Bir önceki yazımızda; verilmiş olan mezhepsel içtihatların kişisel yorumlardan müteşekkil olmayıp nur eksenli, ayet ve hadislerin delalet etmesiyle gerçekleştiğini söylemiştik. Buradaki bilinmesi gerekli olan husus, evrensel mesaj ve hükümlerin uygulanması hedefinin şahsi bir görüşten oluşmadığıdır.
İnsanı ve insanlığı tenvir eylemek için gönderilmiş olan yüce dinimiz, kıyamete kadar ilahi beyanla sigortalanmıştır. Bu sigorta hüviyetinin varlığı; başta Efendiler Efendisi (sallallahu aleyhi ve sellem) olmak üzere onun varisleri olan Ashab-ı kiram, mutlak müçtehitler ve onun hükmüyle amel eden muttakiler ve biz müslümanlar tarafından devam ettirilmiştir. Evrensel kaynağın kaynak usaresi de iktiran (tenasüb-ü illiyet prensibine göre) anlayışıyla evrensel bir ruh mesafesinde olmalı ve bulunmalıdır. İhatalı olan insan mantığında evrenselliğe takviye edecek bir ruh elbette vardır (Allah’ın inayetiyle).. “cihanlar sende matvidir” fehvasınca bu mukassi olma betimlemesi de dile getirilmiştir.
Allahu Teala, müçtehit olma lütfunu, “dinde fakih olma inayetini” seçkin kullarına verir. Davranışlarından nur damlayan ve yeryüzüne her adım atışlarında daima fıkıh (dinin belkemiği) gıdasını düşünen ve bu gıdayla beslenen nice ulema gelmiş geçmiştir de; hepsine “müçtehit” olma mazhariyeti tevdi edilmemiştir. Bu, ilhamın da ötesinde eltaf-ı sübhaniye, Cenab-ı Hakk’ın levh-i mahfuza ait bir sır dantelasının girizgahıdır. Cumhur’un umum referansıyla haklı olarak “Hüccet’ül-İslam” vasfıyla tanıttığı İmam-ı Gazali hazretleri bile mutlak müçtehit değildir (Şafii mezhebine mensuptur.), “usul-i fıkıh” literatürüne göre “müçtehid’i fil mezhep”tir; mutlak müçtehit olan mezhep imamlarımızın kurallarına göre hüküm verenlerdendir. Hatta, hadiste zirvede bulunan dev muhaddis İmam Buhari hazretleri bile mutlak müçtehit olmamakla birlikte (kişisel görüşüne göre) mensup olduğu mezhebi belirtmemişlerdir.
İmam Gazali hazretleri kendisine ilahi sofradan sunulmuş hikmet ve inayetle dinin ruhundaki meselelere derin şerhler yazmış bir kamettir. Eserinin isminin de “İhya” içimizde beslediğimiz duygulara tevafuk ve tetabuk eylemesi vech-i rahmettir. İhya’da buyurulur ki: “Allah’ı en az zikreden hayvan eşektir; o da 500 defadır”. Bir mezhebe mensup olup da o mezhebin içtihatlarıyla amel eden zat-ı mulhemuna bunun gibi ilhamlar sunulursa, neden mutlak müçtehit olan mezhep imamlarımıza bu ilhamlar akmasın? Kaldı ki içtihatlar ilham değildir, dinin değişmeyecek olan kıstaslarının katreleridir. İçtihadın ilhamdan da kati hüccet taşıması, fıkhın okunmayı bekleyen sessiz sayfalarına ümit ışığı olmaktadır.
Hikmetteki kiyaset her kula nasip olmaz, nasip olanlar da mensup olan kişilerdir. Fıkıh’ta nurani bir helezon oluşturmuş ve dinin dırahşan çehresine tebessümler yağdırmış olan İmam-ı Azam hazretleri, “peygamber varisi” olma mazhariyetini, yaşadığı hayatıyla üzerinde taşımıştır. Etrafında mensup bulunan 40 tane müçtehidin olması bile, din adına verilmiş içtihatların ne kadar berrak olduğunu ispata yeterdir.
Dinin delilleri olan “Kitap-sünnet-icma-kıyas” zincirine başka bir şey eklememe adına azami hassasiyet gösteren bu önder insanlar, hayatları boyunca da takvayı elden bırakmamışlardır. Verdikleri içtihatların da ötesinde bir takva hayatı yaşayarak ruhsatla değil, ihlasla yaşamayı soluklamışlardır. Hasta olma ihtimali olan gönüllerimize kutsi reçetelerden sunarak, hayat dehlizlerinde inkisara uğramamamıza vesile olmuşlardır. Sözü burada Cennetmekan 2. Abdülhamid Han Hazretleri’nin o enfes ifadesine bırakmakta maslahat görüyorum:
“Doktor olmayan veya kullanmasını bilmeyen adamların elinde, şifalı ilaç bile öldüren zehir olur.”
İlahi bir sır olarak bahşedilen kiyaset marifetinin çekirdeğinde, ifade etmek istediğimiz bu gerçek yatmaktadır. Müslümanlığın imandan sonra amel tarzında işlemesi gerekli olan en büyük hilkat bestesi, fıkıhtır. Ahirzamanda iç ve dış dinamizmi kurak kalmış insanımızı “ba’sü ba’del mevt” soluklarıyla şahlandıracak olan da yine fıkıh gerçeği olacaktır. Fıkıh iradesi olmadan ne hadis merakı, ne tefsir hamlesi ne de tasavvufi tomurcuklar ruşeym çakacaktır.
Şahsen, insanımızın tekrar bu dini heyecana avdet edeceğini rahmet yörüngeli ümit ediyor ve bu konuda nikbin olduğumu belirtmek istiyorum.
Gürsel ÇOPUR
İnsanı ve insanlığı tenvir eylemek için gönderilmiş olan yüce dinimiz, kıyamete kadar ilahi beyanla sigortalanmıştır. Bu sigorta hüviyetinin varlığı; başta Efendiler Efendisi (sallallahu aleyhi ve sellem) olmak üzere onun varisleri olan Ashab-ı kiram, mutlak müçtehitler ve onun hükmüyle amel eden muttakiler ve biz müslümanlar tarafından devam ettirilmiştir. Evrensel kaynağın kaynak usaresi de iktiran (tenasüb-ü illiyet prensibine göre) anlayışıyla evrensel bir ruh mesafesinde olmalı ve bulunmalıdır. İhatalı olan insan mantığında evrenselliğe takviye edecek bir ruh elbette vardır (Allah’ın inayetiyle).. “cihanlar sende matvidir” fehvasınca bu mukassi olma betimlemesi de dile getirilmiştir.
Allahu Teala, müçtehit olma lütfunu, “dinde fakih olma inayetini” seçkin kullarına verir. Davranışlarından nur damlayan ve yeryüzüne her adım atışlarında daima fıkıh (dinin belkemiği) gıdasını düşünen ve bu gıdayla beslenen nice ulema gelmiş geçmiştir de; hepsine “müçtehit” olma mazhariyeti tevdi edilmemiştir. Bu, ilhamın da ötesinde eltaf-ı sübhaniye, Cenab-ı Hakk’ın levh-i mahfuza ait bir sır dantelasının girizgahıdır. Cumhur’un umum referansıyla haklı olarak “Hüccet’ül-İslam” vasfıyla tanıttığı İmam-ı Gazali hazretleri bile mutlak müçtehit değildir (Şafii mezhebine mensuptur.), “usul-i fıkıh” literatürüne göre “müçtehid’i fil mezhep”tir; mutlak müçtehit olan mezhep imamlarımızın kurallarına göre hüküm verenlerdendir. Hatta, hadiste zirvede bulunan dev muhaddis İmam Buhari hazretleri bile mutlak müçtehit olmamakla birlikte (kişisel görüşüne göre) mensup olduğu mezhebi belirtmemişlerdir.
İmam Gazali hazretleri kendisine ilahi sofradan sunulmuş hikmet ve inayetle dinin ruhundaki meselelere derin şerhler yazmış bir kamettir. Eserinin isminin de “İhya” içimizde beslediğimiz duygulara tevafuk ve tetabuk eylemesi vech-i rahmettir. İhya’da buyurulur ki: “Allah’ı en az zikreden hayvan eşektir; o da 500 defadır”. Bir mezhebe mensup olup da o mezhebin içtihatlarıyla amel eden zat-ı mulhemuna bunun gibi ilhamlar sunulursa, neden mutlak müçtehit olan mezhep imamlarımıza bu ilhamlar akmasın? Kaldı ki içtihatlar ilham değildir, dinin değişmeyecek olan kıstaslarının katreleridir. İçtihadın ilhamdan da kati hüccet taşıması, fıkhın okunmayı bekleyen sessiz sayfalarına ümit ışığı olmaktadır.
Hikmetteki kiyaset her kula nasip olmaz, nasip olanlar da mensup olan kişilerdir. Fıkıh’ta nurani bir helezon oluşturmuş ve dinin dırahşan çehresine tebessümler yağdırmış olan İmam-ı Azam hazretleri, “peygamber varisi” olma mazhariyetini, yaşadığı hayatıyla üzerinde taşımıştır. Etrafında mensup bulunan 40 tane müçtehidin olması bile, din adına verilmiş içtihatların ne kadar berrak olduğunu ispata yeterdir.
Dinin delilleri olan “Kitap-sünnet-icma-kıyas” zincirine başka bir şey eklememe adına azami hassasiyet gösteren bu önder insanlar, hayatları boyunca da takvayı elden bırakmamışlardır. Verdikleri içtihatların da ötesinde bir takva hayatı yaşayarak ruhsatla değil, ihlasla yaşamayı soluklamışlardır. Hasta olma ihtimali olan gönüllerimize kutsi reçetelerden sunarak, hayat dehlizlerinde inkisara uğramamamıza vesile olmuşlardır. Sözü burada Cennetmekan 2. Abdülhamid Han Hazretleri’nin o enfes ifadesine bırakmakta maslahat görüyorum:
“Doktor olmayan veya kullanmasını bilmeyen adamların elinde, şifalı ilaç bile öldüren zehir olur.”
İlahi bir sır olarak bahşedilen kiyaset marifetinin çekirdeğinde, ifade etmek istediğimiz bu gerçek yatmaktadır. Müslümanlığın imandan sonra amel tarzında işlemesi gerekli olan en büyük hilkat bestesi, fıkıhtır. Ahirzamanda iç ve dış dinamizmi kurak kalmış insanımızı “ba’sü ba’del mevt” soluklarıyla şahlandıracak olan da yine fıkıh gerçeği olacaktır. Fıkıh iradesi olmadan ne hadis merakı, ne tefsir hamlesi ne de tasavvufi tomurcuklar ruşeym çakacaktır.
Şahsen, insanımızın tekrar bu dini heyecana avdet edeceğini rahmet yörüngeli ümit ediyor ve bu konuda nikbin olduğumu belirtmek istiyorum.
Gürsel ÇOPUR