Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

EMR-İ BİLMARUF ile TEBLİĞ AYRI VAZİFELERDİR... (1 Kullanıcı)

Siyahgulsevdalisi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Haz 2006
Mesajlar
2,046
Tepki puanı
0
Puanları
0
EMR-İ BİLMARUF ile TEBLİĞ AYRI VAZİFELERDİR

"Emr-i bilmaruf ve nehy-i anilmülker vazifesi ile temsil ve tebliğ vazifesi birbirinin aynı olan vazifeler değildirler. Bu iki vazifeyi yerine getirecek olan vazifeliler ayrı olmakla beraber, bu vazifeyi yerine getirirlerken karşılarındaki muhatapları da ayrıdır. Bununla beraber, bu iki vazife yerine getirilecek ortam yönünden de farklıdır, iki farklı ortam da yerine getirilmesi gereken vazifelerdir.

Allah'ın adıyla. O her türlü kusur ve noksandan uzaktır.

Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.

Emr-i bilmaruf ve nehy-i anilmülker ile temsil ve tebliğ vazifeleri, Asr-ı Saadet'ten sonraki veya en fazla ilk 300'den sonraki dönemlerde hep birbirine karıştırılmıştır. Temsil ve tebliğ vazifesi içinde emr-i bilmaruf ve nehyi anilmülker vazifesi de vardır, fakat emr-i bilmaruf ve nehy-i anilmülker vazifesi içinde, temsil ve tebliğ vazifesi yoktur.
Emr-i bilmaruf ve nehy-i anilmülker vazifesi ile temsil ve tebliğ vazifesi birbirinin aynı olan vazifeler değildirler. Bu iki vazifeyi yerine getirecek olan vazifeliler ayrı olmakla beraber, bu vazifeyi yerine getirirlerken karşılarındaki muhatapları da ayrıdır. Bununla beraber, bu iki vazife yerine getirilecek ortam yönünden de farklıdır, iki farklı ortam da yerine getirilmesi gereken vazifelerdir.

Bu vazifeler Kur'an ve Sünnet'e göre yukarıdaki gibi birbirinden ayrılması gerekir, yoksa bu her iki vazifenin de bir vazifelinin vazifesi imiş gibi kabul edilmesi, temsil ve tebliğ vazifesinin değerini emr-i bilmaruf seviyesine düşürür. Asr-ı Saadet'te bile temsil ve tebliğ yapacak vazifeliler Peygamberimiz (asm.) tarafından özel olarak dikkat ve özenle yetiştirilmişlerdir, bunlar Ashab-ı Suffa'dırlar. Temsil ve tebliğin bu güne göre çok daha kolay olduğu o devirde dahi bu böyle yapılmışsa, bizler bu devirde daha bir özen ve dikkatle ayırıp bu vazifeyi ihtisaslaştırmalıyız. Çünkü bu devir; maddiyun felsefesinin zihinleri alabildiğine bulandırarak akılları felç edip mantıkları tersine çalıştırdığı, kalpleri kör ve duyarsız edip, vicdanları susturduğu garibe-i hilkat bir devirdir.

Ayrıca, bu vazife için Kur'an ve Sünnet'en başka bir kaynağa müracaat edemeyiz, zira Kur'an ve Sünnet'te açık ve seçik bir şekilde var olan ve tevili olmayan bir mesele için başka bir kaynağa, yani ne 'İcma'ya ve ne de 'İçtihat'a müracaat edemeyiz. Üstelik söz konusu bu iki kaynak, çağımızdaki bu konu ile ilgili problemlere fazlasıyla çözüm içeriyorsa, bizlerin başka kaynaklara müracaat etmemizin sebebi tembellik gibi bir kasıt olmasa da, belki konuya vakıf olamamamızdan ileri geliyor olabilir.

Bir de bu iki vazifeyi birleştirebilmenin, yani bu iki vazifeyi de bir vazifelinin yapabilmesini sağlamak elbette ki mümkündür, fakat bunun tek bir yolu vardır, o da dünyadaki her insanın tahkiki iman, hakiki tevhide ulaşması ve ahlakının güzel olmasıdır, ancak o zaman temsil ve tebliğ vazifesi ortadan kalkar ve sadece emr-i bilmeruf ve nehy-i anilmülker vazifesi kalır.

Bu iki vazife şunlardır:

Birinci vazife: Temsil ve tebliğ; İslam'ın bilinmediği ve yaşanmadığı toplum veya fertlere her yönden noksansız bir şekilde, yere, zamana ve muhatapların psikolojileri, kişilik yapıları, kültürel birikimleri, bilgi seviyeleri, fikir derinlikleri, vb.ları gibi durumlarına göre, İslam'ın her yönden (iman, ahlak ve fıkıh) örnek bir şekilde yaşanılarak, yani temsil edilerek yapılması gereken bir ilan, bir iletme, bir duyurudur. Bu birinci vazife ikinciyi de kapsar.

İkinci vazife: Nehy-i anilmülker ve emr-i bil maruf; İslam'ın bilinip yaşandığı toplum veya cemaatlar içinde fertlerin, kurumların ve toplulukların birbirlerine karşı yapmaları gereken bir nevi oto kontrol sistemidir ve birbirlerine ahlaki ve fıkhi seviyede hayrı tavsiye ve kötüden men etmek için; önce elle (kuvvet ile), yetiremezse dil ile, ona da gücü yetmezse kalp ile buğz ederek yapılır.

Bu iki vazifeyi yerine getirecek vazifeliler:

1 - Birinci vazifeyi yerine getirecek olanlar; akaid, ahlak, fıkıh, kelam, hadis ve fen gibi ilimlerden yeteri kadar bilen, tasavvufi yönden ise seyr-ü sülukunu tamamlamış ve her ikisini imtizaç ettirerek bunları yaşayan kişilerdir ve ancak onlar bu birinci vazifeyi tam olarak yapabilirler. Bu öyle bir fenaiyet ve fedaiyet ister ki; bu vazifeyi yapacaklar kendilerini bu vazifeye öylesine vakfedip adapte olmalılar ki, karşılarına melekler çıksa dahi kendilerini vazifelerine kaptırıp tebliğ yapmalılar. Her iki vazifeyi de deruhte edecek ehliyettedirler ve her iki vazifeyi de yerine getirebilirler. Acizane bana göre bu gün bu vazifeyi yapmaya en yatkın ve yakın olanlar Gece Yolcuları'dır ve biraz daha gayret ederlerse bu vazifeyi hakkıyla deruhte edeceklerdir inşallah.

2 - İkinci vazifeyi yerine getirecek olanlar ise: İlmi bir ilmihal seviyesinde dahi olsalar, hatta bildiklerini yaşamıyor olsalar da ve bu en düşük seviyede de olsa bu vazifeyi yapabilirler.

Bu iki vazifelinin vazifesini yapacağı muhataplar:

1 - Birinci vazifeyi yerine getirecek olanların muhatapları; İslam'ı bilmeyen ve yaşamayan fertlerden toplumlara kadar dünyadaki bütün insanlardır ve hatta mümkünse cinler bile buna dahildir. Bütün münafık, kafir ve müşriklerdir. İkinci muhataplara karşı da vazife yapabilirler.

2 - İkinci vazifeyi yerine getirecek olanların muhatapları; ideal olan önce kendi nefis ve şeytanlarıdır, sonra İslam Akaidine göre müslüman tanımına uyanlar ve daha sonra ise kendilerini 'müslümanım' diye tanımlayanlardır.

Temsil ve tebliğin en zirve örneği Asr-ı Saadette görülür ve İslam coğrafyasında temsil ve tebliğ yapılacak kimse kalmayınca, Sevgili Peygamberimiz (Allah ona salat ve selam etsin) tarafından özel olarak temsil ve tebliğ yapabilecek şekilde yetiştirilmiş arkadaşları (Allah onlardan ebediyyen razı olsun), temsil ve tebliğ yapmak üzere başka coğrafyalara, hatta dünyanın dört bir yanına dağılmışlardır.

Bugün tebliğ yapacak olan kardeşlerimizin,
1 - Unsur-u Hakikat (hakikatin kısımları).
2 - Unsur-u Belagat (tam yerinde, uygun, düzgün, hakikatli ve güzel söz söylemenin kısımları).
3 - Unsur-u Akide (inancın kısımları) isimli, Üstad'ın kendi ifadesiyle: "Bu kitap üç makale ile üç kitap üzerine müretteptir." dediği Muhakemat'ı en başta dikkate almaları elzemdir.

Bilhassa ikinci makale Unsuru'l Belagat: "Belagatın ruhuna taalluk eden birkaç meselenin beyanındandır" çok önemlidir.

En doğrusunu Allah bilir.

Onu her türlü noksandan tenzih ederiz. Onun bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Ona sonsuz hamd-u senalar olsun, bütün noksanlık ve günahlarımızdan da sonsuz tevbeler olsun.

17 . Kasım . 2005

Baki olan ancak Allah'tır, Ona emanet olun,
aoskan663


***********************************************************

Bir kardeşimizin konu hakkındaki soruları:
Aleyküm selam.Allah razı olsun paylaşımınız için...
Kubilay abinin programlarında ,zihnime düşen mevzuları farkında olmaksızın yanıtlardı...Ben aynı zannediyordum aslında,tebliğ ve Emr-i bilmaruf nehy-i anilmülkeri.Temsil zaten tebliğin içinde bir kavramdı.Zannımca.Değilmiş anlatığınıza göre.Benimde ruhumun bir yanı tebliği arzulardı yoğun bir şekilde.Yani tebliğ yapamıyacakmıyım?Ama zaten beni aşıyormuş.Neyse ilmimi tamaladıktan sonra emri bilmaruf nehyi anilmülker yaparım bende.Tabi Allah izin verirse.Bir şey sorabilirmiyim.Unsuru belagatten kasıt,güzel konuşmamıdır?edebi konuşma tarzı falanmı? Sadece hakikati konuşmamıdır kastettiğniz.Hakkınızı helal edin.Ona emanet kalın...slm slm

************************************************************

Bizim cevabımız:
Aleyküm selam Sevgili Kardeşim, hiç bir hakkımız yoktur varsa eğer canı gönülden helal olsun, Allah sizden de razı olsun inşallah.

Sevgili kardeşim temsil ile tebliğ birbirinden ayrı kavramlar değildirler, acizane benim ayrı yazıp temsile vurgu yapmamdaki sebep; Günümüzde tebliğ denilince sanki sadece dil ile, yani söz kalabalıklığı ve yazı ile bir duyuru, bir ilan ve bir propoganda ve hatta bir reklam gibi algılanıp öyle yapılıyor olmasıdır. Sizin de belirttiğiniz gibi aslında tebliğ dediğimizde elbette temsil de onun içindedir ve öyle ki bu vazifeyi önce yaşayarak kendi nefis ve şeytanımıza yapıp bir tecrübe kazanmadan, başkasına nasıl yapabilir ve inandırıcı olabiliriz? Kendi evlad-ı iyalimize bile hiçbir şey anlatamayıp, ancak kendimizi kandırırız.

Tebliğ edileni bilebilmek başka, yapabilmek başka ve anlatabilmek ise tamamen başkadır, çünkü anlatabilmek bir ihtisaslaşma işidir. Anlatabilmek fiilini hitabetle; tebliğciyi hatip veya vaizle karıştırmamak gerekir, hatip veya vaiz açık, vazıh ve fasih konuşsa yeterlidir, fakat tebliğci için bunların yanında olmazsa olmaz olan belagat ve icazat ta gereklidir.

Üstad Unsuru'l Belagat'ın başında belagatın nasıl bozulduğunu ve lafızperestlik (aşırı sözseverlik) hastalıklarını açıklar ve bu açıklama bütün ilim, kültür, teknik ve güzel sanatlar alanlarındaki faaliyetleri de kapsar:

"Aşırı sözseverlik (lafızperest) nasıl bir hastalıktır; öyle de, aşırı biçimseverlik (suretperestlik), aşırı ifadeseverlik (üslupperestlik) ve aşırı misalseverlik (teşbihperestlik) ve aşırı hayalseverlik (hayalperestlik) ve aşırı kafiyeseverlik veya aşırı uyakseverlik (kafiyeperestlik), şimdi (1911) genellikle, ileride ifratla, tam bir hastalık ve manayı kendine (söze) feda edecek derecede bir maraz olacaktır. Hatta bir zarif nükte için veya kafiyenin hatırı için, çok şair, şairlikte edepsizlik etmeye şimdiden başlamışlardır." ((Muhakemat, Unsuru'l Belagat, Birinci Mesele, Tenbih)) (günümüz Türkçesi, aoskan663)

gibi hastalıklardan her hangi biri ile malül olma durumu söz konusu olabilir şöyle ki:

Lafızperest (aşırı sözsever) birisi sözlerini ve yazdıklarını güzelleştirme, süslendirme ve diksiyon uğruna; suretperest (aşırı biçimsever) diğeri sözlerine ve yazdıklarına yükseklik ve ihtişam vermek uğruna; üslupperest (aşırı ifadesever) bir diğeri sözlerini ve yazdıklarını kendinin yazdığına bir imza veya bir marka gibi beyinlere perçinlemek uğruna; teşbihperest (aşırı benzetmesever) başkası sözlerini ve yazdıklarını anlatabilmek ve anlaşılır hale getirebilmek uğruna; hayalperest (aşırı hayalsever) bir başkası sözlerine ve yazdıklarına derinlik, genişlik ve kapsayıcılık vermek uğruna; kafiyeperest (aşırı kafiyesever veya aşırı uyaksever) ötekisi ise sözlerine ve yazdıklarına simetri, ahenk ve ritim katabilmek uğruna esas manaları ve hakikati katledebilir ve katlediyorlar. Ve bu marazlardan bir birkaç tanesi birden bir kimsede bulunabilir ve bulunuyor da.

Bu durumda olan kelam kullanıcılar ve eğer bu marazlarının da farkında değillerse ki; zaten farkında olsalar bunu yapmazlar, hitap ettikleri kitleleri uzun vadede yanlışa sürükleyebilirler.

"Evet söze süs verilmeli, fakat mananın tabiatını, ruhunu istemek şartıyla. Ve mananın tarzına yükseklik, haşmet vermeli, fakat mananın iznini almak şartıyla. Ve söyleyiş tekniğine parlaklık vermeli, fakat kastedilenin istidatı uygun olmak şartıyla. Ve teşbihe, misale süs vermeli, fakat istenilenin münasebetini göze almak ve rızasını tahsil etmek şartıyla. Ve hayale hareketlilik ve parıldama vermeli, fakat hakikati incitmemek ve ağır gelmemek ve hakikate misal olmak ve hakikatten yardım almak şartıyla." ((Muhakemat, Unsuru'l Belagat, Birinci Mesele, Tenbih)) (günümüz Türkçesi, aoskan663)

Pek ala böyle olmazsa, yani tebliğciler böyle ehil olmazsa ne olur?

Tebliğ yaptıklarını sandıkları kitlelerin, şekilci, kalıpçı, takıntılı ve hatta daha ileri gidip müşrik ve münafıklığa yönelim riski ortaya çıkar, çünkü mana zail olursa mecaz amaç olur ve şekil ön plana geçer. Örneğin takvaperest (tenzihçi) abid ve din alimlerinin sigaraya aşırı yüklenerek içkiyi unuttukları, yani mekruhu haramın üstüne çıkardıkları ki; böyle bir hal küfürdür ve yine zinaya olduğundan fazla yüklenerek ondan kat be kat daha fazla kötü (70 kat) olan içkiyi unuttukları neticesinde toplumumuzda kişi başına düşen alkol tüketimi, katlanarak yükseliyor. Artık gençlerimiz çocuk yaşlarda içkiye başlıyor ve daha sonraları sıvı içki yetmiyor kuru içkiye (uyuşturucu) yöneliyorlar. Burada acizane anlatmak istediğim şudur:
Sevabı tavsiye ve günahı reddetme meselesinden önce imanlar tahkiki değil, tevhidler hakiki değil, ahlak ise hemen hiç yok gibi. Tebliğci tahkiki imanı, hakiki tevhidi ve ahlakı (nefs ve aklın eğitimi) yaşayarak gösterip ve anlatarak öğretirse günahı ve sevabı zaten muhatapları kendileri bulurlar.
İslam tebliğcisi asla başka sistemlerin (siyonizm, marksizm ve kapitalizm gibi) reklam, propoganda ve anlatım tekniklerini kullanarak kamuoyu oluşturma yoluyla tebliğ yapamaz. Bu zaten adı üstünde bir kamuoyu oluşturmadır ve bu da basın yayın organları vasıtasıyla topluma yapılan bir sosyo-psikoterapidir. Kalabalıkları etkileyerek onları bir fikir etrafında toplamadır ki; bu da suni bir birliktelik olması itibariyle geçicidir.
İslam tebliğcisi peygamberani bir temsil ve tebliğ tarzı kullanacak ve meşru olmayan hiç bir yola başvurmayacaktır. Bu asla kuru bir anlatım tarzı olmayıp, kendi temsiliyle tebliği talep edilir duruma getirmektir.

Sünnet-i Seniyye'nin yolu tasavvuf lisanı ile şöyledir; bir müslüman miracını tamamlar ve geriye döner, bunun adı kulluktur kulluğa dönmektir, diğer adı hizmete dönmektir, bir diğer adı tebliğ yapmaya dönmektir. Buraya kadar zaten kendi nefsine ve şeytanına yaşayarak tebliğ vazifesini tamamlamıştır, çünkü tamamlayamamış olsa idi zaten miracını gerçekleştirememiş olurdu. Bundan sonra, yani miraçtan sonra yapacağı Allah'a kulluğun bir gereği olan tebliğ ise; o halde bunu nasıl yapacağını tahsil etmesi gerekecektir.

İşte bu da Muhakemat'a göre şöyle olacaktır:

Birinci aşamada satacağı mala cila vurarak parlatma işlemini nasıl yapacağını tarif eden bir tarifname olan Unsuru'l Hakikat'e müracaat etmesi gerekecektir:

"Birinci Makale, hakikatin kısımları veyahut bazı önsözler ve mesaille İslamiyete cila vurmanın açıklamasındandır."

İkinci aşamada; cila vurarak parlattığı malı (İslamiyet) satabilmesi için ihtiyacı olan tezgahtarlığı nasıl ve ne şekilde yapacağını tarif eden Unsurul Belagata müracaat etmesi gerekecektir:

"İkinci Makale, tam yerinde, uygun, düzgün, hakikatli ve güzel söz söylemenin ve edebi ve güzel san'atlarla sözü doğrudan veya mesaj şeklinde işleyerek söylemenin kısımlarını keşfeder."

Üçüncü aşamada ise; o malın özellikleri ile, o mala ihtiyacı olanlara malın pazarlamasını yapmak için nasıl bir açıklama yapacağını tarif eden Unsurul Akideye müracaat etmesi gerekecektir.

"Üçüncü Makale, inancın kısımlarıyla, Japonlar gibi olanların, yani hakikati araştıranların sorularına verilecek cevapların açıklamasındandır."

Bu izahatlardan sonra artık sizin sorunuz olan, Unsuru'l Belagat'tan kastın ne olduğunu, kısaca şöyle ifade edebiliriz inşallah:

Belagatın manası:

Belagat tam yerinde, uygun, düzgün, hakikatli ve güzel söz söylemek ve bu sözlerle beraber her hangi meşru bir sanat dalı (şiir, roman, hikaye, nesir, resim gibi her türlü meşru san'atsal), bilimsel, felsefi ve her türlü meşru kültürel faaliyetler ve yaşanılan hayat ile İslamı ifade etmektir.

Unsuru'l Belagat'ın maksadı ise:

Belagatın kısımları ile nasıl kullanılacağı ve kelamın hastalıklarını deşifre eder.

Sevgili ilimyolcusu kardeşim, Unsuru'l Belagat hakkında "Muhakemat'ın İkinci Makalesi UNSURU'L BELAGAT'ın İçeriği" isimli daha geniş bir izahatı panoya asıyorum, sorunuza daha doyurucu bir cevap olur inşallah.

En doğrusunu Allah bilir. O'nun bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur.

Allah'a emanet olun,

Dualarınıza muhtaç kardeşiniz,

******************************************************

Yine aynı kardeşimizin cevabı:
Allah razı olsun.Evvel kendi nefsimizi tebliğ demişsiniz. Eyvallah
Paylaşımınız için çokça teşekürler.Unsurul belagatın içeriğinide İnşaallah okuyacağım forumda.
Ona emanet olun...slm slm
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt