Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

FETH-İ MÜBİN... (1 Kullanıcı)

Siyahgulsevdalisi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Haz 2006
Mesajlar
2,046
Tepki puanı
0
Puanları
0
İstanbul'un fethinin 546. yıl-dönümü münasebeti ile; gelin beraberce asırlar öncesine yolculuk yapalım. Bu büyük Fetih’den kısaca bahsedelim. Bu vesile ile, kendilerini saygıyla ve rahmetle analım.

Öncelikle şunu belirteyim ki; İstanbul'un Fethi, bizim için iki yönden önem arz etmektedir.

Bir tanesi şudur ki; dedemiz Fatih Sultan Mehmet Han, bu şanlı zaferle birlikte Orta Çağı kapatarak Yeni Çağı açmış, böylece Müslüman Türk'ün kahramanlığını dünya tarihine altın harflerle yazdırarak, Haçlının beynine adeta kazımıştır.

Bir diğeri de; Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz Bizans'ın fethi için:

"Elbette Konstantiniyye (İstanbul) feth olunacaktır. O’nu fetheden kumandan ne güzel kumandan ve o ordu ne güzel ordudur"(1) Hadis-i Şerifi ile müjdelenmesinden dolayıdır ki, bu yönü ile de bütün dünya Müslümanlarını ilgilendirmektedir. Şimdi buyurun saadet asrına yolculuk yapalım.

"Hendek" muharebesini düşünün...

Tüm müşrikler, azgın kafirler hepsi toplanmış, bu defa İslam'ı yok edelim diye yek vücut olmuşlar.

Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) kurmaylarını topladı ve müşavere etti. Sonuç olarak Selman-ı Farisi (Radıyallahu Anh)' in fikri kabul edildi ve hendek kazılmaya başlandı. Medine hudutlarına 2900 m. civarındaki bir uzunluktaki bu hendek 10'ar kişilik gruplar halinde kazılıyor, her sahabeye takriben 10 arşınlık yer düşüyor.

Tabii ki, o günün şartlarında vinç yok, buldozer yok, kepçe yok. Kazma kürekle, balyozla, bilek gücüyle ha gayret kazıyorlar. Açlık var... Susuzluk var... Kış gününün çöl ayazı var... Sahabe-i Kiram çalışmaktan her tarafları toz, toprak olmuş, akan ter ile ıslanan toz toprak, adeta onları çamurdan adama çevirmiş. İşte bir ara hendekte iri bir kaya parçasına rastladılar. Ne yaptılarsa kıramadılar. Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)' a haber verildi. Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) geldi ve eline balyozu aldı, Allah-u Ekber diyerek vurdu. Sahabe-i Kiram da tekbir aldı. Taşın 1/3'ü koparken bir kıvılcım, bir şule parladı. İkinci vuruşta yine Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Allah-u Ekber diyerek vurdu. Sahabe-i Kiram’da, Allah-u Ekber dediler. Kayanın 1/3'ü daha koptu. Bir kıvılcım daha parladı. Üçüncüde tekbirle bir vuruş daha... Kaya kum gibi yığıldı. Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) tebessüm ediyor. Hendekten çıkınca Selman-ı Farisi (Radıyallahu Anh);

-"Ya Resulullah! Acaip işler gördüm bu esnada. Nedir bu?" Resulullah;

-"Balyozu birinci vurduğumda çıkan o parıltıda İran Sarayları gösterildi bana. Oraların alınacağı müjdelendi. İkinci vurduğumda çıkan o parıltıda Bizans'ın anahtarları verildi. Bizans'ın fethi müjdelendi. Üçüncü de ise; Yemen'in fethi müjde edildi."

O an Müslümanları düşünün ki, yirmi beş gündür dur, durak, demeden çalışmışlar, açlıktan karınlarına taş bağlamışlar. Ve küçük bir topluluk... Hendek muharebesini kazanacakları bile meçhul...

Fakat İran, Bizans, Yemen; O zamanın süper güç olan devletleri idiler. Onları rüyada bile yenmek mümkün değil sanki.

O, zaman münafıklar da laf etmeye başladılar. "Bu Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) neden bahsediyor? Kisra'nın saraylarından, Bizans'tan bahsediyor. Halbuki biz korkumuzdan helaya bile gidemiyoruz" diyerek, adeta soğuk harp yapıyorlar. Amma müminler ne diyor bakın;

-"Biz Hazreti Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)' in davasına var olduğumuz müddetçe hizmet edeceğimize ahd-ü biat etmişiz.

Demek ki Bizans fethedilecekti. Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)' ın övgüsü de vardı. Bizans'ı fetheden asker ve kumandan övülmüştü. İşte Müslümanların Bizans'ı muhasaraları, Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'ın meşhur Hadis-i Şerifi’nin sırrına mazhar olabilmekte gizlidir. Başta Ebu Eyyüb-el Ensari (Radıyallahu Anh) olmak üzere İstanbul'umuzda meftun bulunan bir çok sahabi, bu uğurda şehit olmuştur. Ve Bizans 29. muhasarada, Fatih Sultan Mehmet Han tarafından feth olunmuştur. Ne ibretli bir tevafuktur ki, "Fetih suresi" 'ne baktığınızda, bu sure de 29 Ayettir. Fetih de 29. muhasarada gerçekleştiriliyor.

Fethi anlamak için önce Fatih'i anlamak gerekir. Tanımak gerekir. Sizlere kısa paragraflar sunayım.

İstisnai dehası sayesinde hızla devrinin birçok ilmini öğrenmiş ve bir çoğunda alim olmuştur, hatta deha eseri göstermiştir.

Bütün şehzadelere öğretilen Çağatay lehçesi ile Farsça, Arapça'nın dışında Yunanca, Latince, Sırpça, İtalyanca, İbranice tahsil etmiştir. Yani o devrin en geçerli dillerini ve ilimlerini öğrenmiştir. Fatih derecesinde; çeşitli alim ve sanatkarlardan ders gören bir prens göstermek de mümkün değildir. Hatta padişah olduktan sonra bile ciddi şekilde tahsiline devam etmiştir.

O’nun baş hocası Molla Gürani'dir. Padişah olmasına rağmen hocası Molla Gürani'nin elini öper, Fatih'in tabiri ile; bu zamanın İmam-ı Azam'ı dediği Miratül Usul'ün müellefi Molla Hüsrev (Hazretleri) 'e velev ki camide rast gelsin, ayağa kalkar ve hürmet ederdi.

İlim ve fikir adamları ile adeta hayatını paylaşır çok defa onlarla yer, içer oturur, eğlenir, hatta kıyafetinde bile onların giyimlerini hükümdar hilafetine tercih ederdi. Adil, vakur, cesur, ve gayretli olup, ecdadı kıyafetini terk ile ulema kisvesini tercih etmek kendisinde vaki olmuştur.

Fatih Sultan Muhammed Han'ın hocalarına gösterdiği hürmet, itaat ve inkıyad; tarihin, hoca-hükümdar münasebetlerinde rastlanan misallerin en şahane örneklerini dahi gölgede bırakacak kadar muhteşemdir.

Türk ananesinde hocaya hürmet, adeta bir ibadet saygısı ile at başı giden geleneklerdendir.

Fatih dedemiz gerçekten büyük bir insan, anlatmakla bitirilemeyecek kadar büyük... Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)' ın övgüsüne mazhar olmak boşuna değil. Osmanlı sultanları içinde hem en büyük asker, hem en büyük devlet ve siyaset adamı, hem de en çok alim olanıdır.

Askerlikte; Yavuz Sultan Selim Han,

Siyasette; Kanuni Sultan Süleyman Han,

İlimde ise; Yıldırım Beyazıt Han, O’na yaklaşmışlar fakat yetişememişler.

Hatta bazı tarihçiler, O’nu dünya tarihinin en büyük şahsiyeti olarak ileri sürmüşlerdir.

Evet, hayatı şan, şeref ve başarı dolu olan bir dedemizden bahsediyoruz.

21 Yaşında bir delikanlı, bir devir açıyor, bir devir kapatıyor. Böyle bir büyüğümüz. Bir çok irili, ufaklı devleti ve bazı imparatorlukları ülkesine katmakla meşgul. Her türlü şehevi ve behemi arzularını gemlemiş, nefsani isteklerini bir kenara bırakmış. Peki derdi nedir?...

Bizans semalarında çan sesi yerine "Allah-u Ekber" nidaları yükselmesi için Rasulullah(Sallallahu Aleyhi ve Sellem)' ın övgüsüne mazhar olabilmek için hayatının ilkbaharında çetin bir muharebeye ve mücadeleye giriyordu.

Daha sekiz yaşında iken bile yastığına İstanbul haritasını çizmiş, bu haritaya bakarak, planlar kurarak O’nu fethetme hayali ile uyuyordu.

Daha doğarken evde "Fetih" Suresi okunuyor, evde veliler bulunuyor, alimler bulunuyor. Sultan Murat (2.Murat) soruyor;

-"Efendi Hazretleri, İstanbul' un fethi bana nasip olacak mı?"

Görüyor musun, Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)' ın övgüsüne mazhar olabilmek için, demek öteden beri hepsinin gönlünde bu sevgi, bu muhabbet yatıyor. Allah (Celle Celalühu) ve Resulü’nün rızası

yatıyor.

Hacı Bayram-ı Veli Hazretleri buyurdu ki :

-"Fetih, şu beşikteki yavru ile, şu bizim köseye nasip olacak."

Fatih beşikte iken Akşemseddin Hazretleri ile fetih müjdesini çok öncelerden vererek açık bir keramet gösteriyordu.

Fatih, bir taraftan Molla Gürani'den, diğer taraftan Akşemseddin Hazretleri’nden ders görerek, hem manen hem madden yetişiyor ve çok iyi bir eğitim ve terbiye ile büyüyordu.

Fatih Sultan Mehmet Han her türlü hazırlığını tamamlamış, toplar döktürmüş. Balistik hesapları tamamen kendine ait olan o güne kadar misli görülmemiş havan toplarını döktürmüştü. Ve nihayet Feth-i Mübin'i gerçekleştirecek ordusuyla 23 Mart 1453 Cuma günü Edirne'den hareketle, 5 Nisan günü İstanbul önlerine gelmiş ve surlar önündeki bu muhteşem ordu, Bizans halkını müthiş bir korku ve heyecan içinde bırakmıştır.

Fatih'in yanında meşhur mutasavvuf ve hekim Akşemseddin ile Akbıyıkdede gibi büyük veliler, yanı sıra hocası Molla Gürani ve büyük alim Molla Hüsrev'de bulunuyordu. Bunlar askerlere son derece moral dopingi yapıyorlar ve askerin şecaatini artırıyorlardı.

Genç padişah, 6 Nisan günü bu Allah dostları, alimler ve bütün ordusu ile surlar önünde Cuma Namazı'nı kılmış, namazı müteakip münadiler, muhasaranın başladığını ilan etmişlerdi.

Şahi denilen büyük topun ateşlenmesiyle savaş başlamış ve topların gürültüsü ile Bizans şaşkına dönmüştü. Eli silah tutan herkez doğu Roma'nın müdafaasına çağırılmıştı...

Muhasara 52 gün gecikmişti. Çünkü, Fatih'in Yakup Paşa adındaki veziri ajanlık yapıyordu ve Bizans'a haber uçuruyordu. Fatih, hangi taraftan saldırsa kuvvetli bir direnişle karşılaşıyordu. Bu hain "Maestro Jacapo" adlı Venedikli bir Yahudi'dir. Sözde Müslüman olup Yakup adını almıştır. Bilahare paşa ünvanını da alan bu dönme Fatih'in hususi hekimliğine kadar yükselip Fatih'i zehirleyerek şehit etmiştir. Venediklilerin tertiplediği on dört suikast bir netice vermemiş on beşte bu Yahudi ile anlaşarak zehirletmişlerdir. Bunun için kendisine 250 Bin Düka altın verilecekti ve bir takım imtiyazlara sahip olacaktı. İşte bu hainde beklediği paralara ve imtiyazlara kavuşamadan, asker tarafından parça parça edilerek gebertilmiştir. -ila cehenneme zümera-

İşte bu hain, fetihten bir evvelki gece soruyor;

-"Sultanım yarın nereden saldırıyoruz?" deyince Sultan kükredi,

-"Bilsem ki; boynumdaki damar bunu biliyor, onu koparır atardım" dedi ve söylemedi.

İşte o gece, 1453 yılının 28/29 Mayıs gecesini, şanlı ordu "Mum Donanması" yaparak geçirdi. Mum donanması denilen ateş ve ışık şenliği, hava karardıktan sonra başlamış ve Marmara'dan Haliç'e kadar uzanan, muhasara hattında bir anda kandiller, fenerler, mumlar, meşaleler ve öbek öbek ateşler yakılmış. Donanmanın gemileri de bu şenliğe iştirak edince, Bizans ateşten çember içine alınmıştır.

Bu ışık deryası içinden yükselen Tekbir ve Tehlil sesleri Bizanslıların bütün maneviyatını yıkmıştı. Gözyaşlarıyla birbirini çiğnercesine Ayasofya'ya koşan halk, imparatorla beraber bütün saray erkanıyla katıldığı son ayine iştirak etmiştir.

Mum donanması gece yarısına kadar devam etmiş ve bilahare ışıklar söndürülüp ortalık zifiri bir karanlığa gömülmüştür.

Akşemseddin Hazretleri tepeden tırnağa beyazlara bürünmüş asker arasında dolaşıp doping telkini yapıyordu. Fatih ise at üzerinde bütün muhasara hattını son kez geziyordu.

Hem maddi sahada kuvvetli, hem manevi sahada... Fatih, fecr vaktinde gözyaşları secdegahını ıslatıyordu. Şair şöyle der:

Titrerdi secdegahın oldukça sen cebin say

Hala gelir zeminden tekbir-ü zaru zarın

Gözyaşlarına karışık yerden, tekbir seslerin geliyor

Maddende kuvvetli tabi, bir ara atını denize sürüyor.

Ya Bizans beni alır, ya da ben Bizans'ı alırım..! diyerek kükrüyor

Aşağılık kompleksinde olan bir insan değil, mangal gibi yürek, dağlar gibi iman...

Bu arada fethin manevi Fatih'i Akşemseddin Hazretleri çadırında murakabeye dalmış, taa Semerkand'daki Ubeydullahi Ahrar (Kuddise Sirruhu) ile manevi irtibatı kurmuş, yardım istiyor. Allah' ın (Celle Celalühu) izni ile, inayeti ile... Sen ehil olursan, istemeyi bilirsen, yardım gelir. Ve işte İstanbul surlarının üzerinde Ubeydullahi Ahrar (Kuddise Sirruhu) gözüküyor ve manevi bir heybetle cübbesinin yerlerinden İstanbul surlarına tepeden asker boşaltıyor.

Evliyaullahın hali budur; kerameti haktır. Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'ın övdüğü orduya Mevla (Celle Celalühu) yardım ediyor.

Ve nihayet fetih müyesser oldu. Fatih ordusu ile Topkapı'dan şehre giriyor. Bizans halkının tezahüratı, gazilerimizin Tekbir ve Ezan sesleri arasında ilerlerken, Rum kızları ellerinde çiçek buketlerini Akşemseddin’i Fatih zannederek O’na götürdüler. O’da gözleriyle işaret ederek, Fatih odur diyordu. Buketler Fatih'e gelince diyor ki :

-"Bana değil, hocama verin. Her ne kadar sultan ben isem de, İstanbul'un manevi Fatih'i hocamdır. Çiçekleri ona götürün."

İslam terbiyesine bakınız.! Saygıyı görüyor musunuz?

Büyük belli, küçük belli. Saygı belli, sevgi belli. Edep belli, ahlak belli. Ve böylesine mesut bir millet hayatına ve böylesine bir iktidara şahit olabiliyoruz.

İslam terbiyesi görmeyen, alime hocaya hürmet etmeyen, babasına moruk, anasına kocakarı diyen, Fransız'ın mı peşinden gideyim, İngiliz'in mi ardına düşeyim diyen, ona buna uşaklık sevdasında olur! Böyle devirleri değiştirme yolunda, tarihin akışına yön verme istidadında olamaz.

Fatih, Ayasofya'ya ilerliyor. O sırada Ayasofya kadın-erkek, çoluk-çocuk, genç-ihtiyar, her yaştan Rum'u Ermeni'si tarafından dolu, Fatih'i görünce korkuyla gözyaşı ile yerlere kapandılar.

Fatih'te, şükür secdesine kapandı. Herkes yerlerde amma, biri izzetle, biri ise zilletle yerlerde...

Fatih Sultan Mehmet Han, o muazzam kalabalığı sükunete davet ederek, korkudan gözleri fal taşı gibi açılmış olan bu insanlara tarihe geçen şu sözleri söylemiştir.

-"Kalkınız! Hepinize söylüyorum ki ; bu andan itibaren artık ne hayatınız ne de hürriyetiniz hususunda gazabı şahanemden kokmayınız."

O devir insanın bilmediği duymadığı, hatta hayal bile edemediği bu sözler karşısında, bu olay karşısında çok etkilenmişler ve;

-"Osmanlının sarığını görmek, Latin serpuşunu görmekten evladır" demişlerdir.

İşte o büyük ecdat... Gittikleri her yere hakkı, hukuku, adaleti götürmüşler. Hakiki manada hürriyet tanımışlar. İsteyen camiye gitsin, isteyen kiliseye, havraya gitsin demişlerdir. Fethettiği yerlerdeki Rum'a, Ermeni'ye dokunmamış, ibadet hakkı tanımıştır. Bir tane çocuk, kadın katledilmemiştir, bir tane tecavüz hadisesi cereyan etmemiştir. Lideri önderi her şeyi olan Peygamberi Hazreti Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in Mekke'yi fethettiğinde nasıl ki; kimseye dokunmamış, serbest bırakmışsa, işte şimdi Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'ın övgüsüne mazhar olan Fatih'te aynı şeyi yapıyordu. Bu dersi oradan alıyor ve tatbik ediyordu.

Asırlar öncesindeki bu tarihi ibret vesikasını tatlı bir şekilde hayal ederken, hayallerden sıyrılıp, bu güne döndüğümüzde adeta dehşetle ve hayretle irkiliyoruz.

Hristiyan Avrupa'nın göbeğinde, bir insanlık dramı yaşanıyor. İslam'dan nasipsiz Sırplar, Bosna'da ne yaptılar biliyorsunuz. Aklınıza gelen veya gelmeyen her türlü işkenceyi Müslümanlara reva gördüler. Şimdi de Kosova'da çoluk çocuk demeden, kadın ihtiyar bakmadan, insafsızca bir katliama girip, onları evlerinden barklarından sürerek, ne büyük bir vahşete imza atıyorlar. Hem de Allah (Celle Celalühu)'ın haram kılmış olduğu bu aylarda...

Halbuki, cehalet döneminin puta tapan müşrikleri bile haram aylar girince, babasının katilini görse, el kaldırmıyordu.

Ve yine Filistin'e baktığımızda; küçücük bir Müslüman çocuğun kolunu dünyanın gözü önünde taşla kıran merhamet fakiri bir Yahudi askerini görüyoruz.

Şimdi akıl sahiplerine soruyorum; "Kuduz köpeğe bile işkence yapmayınız" diyen Hazret-i Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in dinine mensup Müslümanlar mı tehlikeli, yoksa Kosova'yı, Bosna'yı, Filistin'i kan gölüne çevirerek, insanlık dışı her türlü muameleyi oranın halkına reva gören gayr-i Müslimler mi daha tehlikeli?

Korkulması gereken İslam mı? İslamsızlık mı?

Hala Müslümanları en büyük tehlike görenlere şaşmamak elde değil. Biraz insaf edin yahu...

Ve Fatih'in emriyle Ayasofya kilisesi camiye tahvil edilerek orada Cuma Namazı kılınmıştır. Osmanlı tarihinde fethedilen ülkelerde, kiliselerin camiye çevrilmesi eski bir ananedir. Hilalin, haç'a galibiyetinin timsali mahiyetindeki bu an'aneye göre feth edilen kalenin burçlarına bayrak dikilip surların üzerinden, ezan sesleri yükselirken, padişahlar ilk Cuma Namazını bu camilerde kılmışlardır.

Şair "Baki" meşhur Kanuni mersiyesinde:

"Aldun Hezar bütkedeyi mescit eyledün

Nakuus yerlerinde okuttun ezanları"

mısraları ile bu eski zafer ananesini en güzel şekilde edebiyat tarihimize mal etmiştir.

Kısaca değinmeden geçmek haksızlık olur kanaati ile, fethin sembolü olarak camiye tahvil edilen Ayasofya maalesef bu gün müze olarak kullanılmaktadır. Halbuki Fatih burayı kendi parası ile almış ve vakfetmiştir. Gayesinin dışında kullananlara da lanet ederek:

-"Allah (Celle Celalühu)' ın meleklerin, bütün insanların ve lanet edenlerin laneti onların üzerine olsun. Onlar hiçbir zaman hafiflemeyen bir azap içinde bulunsunlar" demiştir.

Ya Rabbi! bir an önce Ayasofya'nın tekrar ibadete açılmasını vakfedildiği gayeye uygun olarak kullanılmasını nasip eyle...

Ve bizlere yeni fetihler ve fatihler ikram edecek, İstanbul'un tekrar İslambol olmasını ihsan eyle AMİN!

Son olarak şunu belirtmek istiyorum ki :

Bizim tarihimizde bir sürü zaferler vardır. Bir çok kahramanlarımız mevcuttur.

Kosova, Varna, Niğbolu zaferleri, işte İstanbul'un Fethi, Çanakkale Zaferi çok yakında Kıbrıs harekatı ve bir çokları Amerika'nın ve Rusya'nın böyle bir zaferini gösteremezsiniz. Daha dün Çeçenistan Rusya'yı ne hale getirdi. Amerika, Vietnam acısını hala unutamıyor. Kore'de ise Türk askeri olmadan yapamadı. çemberi yaran yine biz, onlar bir takım hayali kahramanlar üretip özendirmeye çalışıyorlar. Texas'mış, Tombix'miş, Terminatör'müş, Rambo'ymuş var mı böyle bir şey yani? Himen çizgi filmleri falan derken bu milleti kendi kültürleriyle kuşatmaya çalışıyorlar.

Bizim kültürümüz, tarihimiz, kahramanlarımız bize yeter; Kanuniler, Sultan Selimler, Ulubatlı Hasan'lar, Efeler, Dadaşlar çocuklarımıza bunları öğretelim tanıtalım kendi kültürümüzle yetiştirelim ki yeni yetişen nesil kendi tarihine küfretmesin, aşağılık kompleksine kapılmasın başkasını üstün görmesin.

Tarihini ve tarihi düşmanlarını unutmasın!

Zira geçmişini bilmeyen geleceğe ışık tutamaz. Feth-i Mübin'in yıldönümünde, fetih şehitleriyle birlikte cümle şühedanın ve ulemanın ervahına rahmet, şükran ve minnet...
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt