kalbin zümrüt tepesi
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 17 Ocak 2007
- Mesajlar
- 395
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 43
Evliliği yönetmek bir şirketi yönetmekten çok farklı değildir. Şirketlerde bir otoriter; bir de demokratik işleyiş vardır.
Otoriter işleyişte, 'burada benim sözüm geçer, kararları ben veririm, kuralları ben koyarım' tarzı hâkimdir. Diğer ortakların kendisine uymak zorunda olduğunu düşünür. İnsan, eğer böyle biriyle yaşamak zorundaysa, onun bakış açısını değiştirmesini beklemeyi başarmalıdır. Değişim ise bazı olaylar sonunda atılan adımlarla yaşanır. Demokratik işleyişte ortak kararlar alınır, adımlar beraber atılır.
Bir taraftan bağımlılık eğitimi verip itaati yüceltirken diğer yandan da bağımsızlığı öğreterek özgüveni üstün tutmaya çalışan kültürler vardır. Birincisinde, aradaki sadakat ve itaat vurgulanır; o güçlendirilirken özgüven zayıflar. Özgüven zayıfladığı için de girişimcilik olmaz ve yeni şeyler ortaya çıkmaz. İnsanlar hep standart ve klasik tipte kalırlar. Diğerinde ise, özgüven ve girişimcilik üzerinde durulur; özgüven güçlendirilirken, bu defa da ilişki bağları zayıflar.
Burada yapılacak olan şey, hem itaat ve sadakati, hem de özgüven ve girişimi güçlü tutmaktır. Bağlılık özgüven kaybettirmeyen, karşı tarafın kendini kişiliksiz hissetmeksizin duyduğu bir itaat olursa idealdir. Kişi karşıdakine kendisini yetersiz ve değersiz hissettiriyorsa, o itaat mahzurludur ve adı katlanmaktır. Bu bağlılık, kişiyi mutlu etmeyen bir bağlılık olduğundan, böyle ortamlarda yetişen çocuklar mutsuz olurlar. Kısaca itaat, iki taraf için de geçerlidir.
Daha öncede belirttiğim gibi evlilikte, erkeğin sorumlu olduğu konularla kadınınkiler birbirinden farklıdır. Eğer kadın çalışıyorsa evdeki işler paylaşılmalı, bu işlere erkek de yardım etmelidir. Bu durumda kadın da eve para desteğinde bulunacaktır. Fakat erkek işten gelince televizyonun karşısına geçer, kadın gündüz işyerinde çalıştığı gibi eve gelince de bir sürü işi tek başına yapmak zorunda kalırsa, kısa sürede yıpranır. Eğer bir erkek, karısının çalışmasını kabulleniyorsa, bulaşık yıkamayı da göze almalıdır. Diğer türlüsü bencilliktir. Bu durumun sakıncaları ellili yaşlarda görülür. Aradan yıllar geçip, aile belli bir ekonomik kazanca sahip olduğunda; kadın hem annelik, hem çalışma hayatı, hem de eş olmanın sorumluluğu ile çöker.
Erkekse, 'dünyaya bir defa geldim. Bir daha mı geleceğim?' diyerek bir sevgili bulur ve evlilik çatırdamaya başlar. O zaman kadın haksızlığa uğradığını ve kullanıldığını acı bir biçimde anlar, ama iş işten geçmiş olur. Kadın çalışmak zorundaysa çiftler hayatı paylaşmalı, çalışan kadınlar evliliğe, kocaları bu tavizi vermeden başlamamalıdır.
Gelecekte zor bir durumla karşılaşmak istemeyen kadın erkeğin hoşuna gitmese de bu şartı önceden konuşmalıdırlar.
Otoriter işleyişte, 'burada benim sözüm geçer, kararları ben veririm, kuralları ben koyarım' tarzı hâkimdir. Diğer ortakların kendisine uymak zorunda olduğunu düşünür. İnsan, eğer böyle biriyle yaşamak zorundaysa, onun bakış açısını değiştirmesini beklemeyi başarmalıdır. Değişim ise bazı olaylar sonunda atılan adımlarla yaşanır. Demokratik işleyişte ortak kararlar alınır, adımlar beraber atılır.
Bir taraftan bağımlılık eğitimi verip itaati yüceltirken diğer yandan da bağımsızlığı öğreterek özgüveni üstün tutmaya çalışan kültürler vardır. Birincisinde, aradaki sadakat ve itaat vurgulanır; o güçlendirilirken özgüven zayıflar. Özgüven zayıfladığı için de girişimcilik olmaz ve yeni şeyler ortaya çıkmaz. İnsanlar hep standart ve klasik tipte kalırlar. Diğerinde ise, özgüven ve girişimcilik üzerinde durulur; özgüven güçlendirilirken, bu defa da ilişki bağları zayıflar.
Burada yapılacak olan şey, hem itaat ve sadakati, hem de özgüven ve girişimi güçlü tutmaktır. Bağlılık özgüven kaybettirmeyen, karşı tarafın kendini kişiliksiz hissetmeksizin duyduğu bir itaat olursa idealdir. Kişi karşıdakine kendisini yetersiz ve değersiz hissettiriyorsa, o itaat mahzurludur ve adı katlanmaktır. Bu bağlılık, kişiyi mutlu etmeyen bir bağlılık olduğundan, böyle ortamlarda yetişen çocuklar mutsuz olurlar. Kısaca itaat, iki taraf için de geçerlidir.
Daha öncede belirttiğim gibi evlilikte, erkeğin sorumlu olduğu konularla kadınınkiler birbirinden farklıdır. Eğer kadın çalışıyorsa evdeki işler paylaşılmalı, bu işlere erkek de yardım etmelidir. Bu durumda kadın da eve para desteğinde bulunacaktır. Fakat erkek işten gelince televizyonun karşısına geçer, kadın gündüz işyerinde çalıştığı gibi eve gelince de bir sürü işi tek başına yapmak zorunda kalırsa, kısa sürede yıpranır. Eğer bir erkek, karısının çalışmasını kabulleniyorsa, bulaşık yıkamayı da göze almalıdır. Diğer türlüsü bencilliktir. Bu durumun sakıncaları ellili yaşlarda görülür. Aradan yıllar geçip, aile belli bir ekonomik kazanca sahip olduğunda; kadın hem annelik, hem çalışma hayatı, hem de eş olmanın sorumluluğu ile çöker.
Erkekse, 'dünyaya bir defa geldim. Bir daha mı geleceğim?' diyerek bir sevgili bulur ve evlilik çatırdamaya başlar. O zaman kadın haksızlığa uğradığını ve kullanıldığını acı bir biçimde anlar, ama iş işten geçmiş olur. Kadın çalışmak zorundaysa çiftler hayatı paylaşmalı, çalışan kadınlar evliliğe, kocaları bu tavizi vermeden başlamamalıdır.
Gelecekte zor bir durumla karşılaşmak istemeyen kadın erkeğin hoşuna gitmese de bu şartı önceden konuşmalıdırlar.