(KALPLERİN 'VEDUD İSMİYLE ' BULUŞTUĞU HUZURLU EVLİLİKLER İÇİN..)
İnsanlar şu zamanın muktezâsı olarak nasıl bir hâl içerisinde yaşayıp gittiklerinin farkında değiller maalesef. Bunun için hayatımızı tam olarak bir kulluk şuuru içerisinde yapılandıramıyoruz. Tabii bu yüzdendir ki; terslikler ve tamamlanamayan işler yüzünden sıkıntılar, üzüntüler peşimizi bırakmıyor.
Bilâpervâ, bütün üzerimize yüklenen ve bazen de ağır gelen vak'alar karşısında dua kalkanını, silahını kullanmayı unutuyoruz nedense. Yaşam filmimizin en ufak bir karesinin bile duasız geçmeyeceğini hatırlamamanın gafleti içindeyiz bir parça.
Halbuki her "an"da nefes alıp vermeye şiddetli ihtiyacımız olduğu gibi o kısacık "an"da daha ziyâdesiyle duaya da bir o kadar muhtacız. Bir sabah erkenden işe giderken, otobüste karşılaştığımız arkadaşımızın "ne yapıyorsun?" sorusuna "dua ediyorum" diye cevap versek yanlış olmaz. Çünkü otobüse binmek istediğimiz yere gitmemiz için yaptığımız fiili bir duadır. Yani gün boyunca işlediğimiz her bir fiil bir nevî ibadet hükmüne geçebiliyor. Bunu da duanın bir “ubudiyet” oluşuna bağlayabiliriz. Tabii hayatımız Hâlık adına yaşanırsa, amelimizde rıza-i ilâhi olursa ancak o zaman maksat hâsıl olur.
İşte bunun gibi evlilik de bir duadır, Hem de hayatımızın büyük bir kısmını içine alabilecek derecede küllî bir dua. Dua da bir ubudiyettir, "ubudiyet ise semerât-ı uhreviyedir. Dünyevî maksatlar ise o nevî dua ve ibâdetin vakitleridir; o maksatlar gayeleri değil." Evlenme çağının gelmesi, evlilik ibâdetinin vaktidir. O ibâdet ve o dua eğer sırf evlenmek için olsa, o dua ve o ibâdet hâlis olmadığından kabule lâyık olmaz. Bir insana muhabbetiniz var da çok dua ettiğiniz halde size nasip olmuyorsa "duanın vakti kaza olmadı denilecek. Eğer Cenâb-ı Hakk fazlıyla keremiyle nabip ederse nurun âlâ nur.
O vakit dua vakti biter kaza olur.” Bildiğimiz gibi esbâba da teşebbüs bir dua-yı fiilîdir. İşte yüzük takmak da bir fiilî duadır. Ama onu taktık diye evlenmeyi garanti saymak yanlış olur. Belki sonucu cenâb-ı Hakk' tan istemek niyetiyle bu güzel olaya baş vurulur. "Bu nevî dua-yı fiilî Cevâd-ı Mutlak'ın isim ve ünvanlarına müteveccih olduğundan kabule mazhariyeti ekseriyet-i Mutlakadır" bütün bunlardan dolayı izdivaç niyetini bir dua hükmünde kalbinde taşıyanların göz önünde bulundurmaları gereken çok ince ve mânidar noktalar vardır.
Bu bağlamda öncelikle şunu söylemek gerekir; madem insan, meşru yoldan kendine bir eş ister. O halde isteği, Zât-ı Zülcelâl'in sevdiği ve hoşlandığı şekilde olmalı ki; daha sağlam ve kabule mazhar olsun. O da ancak Muhammedî Arabî (asm)'ın sünnet-i seniyyesi olsa gerektir.
Resul-ü Ekrem (asm) bir Hadis-i şerifinde şöyle buyurur: "üç grup insana Allah mutlaka yardım eder. Bunlar; sahibiyle anlaşma yaparak borcunu ödemeye çalışan köle, namus ve iffetini muhafaza etmek düşüncesiyle evlenmek isteyen ve Allah yolunda cihad eden kimselerdir." Bu Hadîsi biraz açacak olursak, yaşantımızı monotonluktan kurtaracak, şenlendirip hareketlendirecek çok lâtif mânâlar çıkar karşımıza.
Madem, kainat ve içindekiler, hatta kendi bedenimiz dâhi bütün hepsinin yaratıcısı olan Mâlik-i Hakîki'nindir. O zaman bizler de birer memlüküz yani köleyiz.
Şu, dünya denilen ticarethânede nefis ve malımızı Cenâb-ı Hakk'a satıp, Ona abd ve asker olmaya çalışarak, Onunla bir nevî anlaşma yapmış oluruz, Malik ile memlükün anlaşması yani. Hayatımıza Mâlik-i Hakîkî'nin kölesi olduğumuz nazarıyla baktığımızda, O'ndan gelecek en küçük bir ihsan dâhi bizim için hayatî bir önem arz edecek noktaya gelir.
Çünkü kainat ve içindekilerle birlikte herşeyin sahibi ve Hâlık'ı olan kudretli ve şefkatli padişah, kainat ve içindekilere, hatta kendi kendine bile sahip olamayan, sonsuz acz ve sonsuz fakr içerisinde olan insana, ihsanda bulunması o kişi için küllî bir şükür ve minnet vesilesi olsa gerektir. İşte size eş olacak insanı da o şefkatli padişahın latif, nazenin ve çok değerli bir hediyesi ve emaneti bilip öyle davranmak gerekir.
Tabii eşler birbirine bu nazarla bakınca evde ve sair mekanlarda geçirdikleri vakitleri içinde birbirlerine karşı daha hassas ve dikkatli davrandıkça kalplerdeki sevgi ve saygı düzeyi de o ölçüde artacaktır. Ve zaman içerisinde eşe karşı olan hassasiyet sosyal hayata da sirayet edip, çevresindeki insanlara da gerekli saygı ve muhabbeti gösterecektir.
Bu noktada Hadîsin ikinci kısmının açılımını yapmaya çalışacak olursak; "namus ve iffetini muhafaza etmek düşüncesiyle evlenmek isteyene de Allah muhakkak yardım eder."cümlesinde, kainatı ihâta eden Hafîziyetiyle canlı ve cansız bütün yaratıklarını sonsuz şefkati ve merhametiyle koruyan şefkatli bir yaratıcının isimlerinin tecellîleri nazarlara çarpıyor; Böyle bir Hâlık, elbette bütün bu yarattığı canlılar içerisinde en güzel ve özel bir şekilde yarattığı insan denen mahlukunu da gayet mükemmel bir şekilde koruyacaktır.
Bu koruma fiilinin de Vedûd isminin gölgesinde birbirine gönül verip evlenmiş iki insan üzerinde tecellî ettiği aşikârdır. Ahlâkın can çekiştiği, hâyâ perdesinin yırtıla yırtıla neredeyse kalmadığı, yalanın ve riyanın, sisin şehir üzerine çökmesi gibi mânen kalpleri ve zihinleri kapladığı bir asırda yaşıyoruz. Böyle dehşetli bir zamanda ahvâliyle, etvârıyla ve akvâliyle buram buram Terbiye-i Muhammediye kokan, hayâsıyla, sahâbe endâmını andıran, sıdkın,sadakatin ve ciddiyetin bir dua kolyesi gibi şahsiyet-i maneviyesinin boynuna dizildiği, şefkat veya merhamet abidesi bir eşin, Muhsîn olan Cenâb-ı Hakk’ın oldukça büyük bir ihsânı olduğunu düşünüyorum.
Bu "helâket ve felâket asrı"nda böyle ulvî seciyelerle bezenmiş bir eşin, çok sağlam manevî bir zırh olacağını da söyleyebiliriz ayrıca. Tabii bizim için hayatiyet değeri taşıyan bu zırhı "gereksiz yere" kırıp dökmemek lâzım herhalde.
İşte tam burada hadisin üçüncü kısmının şifrelerinin çözülmeye başladığını zannediyorum. "kendi yolunda cihad eden kimseler de Allah mutlaka yardım eder." Kısmından başka bir hadise gönderme yapılabilir; Hz. Ömer, Resûlullah’a (asm) "ihtiyaçlarımızı gidermek için nasıl bir şey elde edelim?" diye sordu.
Peygamberimiz (asm) şöyle buyurdu: "zikreden bir dil, şükreden bir kalp edinin ve ahiretle ilgili hususlarda size yardımcı olacak bir hanımla evlenin."Bu zamanda maddi kılıçlar kınına girip, marifet, ilim,sanat gibi manevî kılıçların çekildiği, manen bütün kainatı velveleye veren büyük bir manevî savaşın içerisindeyiz. Tabii doğal olarak böyle bir ortamda nur talebesine mütemmim olacak "muhabbet fedaisi" gerekiyor. Bu hengâmede, Risâle-i Nur derslerinin azameti ruhuna yansımış olan mücahid veya mücâhide ister gönüller Cenâb-ı Hakk’dan.
ünkü nûr'u talep edenler, şiddetli manevî fırtınalarda insan kendisine kol kanat olacak, güldüğüyle gülüp ağladığıyla ağlayacak, derdine tasasına ortak olacak bir can yoldaşı ruhunun yarısı olacak bir gönül sırdaşı arayabilir. Bu da zihnimize şu parantezi açar;
"Mütenâsib olan eşya arasında meyil ve cezbe olduğu gibi" benzer fıtratlar da birbirine temâyül eder. Aralarında ittihat olur. Farklı fıtratların ise arasına soğukluk girer. Büyük anlaşmazlıklar çıkabilir. İşte bu anlaşmazlıkların çıkmaması için fıtrat yakınlığına ve düşünce tenâsübüne önceden dikkat etmek gerekir. farklı fikir ve düşünce yapısında olan insanlar yuva kuracak olursa sonucunda çıkacak bazı pürüzlere de katlanmak zorunda kalırlar.
Ayrıca bu pürüzler yapılan psikolojik ve duygusal baskılar sonucu hizmette gevşekliğe, hatta cemaatine karşı soğuk durmaya kadar gider. sözün özü, aynı şahs-ı manevînin âzâlarından olmak gerekir. bu noktada bir önemli husus da; huy ve mîzaç farklılıklarında gelen uyumsuzluklara hizmet adına uyum göstermeye çalışıp susmak yerine, eşler arasında yapılacak istişâre ve meşveretle, en önemlisi de büyük şahsî fedâkârlıklarla, o huylar ve mîzaçlar hadd-i vasat ölçüde birbirine yakın hâle getirilmeye çalışılmalıdır. Böylece o eş senin hem refika-i hayatın, hem de uğrunda başını vermekten geri durmayacağın iman davasında senin dava arkadaşın oluverir.
Tabii, böylece eşine karşı da ihlas düsturlarını uyguladığınız takdirde, hayatınız ve hizmetiniz o kadar renkli ve hareketli olur ki; siz bile şaşırırsınız. Bununla birlikte eşiniz size ve siz eşinize "en yakın dost ve en fedâkâr arkadaş ve en güzel takdir edici yoldaş" olur. Onun meziyetlerini şahsınızda ve faziletlerini kendinizde tasavvur edip, Onun şerefiyle şâkirâne iftihar edersiniz.
Hulâsâ; hayat seylimiz içinde olan bu hâdise, yerinde kullanabilenler için çok büyük bir esmâ talimi ve marifetullah’da değişik ve manidar açılımlara vesile olabilir. Çünkü âlem-i mânâdan kalkan hakikat treni herkesin kalp istasyonuna farklı bir hakikati bırakır, yani herkesin yaratılışı farklı olduğundan kalp aynalarına yansıyanlar da farklı olacaktır. Ve böylece yaşantımızın bu dönemini iki kat fazla tefekkür ile geçirebileceğiz, ama doğru kişi için dua edersek...
Alıntı