Saban_Sahan
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 9 Eyl 2006
- Mesajlar
- 30
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
Yüce Allah’ın takdir ettiği bir zamanda açtın gözlerini dünyaya. Ezelden beri dünyada olmayan sen, aciz insan, dünyada hiç ölmeyecekmiş gibi yaşıyorsun. Filimlerde heyecan ve korku unsuru olarak kullanılan ölümü, kesinlikle yaşayacağını bildiğin halde onu unutuyorsun. “İsteyene ölüm nasihat olarak yeter.” hadisi şerifini okuyorsun, ancak nasihat almıyorsun, ölümü hatırlamaktan bile çekiniyorsun...
Ne zaman karşılacağını bilmediğin ölümle, en doğal anında, yatarken, gezerken, koşarken, karşıdan karşıya geçerken, yemek yerken veya otururken tanışıyorsun.
Ne mutlu sana ki, salih bir amel işledin, gül koklar gibi teslim ediyorsun ruhunu...
Yazıklar olsun sana ki, başıboş bir ömür tükettin. Ruhun, dikenlen içine atılan bir pamuğun çekilişi gibi alınıyor ve sen hiç tatmadığın büyük bir acıyı tadıyorsun.
Doğduğun günden beri dimdik ayakta duran vücudun gayri ihtiyari yerde upuzun yatıyor. Gelen geçenlerin ilgisini celbediyor. Daha sonra yakınlarının ağıtları arasında, caminin cenaze yıkama bölümüne ****ürülüyorsun. Ölen sen değilmişsin gibi garip bir edayla seyrediyorsun tüm olup bitenleri... Ortada bir cenaze vardır, yıkanıyor. Ömründe hiç kimseye göstermediğin, sence kutsal ve dokunulmaz sayılan vücudun, imamın ve yardımcılarının elleri arasında oyuncak bir bebek gibi kaldırılıp, indiriliyor. Dışardan ağıt sesleri yükseliyor, herkesten ve her yerden hüzün, gözyaşı akıyor, sen aklı başında, tüm olup bitenlere bir anlam vermeye çalışıyorsun. Ve sen kiminle konuşsan bir cevap alamıyorsun; çünkü onlar seni görmüyor, duymuyorlar, ancak sen bunu bilmiyorsun...
Sonra naaşın tabut üzerine bırakılıyor, yakınlarının, eş-dost ve arkadaşlarının omuzlarında mezarlığa ****ürülüyor. Sen de karışıyorsun kalabalığın içine...
Ne mutlu sana ki, mezarlığı hep ziyaret ettin, ölümü hep hatırladın, hazırlandın, yabancısı olmadığın bir yere ****ürülüyorsun...
Yazıklar olsun sana ki, mezarlığı yolun sonu olarak gördün, değer vermedin, en değersiz, en korkunç ve en yabancısı olduğun bir bataklığa ****ürülüyorsun...
Tabut yere indiriliyor, bir bebek gibi bembeyaz bir kundağa sarılı naaşın usulca, önceden hazırlanmış iki metre derinliğindeki, sert, soğuk ve ıssız çukura bırakılıyor. Kundak gibi seni çepeçevre saran kefenin baş kısmı göğsüne kadar açılıyor, sağ tarafın üzerinde kıbleye döndürülüyorsun...
Ne mutlu sana ki, ömründe her gün beş defa kıbleye döndün, son yatışında da yine kıbleye, o nur ve emniyet beldesi Mekke’ye döndürülüyor yüzün...
Yazıklar olsun sana ki, ömründe kıbleye hiç dönmedin. Onu ciddiye almadın, şimdi ise yüzün döndürülmesine rağmen huzur yerine huzursuzluk yaşıyorsun...
Sonra üzerin taşlarla kapatılıyor yavaş yavaş. Ömrün boyunca ondan beslendiğin, üzerinde gezdiğin ancak ürünlerine gözünün doymadığı toprak, kürek kürek üzerine atılıyor ve bir türlü doymayan gözün, yüzlerce kürek toprakla iyice dolduruluyor. Mezarın tamamlanıyor. Seni gömen cemaat, imamın el hareketiyle yere çömeliyor...
Ne mutlu sana ki, faziletli, güzel ahlaklı oldun, herkes: “Allah rahmet eylesin, mekanı nurla dolsun, çok iyi bilirdik merhumu.” diyor...
Yazıklar olsun sana ki, bedbaht bir fert oldun toplumda, herkes, “eh iyi bilirdik(!) medfunu” diyor gönülsüzce ve alaylı bir tavırla, formalite icabı...
İmam telkini okuyor, yerin altında sen dinliyorsun; yerin üstünde inleyen cemaat dinliyor. “Ey meyyit! Birazdan melekler gelecek, iki tanedir. Onlardan korkma, onlar Allah’ın elçileridir. Sana, “Rabbin kim?” diye sorduklarında: “Rabbim Allah’tır.” de onlara. Sana, “Peygamberin kim?” diye sorduklarında: “Peygamberim Muhammed’dir.” de onlara. Sana, “Dinin ne?” diye sorduklarında: “Dinim İslam’dır.” de onlara. vs...
Ne mutlu sana ki, bu soruların cevaplarıyla yaşadın, cevaplarını hafızana kazıdın, şimdi bunları çok iyi biliyorsun...
Yazıklar olsun sana ki, bu soruların cevabını inkar ettin, ya da ezberledin, ama yaşamadın, şimdi bunları bilmiyor, kekeliyor ve akıbetini korkuyla bekliyorsun...
Mezarlıktaki cemaat, sana olan akrabalık derecesine göre teker teker dağılıyor. Mezarlıkta sadece “Ölsem bile onlardan ayrılmam.” dediğin çok yakın akrabaların kalıyor. Ama ne acı ki, hayat senin için bitmesine rağmen, onlar için devam ediyor ve birazdan onlar da seni terkediyorlar...
Ne mutlu sana ki, ömrün boyunca seni ebediyyen terketmeyen ve yalnızlığınla başbaşa bırakmayan Allah’ı dost edindin, şimdi üzülmüyorsun...
Yazıklar olsun sana ki dünyada sahte dostlar edindin. Şimdi onların gittiğini görüyorsun. Çıkmak istiyor, ancak engelleniyorsun ve hala acıyı, tatlıyı ayırt eden ruhunla büyük bir ıstırap çekiyor, korkuyorsun...
Melekler geliyor birazdan. Sana sualler soruyorlar. Kıyamet gününe kadar bekleyeceğin süre zarfında kabirdeki konforunun kalitesini belirleyecek suallere sen cevap vermeye çabalıyorsun...
Yazılklar olsun sana ki, hafızanı nefsin arzularıyla doldurdun, telkine yer kalmadı. Yarım yamalak cevap veriyorsun ve kabrinin sol tarafından cehennemdeki yerini seyrediyor ve içine gireceğin günün korkusuyla büyük bir azap çekiyorsun...
Allah’ın takdir ettiği vakitte İsrafil (a.s.) sura üflüyor. Herkes çimlenen tohumun topraktaki bitmesi gibi mezarlarından dışarı çıkıyor. Allah’ın va’dini hak olduğu, bir kez daha ispatlanıyor. Herkes hesabı bekliyor...
Ne mutlu sana ki, kitabını salih işlerle doldurdun. Kabrinden nur fışkırarak çıkıyorsun. Selamette mükafatını alacağın anı sabırsızlıkla bekliyorsun...
Yazıklar olsun sana ki, kitabını kötü işlerle doldurdun. Kabrinden simsiyah bir yüzle çıkıyorsun. Dilin ağzında şişmiş, organların kötülüklerine şahitlik ediyor.
Mizan kuruluyor, trilyonlarca insanın hesabı alınmaya başlanıyor. Müddeti 50 bin yıl olan o dehşetli günde, güneş başların hizasına kadar inmiş, başın içindeki beyin kaynıyor. Amel derecesine göre insanlar akıttıkları terin oluşturduğu çamura batıyor, sıkıntı ve eziyetle hesaplarını verecekleri anı bekliyorlar. Anne çocuğundan, baba eşinden kaçıyor...
Ne mutlu sana ki, gençliğini ibadetle geçirdin. Allah’ın arşı gölgesindeki protokolde nebilerin, salihlerin, şehitlerin arasında heyecanla hesabını bekliyorsun.
Yazıklar olsun sana ki, ömründe ibadet etmedin. Boğazına kadar çamura batıyor, çırpınıyor, çırpındıkça yine daha fazla batıyorsun.
Herkesin hesabı bitiyor. Sıra sırattan geçmeye geliyor. Herkes amel derecesine göre yavaş ya da şimşek hızıyla geçiyor. Kimisi cehenneme, kimisi cennete ****ürülüyor. Rasulullah Kevser havuzu başında bekliyor. Mü’minler o havuzdan, bir daha hiç susamamak üzere içiyorlar.
Ne mutlu sana ki, dünyada Rasulullah’ın sünnetine de sarıldın, ona benzemeye çalıştın, havuzdan içiyor, şefaate kavuşuyor ve cennete giriyorsun. Ebedi, tasasız, eziyetsiz, selametli, mutlu bir hayat sürüyorsun.
Yazıklar olsun sana ki, dünyada ne Kur’an’ı, ne de sünneti emanet olarak bellemedin, dinlemedin, yaşamadın. Şimdi zebanilerin eşliğinde boynunda kızgın demir halkalarla cehenneme gidiyorsun...
Ebedi, eziyetli, azaplı ve bol bol korkunç sahneleriyle bir cehennem hayatı yaşıyorsun..
Ne mutlu, ne mutlu, ne mutlu sana ki, hala yaşıyorsun. Tüm bu mutlu, mutsuz tablolardan mutlusunu tercih edebilecek ve kazanabilecek imkanlara sahipsin. Sahip oluyorsun. Allah, seni muvaffak etsin. Amin.
Ne zaman karşılacağını bilmediğin ölümle, en doğal anında, yatarken, gezerken, koşarken, karşıdan karşıya geçerken, yemek yerken veya otururken tanışıyorsun.
Ne mutlu sana ki, salih bir amel işledin, gül koklar gibi teslim ediyorsun ruhunu...
Yazıklar olsun sana ki, başıboş bir ömür tükettin. Ruhun, dikenlen içine atılan bir pamuğun çekilişi gibi alınıyor ve sen hiç tatmadığın büyük bir acıyı tadıyorsun.
Doğduğun günden beri dimdik ayakta duran vücudun gayri ihtiyari yerde upuzun yatıyor. Gelen geçenlerin ilgisini celbediyor. Daha sonra yakınlarının ağıtları arasında, caminin cenaze yıkama bölümüne ****ürülüyorsun. Ölen sen değilmişsin gibi garip bir edayla seyrediyorsun tüm olup bitenleri... Ortada bir cenaze vardır, yıkanıyor. Ömründe hiç kimseye göstermediğin, sence kutsal ve dokunulmaz sayılan vücudun, imamın ve yardımcılarının elleri arasında oyuncak bir bebek gibi kaldırılıp, indiriliyor. Dışardan ağıt sesleri yükseliyor, herkesten ve her yerden hüzün, gözyaşı akıyor, sen aklı başında, tüm olup bitenlere bir anlam vermeye çalışıyorsun. Ve sen kiminle konuşsan bir cevap alamıyorsun; çünkü onlar seni görmüyor, duymuyorlar, ancak sen bunu bilmiyorsun...
Sonra naaşın tabut üzerine bırakılıyor, yakınlarının, eş-dost ve arkadaşlarının omuzlarında mezarlığa ****ürülüyor. Sen de karışıyorsun kalabalığın içine...
Ne mutlu sana ki, mezarlığı hep ziyaret ettin, ölümü hep hatırladın, hazırlandın, yabancısı olmadığın bir yere ****ürülüyorsun...
Yazıklar olsun sana ki, mezarlığı yolun sonu olarak gördün, değer vermedin, en değersiz, en korkunç ve en yabancısı olduğun bir bataklığa ****ürülüyorsun...
Tabut yere indiriliyor, bir bebek gibi bembeyaz bir kundağa sarılı naaşın usulca, önceden hazırlanmış iki metre derinliğindeki, sert, soğuk ve ıssız çukura bırakılıyor. Kundak gibi seni çepeçevre saran kefenin baş kısmı göğsüne kadar açılıyor, sağ tarafın üzerinde kıbleye döndürülüyorsun...
Ne mutlu sana ki, ömründe her gün beş defa kıbleye döndün, son yatışında da yine kıbleye, o nur ve emniyet beldesi Mekke’ye döndürülüyor yüzün...
Yazıklar olsun sana ki, ömründe kıbleye hiç dönmedin. Onu ciddiye almadın, şimdi ise yüzün döndürülmesine rağmen huzur yerine huzursuzluk yaşıyorsun...
Sonra üzerin taşlarla kapatılıyor yavaş yavaş. Ömrün boyunca ondan beslendiğin, üzerinde gezdiğin ancak ürünlerine gözünün doymadığı toprak, kürek kürek üzerine atılıyor ve bir türlü doymayan gözün, yüzlerce kürek toprakla iyice dolduruluyor. Mezarın tamamlanıyor. Seni gömen cemaat, imamın el hareketiyle yere çömeliyor...
Ne mutlu sana ki, faziletli, güzel ahlaklı oldun, herkes: “Allah rahmet eylesin, mekanı nurla dolsun, çok iyi bilirdik merhumu.” diyor...
Yazıklar olsun sana ki, bedbaht bir fert oldun toplumda, herkes, “eh iyi bilirdik(!) medfunu” diyor gönülsüzce ve alaylı bir tavırla, formalite icabı...
İmam telkini okuyor, yerin altında sen dinliyorsun; yerin üstünde inleyen cemaat dinliyor. “Ey meyyit! Birazdan melekler gelecek, iki tanedir. Onlardan korkma, onlar Allah’ın elçileridir. Sana, “Rabbin kim?” diye sorduklarında: “Rabbim Allah’tır.” de onlara. Sana, “Peygamberin kim?” diye sorduklarında: “Peygamberim Muhammed’dir.” de onlara. Sana, “Dinin ne?” diye sorduklarında: “Dinim İslam’dır.” de onlara. vs...
Ne mutlu sana ki, bu soruların cevaplarıyla yaşadın, cevaplarını hafızana kazıdın, şimdi bunları çok iyi biliyorsun...
Yazıklar olsun sana ki, bu soruların cevabını inkar ettin, ya da ezberledin, ama yaşamadın, şimdi bunları bilmiyor, kekeliyor ve akıbetini korkuyla bekliyorsun...
Mezarlıktaki cemaat, sana olan akrabalık derecesine göre teker teker dağılıyor. Mezarlıkta sadece “Ölsem bile onlardan ayrılmam.” dediğin çok yakın akrabaların kalıyor. Ama ne acı ki, hayat senin için bitmesine rağmen, onlar için devam ediyor ve birazdan onlar da seni terkediyorlar...
Ne mutlu sana ki, ömrün boyunca seni ebediyyen terketmeyen ve yalnızlığınla başbaşa bırakmayan Allah’ı dost edindin, şimdi üzülmüyorsun...
Yazıklar olsun sana ki dünyada sahte dostlar edindin. Şimdi onların gittiğini görüyorsun. Çıkmak istiyor, ancak engelleniyorsun ve hala acıyı, tatlıyı ayırt eden ruhunla büyük bir ıstırap çekiyor, korkuyorsun...
Melekler geliyor birazdan. Sana sualler soruyorlar. Kıyamet gününe kadar bekleyeceğin süre zarfında kabirdeki konforunun kalitesini belirleyecek suallere sen cevap vermeye çabalıyorsun...
Yazılklar olsun sana ki, hafızanı nefsin arzularıyla doldurdun, telkine yer kalmadı. Yarım yamalak cevap veriyorsun ve kabrinin sol tarafından cehennemdeki yerini seyrediyor ve içine gireceğin günün korkusuyla büyük bir azap çekiyorsun...
Allah’ın takdir ettiği vakitte İsrafil (a.s.) sura üflüyor. Herkes çimlenen tohumun topraktaki bitmesi gibi mezarlarından dışarı çıkıyor. Allah’ın va’dini hak olduğu, bir kez daha ispatlanıyor. Herkes hesabı bekliyor...
Ne mutlu sana ki, kitabını salih işlerle doldurdun. Kabrinden nur fışkırarak çıkıyorsun. Selamette mükafatını alacağın anı sabırsızlıkla bekliyorsun...
Yazıklar olsun sana ki, kitabını kötü işlerle doldurdun. Kabrinden simsiyah bir yüzle çıkıyorsun. Dilin ağzında şişmiş, organların kötülüklerine şahitlik ediyor.
Mizan kuruluyor, trilyonlarca insanın hesabı alınmaya başlanıyor. Müddeti 50 bin yıl olan o dehşetli günde, güneş başların hizasına kadar inmiş, başın içindeki beyin kaynıyor. Amel derecesine göre insanlar akıttıkları terin oluşturduğu çamura batıyor, sıkıntı ve eziyetle hesaplarını verecekleri anı bekliyorlar. Anne çocuğundan, baba eşinden kaçıyor...
Ne mutlu sana ki, gençliğini ibadetle geçirdin. Allah’ın arşı gölgesindeki protokolde nebilerin, salihlerin, şehitlerin arasında heyecanla hesabını bekliyorsun.
Yazıklar olsun sana ki, ömründe ibadet etmedin. Boğazına kadar çamura batıyor, çırpınıyor, çırpındıkça yine daha fazla batıyorsun.
Herkesin hesabı bitiyor. Sıra sırattan geçmeye geliyor. Herkes amel derecesine göre yavaş ya da şimşek hızıyla geçiyor. Kimisi cehenneme, kimisi cennete ****ürülüyor. Rasulullah Kevser havuzu başında bekliyor. Mü’minler o havuzdan, bir daha hiç susamamak üzere içiyorlar.
Ne mutlu sana ki, dünyada Rasulullah’ın sünnetine de sarıldın, ona benzemeye çalıştın, havuzdan içiyor, şefaate kavuşuyor ve cennete giriyorsun. Ebedi, tasasız, eziyetsiz, selametli, mutlu bir hayat sürüyorsun.
Yazıklar olsun sana ki, dünyada ne Kur’an’ı, ne de sünneti emanet olarak bellemedin, dinlemedin, yaşamadın. Şimdi zebanilerin eşliğinde boynunda kızgın demir halkalarla cehenneme gidiyorsun...
Ebedi, eziyetli, azaplı ve bol bol korkunç sahneleriyle bir cehennem hayatı yaşıyorsun..
Ne mutlu, ne mutlu, ne mutlu sana ki, hala yaşıyorsun. Tüm bu mutlu, mutsuz tablolardan mutlusunu tercih edebilecek ve kazanabilecek imkanlara sahipsin. Sahip oluyorsun. Allah, seni muvaffak etsin. Amin.