Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Enflasyon ve faiz!!! (1 Kullanıcı)

Nevin_1982

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 Eyl 2006
Mesajlar
5,000
Tepki puanı
8
Puanları
38
Yaş
41
Konum
sakarya
Prof. ünvanlı ilahiyatçı, İslam hukukçusu, müçtehid diye lanse edilenlerden : Hayrettin Karaman


Ateş, Beyaz ve Öztürk’ü genel olarak dinde en cahil halk da farkına vardı!Karaman, 1 mayıs 2008 Perşembe günü Yeni Şafak’da ‘’Enflasyon ve Faiz’’ başlıklı bir yazı yazdı. Ertesi günse ‘’Namazın Önemi’’ isimli başka bir facia..! Namazın Önemi başlıklı yazısında resmen abdestsiz namaza da fetva verdi! Neden teyemmüm alma imkanı olmasın.Bizim bildiğimiz abdest alma imkanı olamayabilir de, teyemmüm imkanı nasıl olmaz? Olmadığı durumda da ya iki namaz cem edilir, yada daha sonra tevbe ile kazası kılınır. Uçaktaymış, teyemmüm alamamış, abdestsiz kılmış, soranlara kılın demiş!

Klasik bektaşi fıkrası gerçek oldu, ‘’ben kıldım da oldu’’ demiş ya abdestsiz namaz kılan bektaşi..! Bu da hikayenin 2008 versiyonu bir ilahiyatçı prof.’un oldurdukları..!Öyle alimler tanıdım, yanlarında avuç içi kadar mermer taşırlardı teyemmüm almak için! Siz uçakla hacca giderken ve kimbilir kaçıncı uçak yolculuğu, neden böyle hayati bir tedbiri almadınız.Yanınızda o alim gibi mermer taşıyın, bunu da anlatınki ''Namazın Önemi'' yazınızda namaza nasıl önem verdiğinize delil olsaydı.

Yazıda daha sonra mezheplerin görüşlerine yer vererek, çoğunluğu Hanefi olan Müslümanların kafasını karıştırma harekatı başlıyor. '' c) Namazı bu durumda abdestsiz kılmazlar, ama sonradan kaza ederler (Ebû Hanîfe, Servî ve Evzâ'î'nin ictihadları böyledir.)…………Bu farklı ictihadlar içinde benim tercih ettiğim, “Namazın -abdest ve teyemmüm imkanı bulunmadığında- abdestsiz ve teyemmümsüz de olsa kılınması, her hal ve kârda geçirilmemesi, kazaya bırakılmamasıdır.''

Pardon, sen kimsin? Bir mezhebe bağlı o mezhebin çatısı içinde ashab-ı tercih değilsin. Peki müçtehid misin? Müçtehid olsan, başka mezheplere yan bile bakmaz, onlardan nakledemez, kendin içtihad ederdin. Sen telfikçisin, yani dinde kolayına gelenleri toplayan batıl ilan edilmiş bir yoldasın.

Ne cesaret..Faize evet, abdestsiz namaza evet..!Hadi kendin bunları yaşamında uyguluyor olabilirsin de, ne cesaretle ümmeti saptırıyorsun ve onca vebali yükleniyorsun?

Gelelim diğer yazısına. Enflasyon oranında faize yine fetvayı verdi! Bazıları bu adam değişti, o yanlış fikirleri kitaplarında kaldı diyorlardı.Keşke öyle olsaydı..Öyle bir yazıki, her paragrafına karşılık yazmak gerekir.Onu yeni çıkan ehl-i sünnet dergilerden birine havale edelim. Kısa tutacağım. İşte değişmediğinin güncel versiyonlarından, diyorki :

'' 1. Enflasyonu paranın mal karşısında değerinin düşmesi satın alma gücünün azalması olarak anlarsak bir borç ilişkisinde bunun göz önüne alınması zorunlu olur.'' Yani..Müslüman Müslümana borç verince, uzun vadeli ise din kardeşinden faiz alacak ve enflasyona ezilmeyecektir! Hadi YTL değersizdir, euro, dolar yada altınla borçlanın dese makul bir çözüm diyeceğiz! Yok din kardeşinden faiz al, ALLAH’a Rasülüne HARB aç diyor!İslam, borçlu zamanında borcunu ödeyemezse, ilave süre verin, incitmeyin, çok zenginseniz vazgeçin hibe/sadaka edin derken yine aynı yazısında ısrarla şöyle diyor :

''Vade dolduğu halde borç ödenmez, aradan bir süre daha geçer ve bu arada para değer kaybına uğrarsa bunun da (enflasyon farkının) ödenmesi gerekir.'' Ya, açık açık faizini alırım desene, enflasyon farkı, nema vs. diye kıvırmaya gerek yok! Sakın Karaman'dan borç para almayın, gecikirse, yada süre uzarsa faizini alır haberiniz olsun. Yüzdesini belirtmemiş bu yazısında ama sorana onu da söyler.

''İslam fıkhına göre faizli işlem yapmak CAİZ değildir'' diyebiliyor. Sormazlar mı, İslam fıkhına göre faizli işlem CAİZ DEĞİL, HARAMDIR ve sen Müslümanlar arasında enflasyon marazası ile faize fetva verdiğine göre, İslam HARAM dediği halde, nasıl ve nereden bu fetvayı verebiliyorsun? İslam hukukundan (fıkhından) başka bir kaynağın mı var?Yazısının sonunda ise : '' Bankaya isteyerek değil de mecbur bırakılarak para yatıranlar, kendilerine ödenen faizin enflasyon oranı kadarını alıp kullanabilirler. Çünkü başta isteyerek faizli akit yapmamışlardır ve aldıkları nominal fazlalık, gerçek manada (reel) fazlalık değildir, kendilerinden zorla alınan paralarının, satın alma değeri bakımından eşit miktarıdır. Daha fazlasını ise yoksullara vermeleri gerekir.'' diyebilmektedir. Bu yazının neresini düzelteceksiniz. Aynı paragrafta müthiş çelişkiler.Çok sinirlendim. Sinirlenmem yazara değil, onları böyyük hukukçu bilip, gazetelerinde köşe verenlere. Bu konuda Karaman’a aynı gün mail gönderdim.Bu da, daha önceden yazmış olduğu kitabından. (Günlük Hayatımızda Helaller Haramlar Nesil yay. Hayrettin Karaman) :Sayfa 20'de faizin haramlılığı daha eşeddir derken, aynı kitabın 265. sayfasında S.Ateş'ten, Yaşar Nuri'den pek farklı düşünmüyor."..bu da olmazsa ve elindeki para bitince, geçime muhtaç hale geleceği anlaşılırsa, ancak bu takdirde banka faizine müracaat edebilir"miş. Aynı konuya sh:32'de : Türkiye Dar'ül Harb olmadığı için faiz yenmez diyor..Bir kitabta birbirine uymayan fetvalar.Böyle kitapları okuyanlara, böyle kişilerin peşine takılanlara gerçekten yazık oluyor !

Faiz yiyenler yada faize mübah muamelesi yapan ve İslam’ı çağa uydurmaya kalkan abdsetsiz namaz ehli okusun bir daha, belki anlarlar:

''Faiz yiyenler (kabirlerinden), şeytan çarpmış kimselerin cinnet nöbetinden kalktığı gibi kalkarlar. Bu hal onların «Alım-satım tıpkı faiz gibidir»(*) demeleri yüzündendir. Halbuki ALLAH, alım-satımı helâl, faizi haram kılmıştır. Bundan sonra kime Rabbinden bir öğüt gelir de faizden vazgeçerse, geçmişte olan kendisinindir ve artık onun işi ALLAH'a kalmıştır. Kim tekrar faize dönerse, işte onlar cehennemliktir, orada devamlı kalırlar.'' (Bakara:275-281)

'' ...Eger ALLAH’a inanıyorsanız faizi terkedin...'' (Bakara 278)

''Bunları yapmayıp faiz almaya devam ederseniz, ALLAH’a ve Rasülün’e savaş açmış olursunuz..''(Bakara 279)

Soru: Kadın sesi dinlemek caiz midir? Dinlediğimiz müziğin türüne göre cevaz değişir mi? (Örnek: tasavvuf musikisine eşlik eden bir kadın sesi veya ilahi söyleyen bir kadın sesi gibi)

Cevap:

Peygamberimizin zamanında mescidde ve başka yerlerde kadınlar, erkeklerin yanında konuşurlardı. O (s.a.) hicret ederken kadınlar ve çocuklar musikî eşliğinde karşılama yapmışlardı.

Bayram günlerinde Hz. Peygamber'in evinde ve onun yanında genç kızlar, Hz. Aişe'ye sesli ve tefli müzik dinletmişlerdi. Kadının sesinin ve musikînin haram olduğuna dair sahih ve kesin bir delil (dinî açıklama) yoktur. Kadın olsun erkek olsun müzik icra ettiğinde bunu dinleyenler kendilerine bakmalıdırlar; kötü, olumsuz bir etkilenme bulunmadıkça dinlemelerinde sakınca yoktur.

(Kadın şarkıcı dinlemek caiz midir?)

Tenkit:

Fetvanın tahliline geçerken ilk iş olarak Hayrettin hocanın mesnet edindiği hususları tespit edelim:

1. Peygamberimiz zamanında kadınların erkeklerin yanında konuşması.

2. Hicret ederken kadınların musikî eşliğinde Peygamberimizi karşılaması.

3. Bayram günlerinde Hz. Peygamberin evinde ve onun yanında genç kızların Hz. Ayşe’ye sesli ve tefli müzik dinletmesi.

4. Kadın sesinin ve musikînin haram olduğuna dair sahih ve kesin bir delil (dinî açıklama) bulunmaması.

Bu dört madde hoca efendinin fetvada kullandığı mesnetleri teşkil ediyor. Hoca efendi bunları sıraladıktan sonra fetvasına geçiyor ve kadından müzik dinlemenin hükmünün onu dinlerken insanın içinde yaşadığı duygulara bağlı olduğunu söylüyor. Buna göre hoca efendinin fetvası, kadının musikîsinin, içinde olumsuz etkilere yol açmıyorsa caiz, açıyorsa caiz olmadığını gösteriyor.

Fetvanın gerekçelerini gözden geçirirken üç çeşit hatayla karşılaştığımızı söyleyebiliriz. Bunları mantık, usul ve bilgi hataları olarak tasnif edebiliriz. Hoca efendinin göze çarpan mantık hatası, fetvasında gözlemlediğimiz tutarsızlıklar da yatıyor. Hoca efendi, -birinci ve dördüncü maddelerde- kadından şarkı dinleme meselesini normal kadının sesi ve genel musikî bağlamında ele alıyor.

Kadının erkeklerin yanında konuşmasıyla şarkı söylemesi arasında önemli farklar bulunduğu ve bunların aynı hükme tabi olmayacağı hususu gayet açıktır. Bunlar, biri diğerinin yerine kullanılabilecek veya birinin cevazıyla diğerinin cevazına hükmedilebilecek türden müşterek konular değildir. Kadından müzik dinlemenin hükmü, ne normal şartlarda kadının sesinin hükmüyle açıklanabilir, ne de normal musikînin hükmüyle açıklanabilir. Nitekim Ehl-i sünnet imamları, çoğunluk belli şartlarda kadının sesinin avret olmadığına hükmettiği halde, kadından şarkı dinlemenin caiz olmadığında ittifak etmişlerdir.

Zaten hoca efendi de bundan tatmin olmamış olacak ki, başka deliller aramış ve ikinci ve üçüncü maddelerde meseleyi, asr-ı saadet döneminde kadınların musikî icra etmesine dayandırmış. İşte hoca efendinin, biri usul diğeri bilgi yanlışı olmak üzere ikinci ve üçüncü hataları da bu iki maddede kendini gösteriyor.
 

Nevin_1982

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 Eyl 2006
Mesajlar
5,000
Tepki puanı
8
Puanları
38
Yaş
41
Konum
sakarya
Hoca efendinin ikinci maddede zikrettiği kadınların musikî eşliğinde Peygamberimizi karşılamasıyla ilgili rivayetler günümüz şarkıcı kadınları dinlemenin cevazına mesnet olarak kullanılabilecek rivayetler değildir. Hoca efendi söz konusu rivayetlerde geçen "cevarî, velâid, imâ, kaynât" gibi kelimeleri, genel olarak "kadınlar" diye tercüme etmekle ciddi bir usul hatası yapmıştır. Buna bilgi hatası demiyorum; çünkü hoca efendi bu gibi kelimelerin yaygın olarak hür olmayan kadınlar için kullanıldığını pek ala bilir. Burada aslında bir muğalatadan da söz edilebilir. Yani bir delili kapsam alanı dışında işletmeye çalışmak gibi bir mantık hatasından söz edebiliriz.

Hür kadınlarla cariyeler arasında –mahremiyet hükümleri başta olmak üzere- önemli hüküm farklılıkları bulunduğu ve üzerinde konuştuğumuz konu da bu farklılığın tebellür ettiği konulardan biri olduğu halde hoca efendinin böyle bir tercüme hatasına düşmesi ihmale yorulabilecek türden değildir. Bir de söz konusu rivayetlerin haram-helal, cevaz-adem-i cevaz gibi ahkam meselelerine malzeme olarak kullanılması vehameti ciddi boyutlara taşıyor.

Gerekçede zikredilen hadiseyle ilgili rivayetlerin tedkikine gelince, Hz. Peygamber efendimiz (s.a.v.) Hz. Ebubekir (r.a) ile birlikte Medine'ye teşrif ettiklerinde, Medine'de bulunan Müslümanların kendilerini nasıl karşıladığına dair ilgili rivayetlerde çeşitli ifadeler vardır. Bazı rivayetlerde Medineli bazı cariyelerin (imâ) çıkıp "Muhammed geldi, Muhammed geldi" diye seslendikleri, bazılarında çocukların (ğılmân) ve hizmetçilerin (hüddem) "Muhammed geldi, ALLAHü ekber" diye sevinç çığlıkları attıkları nakledilmiştir. İbn-i Hacer'in ifadesiyle, Hakim'in tahriç ettiği bir rivayette de, Medine'den Benî Neccâr sülalesinin cariyelerinin çıkıp def çalarak "bizler Benî Neccar'ın cariyeleriyiz, Muhammed ne güzel komşudur!" dedikleri bildirilmiştir. Aynı hadisi anlatan başka bir rivayette de Medineli cariyelerin (velâid) çıkıp meşhur Talea'l-Bedru'yu söyledikleri nakledilmektedir.

Görüldüğü gibi rivayetlerde sevinç çığlıkları atan veya def çalıp kaside okuyan kimseler küçük çocuklarla cariyelerdir. Bu rivayetlerden birincisi Buharî tarafından tahric edilmiştir. Bu rivayet sahih olmakla birlikte cariyelerin def çalıp kaside söylediğine dair bir ifade içermemektedir. İkinci rivayet de Buharî'nin rivayetinin farklı bir varyantıdır. Bu rivayette def ve kasideden söz edilmediği gibi bağıranların kadın olduğuna dair bir ifade de yoktur.

Kadınların kaside/şiir söylediğini bildiren rivayetler ise üçüncü ve dördüncü rivayetlerdir. Dördüncü rivayet İbn-i Hacer'in de temas ettiği gibi munkatıdır, usul açısından ahkama mesned olamaz. Üçüncü rivayet yine İbn-i Hacer'in ifadesiyle Hakim tarafından Şeyhayn'ın şartına uygun olarak tahriç edilmiştir. Fakat ben Hakim'in el-Müstedrek'inde böyle bir hadise rastlayamadım. Muhtemelen, -İbn-i Hacer'in sehvi mevzu bahis değilse- el-Müstedrek'in İbn-i Hacer'in elinde mevcut başka nüshasında böyle bir rivayet olabilir.

Üçüncü rivayeti Hakim'in tahriç ettiğini tespit edemesem de aynı rivayetin başkaları tarafından tahriç edildiği sabittir. Bu rivayetlerin bir kısmında Neccar oğullarından cariyelerin (cevârî/kaynât) hicret sırasında kaside söylediği, bazılarında da Medine'de bir düğün sırasında kaside söylediği (İbn-i Mace, 1899) ve Peygamberimizin onlara dua ettiği nakledilmektedir ki, anılan rivayetler makbuldür. Fakat bu rivayetlerin hemen hepsinde def çalıp kaside söyleyen kızların cariye oldukları açıkça ifade edilmektedir. Bunun gibi üçüncü maddede Hz. Aişe'nin, Peygamberimizin yanında kasidelerini dinlediği kadınlar da (câriye/kaynât) birer cariyedir. Burada da hoca efendi aynı usul hatasını tekrar etmiş ve cariyelerle ilgili bir rivayeti günümüz kadın şarkıcıları için mesnet kabul etmiştir.

Burada ısrarla, konumuzla ilgili rivayetlerde geçen asr-ı saadet cariyelerinin hür kadınlar şeklinde anlaşılmasının hatalı ve ciddi bir kavram kargaşasına sebebiyet verdiğini söylüyoruz. Bundaki ısrarımız, aslında fetvanın tek dayanağı olan bu rivayetlerdeki "cevârî" ve "kaynât" gibi kelimelerin yaygın kullanımını ve asr-ı saadet dönemi Arap toplumunda hâkim sosyal ve kültürel ortamı hesaba kattığımız içindir. Bu kelimeler, yaygın kullanımı itibarıyla bilinen kadın köleler anlamına gelir. Ayrıca kaynât kelimesi, çoğunluk şarkıcı cariyelere kullanılır. Cevârî kelimesi, -hocanın istidlaline temel kabul ettiği gibi- bazen "yeni ergen olmuş genç kız" manasında kullanılsa da, bu, o dönemin sosyal ve kültürel koşulları dikkate alındığında gündeme getirilebilecek bir ihtimal değildir.

Hocanın bir diğer hatası bilgi eksikliği olarak dördüncü maddede karşımıza çıkıyor. Burada hoca efendi, kadının sesinin ve musikînin haram oluşuna dair sahih ve katî bir delilin olmadığını söylemekle doğrusu işi karambole getirmeye çalışıyor. Şöyle ki, soru kadının musikî icra etmesiyle alakalı olduğu halde, hoca efendi burada kadının sesinin veya genel musikînin hükmünden bahsediyor. Şimdi hocanın bu cümlesini hızlıca okuyan biri, buradan, kadının şarkı söylemesinin haram olduğuna dair güçlü bir delil olmadığı zehabına çok rahat kapılabilir.

Dolayısıyla bağlamı hesaba katılarak bu ifadelerin kadının şarkı söylemesiyle alakalı olduğunu düşünmek hoca efendiye haksızlık anlamına gelmeyecektir. Şu halde hoca efendi çalgıcı kadınları (muğanniyât/kaynât) ve çalgı aletlerini (meazif/melâhî) yeren, onların kullanımını nehy eden ve ahir zamanda şarkıcı kadınları dinlemenin mübah kabul edileceğini bildirerek bu tutumu zemmeden onlarca sahih hadisi gözden kaçırmış olmalıdır.

Evet, doğrusu burada içim rahat değil, hoca efendi bu rivayetleri görmemiş olamaz. Kaldı ki, sadece kadının sesinden ve sadece musikiden söz ederek seçme ifadeler kullanması, onun bu gibi rivayetlerin pekâlâ farkında olduğunu gösteriyor. Ama hocanın farkında olmadığı –ya da farkında olmak istemediği- bir şey var ki o da, günümüz şarkıcı kadınların Neccâr oğullarının cariyeleriyle değil, işte zemmedilen bu sonuncu kadınlarla/müğanniyâtla ilişkilendirilmesi gerektiğidir.

Fetvanın can alıcı noktasını teşkil eden son cümlede hüküm kişilerin kendi inisiyatifine bırakılıyor ve dikkat edilirse burada kadın erkek arasında bir fark görülmüyor. Ayrıca "olumsuz etkilenmek" nedir? Bu da havada duruyor. Haram helal gibi bir hükmün böyle şahıstan şahısa değişebilen ve açık kriterlere istinad etmeyen bir hale/duyguya bağlanması da usul açısından hatalıdır. Çünkü usul-i fıkıh da hükme illet olduğu iddia edilen şeyin zahir ve standart/munzabıt olması gerekir.

Konunun teorik boyutu bir tarafa, bu fetvanın pratiğinde de ciddi belirsizlikler var. Acaba olumsuz yönde etkilenmekten maksat, şarkı söyleyen kadınla cima hayalleri kurmak mıdır? Yoksa dinleyen kişinin kalbinin ona meyledip, şarkıcıya karşı sıcak duygular hissetmesi midir? Veya söyleyen kadın ya da erkek olsun, şarkı dinlediğimizde içimizde en ufak bir kıpırtı veya farklı çağrışımların oluşması mı kastediliyor?

Eğer sonuncusu kastediliyor ise, fetvayı böyle bir kayda bağlamakla kadından musikî dinlemeye cevaz vermemek arasında bir fark yoktur. Zira özellikle bir kadın şarkıcı dinleyip de en ufak bir duygu ve çağrışıma kapılmayacak kimse nadirattandır ki, fıkıhta nadirata itibar yoktur.

Eğer ikinci şık kastediliyorsa, kadın şarkıcı dinleyip de böyle bir duyguya kapılmamak da zordur. Zira kadın şarkıcılara hayranlık duyan, meşhur şarkıcılara âşık olan gençlerin sayısı yüz binlerle ölçülmektedir. Çoğunluk insanlar böyle bir duyguya kapılabilir, içlerinde o kimseye karşı bir sevgi oluşur.

Eğer birinci şık kast ediliyorsa, bu azınlıktır ve fetvada böyle bir kesimi hesaba katmak bir dereceye kadar makuldür; ama böyle bir ölçünün hocanın elindeki delili nedir. Elverir ki, hocanın onu da açıklaması gerekirdi. Peki şimdi hoca efendi hangi şıkkı kastetmiştir ve bu fetvayı okuyan kişi neye göre hareket edecektir. Şunu anlamak için kehanete gerek yoktur ki, çoğunluk insanlar burada olumsuz etkiden birinci şıkkı anlayacaktır. Çünkü memleketimizde çirkin addedilen bu şıktır. Kötü duygular dendiğinde insanların zihninde hemen bu durum canlanacaktır. Toplumumuz maalesef ikinci şıkkın kötü ve gayr-i ahlakî olduğunu düşünemeyecek kadar dejenere olmuş vaziyettedir. Şu halde burada belirsiz bir ölçü getirmek suretiyle insanları yanıltmak vardır.

Ayrıca sonunda hükmün getirilip insanların kendi takdirlerine bırakıldığı fetvalar şöyle bir paradoksa yol açıyor. Kadın şarkıcıyı dinlediği halde kalbine kötü bir şey gelmeyecek olan kişi zaten iyi bir zahid olmalıdır. Böyle bir kimsenin müzikle ilgili bir sorusu da olmaz. Dolayısıyla böyle bir fetvanın anlamı yoktur. Eğer bir insan aksine kadın şarkıcıyı dinleyip de olumsuz yönde etkilenecek kadar kendine sahip olamayan biriyse, aynı adamın bizim verdiğimiz fetvaya binaen çekinip müzik dinlemeyeceğini nasıl bekleyebiliriz? Bu durumda da verdiğimiz fetva uygulama açısından hiçbir kıymet ifade etmez ki yine anlamsız demektir.

Fetvanın bir başka yanıltıcı tarafı, bir insan baştan kötü etkileneceğini bilmiyorsa bu durumda kadından musikî dinlemesine cevaz veriyoruz, demektir. İş böyle olunca da bir amelin hükmü o amelin yapılmasına bağlanmış oluyor. Oysa amelin yapılıp yapılmaması için hükmünün önceden bilinmesi ve ona göre yapılıp yapılamayacağına karar verilmesi gerekir. Peki aynı kimse dinledikten sonra kötü duygu hissettiğini fark etse bu durumda ne olacak?

Verilen fetvaya göre bu kimsenin başından beri musikî dinlemesi haram olmuş olacak. Bu durumda o haramın vebalini kim üstlenecek?

Sonuç olarak Hayrettin Karaman hoca efendinin mezkur fetvası, gerek istidlal mantığı, gerekse iftâ ve içtihat usûlü açısından tutarsızlıklar arz etmektedir. Ayrıca konuyla ilgili rivayetler ve bu rivayetlerin tahlil ve izahları hakkında yeterli araştırma yapılmadığı, kısa yoldan arzulanan sonuca varılmak istendiği gözlenmektedir. Üstelik milyonlarca Müslümanı ilgilendiren ve haram-helal çerçevesine giren bir konunun, böyle düz mantık işlemleriyle çözümlenmeye çalışılması, iftâ ve irşad makamında olan büyüklerimizin taşıdığı sorumluluk ve ciddiyetin ne boyutlarda olduğunu göstermesi bakımında esef vericidir.
Ahkâmü'l-Avrati ve'n-Nazar, s. 105.

Fethu'l-Bârî, c. 7, s. 7.

en-Nihaye fi Garîbi'l-Eser, c. 4. s. 118.

Lisânü'l-Arab, c. 14, s. 143; es-Seâlibî, Kitabü Fıkhi'l-Lüğa, s. 93.

Sahih-i Buharî, 5590; Hakim, el-Müstedrek, 8572; Müsned-i Ahmed bin Hanbel, 22285.

 

Nevin_1982

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 Eyl 2006
Mesajlar
5,000
Tepki puanı
8
Puanları
38
Yaş
41
Konum
sakarya
Öyle alimler tanıdım, yanlarında avuç içi kadar mermer taşırlardı teyemmüm almak için! Siz uçakla hacca giderken ve kimbilir kaçıncı uçak yolculuğu, neden böyle hayati bir tedbiri almadınız.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt