Emri Maruf Yapmamak
Cihad; emr-i maruf ve nehy-i anil-münker demektir. Yani Allahü teâlânın emir ve yasaklarını, Onun kullarına ulaştırmak, inkâr edenlere imanı, iman edenlere de ilm-i hallerini öğretmek, onların haram işlemelerine mani olmak, sonsuz felaketten kurtarmak demektir.
Peygamber efendimiz, Eshab-ı kiram, Tabiin ve Selef-i salihinin hepsi, emr-i maruf ve nehy-i münker yapmak için çok uğraştılar ve bu yolda nice eziyet ve cefalara katlandılar. Hadis-i şerifte; (Günah işleyeni, elinizle men ediniz, buna kuvvetiniz yetmezse, sözle mani olunuz. Bunu da yapamaz iseniz, kalbinizle beğenmeyiniz! Bu ise, imanın en aşağısıdır) buyurulmuştur.
Amirler el ile, âlimler dil ile, cahiller ise kalb ile Emr-i maruf yapar. Günah işleyene tatlı sözle Emr-i maruf, yani nasihat edilir. Dinlemezse, fitne çıkacaksa edilmez, susulur.
Emr-i maruf terk edilirse, gelen beladan, iyiler de kurtulamaz. Nitekim hadis-i şerifte; (Allahü teâlâ, Cebrail aleyhisselama, filan şehri yerin dibine geçir, diye emretti. Cebrail, ya Rabbi! Bu şehirdeki filanca kulun sana bir an isyan etmedi. Hep itaat ve ibadet ediyor deyince, onu da beraber geçir! Zira günah işleyenleri görünce, bir kerecik yüzünü değiştirmedi) buyuruldu.
Eshab-ı kiram, Allahü teâlânın dinini, Onun kullarına yaymak, ulaştırmak için, vatanlarını, evlerini terk ettiler. Halbuki bunların, hanımları, çocukları, evleri, bağları, bahçeleri vardı. Bunların hepsini yani bağlarını, bostanlarını terk ettiler ve bir daha da geri dönmediler. Eshab-ı kiramın hanımları, evlatları, yakınları da ne kadar sabırlı imiş. Hiçbir zaman, zorluk çıkarmadıkları gibi, hep destek olmuşlardı. Eshab-ı kiram, Allahü teâlânın dinini, insanlara duyurmak için gittiler ve bir daha da geri gelmediler. Anadolu’da, Erzurum’da dağın tepesinde eshab-ı kiram kabri bulunmaktadır.
Nereden nereye gelmişler. Sadece Anadolu’nun değil, dünyanın her yerine dağılmışlar. Halbuki gittikleri ülkelerin lisanını bilmiyorlardı ve o ülkelerde yaşayan insanlar, inkâr bataklığında idi. Tanıdık, bildik, tek bir dost sima da yoktu. Peki niçin gitmişlerdi? Kendilerinin tattığı iman nimeti ile, Allahü teâlânın diğer kulları da şereflensin, inkâr bataklığından kurtulsunlar ve bu uğurda vefat ederlerse, şehidlik rütbesine kavuşmak için gitmişlerdi. Her şeyden önce, Allahü teâlânın, cihad ediniz, emr-i marufta bulununuz emrini yerine getirmek için, yurtlarını terk etmişlerdi.
Allahü teâlânın cihad, emr-i maruf yapmak emri, yalnız Eshab-ı kiram için değildir. Kıyamete kadar gelecek bütün Müslümanların üzerine cihad etmek yani emr-i maruf yapmak farzdır. Müslüman olarak hepimize farzdır. Herhangi bir Müslüman, nasıl ki namazdan, oruçtan, hacdan, zekattan sorumlu ise, bunları yerine getirmekten kurtulamazsa, cihad etmekten, emr-i maruf yapmaktan da kurtulamaz. Çünkü namazın, orucun farz olması gibi, emr-i maruf yapmak da farzdır. Eğer bir Müslüman, cihad etmezse, emr-i maruf yapmazsa, Allahü teâlânın bu emrini dinlememiş olur.
Allahü teâlâ kime ne imkan vermişse, onu, Allah yolunda, yani insanların dünya ve ahiret saadetlerine kavuşmaları için sarf etmesi gerekir. Sarf etmezse, namazı, orucu, zekatı terk etmiş gibi vebal altında kalacaktır. Eğer İslamiyet, bizden öncekilerin canlarıyla, mallarıyla, her türlü fedakârlıklarıyla bize kadar gelmeseydi, biz de bugün, inkâr bataklığında boğulur giderdik.
Ecdadımız da, Eshab-ı kiram gibi, terki diyar, terki vatan ederek, bir daha dönmemek üzere, İslamiyet’i, dünyanın ulaşabildikleri yerlerine yaymışlardır. Onların evlatları ve torunları olarak bizler de, İslamiyet’i yayacağız ki zaten iş de budur. Kime yayacağız? Önce hanımımıza, çocuğumuza, komşumuza, sonra lafımız kime geçiyorsa onlara anlatacağız. Fitneye sebep olmadan, hiç kimseyi incitmeden, kırmadan ya bir kelime söyleyerek, veya doğru bir kitap vererek, bir şey yaparak mutlaka Cenab-ı Hakkın dininden bahsetmeliyiz.
Eğer emr-i maruf, nehy-i anil-münker terk edilirse, en kötülerimiz, başımıza gelir. Çünkü hadis-i şerifte; (Siz elbette iyiliği emir, kötülükten de nehyetmelisiniz. Emr-i maruf ve nehy-i münkeri terk ederseniz, Allahü teâlâ en kötülerinizi, hayırlılarınızın üzerine musallat eder. O zaman hayırlılarınız, kötülerin defi için dua ederlerse, duaları kabul olunmaz) buyurulmuştur.
Netice olarak, eğer biz, huzurlu olmak ve iyi insanların başımıza gelmelerini istiyorsak, önce bize düşen vazifeyi yapmamız lazımdır. Biz, Allahü teâlânın emirlerine, yasaklarına ne kadar uyarsak, amirlerimiz de, büyüklerimiz de o kadar güzel olur. Biz, emr-i marufu terk edersek, hem dünyada azap çekeriz, başımıza belalar gelir, hem de ahirette azap çekeriz.
Cihad; emr-i maruf ve nehy-i anil-münker demektir. Yani Allahü teâlânın emir ve yasaklarını, Onun kullarına ulaştırmak, inkâr edenlere imanı, iman edenlere de ilm-i hallerini öğretmek, onların haram işlemelerine mani olmak, sonsuz felaketten kurtarmak demektir.
Peygamber efendimiz, Eshab-ı kiram, Tabiin ve Selef-i salihinin hepsi, emr-i maruf ve nehy-i münker yapmak için çok uğraştılar ve bu yolda nice eziyet ve cefalara katlandılar. Hadis-i şerifte; (Günah işleyeni, elinizle men ediniz, buna kuvvetiniz yetmezse, sözle mani olunuz. Bunu da yapamaz iseniz, kalbinizle beğenmeyiniz! Bu ise, imanın en aşağısıdır) buyurulmuştur.
Amirler el ile, âlimler dil ile, cahiller ise kalb ile Emr-i maruf yapar. Günah işleyene tatlı sözle Emr-i maruf, yani nasihat edilir. Dinlemezse, fitne çıkacaksa edilmez, susulur.
Emr-i maruf terk edilirse, gelen beladan, iyiler de kurtulamaz. Nitekim hadis-i şerifte; (Allahü teâlâ, Cebrail aleyhisselama, filan şehri yerin dibine geçir, diye emretti. Cebrail, ya Rabbi! Bu şehirdeki filanca kulun sana bir an isyan etmedi. Hep itaat ve ibadet ediyor deyince, onu da beraber geçir! Zira günah işleyenleri görünce, bir kerecik yüzünü değiştirmedi) buyuruldu.
Eshab-ı kiram, Allahü teâlânın dinini, Onun kullarına yaymak, ulaştırmak için, vatanlarını, evlerini terk ettiler. Halbuki bunların, hanımları, çocukları, evleri, bağları, bahçeleri vardı. Bunların hepsini yani bağlarını, bostanlarını terk ettiler ve bir daha da geri dönmediler. Eshab-ı kiramın hanımları, evlatları, yakınları da ne kadar sabırlı imiş. Hiçbir zaman, zorluk çıkarmadıkları gibi, hep destek olmuşlardı. Eshab-ı kiram, Allahü teâlânın dinini, insanlara duyurmak için gittiler ve bir daha da geri gelmediler. Anadolu’da, Erzurum’da dağın tepesinde eshab-ı kiram kabri bulunmaktadır.
Nereden nereye gelmişler. Sadece Anadolu’nun değil, dünyanın her yerine dağılmışlar. Halbuki gittikleri ülkelerin lisanını bilmiyorlardı ve o ülkelerde yaşayan insanlar, inkâr bataklığında idi. Tanıdık, bildik, tek bir dost sima da yoktu. Peki niçin gitmişlerdi? Kendilerinin tattığı iman nimeti ile, Allahü teâlânın diğer kulları da şereflensin, inkâr bataklığından kurtulsunlar ve bu uğurda vefat ederlerse, şehidlik rütbesine kavuşmak için gitmişlerdi. Her şeyden önce, Allahü teâlânın, cihad ediniz, emr-i marufta bulununuz emrini yerine getirmek için, yurtlarını terk etmişlerdi.
Allahü teâlânın cihad, emr-i maruf yapmak emri, yalnız Eshab-ı kiram için değildir. Kıyamete kadar gelecek bütün Müslümanların üzerine cihad etmek yani emr-i maruf yapmak farzdır. Müslüman olarak hepimize farzdır. Herhangi bir Müslüman, nasıl ki namazdan, oruçtan, hacdan, zekattan sorumlu ise, bunları yerine getirmekten kurtulamazsa, cihad etmekten, emr-i maruf yapmaktan da kurtulamaz. Çünkü namazın, orucun farz olması gibi, emr-i maruf yapmak da farzdır. Eğer bir Müslüman, cihad etmezse, emr-i maruf yapmazsa, Allahü teâlânın bu emrini dinlememiş olur.
Allahü teâlâ kime ne imkan vermişse, onu, Allah yolunda, yani insanların dünya ve ahiret saadetlerine kavuşmaları için sarf etmesi gerekir. Sarf etmezse, namazı, orucu, zekatı terk etmiş gibi vebal altında kalacaktır. Eğer İslamiyet, bizden öncekilerin canlarıyla, mallarıyla, her türlü fedakârlıklarıyla bize kadar gelmeseydi, biz de bugün, inkâr bataklığında boğulur giderdik.
Ecdadımız da, Eshab-ı kiram gibi, terki diyar, terki vatan ederek, bir daha dönmemek üzere, İslamiyet’i, dünyanın ulaşabildikleri yerlerine yaymışlardır. Onların evlatları ve torunları olarak bizler de, İslamiyet’i yayacağız ki zaten iş de budur. Kime yayacağız? Önce hanımımıza, çocuğumuza, komşumuza, sonra lafımız kime geçiyorsa onlara anlatacağız. Fitneye sebep olmadan, hiç kimseyi incitmeden, kırmadan ya bir kelime söyleyerek, veya doğru bir kitap vererek, bir şey yaparak mutlaka Cenab-ı Hakkın dininden bahsetmeliyiz.
Eğer emr-i maruf, nehy-i anil-münker terk edilirse, en kötülerimiz, başımıza gelir. Çünkü hadis-i şerifte; (Siz elbette iyiliği emir, kötülükten de nehyetmelisiniz. Emr-i maruf ve nehy-i münkeri terk ederseniz, Allahü teâlâ en kötülerinizi, hayırlılarınızın üzerine musallat eder. O zaman hayırlılarınız, kötülerin defi için dua ederlerse, duaları kabul olunmaz) buyurulmuştur.
Netice olarak, eğer biz, huzurlu olmak ve iyi insanların başımıza gelmelerini istiyorsak, önce bize düşen vazifeyi yapmamız lazımdır. Biz, Allahü teâlânın emirlerine, yasaklarına ne kadar uyarsak, amirlerimiz de, büyüklerimiz de o kadar güzel olur. Biz, emr-i marufu terk edersek, hem dünyada azap çekeriz, başımıza belalar gelir, hem de ahirette azap çekeriz.