Fethullah Gülene Açık Mektup!
“Bizler size bir zamanlar her şeyden çok inanarak sevmiş ve on yıllarca bir çok hizmette bulunup, binlerce insana “asrın imamı” diye sizi anlatmış bir grup insan olarak, bu ülke insanlarına son yaşattığınız vahim olaydan sonra bu mektubu yazmayı ülkemize ve milletimize karşı vefanın bir gereği olarak görüyoruz.
“Siz kırk yılı aşkın bir zamandır, çocukluktan ahir ömürlerine kadar pek çok insanın hayatlarının en birinci belirleyicisi, yön vericisi oldunuz. Olumlu yönüyle bakılırsa yüzbinler bu vesileyle din ile tanıştı, sevdi ve seve seve ömrünü, malını, canını inandığı bu dava uğruna feda etti. Bizim gibi on binlerce genç liseden, üniversite yıllarına, oradan aktif meslek hayatlarına kadar sizin vaazlarınızda anlattığınız sahabelerle, Musablar’la, Ammarlar’la, Bilaller’le kendini özdeşleştirdi.
“Hizmetin ilk yıllarında samimane yapılan işlerden olan; yeni talebeler ararken de, gazete satarken de, burs ve himmet toplarken de hep bu sahabe ruhuyla hareket etmeye çalıştılar. Allah, art niyetlerinizi bilmeden dine hizmet ettiğini düşünen bu insanların hayırlarını kabul etsin.
“Bu kırk yıl içinde cemaatte itirazlar ve eleştiriler de yok değildi. Cemaate girerken dini alt yapısı olan bazı arkadaşlar, cemaatin bazı söylem ve eylemlerini sorgulasalar da, ev abiliği, semt, bölge, il, eyalet, ülke derken artan konum ve kademeler, en muhalif düşünce sahiplerini bile küçük birer hocaefendi yaptı. Aykırı düşünceleri olanlar eğer semt, bölge geçişlerinde elenmedilerse, tenkitlerine ancak geldikleri konuma zarar vermeyecek şekilde devam ettiler. Kimi zaman sözlü ve yazılı size iletilen tenkitlere karşı siz mutlaka İslam tarihinden örnekler vererek cevap verdiniz. Çoğu zaman da iyi polis rolünde dinleyerek mahremine vakıf olduğunuz o insanları arkadan verdiğiniz talimatlarla bitirdiniz. Bunun en bariz örneği 35 yıl boyunca yüzüne gülerek mütevellilerde konuşma yaptırdığınız Latif Erdoğan hakkında bütün imam ve bölgelere talimat vererek: “Dikkat edin! O kişi hoca efendinin yerine geçmek istiyor” dedirttiniz. Ahmet Keleş’in harcanma sebebi ise sizi taklit etmesi ve etrafına esnaftan cemaat toplamasıydı. Tabii bunların ayak oyunları olduğunu çok sonra öğrendik. Hatta 2 sene öncesinde dönemin başbakanı ile görüşmeye gittiler diye Harun Tokak, Ali Bayram ve Recep Uzunallı’yı bile 40 yıllık hizmetlerine bakmadan hain ilan edip şu an medyaya yansıyan yerlerine sürgün ettiniz. Sizin bu yıldırmanız üzerine ayrılamadıkları için aranan 73 hain listesinde yer aldılar. Üst seviyedeki baskıları kötü polis rolünde olan Mustafa Özcan üzerinden genelde maaş keserek ve dışlayarak yürüttünüz. Aşağıdaki kalkışmaları ise üst seviyedeki insanlara verdiğiniz cezalarla korkutarak bastırdınız. Nihayet robot gibi, düşünmeden hareket eden imamlar ve cemaat ordusu yetiştirdiniz. Her ne problem olursa olsun eğer size ulaşmışsa mutlaka ilgilenilir, fakat o insan çoğu zaman sadece teselli ile yetinirdi. Bütün bu görünen çerçevede İslam tarihi, tatmin etmek için en büyük malzeme olarak kullanılırdı. Her mağduriyet Allah yolunda bir madalya, her başarı cemaatte olmanın bir zaferiydi.
“Ancak ev abiliğinde başarılı görülüp semt abiliğine geçiş yapanlar kod adı “Hususi ve Şurti” olan “Asker ve Polis” hizmetleri yani askeri okullara ve polis okullarına adam yetiştirme olarak adlandırılan derin hizmetle tanışırdı. “Esas hizmetimiz budur. Askeri okullara bir adam sokmak, bir yurt, bir okul yapmak gibidir. Bütün okullar ve yurtlar kapansa önemi yok, yeter ki hususi hizmetler devam etsin“ tarzı söylemlerle motive edildik. Artık her yönüyle kamuoyuna mal olmuş bu devlete sızma süreçlerinde en büyük motivasyon sizin şu öğretinizdi: “Eğer her evden bir çocuk askeri okullara veya polise girmezse o aile reisi indallah hesap veremez”. Artık bizim için okulun, ailenin, geleceğin hiçbir önemi yoktu. Mademki ülkenin geleceği bu hizmetlere bağlıydı gerisi önemsizdi. Sınav sorularının çalınması ve öğrencilere verilmesi daha 1989 yılında başlamıştı. Bu hırsızlıkların da bir tek açıklaması vardı, savaş ortamında bu yapılanlar mübahtı. Abiler bütün bu hırsızlıklar olurken size sorduklarını ve izin vermediğinizi söyleyerek sizi temize de çıkarıyorlardı. Daha sonraki bütün zamanlarda ve usulsüz olaylarda siz hep haberi olmayan iyi polis rolüne devam ettiniz. Fakat cemaatin üstünü bilenler sizin izniniz olmadan cemaatte hiçbir şeyin yapılamayacağını da bilirlerdi. O dönem en başarılı çocukları askeriye, başarısı daha düşük olanları da polis okullarına soktuk. Gördük ki Polis Akademisi’ne giren çocuklar da 17-25 Aralık operasyonlarının beyin takımını oluşturdular.
“Yine 1990-91’li yıllarda değişen hükümetlerle yapılan pazarlıklara bağlı olarak mesela Oltan Sungurlu döneminde bölge imamları, semt imamları, yargıya girdiler. Hatta alevi dedelerinden referans bulmak suretiyle yargıya sızmak en çok Seyfi Oktay döneminde oldu. O dönemde yargıya giren ve bölge imamı seviyesine gelmiş insanlar son 5 yılın özel savcıları oldular ve bir kısmı da Yargıtay, Danıştay gibi yüksek mahkemelere atandılar. Hemen hepsi liyakatli olan bu ehil insanlar emirleri abilerden aldıkları için asla dini anlamda emin insan olamadılar. Oysa mümin emin insan demektir. Normal hayatlarında çok ahlaklı olan bu insanlar gelen emirleri kayıtsız şartsız uygulayarak birer militana dönüştüler. Son 5 yıldır onlara yaptığınız telkinlerle Tayyip Bey’i şeytan ve Türk halkını de uyutulmuş olarak gösterdiniz. Bu gün 3.000 civarı olarak açıklanan o isimler içerisinde özel davalara bakanların çoğu cemaatte en az semt imamlığı yapmış isimlerden oluşuyor. Görünen o ki 17-25 denemesinin öncesinde yüksek yargıya hâkim olmak istediniz ve oldunuz. 2010’da referandum desteğinizin perde arkası da sanırız bu plandı.
“Bugün görevden alınmış olan ve kayıplara karışan Fikret Seçen, Mehmet Yüzgeç, Celal Kara bölge imamı, eski Ankara başsavcısı İbrahim Kuriş (şu anda kanser tedavisi görüyor) ise en kıdemli bölge imamı idi. Yargı imamı olan Nazmi Dere (eğer değişmediyse) bütün bu kadroların listesini bizzat bilen kişiydi. Aynı dönemin kaymakamları veya maliyecileri de birbirlerini gayet iyi tanırlar. Buna rağmen halen inkara devam edip, bu insanların hepsini yüzüstü bırakıyorsunuz.
“Bugünlere gelinceye kadar askeriyede itirafçı olacak onlarca insanı baskılarla engellediniz. Evlilikleri bile kontrol altında olan bu insanlar her bir yandan kuşatıldılar. Yine 1990’dan sonra 2-3 kişilik gruplara ayrılan subaylar murakıp denilen takipçi imamlar yanında sohbet etmek ve tabii biraz da moral olması için zengin mütevellilerin genç çocuklarına bağlanarak sohbet ettirilmeye başladılar.
“Yine 1990 yılından sonra yurtdışı açılımı ve hizmetlerin büyümesi, cemaatin finans ve itibarının artması bu derin faaliyetleri daha da hızlandırdı. 2010 yılına geldiğimizde artık her güç odağının yanına uğramadan iş yapamayacağı hale gelen cemaat, devleti ele geçirdi ve operasyonlar başladı. Daha 2004 yılından itibaren Koç Grubu Ali Koç’u, Sabancı Grubu Ali Sabancı’yı sizinle irtibat için aracı tayin ettiler. O dönem İstanbul imamı olan Ahmet Kara, bu kişilerden Ali Abi diye bahsetmeye başlamıştı. Cemaatin kirli operasyonlar sorumlusu olan Ahmet Kara aynı zamanda Mustafa Özcan’ın da kara kutusu olduğu için Mustafa Yeşil gibi ilk onları yurtdışına kaçırdınız.
“1980’den beri kimi zaman kamuoyu oluşturmak istediğiniz bir konuda taksilere binip, taksicilerle, dolmuşçularla kulis yapıp fısıltı gazetesiyle kamuoyu oluşturduk, kimi zaman da siyasilere adamlar gönderdiniz.
“Bütün bu süreçler devam ederken çıkan bütün arızalar yine sizin izahlarınız ile bertaraf edildi. On yıllar boyunca sistemi sorgulayan isimler ve fikirler hain ilan edilerek dışlandı. Son on seneye gelinceye kadar yaşanan problemler de sizin birkaç yüzlü tavırlarınız ile bastırıldı. Ya da en kötü ihtimalle “Hoca efendi çok üzülüyor ama ne yapsın etrafındakiler..." tarzı söylemlerle hatalar başkalarına mal edilerek geçiştirildi.
“Altunizade beşinci katta yaptığınız il ve ülke imamları toplantılarına Amerika’ya (sebebi şimdi ortaya çıkan) hicretinize (!) kadar katıldık. O toplantılarda aslında sizin ne kadar gaddar olabileceğinizi ve en küçük bir arızayı nasıl en sert tedbirlerle çözdüğünüzü gördük. Ön planda her zamanki gibi İslami yorumlar yaparken o toplantılarda Cuma akşamı hazırlanan ve bazen 200 maddeyi bulan ruzname iki gün boyunca size soruluyor ve her konuyla ilgili direk talimatlar veriyordunuz. İşin garibi Kazakistan’dan, Moldova’ya, oradan Türkiye’deki emniyete ve askeriyeye kadar bütün bürokratları isimleriyle tanıyor ve yorum yapıyordunuz. Bütün dünyanın bilgileri imamlar ve o ülkedeki yapılanmalar sayesinde size sel gibi akıyordu.
“Bu cemaatte 3-5 yıl kalmış hemen herkes Kara, Deniz, Hava gibi kuvvetlerin 1990’a kadar Büyükçelebi, Şengül, Özcan vs. gibi büyük abilere ve onların bir altında tabii takma isimleriyle Murat Ceylan, Sadık Tapkan, Veli ... vs. gibi gerçek isimlerini sadece kendilerinin bildiği insanlara bağlı olduğunu biliyor. Askeri işlerle uğraşan bu insanların isim ve soy isimleri sürekli değiştiği gibi kişiler de sürekli değişirdi. Siz Amerika’ya hicret (!) ettikten sonra da o yapının başat isimlerinin bir kısmı Amerika’da eyalet imamı oldular. Tabii şu anda Murat Ceylan gibi isimler belki beşinci eyalet değişikliğini yapmıştır ve yeni ismini de ancak oradakiler bilir.
“Bizler size bir zamanlar her şeyden çok inanarak sevmiş ve on yıllarca bir çok hizmette bulunup, binlerce insana “asrın imamı” diye sizi anlatmış bir grup insan olarak, bu ülke insanlarına son yaşattığınız vahim olaydan sonra bu mektubu yazmayı ülkemize ve milletimize karşı vefanın bir gereği olarak görüyoruz.
“Siz kırk yılı aşkın bir zamandır, çocukluktan ahir ömürlerine kadar pek çok insanın hayatlarının en birinci belirleyicisi, yön vericisi oldunuz. Olumlu yönüyle bakılırsa yüzbinler bu vesileyle din ile tanıştı, sevdi ve seve seve ömrünü, malını, canını inandığı bu dava uğruna feda etti. Bizim gibi on binlerce genç liseden, üniversite yıllarına, oradan aktif meslek hayatlarına kadar sizin vaazlarınızda anlattığınız sahabelerle, Musablar’la, Ammarlar’la, Bilaller’le kendini özdeşleştirdi.
“Hizmetin ilk yıllarında samimane yapılan işlerden olan; yeni talebeler ararken de, gazete satarken de, burs ve himmet toplarken de hep bu sahabe ruhuyla hareket etmeye çalıştılar. Allah, art niyetlerinizi bilmeden dine hizmet ettiğini düşünen bu insanların hayırlarını kabul etsin.
“Bu kırk yıl içinde cemaatte itirazlar ve eleştiriler de yok değildi. Cemaate girerken dini alt yapısı olan bazı arkadaşlar, cemaatin bazı söylem ve eylemlerini sorgulasalar da, ev abiliği, semt, bölge, il, eyalet, ülke derken artan konum ve kademeler, en muhalif düşünce sahiplerini bile küçük birer hocaefendi yaptı. Aykırı düşünceleri olanlar eğer semt, bölge geçişlerinde elenmedilerse, tenkitlerine ancak geldikleri konuma zarar vermeyecek şekilde devam ettiler. Kimi zaman sözlü ve yazılı size iletilen tenkitlere karşı siz mutlaka İslam tarihinden örnekler vererek cevap verdiniz. Çoğu zaman da iyi polis rolünde dinleyerek mahremine vakıf olduğunuz o insanları arkadan verdiğiniz talimatlarla bitirdiniz. Bunun en bariz örneği 35 yıl boyunca yüzüne gülerek mütevellilerde konuşma yaptırdığınız Latif Erdoğan hakkında bütün imam ve bölgelere talimat vererek: “Dikkat edin! O kişi hoca efendinin yerine geçmek istiyor” dedirttiniz. Ahmet Keleş’in harcanma sebebi ise sizi taklit etmesi ve etrafına esnaftan cemaat toplamasıydı. Tabii bunların ayak oyunları olduğunu çok sonra öğrendik. Hatta 2 sene öncesinde dönemin başbakanı ile görüşmeye gittiler diye Harun Tokak, Ali Bayram ve Recep Uzunallı’yı bile 40 yıllık hizmetlerine bakmadan hain ilan edip şu an medyaya yansıyan yerlerine sürgün ettiniz. Sizin bu yıldırmanız üzerine ayrılamadıkları için aranan 73 hain listesinde yer aldılar. Üst seviyedeki baskıları kötü polis rolünde olan Mustafa Özcan üzerinden genelde maaş keserek ve dışlayarak yürüttünüz. Aşağıdaki kalkışmaları ise üst seviyedeki insanlara verdiğiniz cezalarla korkutarak bastırdınız. Nihayet robot gibi, düşünmeden hareket eden imamlar ve cemaat ordusu yetiştirdiniz. Her ne problem olursa olsun eğer size ulaşmışsa mutlaka ilgilenilir, fakat o insan çoğu zaman sadece teselli ile yetinirdi. Bütün bu görünen çerçevede İslam tarihi, tatmin etmek için en büyük malzeme olarak kullanılırdı. Her mağduriyet Allah yolunda bir madalya, her başarı cemaatte olmanın bir zaferiydi.
“Ancak ev abiliğinde başarılı görülüp semt abiliğine geçiş yapanlar kod adı “Hususi ve Şurti” olan “Asker ve Polis” hizmetleri yani askeri okullara ve polis okullarına adam yetiştirme olarak adlandırılan derin hizmetle tanışırdı. “Esas hizmetimiz budur. Askeri okullara bir adam sokmak, bir yurt, bir okul yapmak gibidir. Bütün okullar ve yurtlar kapansa önemi yok, yeter ki hususi hizmetler devam etsin“ tarzı söylemlerle motive edildik. Artık her yönüyle kamuoyuna mal olmuş bu devlete sızma süreçlerinde en büyük motivasyon sizin şu öğretinizdi: “Eğer her evden bir çocuk askeri okullara veya polise girmezse o aile reisi indallah hesap veremez”. Artık bizim için okulun, ailenin, geleceğin hiçbir önemi yoktu. Mademki ülkenin geleceği bu hizmetlere bağlıydı gerisi önemsizdi. Sınav sorularının çalınması ve öğrencilere verilmesi daha 1989 yılında başlamıştı. Bu hırsızlıkların da bir tek açıklaması vardı, savaş ortamında bu yapılanlar mübahtı. Abiler bütün bu hırsızlıklar olurken size sorduklarını ve izin vermediğinizi söyleyerek sizi temize de çıkarıyorlardı. Daha sonraki bütün zamanlarda ve usulsüz olaylarda siz hep haberi olmayan iyi polis rolüne devam ettiniz. Fakat cemaatin üstünü bilenler sizin izniniz olmadan cemaatte hiçbir şeyin yapılamayacağını da bilirlerdi. O dönem en başarılı çocukları askeriye, başarısı daha düşük olanları da polis okullarına soktuk. Gördük ki Polis Akademisi’ne giren çocuklar da 17-25 Aralık operasyonlarının beyin takımını oluşturdular.
“Yine 1990-91’li yıllarda değişen hükümetlerle yapılan pazarlıklara bağlı olarak mesela Oltan Sungurlu döneminde bölge imamları, semt imamları, yargıya girdiler. Hatta alevi dedelerinden referans bulmak suretiyle yargıya sızmak en çok Seyfi Oktay döneminde oldu. O dönemde yargıya giren ve bölge imamı seviyesine gelmiş insanlar son 5 yılın özel savcıları oldular ve bir kısmı da Yargıtay, Danıştay gibi yüksek mahkemelere atandılar. Hemen hepsi liyakatli olan bu ehil insanlar emirleri abilerden aldıkları için asla dini anlamda emin insan olamadılar. Oysa mümin emin insan demektir. Normal hayatlarında çok ahlaklı olan bu insanlar gelen emirleri kayıtsız şartsız uygulayarak birer militana dönüştüler. Son 5 yıldır onlara yaptığınız telkinlerle Tayyip Bey’i şeytan ve Türk halkını de uyutulmuş olarak gösterdiniz. Bu gün 3.000 civarı olarak açıklanan o isimler içerisinde özel davalara bakanların çoğu cemaatte en az semt imamlığı yapmış isimlerden oluşuyor. Görünen o ki 17-25 denemesinin öncesinde yüksek yargıya hâkim olmak istediniz ve oldunuz. 2010’da referandum desteğinizin perde arkası da sanırız bu plandı.
“Bugün görevden alınmış olan ve kayıplara karışan Fikret Seçen, Mehmet Yüzgeç, Celal Kara bölge imamı, eski Ankara başsavcısı İbrahim Kuriş (şu anda kanser tedavisi görüyor) ise en kıdemli bölge imamı idi. Yargı imamı olan Nazmi Dere (eğer değişmediyse) bütün bu kadroların listesini bizzat bilen kişiydi. Aynı dönemin kaymakamları veya maliyecileri de birbirlerini gayet iyi tanırlar. Buna rağmen halen inkara devam edip, bu insanların hepsini yüzüstü bırakıyorsunuz.
“Bugünlere gelinceye kadar askeriyede itirafçı olacak onlarca insanı baskılarla engellediniz. Evlilikleri bile kontrol altında olan bu insanlar her bir yandan kuşatıldılar. Yine 1990’dan sonra 2-3 kişilik gruplara ayrılan subaylar murakıp denilen takipçi imamlar yanında sohbet etmek ve tabii biraz da moral olması için zengin mütevellilerin genç çocuklarına bağlanarak sohbet ettirilmeye başladılar.
“Yine 1990 yılından sonra yurtdışı açılımı ve hizmetlerin büyümesi, cemaatin finans ve itibarının artması bu derin faaliyetleri daha da hızlandırdı. 2010 yılına geldiğimizde artık her güç odağının yanına uğramadan iş yapamayacağı hale gelen cemaat, devleti ele geçirdi ve operasyonlar başladı. Daha 2004 yılından itibaren Koç Grubu Ali Koç’u, Sabancı Grubu Ali Sabancı’yı sizinle irtibat için aracı tayin ettiler. O dönem İstanbul imamı olan Ahmet Kara, bu kişilerden Ali Abi diye bahsetmeye başlamıştı. Cemaatin kirli operasyonlar sorumlusu olan Ahmet Kara aynı zamanda Mustafa Özcan’ın da kara kutusu olduğu için Mustafa Yeşil gibi ilk onları yurtdışına kaçırdınız.
“1980’den beri kimi zaman kamuoyu oluşturmak istediğiniz bir konuda taksilere binip, taksicilerle, dolmuşçularla kulis yapıp fısıltı gazetesiyle kamuoyu oluşturduk, kimi zaman da siyasilere adamlar gönderdiniz.
“Bütün bu süreçler devam ederken çıkan bütün arızalar yine sizin izahlarınız ile bertaraf edildi. On yıllar boyunca sistemi sorgulayan isimler ve fikirler hain ilan edilerek dışlandı. Son on seneye gelinceye kadar yaşanan problemler de sizin birkaç yüzlü tavırlarınız ile bastırıldı. Ya da en kötü ihtimalle “Hoca efendi çok üzülüyor ama ne yapsın etrafındakiler..." tarzı söylemlerle hatalar başkalarına mal edilerek geçiştirildi.
“Altunizade beşinci katta yaptığınız il ve ülke imamları toplantılarına Amerika’ya (sebebi şimdi ortaya çıkan) hicretinize (!) kadar katıldık. O toplantılarda aslında sizin ne kadar gaddar olabileceğinizi ve en küçük bir arızayı nasıl en sert tedbirlerle çözdüğünüzü gördük. Ön planda her zamanki gibi İslami yorumlar yaparken o toplantılarda Cuma akşamı hazırlanan ve bazen 200 maddeyi bulan ruzname iki gün boyunca size soruluyor ve her konuyla ilgili direk talimatlar veriyordunuz. İşin garibi Kazakistan’dan, Moldova’ya, oradan Türkiye’deki emniyete ve askeriyeye kadar bütün bürokratları isimleriyle tanıyor ve yorum yapıyordunuz. Bütün dünyanın bilgileri imamlar ve o ülkedeki yapılanmalar sayesinde size sel gibi akıyordu.
“Bu cemaatte 3-5 yıl kalmış hemen herkes Kara, Deniz, Hava gibi kuvvetlerin 1990’a kadar Büyükçelebi, Şengül, Özcan vs. gibi büyük abilere ve onların bir altında tabii takma isimleriyle Murat Ceylan, Sadık Tapkan, Veli ... vs. gibi gerçek isimlerini sadece kendilerinin bildiği insanlara bağlı olduğunu biliyor. Askeri işlerle uğraşan bu insanların isim ve soy isimleri sürekli değiştiği gibi kişiler de sürekli değişirdi. Siz Amerika’ya hicret (!) ettikten sonra da o yapının başat isimlerinin bir kısmı Amerika’da eyalet imamı oldular. Tabii şu anda Murat Ceylan gibi isimler belki beşinci eyalet değişikliğini yapmıştır ve yeni ismini de ancak oradakiler bilir.