Emanet
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 11 Nis 2008
- Mesajlar
- 3,573
- Tepki puanı
- 32
- Puanları
- 48
- Yaş
- 39
Ve Sen gittin.
Gittin ya...
gidişin, tanıyıp bilmediğim bir zamana denk geldi...
Bir tarih vardı bir de; saat.
Oysa zamansız sevmiştim...
Tüm hayırlarımı sana yormuştum ben.
Umutlarımın güleç yüzü, yûsufi düşlerimin sahibi,
Yûsufi bir düşle sevdiğim yardın ey yar.
Sen yoksun.
Yoksunluk, yoksulluk düştü payıma.
Hiç bu kadar ıslanmamıştı yağmur kendi benliğinde,
kendi halinde, bir başına yağarken
Gözlerim şimdi kuraklık vaktinde.
Üzülme.
Yeter ki sen gülümse hayata.
Gül ki güller açsın yüreğinde.
Ben mahkum ettim Yûsufi düşlerimi yüreğimin çıkmaz sokaklarına.
Çıkamayacaklar hiçbir zaman aydınlığa.
Eremeyecekler mürüvvetlerine.
Başına buyruk cümleler oluşturdum her seferinde.
Oysa çok uslu olmaları için söz verdirtmiştim.
Çıkmaz sokaklarına girmek için çırpındılar hep,
Ve her seferinde çıkmazlıklarına takılıp geri döndüler...
Gönlümün penceresinden bakıyorum sana ve sensizlikle yoğurduğum hayata.
Yüzümde şefkatli bir meltem,
Ardından gelen şiddetli bir rüzgar.
Ve aklımda yarım kalmışlıklar,
Rüzgar taşımış, getirmiş; kuru bir dala asılmış, kurbansızlık yolunda kurban giden sevdamın kokusunu...
Yüreğim ürperdi
Gönlümden usulca geçen; bir ahu zar...
Ve aklımda yeni yeni ütopyalar...
Hayır! yapmayacağım, atmayacağım buraya o tarihi.
Şimdi, cümlelerim her tarafından yara aldı
Anlamsızlık yolunda alıp başını gittiler...
Her biri bir tarafa devrildi, artık devrikler...
Anlamsızlaşıp, karmakarışıklaştılar.
Karambole düştü yüreğim...
Şimdi ben ne yapayım?
Sana dair büyüttüğüm iyi niyetlerimle nerelere gideyim?
Assam mı, kessem mi?
Korkma! Yargısız infaz değil bu...
Yargılayıp asıyorum şimdi; sana olan hissiyatlarımı
Biriktirdiğim, kumbara olarak kullandığım kalbimdeki sana dair her şeyi.
Hummalı bir yalnızlık şimdi benimkisi
Değilim isyanda
Ama, yolumun ucu nisyanda...
Martılar yine dans ediyorlar
Ve yine en güzel şarkılarını söylüyorlar denize karşı
Deniz hırçın,
Deniz küskün
Ve nihayet, deniz suskun.
Ve ben!
Ey Yûsufi bir düşle sevdiğim yar!
Bir adın kaldı bana, unutulmaya yüz tutan,
Oysa adını çakmıştım mıh gibi zihnime.
En güzel şifayı sürüyorum yürekceğizime; "Unutmak"
Şükrolsun Unutturana, Unutulmayacak Olana.
Adını batırmak istedim anlamca anlamsız metinlere
Nisyanı arzuladım...
Ruhumu yeniden yontmaya başladım
İzlerini sileceğim, sana dair hayatta ne varsa
Hayatın dibine batıracağım.
Ve ab-ı hayattan bir yudum tadacağım,
Nisyan perdelerinin ardından dalacağım içeri.
Şimdi yüreğim bir çöl kadar sessiz...
Şimdi yüreğim bir çöl kadar kurak...
Şimdi yüreğim bir okyanus kadar uçsuz bucaksız.
Ellerim, savaştan çıkma harabelerin izlerini taşımaktaysa da
Yüreğim, nice tehlikeler atlatmış bir ahunun ki kadar debdebeli,
İçinde okyanusları barındıran bir kum tanesi kadar yalnız,
Yani, Bir kum tanesi yalnızlığı benimkisi...
Ve ben!
Öğretildim, Öğrendim...
Malzemesi top ve tüfeklerin değil,
Gönül ve gözlerin olduğu bir savaşından ardından;
Bir çöl kadını gibi olmayı,
Zamanı geldiğinde azad etmeyi ve edilmeyi
Konuşmadan anlatmayı
Söyletmeden duymayı
Dillerdeki değil, gözlerdekini...
Şatafatlı kahkahaların ardındaki ince sızıları
Öğrendim!...
Beklemeyi...
Beklemeyi...
Beklemeyi...
Ve, Sabrı...