Nevin_1982
Kayıtlı Kullanıcı
Tarık Yılmaz Bekler / tarikyilmazbekler@anadolugenclik.com.tr
İslam kelimesinin üç tane manası vardır: .
1. Allah a teslim olmak, boyun eğmek manasına gelir. Müslüman da Allah a teslim olan kimsedir.
2. Barış, huzur ve saadet manasındadır. Müslüman da yaratıcısı, kendisi ve çevresi ile barışık, huzurlu insan manasına gelir.
3. Kurtuluş, selamet, mutluluk manasındadır. Müslüman da kurtuluşa eren kimsedir. Kelimenin ilk anlamı olan boyun eğme, teslim olma, ikinci ve üçüncü anlamı olan barış, huzur ve mutlulukla sebep sonuç ilişkisine sahiptir. Yani Allah a teslim olan kurtuluşa erer, Allah a boyun eğen kişi kendisiyle, Rabbiyle, toplumla, tabiatla barışık yaşar. Allah a itaat eden kimse huzur ve mutluluğa ulaşır. İslam insanoğlu için inmiştir. İnsanı yaratan Allah ona birde kullanım kılavuzu indirmiştir. İnsanoğlu uzun yürüyüşünü bu kullanım kılavuzu eşliğinde sürdürdüğü sürece hem bu dünya hem de ahiret mutluluğuna ulaşır.
HAYAT, İMAN VE CİHAD.
Allah Resulü hakikati tebliğe başladığında, devrin akıllı adamları; "Vallahi Muhammed öyle şeyler söylüyor ki, söylediği bu şeyler ona yakında Sasani ve Bizans imparatorluklarını kazandırırsa hiç şaşırmayın" diyorlardı. Öylede oldu. İlahi mesaj 25 yıl sonra tüm Arabistan ı 30 yıl sonra Asyayı 40 yıl sonra Afrikayı fethetti. 50 yıl sonra ise Avrupa kıtasına ulaştı. Hem de bütün bu başarılar tarihin en silik, en pasif, milletinin eliyle gerçekleşti. O güne kadar dört başı mamur bir devlet dahi kuramamış Arap milleti Atlas okyanusundan Çin Seddi ne ulaşan muhteşem bir imparatorluk kurdular. Onlar ebedi saadet arzusuyla ahireti kazanmayı amaçlarken Allah onlara Asr-ı Saadeti nasip etti. Bu kutlu insanlar eliyle Asr-ı Cahiliye, Asr-ı Saadete dönüştü. Onlar Allah ın dinine yardım etme sorumluluğunu yerine getirdiği için, Allahta onlara yardım etti ve iki cihan saadeti nasip eyledi. Dünyada iken fetihler nasip etti. Onlara izzet ve şeref verdi. Dünya nın en şerefli, en onurlu milleti müslümanlardı. Vahyi taşıma yükümlülüğünü taşıyan bu ümmet, tarihin yatağında akan bir çer çöp değil, tarihin yatağının yönünü değiştiren yalçın kayalar gibiydiler. Şimdi şu can yakıcı soruyu soralım. Geçmişte dünyanın en şerefli milleti olan İslam ümmeti neden bugün izzet ve şerefini yitirdi? Geçmişte medeniyetler kurup, dünyayı değiştiren müslümanlar şimdi neden kendilerini dahi değiştiremiyor? İlahi mesajda - Hakikat te bir değişiklik olmadığına göre müslümanların bugünkü hali pür melalini ne ile izah edeceğiz? Kuşkusuz bu soruların cevabı onların imanlarında ve İslam ı anlama ve yaşama biçimlerinde saklıdır. Onlar için iman, hayatın enerjisi idi. Hayat, iman ve cihattan ibaretti. İmansız bir hayat iddiasız bir hayattı. Ancak iddiası olan insanlar bu dünyaya söyleyecek sözü olan insanlardır. Dünyaya söyleyecek sözü olmayanlar, yaşıyor olmanın hakkını veremeyenlerdir. Onlar hayatın nesnesi değil, öznesi idiler. Hayat onların eliyle inşa ediliyordu.
Bugün, bizler de müslümanlar olarak, inanmamıza rağmen, neden imanımız bize bu enerjiyi ve bu iddiayı vermiyor? Neden biz kendimizi, evimizi, sokağımızı, şehrimizi, ülkemizi değiştiremiyor, dönüştüremiyoruz? Tam bu noktada ilahi hitaba muhatap olmanın zamanıdır: "Ey iman edenler!, İman ediniz!" (Nisa sur:136) Bugün, böyle bir coğrafyanın, böyle bir medeniyetin hali hazırda yaşıyor olmaması, İslamın yeni bir medeniyet kurmaya muktedir olmamasından değil, Müslümanların yeni bir medeniyet kurma ve hayatı vahiyle inşa etme liyakatine sahip olmamalarındandır. Tükenen vahiy değil, Müslümanlardır. Çünkü; İslam ın mesajı zaman ve mekânla sınırlı değildir. "Yitik Medeniyet"imizin arayışına çıktığımızda işe, sahabelerin İslamı nasıl anladıklarını araştırmakla başlamalıyız. Onlar İslam ı nasıl anlıyor ve nasıl anlamlandırıyorlardı.
YİTİK ŞAHSİYET, ÖRNEK YAŞANTI.
Onlar Peygamberimize yeni inen ayetleri, kendilerine yeni nazil olmuş gibi anlıyorlardı. Karşılaştıkları şüpheli bir durumda hemen Peygamberimize koşuyor ve bu konuda dinin emri nedir diye soruyorlardı. Bir defasında yeni inen bir ayet-i celilenin hükmü nefislerine çok ağır gelmiş ve uykuları kaçmıştı. Peygamberimize gelerek; "biz bu ayete uyamamaktan endişeliyiz" demişlerdi. Allah Resulu onlara :"size bir ayet okunduğu zaman "işittik ve itaat ettik demeniz lazım ama siz, sizden önceki bazı kavimlerin yaptığı gibi, işittik ve isyan ettik diyorsunuz "diye uyarmıştı. O zaman sahabeler hıçkırıklar içerisinde; "işittik ve itaat ettik" dediler. Sahabeler Mekke döneminde Resulullaha geliyor; "hicret ne zaman ya Resulullah diye soruyorlardı. Dinlerini özgürce yaşayamadıkları için memleketlerini, eşlerini ve çocuklarını terk etmeyi bile göze alıyorlardı. Resulullaha "bize cihat ne zaman farz kılınacak" diye soruyorlar, ölümü göze alıyorlar ve nefislerine meydan okuyorlardı. Tesettür emri inince, işittik ve iman ettik sadakatiyle, örtünmeyen bir tek Müslüman kadın kalmıyordu. İçki yasaklandığında kıyıda köşede kalmış ne kadar sarhoşluk veren içecek varsa sokaklara boşaltılıyor, emirler ve yasaklar ciddiye alınıyor savsaklanmıyordu.
Onlar, oturuşu ve yürüyüşüyle Müslümandı susması ve konuşmasıyla Müslümandı, sevmesi ve buğzetmesiyle Müslümandı. Çalışması ve harcamasıyla Müslümandı. Namazları ve oruçlarıyla Müslümandı. İslam yaşanmak için inmiştir. İslam üzerinde tez yazmak, araştırma yapmak, edebi risaleler hazırlamak için değil, yaşanmak için inmiştir. Yapılan bu çalışmalarda İslam ın daha güzel yaşanması içindir. Bu manada Müslüman da bir yaşama ustası olmalıdır. Din en güzel onun hayatında yaşanmalıdır. Beşeri ideolojilerin albenili teorileri, Hak davanın cazibesi ise ortaya koyduğu yaşantıdır. Beşeri ideolojilerin önderleri ve filozoflarının örnek insan olma kaygıları yoktur. Onlar hayatı bırakıp teoriyle meşgul olmuşlardır. Maalesef günümüz Müslümanları da böyle davranmaya başladı. İslamı konuşuyor ama yaşamıyor. Müslüman gibi konuşan ama Müslüman gibi yaşamayan Müslüman tipleri türedi. Yaşantısıyla münafıkları andıran Müslüman tipleri. Müslüman gibi inanan ama gayri müslim gibi yaşayan. En büyük tebliğ İslamı yaşamaktır. İnsanları bir dine çağırmak onları dört başı mamur bir hayata çağırmak demektir. O zaman insanlar laf değil karşılarında somut bir örnek görmek isteyeceklerdir. Bu da yaşayan İslami şahsiyet olmalıdır. Müminin her davranışı bir tebliğdir. Her davranışı Rabbani bir iklimin yansımasıdır. Müslümanın her davranışı bir bildiridir. Bildirisi olmayan davranış ruhu buz tutmuş bir bünyenin davranışıdır. Davranışlar insanların kimliğidir. Kalpteki inanç davranışlarla yansıtılır. Mümin her davranışında Hakın gözetimi ve denetimi altında olduğunu unutmamalıdır. Müminin davranışı sıradanların davranışı gibi değildir. Müslümanlar kendilerini münafıkları andıran, inkârcılara özgü davranışlardan uzak tutmalıdır.
Kuran-ı Kerim bilgi ile bileni aynileştirmeye çağırır bu ikisinin farklı olmasını ise iki yüzlülük olarak görür. Kuran şöyle diyor: "Niçin söylediklerinizle yaptıklarınız birbirine uymuyor, yapmadığınız şeyi söylemeniz Allah a göre çirkin bir davranıştır." (61:2-3) Bir fıkra vardır. Bir deve ve yavrusu konuşuyorlarmış, küçük yavru annesine kendi türüyle ilgili sorular sormuş:
- Anne bizim neden hörgücümüz var?
Anne cevap vermiş
- Biz çöl hayvanıyız, uzun çöl seyahatlerinde hörgücümüze depoladığımız suyu kullanırız.
Yavru tekrar sormuş
- Bizim neden uzun kirpiklerimiz var?
Anne cevap vermiş
- Çöl fırtınalarında gözümüzü korumak için.
Yavru tekrar sormuş
- Bizim neden uzun ve geniş ayaklarımız var?
Anne cevap vermiş
- Çölde kuma batmaması için.
Yavru en sonunda şu soruyu sormak zorunda kalmış.
-Anne, o halde biz neden hayvanat bahçesinde yaşıyoruz.
Teemmül oluna vesselam..
İslam kelimesinin üç tane manası vardır: .
1. Allah a teslim olmak, boyun eğmek manasına gelir. Müslüman da Allah a teslim olan kimsedir.
2. Barış, huzur ve saadet manasındadır. Müslüman da yaratıcısı, kendisi ve çevresi ile barışık, huzurlu insan manasına gelir.
3. Kurtuluş, selamet, mutluluk manasındadır. Müslüman da kurtuluşa eren kimsedir. Kelimenin ilk anlamı olan boyun eğme, teslim olma, ikinci ve üçüncü anlamı olan barış, huzur ve mutlulukla sebep sonuç ilişkisine sahiptir. Yani Allah a teslim olan kurtuluşa erer, Allah a boyun eğen kişi kendisiyle, Rabbiyle, toplumla, tabiatla barışık yaşar. Allah a itaat eden kimse huzur ve mutluluğa ulaşır. İslam insanoğlu için inmiştir. İnsanı yaratan Allah ona birde kullanım kılavuzu indirmiştir. İnsanoğlu uzun yürüyüşünü bu kullanım kılavuzu eşliğinde sürdürdüğü sürece hem bu dünya hem de ahiret mutluluğuna ulaşır.
HAYAT, İMAN VE CİHAD.
Allah Resulü hakikati tebliğe başladığında, devrin akıllı adamları; "Vallahi Muhammed öyle şeyler söylüyor ki, söylediği bu şeyler ona yakında Sasani ve Bizans imparatorluklarını kazandırırsa hiç şaşırmayın" diyorlardı. Öylede oldu. İlahi mesaj 25 yıl sonra tüm Arabistan ı 30 yıl sonra Asyayı 40 yıl sonra Afrikayı fethetti. 50 yıl sonra ise Avrupa kıtasına ulaştı. Hem de bütün bu başarılar tarihin en silik, en pasif, milletinin eliyle gerçekleşti. O güne kadar dört başı mamur bir devlet dahi kuramamış Arap milleti Atlas okyanusundan Çin Seddi ne ulaşan muhteşem bir imparatorluk kurdular. Onlar ebedi saadet arzusuyla ahireti kazanmayı amaçlarken Allah onlara Asr-ı Saadeti nasip etti. Bu kutlu insanlar eliyle Asr-ı Cahiliye, Asr-ı Saadete dönüştü. Onlar Allah ın dinine yardım etme sorumluluğunu yerine getirdiği için, Allahta onlara yardım etti ve iki cihan saadeti nasip eyledi. Dünyada iken fetihler nasip etti. Onlara izzet ve şeref verdi. Dünya nın en şerefli, en onurlu milleti müslümanlardı. Vahyi taşıma yükümlülüğünü taşıyan bu ümmet, tarihin yatağında akan bir çer çöp değil, tarihin yatağının yönünü değiştiren yalçın kayalar gibiydiler. Şimdi şu can yakıcı soruyu soralım. Geçmişte dünyanın en şerefli milleti olan İslam ümmeti neden bugün izzet ve şerefini yitirdi? Geçmişte medeniyetler kurup, dünyayı değiştiren müslümanlar şimdi neden kendilerini dahi değiştiremiyor? İlahi mesajda - Hakikat te bir değişiklik olmadığına göre müslümanların bugünkü hali pür melalini ne ile izah edeceğiz? Kuşkusuz bu soruların cevabı onların imanlarında ve İslam ı anlama ve yaşama biçimlerinde saklıdır. Onlar için iman, hayatın enerjisi idi. Hayat, iman ve cihattan ibaretti. İmansız bir hayat iddiasız bir hayattı. Ancak iddiası olan insanlar bu dünyaya söyleyecek sözü olan insanlardır. Dünyaya söyleyecek sözü olmayanlar, yaşıyor olmanın hakkını veremeyenlerdir. Onlar hayatın nesnesi değil, öznesi idiler. Hayat onların eliyle inşa ediliyordu.
Bugün, bizler de müslümanlar olarak, inanmamıza rağmen, neden imanımız bize bu enerjiyi ve bu iddiayı vermiyor? Neden biz kendimizi, evimizi, sokağımızı, şehrimizi, ülkemizi değiştiremiyor, dönüştüremiyoruz? Tam bu noktada ilahi hitaba muhatap olmanın zamanıdır: "Ey iman edenler!, İman ediniz!" (Nisa sur:136) Bugün, böyle bir coğrafyanın, böyle bir medeniyetin hali hazırda yaşıyor olmaması, İslamın yeni bir medeniyet kurmaya muktedir olmamasından değil, Müslümanların yeni bir medeniyet kurma ve hayatı vahiyle inşa etme liyakatine sahip olmamalarındandır. Tükenen vahiy değil, Müslümanlardır. Çünkü; İslam ın mesajı zaman ve mekânla sınırlı değildir. "Yitik Medeniyet"imizin arayışına çıktığımızda işe, sahabelerin İslamı nasıl anladıklarını araştırmakla başlamalıyız. Onlar İslam ı nasıl anlıyor ve nasıl anlamlandırıyorlardı.
YİTİK ŞAHSİYET, ÖRNEK YAŞANTI.
Onlar Peygamberimize yeni inen ayetleri, kendilerine yeni nazil olmuş gibi anlıyorlardı. Karşılaştıkları şüpheli bir durumda hemen Peygamberimize koşuyor ve bu konuda dinin emri nedir diye soruyorlardı. Bir defasında yeni inen bir ayet-i celilenin hükmü nefislerine çok ağır gelmiş ve uykuları kaçmıştı. Peygamberimize gelerek; "biz bu ayete uyamamaktan endişeliyiz" demişlerdi. Allah Resulu onlara :"size bir ayet okunduğu zaman "işittik ve itaat ettik demeniz lazım ama siz, sizden önceki bazı kavimlerin yaptığı gibi, işittik ve isyan ettik diyorsunuz "diye uyarmıştı. O zaman sahabeler hıçkırıklar içerisinde; "işittik ve itaat ettik" dediler. Sahabeler Mekke döneminde Resulullaha geliyor; "hicret ne zaman ya Resulullah diye soruyorlardı. Dinlerini özgürce yaşayamadıkları için memleketlerini, eşlerini ve çocuklarını terk etmeyi bile göze alıyorlardı. Resulullaha "bize cihat ne zaman farz kılınacak" diye soruyorlar, ölümü göze alıyorlar ve nefislerine meydan okuyorlardı. Tesettür emri inince, işittik ve iman ettik sadakatiyle, örtünmeyen bir tek Müslüman kadın kalmıyordu. İçki yasaklandığında kıyıda köşede kalmış ne kadar sarhoşluk veren içecek varsa sokaklara boşaltılıyor, emirler ve yasaklar ciddiye alınıyor savsaklanmıyordu.
Onlar, oturuşu ve yürüyüşüyle Müslümandı susması ve konuşmasıyla Müslümandı, sevmesi ve buğzetmesiyle Müslümandı. Çalışması ve harcamasıyla Müslümandı. Namazları ve oruçlarıyla Müslümandı. İslam yaşanmak için inmiştir. İslam üzerinde tez yazmak, araştırma yapmak, edebi risaleler hazırlamak için değil, yaşanmak için inmiştir. Yapılan bu çalışmalarda İslam ın daha güzel yaşanması içindir. Bu manada Müslüman da bir yaşama ustası olmalıdır. Din en güzel onun hayatında yaşanmalıdır. Beşeri ideolojilerin albenili teorileri, Hak davanın cazibesi ise ortaya koyduğu yaşantıdır. Beşeri ideolojilerin önderleri ve filozoflarının örnek insan olma kaygıları yoktur. Onlar hayatı bırakıp teoriyle meşgul olmuşlardır. Maalesef günümüz Müslümanları da böyle davranmaya başladı. İslamı konuşuyor ama yaşamıyor. Müslüman gibi konuşan ama Müslüman gibi yaşamayan Müslüman tipleri türedi. Yaşantısıyla münafıkları andıran Müslüman tipleri. Müslüman gibi inanan ama gayri müslim gibi yaşayan. En büyük tebliğ İslamı yaşamaktır. İnsanları bir dine çağırmak onları dört başı mamur bir hayata çağırmak demektir. O zaman insanlar laf değil karşılarında somut bir örnek görmek isteyeceklerdir. Bu da yaşayan İslami şahsiyet olmalıdır. Müminin her davranışı bir tebliğdir. Her davranışı Rabbani bir iklimin yansımasıdır. Müslümanın her davranışı bir bildiridir. Bildirisi olmayan davranış ruhu buz tutmuş bir bünyenin davranışıdır. Davranışlar insanların kimliğidir. Kalpteki inanç davranışlarla yansıtılır. Mümin her davranışında Hakın gözetimi ve denetimi altında olduğunu unutmamalıdır. Müminin davranışı sıradanların davranışı gibi değildir. Müslümanlar kendilerini münafıkları andıran, inkârcılara özgü davranışlardan uzak tutmalıdır.
Kuran-ı Kerim bilgi ile bileni aynileştirmeye çağırır bu ikisinin farklı olmasını ise iki yüzlülük olarak görür. Kuran şöyle diyor: "Niçin söylediklerinizle yaptıklarınız birbirine uymuyor, yapmadığınız şeyi söylemeniz Allah a göre çirkin bir davranıştır." (61:2-3) Bir fıkra vardır. Bir deve ve yavrusu konuşuyorlarmış, küçük yavru annesine kendi türüyle ilgili sorular sormuş:
- Anne bizim neden hörgücümüz var?
Anne cevap vermiş
- Biz çöl hayvanıyız, uzun çöl seyahatlerinde hörgücümüze depoladığımız suyu kullanırız.
Yavru tekrar sormuş
- Bizim neden uzun kirpiklerimiz var?
Anne cevap vermiş
- Çöl fırtınalarında gözümüzü korumak için.
Yavru tekrar sormuş
- Bizim neden uzun ve geniş ayaklarımız var?
Anne cevap vermiş
- Çölde kuma batmaması için.
Yavru en sonunda şu soruyu sormak zorunda kalmış.
-Anne, o halde biz neden hayvanat bahçesinde yaşıyoruz.
Teemmül oluna vesselam..