Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Entropi ve dünya görüşü (1 Kullanıcı)

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
ENTROPİ VE DÜNYA GÖRÜŞÜ

Arda Kılıç

... - Je finis par trouver sacré le désordre de mon esprit - ... 4 Nisan 2002
Bunalıyoruz..!
İki asırdır şairlerin ayağına basıp çığlık çığlığa haykıran buhran, meydanlarımızdan caddelerimize, caddelerimizden evlerimize, akıllarımıza ve ruhlarımıza “Nacua Vacuum” dercesine sirayet etmiş, pençesini vücûdlarımıza geçirmiş durumda. Kurtuluş çabası için her çırpınışımız bizi biraz daha dibe çekiyor. Medya denilen beyin tecavüz merkezlerinin tiksinti verici iğvâ ve manipülasyonları, devâsâ şirketlerin tıkır tıkır işleyen çarklarında dişliden öte bir mânâ ifade etmeyen insanlar, en kalbî samimiyetinden bile buram buram riyâ tüten dostlar, nasıl olup da anlaşamadığına şaşırdığımız halde asıl nasıl olup da halen bir nebze olsun anlaşma simülasyonları kurabildiğine şaşırmamız gereken ferdler arasında her türlü ruhsuzluk, neşesizlik, çilesizliğin atmosfer tabakası gibi kuşattığı bir dünyada yaşıyoruz. Artık ne yalancı bir lüks ve pislikler masasına meze olmuş sanattan ruhumuzun yarasını sarmasını bekleyebiliriz ne de bunama hezeyanlarını aratmayan felsefeden yolumuzun rotasını. Din mi; o çoktan eğer hâlâ kaldıysa vicdanlarda mahbus ve dört duvar arasına mahkûm!
İlimse sadistçe bir zevkle gözlerini kapamış ve ancak 3. Dünya dedikleri sefaletler panayırında bulunmaz Hind kumaşı...
Tam da bu noktada ciddileşmek gerek: Suyun dibini boylamış bir insanın tek bir an içinde vereceği bir karar vardır; ya kumlara son kuvvetiyle ayaklarını vurup su üstüne çıkacak ve kurtulacak, ya bir saniye daha gecikip damarlarını patlatarak geberip gidecektir. Bütün bu ümitsizlik manzarasında, ya evlerimize çekilip perdelerimizi indireceğiz ve “Kızılderililer gibi soykırıma tâbi tutularak” sessiz bir ölüme razı tavrımızla dünyanın ümidini kendimizde tüketeceğiz, ya da...
Ya da’sı şu: Çağın nabzını yakalamış ve oluş ızdırabını hakikatin hakikatine nisbetle heykelleştirmiş adamın dediği gibi « Artık anlıyoruz! Allah dünyamızdan çekilmiştir!»...
Ruhların kurulu binalarını yerinden oynatan bu depreme çare olarak sunulanlara bakınız: Entropik dünya görüşü...
Bindiği araba, ruh devasını yakalayamayıp tüm oluşunu bir madde tesellisine teslim edip tosladığı duvarda paramparça olunca, ben zaten inecektim deyip vaziyeti kurtarmak!
Gûyâ karşı çıktığının tersinden tasdikçisi makamından bir inkılap olarak değil de sarsıntısız ufak bir iç muhasebeyle temelsiz binayı tadil etmek... Bu meselenin üzerinde niçin bu kadar çok duruyoruz?
Gelinim sen anla nev’inden Türkiye’de de yeni ilim keşiflerinden dünya görüşü kotarmaya çalışanlar hangi iş üzerinde olduklarını anlasınlar diye... Bugüne kadar hep tellakların değişip hamamların değişmediğinden bahsederken, bizzat kendilerinin makyajlı eski tellak olduklarını anlasınlar diye...
Tabîi hoş şeyler, heyecan veriyor insana atom-altı parçacıkların davranışları, geriye döndürülemez tabiat hamleleri, fraktal geometriler filan... Kabak çekirdeğinden öğle yemeği, broşürden fikir kitabı, maydanozdan çınar ağacının yerini tutmasını bekler gibi bir hal içerisinde ahlakını ve şehrini idealleştirememiş, böyle bir dâvası da yok gibi görünen, Kant’ın tabiriyle hiçbir şeyi değiştirmeyerek her şeyi değiştirebileceğini zanneden fikre bulanmış ilim parçaları, gerek varlığımızın ve bilgimizin ilk prensipleri, gerekse davranış ve hareketlerimizin esas kanunlarını vermek bakımından havada kalmaktadır.
Hâlâ yağmur suyundan içip cinnet geçirmemiş olanlara bir umutsuzluk kaynağı daha mı?
En kötü karmaşada, en dipsiz kaosta bile bir “ordo ab chaos”, tüm nizamsızlığına rağmen bir “Kün!” emriyle yerli yerine oturacak dünyanın malzemesi vardır. Fakat bir bomba patladığında, ne kırılan cam parçalarını tek tek yapıştırarak eski camın yerine takılabilir ne de ölenler geri gelir. Öyle ya, hükm-ü kazâ tecelli etmiş, zamanın kılıcı infaz etmiştir, ölenle olana çare bulunmaz. Dünyanın merkezinde ruhları çatlatacak bombalar patlamıştır!
Yeni gelen keşif dalgalarının arka planını fikirlerinin zabtına geçirmek isteyenler birçok yeni kavramla tanış oluyorlar: Kaos, Başlangıç Şartlarına Hassas Bağımlılık, Dinamik Sistemler, Non-linnerlik, Kelebek Etkisi, Entropi...vs.
Artık anlıyoruz ki kainat, Dekart’ın anladığı, Nivton’un tanımladığı kadar düzenli değil. Esasında düzenli de düzenden askerî disiplin nizamına benzer bir şey anlayanlar için başıbozukluk derecesinde dağınık. Dünyayı İlâhî ve dünyevî diye ayırırsanız, tabiatı bir hammadde deposu olara görürseniz, tarihi düşman kardeşler Liberalizma ve Komünizmanın ortaklaştırıcı görüşü olarak doğrusal bir fonksiyonda elma tartar gibi şu kadar zamanda bu kadar ilerleme diye ele avuca gelir bir keyfiyet zannederseniz, “Sağlıklı bir insan iyi işleyen saat gibidir..” diye insanın ne mükemmel bir makine olduğundan dem vurup sonra kendi b.kunda boncuk arayıp bilgisayarla insan zekasını mukayese ederseniz, Nivton’un rezil panteizmiyle Allah’ın dünyayı yaratıp oyuncak fare gibi kurduktan sonra kendi haline terk edip kendi köşesine çekildiğini (bir gün eminim metafizik bir Haçlı Seferi düzenleyip – hâşâ – bulunduğu yerden alıp getirme divaneliğine de kalkışırlar) söylerseniz, kendi öz disiplininiz olan Termodinamikte bile çuvallarsınız.
Entropi hadisesi de II. Kanunla alakalı. Sıfırıncı kanunu geçersek – dişe dokunur bir şey söylemez – I. Kanun kainatın yaradılışından bu yana enerji miktarının sabit olduğunu söyler, ancak dönüştürülebilir. II. Kanun ise enerjinin kemiyeti yanında, keyfiyet değerinin sürekli azalma eğiliminde olduğunu, kullanılabilirden kullanılamaza, düzenliden düzensize doğru aktığını söyler. Tabiata her müdahale, her düzenleme çabası burada meydana getirdiği düzene karşılık başka bir yerde entropi artışına sebep olur. Malum Kelebek Etkisi; Kandehar’da kanat çırpan bembeyaz bir kelebek “Yüce Pirin Dergahı”nı başına yıkar.
Son tahlilde, bu ilmî kisveli topyekun varoluşun Üçüncü Dalga Krizi, daha öncekilerdeki gibi ancak dine yanaşarak aşılabilecektir. Bu kriz, mefluç Hıristiyanlık iyiden iyiye iğdiş edildiğinden ‘İslam olmasın da ne olursa olsun’uyla ve derin tarih bağlarıyla Yudaizm ile İslam’ın hesaplaşmasına hallolunacaktır.
Dünya, mevcut haliyle kendini ötelerin şefkatli emziriciliğinden kesmiş, ötelerle dünyanın göbek bağı olan Kudüs’ü kopartmıştır. Dikkat buyurulsun, bu hilkat garibesi ucube çocuk yaratıcısıyla güreş tuttuğunu söyleyecek kadar cinnet halindedir. Ümitsizlik mi? Asla..!
... – Je m’habituai ŕ l’hallucination simple: Je voyais trčs franchement une mosquée ŕ la place d’une usine - ...
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
NEREDE BU DEVLET?


Cemil Şahin

Derin devlet hikayesi üzerinde öyle çok gevezelik edildi ki, bu müptezel muhabbet uyuz hastalığı gibi herkese bulaştı. Derininden merininden önce, gerçek anlamda bir devletin var olup olmadığının açığa çıkarılması gerekiyor.
Evvela ne aradığımıza dair bir fikir sahibi olmak için devlet hakkındaki belli başlı görüşlere bir göz atıp, bunlar karşısında bizim pozisyonumuzu belirlememiz gerek. Devletin kaynağı hakkındaki görüşlerden nihayetinde bunların müesseseleşerek tecessüm ettiği üç temel tipe ulaşırız; fert (monarşi), zümre (oligarşi) ve halk (demokrasi) hakimiyeti…
Hegelci anlamda,devleti ‘objective geist’ olarak alırsak, tarihte milletiyle ters düşmüş, zıtlaşmış, hor görmüş bir örnek bulmak mümkün değildir. Haddi zatında böyle bir devletten bahsetmek te mümkün değildir. Milletin, en azından büyükçe bir kısmının ortak iman, fikir, irade ve ideallerini temsil etmeyen bir yapı, ‘harici’ bir yapıdır. Dışarıdan eklemlenmiş, iliştirilmiş, yapışmış bir şeydir. Böylesi bir ‘kırım kanamalı kongo kenesi’ne karşı bünye daima direnecek, onunla çatışacak ve kendi devletini kuracaktır.
Biyolojik teoriye göre, devlet aynen insan vücudu gibi bir organizmadır. İnsan da olduğu gibi istemli ve istemsiz refleksleri vardır. Kolu gibi iradeyle hareket ettirilebilen veya karaciğer gibi kendi kendine çalışan organları vardır. Cemiyet ve fertler onun organları mesabesindedir. Her şeyin her şeyle alakası vardır elbette ama bir mesele araştırılıp teemmül edilirken böyle disiplinler arası atlayışlar hakikatin üzerine denk düşmesi ihtimali kadar çok acayip yerlere inmesi hatta kafa üstü çakılma risklerini de beraberinde taşır.
Devleti, kuvvetlilerin zayıfları; galiplerin mağlupları ezmek ve istismar etmek için kurulmuş ve teşkil edilmiş bir manivela olarak gören kudret budalası, zulmü ve sömürüyü güya eşyanın tabiatı gibi gösteren teoriyle barışmamız mümkün değildir. Bizde Akıncılar sefere giderken, kibir felaketine uğramamak ve Allah’ın rahmetini celp etmek için yanlarına mutlaka zayıf, sakat, aciz birkaç adam alırlardı.
Aynı kategori içinde tersinden bir muhakeme yürüten; hukuk gibi devletin de zayıfların güçlüleri sömürmek için icat ettikleri bir savunma mekanizması olduğunu öne süren Nietszche’ye de uzak görüyoruz kendimizi. Nietszche’nin asıl kastettiğini çözümleyebilecek durumda değilim ancak üzerine en fazla şerh yazılan ve hepsinin de birbirinin zıttı yorumlara bakacak olursak, Nietszche üzerine kafa yoranların da pek emin olmadıklarını söyleyebiliriz. Fakat bu hususta yaygın ve meşhur kanaate göre meseleye yaklaşacak olursak; Nietszche’nin o astığı astık kestiği kestik, uçan kaçan Süpermenlerini kriptonit taşından daha seri şekilde yere çalacak bir şey varsa o da İslâm’dır.
Devleti tümüyle inkar eden ve baştan ayağa bir baskı ve zulüm makinesi olarak tasavvur eden anarşistlerle; kendini dünyanın merkezi zanneden mızmız nihilistlerin devlet algılarıyla; fikrî hazım cihazları maraza uğramış, beyin ishaline giriftar postmodern filozofların iktidar ve devlet üzerine sarhoş sohbetlerine benzeyen sayıklamalarıyla da herhangi bir şekilde örtüşmemiz düşünülemez.
Geriye, fertlerin bencil hırslarının yol açtığı kargaşa ve didişmelerin önüne geçmek ve ortak menfaati tesis edebilmek için girişilen ‘içtimaî mukavele-sosyal sözleşme’ teorisi ve üretimdeki alt yapı ilişkilerinin üst yapıyı belirlediğini iddia eden ‘ekonomik teori’ kaldı. Bunların ve yukarıda saydıklarımızın hakikate değen; -hakikate yüzde yüz zıt bir şey söylemek mümkün değildir zaten- bize uzak ve yakın tarafları var elbette. Bu hususta İbda Mimarından:
“Devletin doğumu ve mahiyeti üzerine, ister sosyolojik, ister hukukî, ister iktisadî, ister felsefî, ister içtimaî bir sistem açısından bakılmış olsun… Bunlar belirli zamanda kendini empoze eden veya ihtiyaca çözüm için kendini teklif eden sebeplerin sentezi halinde ‘tarihi bir yeri’ vardır. Bu tespitin belirttiği ‘zaman’ faktörü, zamanın Allah’ın tecellisi oluşu göz önünde tutulursa, daha önce de belirttiğimiz gibi, iktidarı, mutlak iradenin kategorisi olarak tekrardan gösterir. Niteleme yanlışlığı ve ‘rıza dışı’ olsa da… Biz tarih boyunca gelmiş bütün fikirleri ‘Mutlak Fikre’ nispetle değerlendirir ve derecelendiririz; iman edenler ve inkar edenler…” (1)
Bizim devlet telakkimize dair Büyük Doğu Mimarından:
“İslâm, devlete, ruhun uzviyete yapışık olması gibi sımsıkı bağlıdır; asla ayrılmaz ve onsuz uzviyet düşünülemez.
Akıl erer mi ki, bütün kainatı kucaklayan İslâm, insan kalabalıklarının maddî ve manevî yekun kıymetini ve toplum iradesi olan devleti, sınırları dışında bıraksın?
İslâmda halk, hakkın zahiri ve hak, halkın batını olduğuna göre, İslâmî devletin tek ölçüsü Haktır ve biricik hakimiyet onundur.Halkın değil, Hakkın hakimiyeti…” (2)
Rüyasını gördüğümüz ve kavgasını verdiğimiz devlet hakkında yine Üstad:
“Derin ve gerçek mümin anlayışıyla İslâm inkılabında devlet, halk kitlelerini, hastasını ona sormadan tedavi eden doktor gibi istikamet verici müdahalesi; ve ferd, zümre ve sınıf üstü bir hak ve hakikat kutbundan idaresiyle tecelli eder. Bu davanın ulvî tezahür mihrakı olan ve tarih boyunca bir eşi bulunmayan mefkurevî şekli de, İdeolocya Örgümüzün başlarında gösterdiğimiz ve cumhuriyet şeklinin en ileri derecesi saydığımız ‘Yüceler Kurultayı’ ve ‘Başyücelik’ idealidir. Bu ideal, ezel kadar eski ve ebed kadar yeni, sabit ve mutlak temel ölçüye bağlı olarak, insanoğlunun binlerce yıllık tecrübeleri arasında her şeklin faydalarını toplamış ve zararlarını atmış merkezî hikmet ve hakikat buluşu ile, cihan çapında bir yenilik ve ilerilik hamlesidir.”(3)
Şimdi sorumuzu soralım; nerede bu devlet?
İdeal olanını geçtik, o bizim mecburiyetimiz ve borcumuz. Fakat halihazırdaki yapıyı, haysiyetli ve durduğu yeri dolduracak şekilde, ben bu sayılan eşkal ve tariflerin hiçbirine oturtamıyorum. Üstüne üstlük bir de bu amorf,ismi var cismi yok şeyin içerisinde herhangi bir derinlik arayanlar var!.. Bunların halini de şu hikaye gayet güzel izah ediyor:
“Çok büyük bir krallığı yöneten bir kral varmış. Civarda binlerce millik bir alanda oturanlar onun emri altındaymış. Bir keresinde kral tahtının üzerinde can sıkıntısından uyuya kalmış, nedimeleri onu soyup yatak odasına taşımaya karar vermişler. Kralın kırmızı paltosunu çıkarmışlar, altında mor renkli, altın işlemeli, bir üstlük parlıyormuş. Altında üzerine yıldızlar ve güneşler işlenmiş ipek bir giysi varmış. Altında incilerle örülmüş parlak bir giysi. Altında yakutlarla parlayan bir giysi. Birbiri ardına giysileri çıkarmışlar, sonunda tahtın yanında parıltı saçan büyük bir yığın oluşmuş. Çevrelerine korku içinde bakınmışlar. ‘Kralımız nerede?’ diye bağrışmışlar. Karşılarında her biri servet eden giysiler duruyormuş, ama canlıdan bir eser yokmuş. Masalın başlığı: ‘Majesteleri Hakkında veya Bir Soğanın Soyulması’ idi…”(4)

Dipnotlar:
1-Bütün Fikrin Gerekliliği-Salih Mirzabeyoğlu
2-İdeolocya Örgüsü-Necip Fazıl Kısakürek
3-İdeolocya Örgüsü-Necip Fazıl Kısakürek
4-Dönüşüm Hastanesi-Stanislaw Lem

Aylık Dergisi Sayı: 34
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
“İslâm, devlete, ruhun uzviyete yapışık olması gibi sımsıkı bağlıdır; asla ayrılmaz ve onsuz uzviyet düşünülemez.
Akıl erer mi ki, bütün kainatı kucaklayan İslâm, insan kalabalıklarının maddî ve manevî yekun kıymetini ve toplum iradesi olan devleti, sınırları dışında bıraksın?
İslâmda halk, hakkın zahiri ve hak, halkın batını olduğuna göre, İslâmî devletin tek ölçüsü Haktır ve biricik hakimiyet onundur.Halkın değil, Hakkın hakimiyeti…”
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
“İslâm, devlete, ruhun uzviyete yapışık olması gibi sımsıkı bağlıdır; asla ayrılmaz ve onsuz uzviyet düşünülemez.
Akıl erer mi ki, bütün kainatı kucaklayan İslâm, insan kalabalıklarının maddî ve manevî yekun kıymetini ve toplum iradesi olan devleti, sınırları dışında bıraksın?
İslâmda halk, hakkın zahiri ve hak, halkın batını olduğuna göre, İslâmî devletin tek ölçüsü Haktır ve biricik hakimiyet onundur.Halkın değil, Hakkın hakimiyeti…”
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt