaktır. Aynı şekilde kişi, toplumun insanlar ve insanlar arası ilişkilerden meydana geldiğini öngören ön bilgilere sahipse, bu bilgiler, kişinin toplumu değiştirebilecek veya statüsünü devam ettirebilecek anlayışa sahip olması için yeterli değildir. Çünkü kişinin sahip olduğu bu bilgiler, toplum kavramının içerdiği anlamla aynı düzeyde değildir. Bu bağlamda fikri metni anlamak için sadece okunan metinle ilgili birtakım bilgilere sahip olmak yetmez. Fikri metni anlamak için ön bilgilerin, okunan metnin içerdiği düşünceyle aynı düzeyde olması gerekir.
Bu noktada şöyle bir görüş de ileri sürülebilir: Fikri metni anlamak için ön bilgilerin okunan metindeki düşünceyle aynı düzeyde olması gerektiğini söylüyorsunuz. Bunun yanı sıra bir de metindeki düşünce olgusunun algılanması ve göstergesi konumundaki anlamın zihinde canlandırılmasının şart olduğunu ifade ediyorsunuz. Böyle bir yargıya nasıl vardınız?
Fikri metni anlamak demek, ne okuyucunun fikri metinden zevk alması ne de metnin anlamı üzerinde yoğunlaşmasıdır. Fikri metni anlamak, onu pratiğe geçirmek üzere benimsemektir. Fikri metin pratiğe geçirilmediği sürece bir yararı ve değeri yoktur. Çünkü fikri metin, okunup benimsendikten sonra pratiğe geçirilmek için okunur. Böyle yapılmadığı takdirde fikri metnin ne faydası ne de değeri kalır. Zira düşünce sadece bilgi olsun diye öğrenilmez. Bunun yanında, bir de benimsenip pratiğe geçirmek için elde edilir, okunur. Düşünceyi benimsemek ise ancak düşünce olgusunu ve onun göstergeleri konumundaki anlamını zihinde canlandırmakla olur.
Bu açıdan fikri metni anlamak için ön bilgilerin yanı sıra, şu üç noktaya dikkat etmek gerekir:
1- Ön bilgilerin anlaşılması istenen metindeki düşünceyle aynı düzeyde olması,
2- Fikri metindeki düşünce olgusunu, bu düşünce ile ilgili olmayan hususlardan tamamen ayırt edecek ve sınırlandıracak şekilde olduğu gibi kavramak.
3- Bu olgunun gerçekliğini ortaya koyabilecek şekilde, zihinde doğru bir biçimde canlandırmak.
Bu üç noktayı göz önünde bulundurmadan fikri metni anlamak, yani metindeki düşünceyi algılamak mümkün değildir. Zira düşünceyi anlamak, sadece anlamını bilmek değildir aynı zamanda onu benimsemektir. Buna en basit örnek olarak İslâm'ın akaid ve hükümlerle ilgili fikirlerini verebiliriz. Bu fikirler vakıalara mutabık bir şekilde Araplara indirildi. Arap toplumu, Allah katından indirilmiş olan bu dini kavrayıp onu benimsedi. Fakat bu kavrayışları, sadece dillerinin verdiği imkândan kaynaklanmamaktadır. Aksine İslâm düşüncesinin gerçekliğini kavrayıp, bu düşüncenin göstergeleri durumundaki anlamları zihinlerinde canlandırdıktan sonra kavrayıp benimsediler. Bu kavrayış ve zihinde canlandırma safhasından sonra İslâm, onların içine nüfuz ederek bakış açılarını tamamen değiştirdi. Artık bazı şeylere daha fazla, bazı şeylere ise daha az değer verir oldular. Onların nazarında hayatın dinamikleri, İslâm'la tanışmadan önceki dinamiklerden farklı hale geldi. Aynı Araplar düşüncelerin gerçekliğini algılama ve göstergeleri durumundaki anlamları zihinde tasavvur etme özelliklerini yitirdiklerinde, bu düşünceleri kavrayamaz oldular. Dolayısıyla benimseyemez oldular. Sonuçta bu düşünceler, git gide onlarda etkisini kaybetmeye başladı. Bugünkü toplumda imam Malik'den daha çok hadis bilen muhaddisler, Ebu Hanife'den daha engin bilgi birikimine sahip fakihler ve İbni Abbas'tan daha kapasiteli müfessirler olduğu halde, bugünkü Araplar arasında adı geçen alimlerin yaşadıkları dönemde, örneğin Medine'de yaşayan bir adamın düzeyine ulaşmış tek kişi bulamazsınız. Bunun nedeni, düşüncede yetersiz olmaları değil, düşünce olgusunu kavrayamamaları ve bu düşüncenin göstergesi konumundaki anlamı zihinlerinde tasavvur etmemeleridir. Kısaca fikri metinler üzerinde akıl yürütürken metindeki fikir düzeyinde ön bilgilere sahip olmak yetmez. Metindeki fikir düzeyinde ön bilgilere sahip olmanın yanı sıra, bu fikrin vakıasını algılamak ve göstergeleri konumundaki anlamları zihinde tasavvur etmek gerekir.
Fikri metinleri kavramak, metinlerin içerdiği düşünceleri kabul etmek anlamına gelmez. Bu metinleri kavramak, metnin içerdiği birtakım düşünceleri reddetmeye veya onlara karşı mücadele etmeye yönelik olmalıdır. Ancak metindeki düşünceleri benimsemek öncelikli hedeftir. Eğer metindeki düşünceler benimsenecek türden değilse, reddedilmesi veya mücadele edilmesi gereken düşünceler söz konusu olur. Eğer metinde geçen düşüncelerin vakıası algılanmayıp göstergeleri konumundaki anlamlar zihinde canlandırılmıyorsa, bu durum okuyucuyu yanılgıya götürebilir. Bu yanılgının sonucu olarak reddedip mücadele edilmesi gereken fikirleri benimseyip benimsenmesi gereken fikirleri ise reddedip onlara karşı mücadele verebilir. Bunun dışında, metindeki düşüncelere karşı kabul veya ret tutumunu beklemeden sadece bilgi edinmek amacıyla metni okuma yoluna gidebilir. Bundan dolayıdır ki fikri metni anlamak ve dolayısıyla metinde geçen düşünceleri kabul etmek, onları reddetme veya onlara karşı mücadele etme tutumlarından herhangi birini belirlemek için, düşüncelerin vakıasını algılamak ve göstergeleri konumundaki anlamları zihinde tasavvur etmek gerekir. Düşüncelerin vakıasını sınırlayıp, başka düşüncelerden ayırt edebilecek şekilde algılamak ve onları zihinde doğru bir biçimde canlandırmak, düşünceye yanılgı ve hatanın karışmasını engeller. Böylece okuyucunun, okuduğu düşüncelere karşı sağlıklı bir tutum belirlemesi mümkün olur. Aksi takdirde okuyucu bir tutum belirlemeksizin, sadece bilgi edinmek amacıyla metni okuma hatasına düşmekle kalmaz, dikkatini yaşamıyla ilgili temel iş ve eylemlerden uzaklaştırıp başka yöne çevirebilir. Bu ise onu yanılgı, hata ve affedilmez bir sapıklığa sürükleyebilir. Yunan felsefesinin, kapitalist ve komünist düşüncenin İslâm alimlerini ve Müslümanları ne hale getirdiği, bu sapkınlığa verilecek en basit örnektir. İslâm alimleri ve Müslümanların düştüğü bu yanılgıların kaynağı, düşüncelerin vakıasını birbirinden ayırt edebilecek şekilde algılayamamaları ve onların göstergeleri konumundaki anlamları doğru bir biçimde zihinlerinde tasavvur edememeleridir.
Örneğin Yunan felsefesini ele alalım: O dönemde Şam bölgesi ve Irak'taki Hıristiyanlar, bu felsefeyle uğraşıyorlardı. Bu sırada Müslümanlar, -özellikle bu bölgeleri fethettikten sonra- buralarda yaşayan Hıristiyanları İslâm'a davet ediyorlardı. Hıristiyanlar, Müslümanların yürüttüğü tebliğ misyonuna, Yunan felsefesini ve mantığı kullanarak karşılık veriyorlardı. Bunun üzerine Müslümanlar Yunan felsefesinin içeriğini iyice kavramadan ve mantıksal öncüllerin yol açtığı yanılgılara dikkat etmeden, Yunan felsefesi ve mantığını Hıristiyanlara karşı bir araç olarak kullandılar. İlk başta İslâm'ın yayılması için bir araç olarak kullanılan bu çalışmalar, zamanla bazı İslâm bilginleri için bir zevk aracı haline gelirken, bazıları için de Hıristiyanlara cevap verme ve İslâmi düşüncenin doğruluğunu ispat etme aracı haline geldi. Felsefe ve mantık araştırmalarını zevk aracı haline getiren birinci grup İslâm alimleri, Yunan felsefesinin öngördüğü metotları takip ederek onu iyice benimsediler ve Yunan felsefesi onlar için kültürel bir birikim haline geldi. Yunan felsefesine öylesine bağlandılar ki, İslâm'a bu felsefi düşünüşün öngördüğü ölçüde riayet ettiler. İşte "Müslüman filozoflar" böyle ortaya çıktılar. İçlerinden bir kısmı yanılgı ve hatalara maruz kalırken, bir kısmı ise affedilmez bir sapkınlığa düştü. Ancak her iki grup da -yani yanılanlar ve sapkınlığa düşenler- İslâm'dan giderek uzaklaşıp, İslâm dairesi dışına çıktılar. Bu nedenle İbni Sina'dan Farabi'ye tutun da, İbni Rüşd'den el-Kindi'ye kadar Müslüman felsefeciler veya İslâm Felsefecileri diye adlandırılan bütün insanlar İslâm akidesinin dışına çıktılar.
Yunan felsefesi ve mantığı üzerinde çalışan ikinci grup İslâm bilginleri ise; kendi aralarında ikiye ayrılırlar: Birinci grup, Yunan felsefesini temel olarak ele alır ve İslâmi düşünceleri Yunan felsefesiyle uyuşan yönleriyle yorumlama ve bunları İslâmi düşünceye uygulama yoluna gider. Mutezililer bu gruba girerler. İkinci grup ise, birinci grubun felsefesine karşı çıkıp Mutezileyi eleştirenlerden meydana gelir. Ehl-i Sünnet ekolü bu gruba girer. Her iki grup da tarihsel süreç içerisinde aralarında geçen tartışmalar ve polemikler yüzünden İslâm'ın tebliğ etme misyonunu ihmal ettiler. Sonuç olarak bu İslâm bilginleri, Yunan felsefesini, İslâmi düşüncenin doğruluğunu kanıtlama veya bu düşünceleri reddetme aracı olarak kullanarak, Allah'ın kendilerine farz kıldığı "temel misyon"dan, yani Müslüman olmayanları İslâm'a davet etme misyonundan uzaklaştılar. Bununla da kalmayıp yüzyıllar boyunca insanları bu polemiklerle meşgul ettiler. Gerçi bunların hepsi Müslümandır, fakat Yunan felsefesiyle meşgul olup İslâmi daveti ihmal eden Müslümanlardır.
İş sadece bununla da sınırlı kalmamış, bu polemiklerden Cebriye, Mürci'e, Kaderiyye gibi onlarca topluluk, mezhep ve fırka ortaya çıkmıştır. Bu durum ise, Müslümanları zayıflatmış, büyük bir kaosa sürüklemiştir. Bütün bu sapmalar ve kaoslar, Yunan felsefesinin İslâm'a karışması ve bu felsefenin içerdiği düşünceler iyice algılanmadan, bunların göstergeleri konumundaki anlamlar zihinde iyice tasavvur edilmeden Müslümanlar arasında yaygınlık kazanmasından kaynaklanmıştır. İslâm'ın bünyesindeki dinamiklerin yanı sıra, Ehl-i Sünnet'in, düşüncelerin vakıalarını açıklayıp onların göstergeleri durumundaki anlamları doğru bir şekilde tasavvur etme yönündeki cesur ve kararlı çalışmaları olmasaydı, Yunan felsefesi ve onun ürünü olan düşünceler ve görüşler dıştan yok edemedikleri İslâmi düşünceyi içten yok edebilirlerdi.
Kapitalist ve sosyalist düşüncelere gelince; bu düşüncelerin birey ve toplum olarak Müslümanlara verdiği zararlar somut bir biçimde algılanabilir türdendir. Bu iki düşünceden doğan yanılgılar, Müslüman toplumlar arasında bile yaygınlık kazanmıştır. Burada bu düşüncelerin sapık ve hatalı yönlerini ele alıp örnekler vermeye gerek yoktur. Zira özellikle İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra siyasi bilince erişen İslâmi toplumların karşı karşıya bulunduğu gerçekler, bu düşüncelerin Müslümanların zihinlerini nasıl tahrip ettiğini ve onları İslâmi misyondan nasıl uzaklaştırdığını göstermeye yeter.
Özetlersek; fikri metinler üzerinde düşünme, çok iyi bir şekilde özümsenmelidir. Fikri metinleri kavramak için sadece ön bilgilerin var olması yetmez. Bu bilgilerin aynı zamanda metindeki düşünce düzeyinde olması gerekir. Bunun yanında okuyucunun ayrıca düşüncelerin vakıasını, onları birbirinden ayırt edip sınırlayabilecek biçimde algılaması ve düşüncelerin göstergeleri konumundaki anlamları doğru bir şekilde zihninde canlandırması şarttır.
Evet, İslâm düşünce ile ilgili çalışmalara, araştırmalara engel koymamış, hatta teşvik etmiştir. Bireyin birtakım düşünceleri benimseyip kabul etmesi de İslâmi açıdan mübahtır. Ancak İslâmi akide, düşüncelerin kabul edilmesi veya reddedilmesi için temel bir "fikri kaide" ve ölçüttür. Bu nedenle temelle çelişen düşüncelerin benimsenmesi doğru değildir. Gerçi İslâm'ın "fikri kaidesi" konumundaki İslâmi akideyle çelişen metinlerin okunmasında bir sakınca yoktur. Fakat bu "fikri kaide"yle çelişen düşünceleri benimseyip onları kabul etmek doğru değildir. Düşüncenin "fikri kaide"yle uyuşup uyuşmadığına, düşünceleri birbirinden ayırt edebilecek şekilde algılayıp göstergeleri konumundaki anlamları zihinde doğru bir biçimde canlandırdıktan sonra karar verilebilir veya bu konuda bir tutum belirlenebilir. Aksi takdirde düşüncenin "fikri kaide"yle uyuşup uyuşmadığını bilmek, dolayısıyla bir tutum belirlemek mümkün değildir.
Sözün özü; hangi türden olursa olsun fikri metin üzerinde kafa yoran bir kişi, okuduğu metnin içerdiği düşünce düzeyinde ön bilgilere sahip olmanın yanında, düşünce olgusunu başka düşüncelerden ayırt edip sınırlayabilecek şekilde algılamak ve düşüncenin göstergesi durumundaki anlamları gerçeğin görüntüsünü verecek şekilde doğru olarak zihninde canlandırmak zorundadır.