el tebrizi
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 27 Kas 2008
- Mesajlar
- 2
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 46
Sen gel benim sözüme kulak ver çadırımızı herkesin gözünü kamaştıran hazineler deryasına değil yokluk hırkasını dokuyan tezgahların seslerine yakın bir yere kuralım hani güzel bir söz vardır suyun akışını göremiyorsan bari değirmenin dönerken çıkardığı sesleri duymaya çalış.
Mekansızlık mekanındaki ışığın ve karanlığın olmadığı yola bak sanki çok yemek yemiş bir adamın gece uykusundaki kanadı kırık kuşların kıyamete kadar uçsalar ulaşamayacakları bir yol ama belki Zülkarneyn bindiği rüzgarın kokusu bizi o yöne doğru adım atmamızı sağlar elbette söz deryasından birkaç kelime bütün bu olanları anlatmaya yetmeyecek oda biliyor ki bu haşmet bu büyüklük karşısında tüm ormanlar kalem tüm denizler mürekkep olsa el kadirin sözleri tükenmez.
Koş ta kargalar damımızdaki üç beş buğdayı gagalayıp kaçmadan yetiş, yetiş de bu çok uzun olacak ihtiyarlık kışında aç kalmayalım. Şimdi eline yırtık bir kağıt parçası alan hırs timsahları ha bire definedir ki arıyorlar kazmalar kürekler ellerinde eştikçe mezar kokuları gelmeye devam ediyor mumda aciz mumyada mumyayı yapansa hepsinden aciz ama bu küfür gecesini aydınlatacak güneşe gözlerini körcesine tıkamışlar.
Lafı ha bire döndürüp dursak ta laf bile zaman mekan içindeki tablonun bir nakışı olmaktan kurtulamıyor. Şimdi Nil nehrinin niye kan renginde aktığını anladın mı? Şimdi asıl kapının olduğu yeri aramaya başlayalım buraya kadar gözün kulağın burnun ve beynin gıdası nedir diye kendi kendine sormadınsa sana garip bir ormandan en genç ceylanı avlayıp getirseler onu da yiyemezsin çünkü ceylanı görünce nefsin senden çok önce avın üzerine atlamış onu parçalayıp yemiştir bile.
Deryalarda bu gördüğüm latif mercanların üzerine akseden ışıktan haber ver haberin sadıkanesi gönül bahçelerini sulayıp yeşerten huzur yağmuruna benzer tıpkı sahabenin düşman karşısında muharebe ederken bir ara üzerlerine yağan yağmur gibi. E ne yapalım gözünde bir yere kadar bakışı var bu bakış ötesi yere kim göz atar dersen bende Hz. Muhammedi s.a.v taşıyan Burak’ a bir sor derim a akıl bataklığına düşmüş deve kuşu
Huzur yatağından kalkmadıkça rahat seni derbeder ederde her bir şeyi hallettiğini sanan kavimler gibi sabah daha horozlar ötmeğe başladığında yok olup gidenlerden olursun ama bu şehrin sokakları senin için pek yokuş görünse de esrarı Zikrullah’ ın yüce nuruyla ne yollar aşılmaz ki sessizliğin şahitliği olmasa bu hıçkırıklar sığlığında bayağı kişilerden hiç farkımız olmayacak dur hele bayağı kelimesi seni bu kitaptan soğutup ta düşüncen deve gibi oturup kalmasın nefis zorlanmadan yanmadan sıkıntıya düşmeden her nakışı sabır telleriyle örülmüş elem sahrasını geçebilir mi yok, yok sen o elindeki teleskopla bakışını uzatmaya çalışma çünkü göze perde konulmuşsa cancağızım bir bez parçasını bile bakışların delip geçemez hadi artık yelkenlerimizi tefekkür beziyle kaplayıp aşk ehlinin gemisine binelim, binelim diyorum ama gemiye binmeye izin çıkacak mı bakalım eğer şifre sır esrarengizlik arıyorsan o sırları haram masasına oturup mürekkebi şeytanın şarabı olan küffar ehlinin yazdığı kitaplarda bulman tavuğun altın yumurtlamasına benzer ki tavuk altın yumurtlayacak kadar maharet ehli olsa kasabın önüne boynunu uzatırken akıl hocası ona kaç, kaç derdi yani tavukların kümesini bal arılarının kovanıyla bir tutma baksana sivrisinekler emir almışta nasılda inkar ordusunun zırhların içeriye giriveriyorlar ALLAH cc. bir sivrisinekle bile misal göstermekten çekinmez çünkü bu yokluk sahrasında senin benim gücüm diye bir şey yok ne diye atını bu kadar hırsla koşturuyorsun sen attan daha çok yoruluyorsun ama seni kamçılayandan haberin yok ki.
Buraya kadar bahsettiklerimizden bir şey anlamadınsa bundan sonraki yollarda ne yaparız bilemem, çünkü her nefsin hoşuna giden bir hayal oyunu var. Maharet bunları gerçekle bir tutmamak velev ki karşına sihirbazlar bir canavar bile çıkarı verseler elindeki gönlündeki imanı yokla da seher hırsızlarının uğradıkları zararlara düşme buralardaki şeytanlar artık her köşe başına bir yardımcılarıyla can ateşi yakmışlar sen üşüdüm deyip te ısınmaya kalkarsan o canım tenini kabir soğuklarıyla sarıverirler.
Ey kasvet halvetinde olan gözlerim ey yoldan çıkmış sözlerim ey sevap bağlarından sapmış izlerim havada uçan gayp alemindeki dalgıçların zikirlerinden bir renk göster, göster de şu yanı başımda duran zebanilere söyleyecek iki çift lafımız olsun
Kitap hoca oldu bende talebe ama her harfin sonunda bir eksiklik var ki bu eksiklik ta Kaf dağındaki Anka kuşunun kanatlarında gizli sendeki mürekkep bendeki kalemi doldurmaya yetmez neden deme bu kalem ağaçların gövdesinden sökülüp alınan vahlı kalemlerden değil ancak gariplerin meclislerinde bulunabilecek rutubet kokan kalemlerden
Mezarlar içinde mezarımı ararken düşlerimdeki dünya hırsını gördüm aman yarabbi sanki cebeli Tarık boğazında gemilerim o sert kayalara çarpıp ta batıp gitmişti şimdi anladım ki ölüm terbiyesi gelmeden nefsi berzah beyhude işlerle gününü gün edecek şimdi desem ki gel en baştan başlayalım el evvelden CC. bana diyeceksin ki muhterem sen beni şu ticaretteki karımdan mı etmek istiyorsun bırak ya git işine ben çocuğum bu mahallede oyun oynamak hoşuma gidiyor şu cahil gözlerime görünen cismani şeylere bayılıyorum anlatma diye ağlamaya başlayacaksın e kusura bakma bendede sana verecek teselli şekeri yok
Peki sen bilirsin ben şu beyaz güvercine benzeyen sır kitabının asıl mevzusuna geçmek istiyorum sen gelmezsen gelme.
Fakat yüreğim senle vedalaşmadan gitmek istemiyor hakkını helal et hocamızın dediği gibi Esrarı Zikrullah’ tan vazgeçme.
Şöyle düşün çok karanlık bir odada birkaç gün kaldıktan sonra aniden seni sebepler girdabı o güneşin karşısına çıkarı verse göz kapaklarındaki tedbirden başka hiçbir şey seni kör olmaktan koruyamaz
İşte bu kitabı göz kapakların gibi düşün ama kör derken cahiliyetteki körlüğü anlama a bayram çocuğu güzel kıyafetlere bürünmüşsün elinde azıklar var yinede kırlarda Moğol askerlerinin oklarına hedef olmaktan kaçamıyorsun
İlk sayfamızı şuana kadar yazdıklarımız sayarsan menzil ehline buhranlar çok zahmetli olmasa gerek şimdi parmağını ıslat ta sayfaları çevir bakalım karşına bizim gönlümüzden akıp gelen neler çıkacak gör.
Mekansızlık mekanındaki ışığın ve karanlığın olmadığı yola bak sanki çok yemek yemiş bir adamın gece uykusundaki kanadı kırık kuşların kıyamete kadar uçsalar ulaşamayacakları bir yol ama belki Zülkarneyn bindiği rüzgarın kokusu bizi o yöne doğru adım atmamızı sağlar elbette söz deryasından birkaç kelime bütün bu olanları anlatmaya yetmeyecek oda biliyor ki bu haşmet bu büyüklük karşısında tüm ormanlar kalem tüm denizler mürekkep olsa el kadirin sözleri tükenmez.
Koş ta kargalar damımızdaki üç beş buğdayı gagalayıp kaçmadan yetiş, yetiş de bu çok uzun olacak ihtiyarlık kışında aç kalmayalım. Şimdi eline yırtık bir kağıt parçası alan hırs timsahları ha bire definedir ki arıyorlar kazmalar kürekler ellerinde eştikçe mezar kokuları gelmeye devam ediyor mumda aciz mumyada mumyayı yapansa hepsinden aciz ama bu küfür gecesini aydınlatacak güneşe gözlerini körcesine tıkamışlar.
Lafı ha bire döndürüp dursak ta laf bile zaman mekan içindeki tablonun bir nakışı olmaktan kurtulamıyor. Şimdi Nil nehrinin niye kan renginde aktığını anladın mı? Şimdi asıl kapının olduğu yeri aramaya başlayalım buraya kadar gözün kulağın burnun ve beynin gıdası nedir diye kendi kendine sormadınsa sana garip bir ormandan en genç ceylanı avlayıp getirseler onu da yiyemezsin çünkü ceylanı görünce nefsin senden çok önce avın üzerine atlamış onu parçalayıp yemiştir bile.
Deryalarda bu gördüğüm latif mercanların üzerine akseden ışıktan haber ver haberin sadıkanesi gönül bahçelerini sulayıp yeşerten huzur yağmuruna benzer tıpkı sahabenin düşman karşısında muharebe ederken bir ara üzerlerine yağan yağmur gibi. E ne yapalım gözünde bir yere kadar bakışı var bu bakış ötesi yere kim göz atar dersen bende Hz. Muhammedi s.a.v taşıyan Burak’ a bir sor derim a akıl bataklığına düşmüş deve kuşu
Huzur yatağından kalkmadıkça rahat seni derbeder ederde her bir şeyi hallettiğini sanan kavimler gibi sabah daha horozlar ötmeğe başladığında yok olup gidenlerden olursun ama bu şehrin sokakları senin için pek yokuş görünse de esrarı Zikrullah’ ın yüce nuruyla ne yollar aşılmaz ki sessizliğin şahitliği olmasa bu hıçkırıklar sığlığında bayağı kişilerden hiç farkımız olmayacak dur hele bayağı kelimesi seni bu kitaptan soğutup ta düşüncen deve gibi oturup kalmasın nefis zorlanmadan yanmadan sıkıntıya düşmeden her nakışı sabır telleriyle örülmüş elem sahrasını geçebilir mi yok, yok sen o elindeki teleskopla bakışını uzatmaya çalışma çünkü göze perde konulmuşsa cancağızım bir bez parçasını bile bakışların delip geçemez hadi artık yelkenlerimizi tefekkür beziyle kaplayıp aşk ehlinin gemisine binelim, binelim diyorum ama gemiye binmeye izin çıkacak mı bakalım eğer şifre sır esrarengizlik arıyorsan o sırları haram masasına oturup mürekkebi şeytanın şarabı olan küffar ehlinin yazdığı kitaplarda bulman tavuğun altın yumurtlamasına benzer ki tavuk altın yumurtlayacak kadar maharet ehli olsa kasabın önüne boynunu uzatırken akıl hocası ona kaç, kaç derdi yani tavukların kümesini bal arılarının kovanıyla bir tutma baksana sivrisinekler emir almışta nasılda inkar ordusunun zırhların içeriye giriveriyorlar ALLAH cc. bir sivrisinekle bile misal göstermekten çekinmez çünkü bu yokluk sahrasında senin benim gücüm diye bir şey yok ne diye atını bu kadar hırsla koşturuyorsun sen attan daha çok yoruluyorsun ama seni kamçılayandan haberin yok ki.
Buraya kadar bahsettiklerimizden bir şey anlamadınsa bundan sonraki yollarda ne yaparız bilemem, çünkü her nefsin hoşuna giden bir hayal oyunu var. Maharet bunları gerçekle bir tutmamak velev ki karşına sihirbazlar bir canavar bile çıkarı verseler elindeki gönlündeki imanı yokla da seher hırsızlarının uğradıkları zararlara düşme buralardaki şeytanlar artık her köşe başına bir yardımcılarıyla can ateşi yakmışlar sen üşüdüm deyip te ısınmaya kalkarsan o canım tenini kabir soğuklarıyla sarıverirler.
Ey kasvet halvetinde olan gözlerim ey yoldan çıkmış sözlerim ey sevap bağlarından sapmış izlerim havada uçan gayp alemindeki dalgıçların zikirlerinden bir renk göster, göster de şu yanı başımda duran zebanilere söyleyecek iki çift lafımız olsun
Kitap hoca oldu bende talebe ama her harfin sonunda bir eksiklik var ki bu eksiklik ta Kaf dağındaki Anka kuşunun kanatlarında gizli sendeki mürekkep bendeki kalemi doldurmaya yetmez neden deme bu kalem ağaçların gövdesinden sökülüp alınan vahlı kalemlerden değil ancak gariplerin meclislerinde bulunabilecek rutubet kokan kalemlerden
Mezarlar içinde mezarımı ararken düşlerimdeki dünya hırsını gördüm aman yarabbi sanki cebeli Tarık boğazında gemilerim o sert kayalara çarpıp ta batıp gitmişti şimdi anladım ki ölüm terbiyesi gelmeden nefsi berzah beyhude işlerle gününü gün edecek şimdi desem ki gel en baştan başlayalım el evvelden CC. bana diyeceksin ki muhterem sen beni şu ticaretteki karımdan mı etmek istiyorsun bırak ya git işine ben çocuğum bu mahallede oyun oynamak hoşuma gidiyor şu cahil gözlerime görünen cismani şeylere bayılıyorum anlatma diye ağlamaya başlayacaksın e kusura bakma bendede sana verecek teselli şekeri yok
Peki sen bilirsin ben şu beyaz güvercine benzeyen sır kitabının asıl mevzusuna geçmek istiyorum sen gelmezsen gelme.
Fakat yüreğim senle vedalaşmadan gitmek istemiyor hakkını helal et hocamızın dediği gibi Esrarı Zikrullah’ tan vazgeçme.
Şöyle düşün çok karanlık bir odada birkaç gün kaldıktan sonra aniden seni sebepler girdabı o güneşin karşısına çıkarı verse göz kapaklarındaki tedbirden başka hiçbir şey seni kör olmaktan koruyamaz
İşte bu kitabı göz kapakların gibi düşün ama kör derken cahiliyetteki körlüğü anlama a bayram çocuğu güzel kıyafetlere bürünmüşsün elinde azıklar var yinede kırlarda Moğol askerlerinin oklarına hedef olmaktan kaçamıyorsun
İlk sayfamızı şuana kadar yazdıklarımız sayarsan menzil ehline buhranlar çok zahmetli olmasa gerek şimdi parmağını ıslat ta sayfaları çevir bakalım karşına bizim gönlümüzden akıp gelen neler çıkacak gör.