Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Emr-i Bi'l Marûf Ve Nehy-i Ani'l Münker Hükümlerinden (1 Kullanıcı)

HUSEYIN SASMAZ

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eyl 2009
Mesajlar
1,204
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
60
Emr-i Bi'l Marûf Ve Nehy-i Ani'l Münker Hükümlerinden
Yâsin İbn-u Ali
İKİNCİ BÖLÜM
1) Farzın Şümûlü
2) Toplumun Himâyesinde Farzın Ehemmiyeti
3) Şâri'n Farzın İkâmesini Dayandırdığı Cihetler
4) Devlet Olmadığında Emr-i Bi'l Marûf, Nehy-i Ani'l Münker
5) Devlet Olmadığında Cemâatin işi
Farzın Şümûlü
Emr-i Bi'l Marûf Ve'n Nehy-i Ani'l Münker vâcibi, İslâm'ın yönlerinden bir yöne veya alanlarından bir alana mahsûr değildir. Ancak Emr-i Bi'l Marûf Ve'n Nehy-i Ani'l Münker, akidevî, taabbudî, siyâsî, ictimâî, iktisâdî v.b olsun bütün yönlere şâmildir. Şeyh Et-Tâhir İbn-u Aşûr, Allah'u Teâlâ'nın وَلْتَكُن مِّنكُمْ أُمَّةٌ يَدْعُونَ إِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ "Sizden, hayra davet eden, marûfu emredip münkerden nehyeden bir cemâat bulunsun." kavli hakkında şöyle der: "Hayır, marûf ve münkerin başındaki belirlilik takısı, istiğrâk belirliliğidir. İstiğrâk belirliliği, ilim ve mukadderin kendisinde son bulacağı şeye göre muamelâtta umûm ifâde eder. Örfî istiğrâka benzer."[1]
Münker lafzı, Sallallahu Aleyhi Ve Sellem'in: من رأى منكم منكرا فليغيره بيده "Sizden kim bir Münker görürse, onu eliyle değiştirsin." Sözünde de âmm olması nekrâ olarak gelmiştir. Çünkü şartın siyâkındaki nekrâ, tıpkı nefy ve nehyin siyâkında âmm olduğu gibi, âmm olur. Nitekim bu durum, usûl ehli nezdinde kararlaştırılmıştır.
Bu nedenle, marûf ve münkeri kısımlaştırmak ve sadece muayyen bir takım yönlere hasretmek, tedâvisi ve tashihi gereken çirkin hatalardandır. Bundan dolayı Müslümanlardan kimileri, namaz, zekât, hacc gibi, ibâdetlerle ilgili marûflara davet ediyorlar. Siyâset ve yönetim gibi ibâdetler dışındaki diğer marûfları emretmeyi terk ediyorlar. İnsanlardan kimileri de avama marûfları emrediyorlar ve münkerlerden nehyediyorlar. Ama eliti, yöneticileri, emirleri, toplumda kuvvet ve nüfûz sahibi kişileri görmezden geliyorlar. Bu kişilerin vâcibleri ihmal etmeleri, haramları, büyük günahları işlemeleri, velev ki bunu görseler ve bizatihi vâkıf olsalar da, kendilerini ilgilendirmiyor.
Sünneti Nebevîde Emr-i Bi'l Marûf Ve'n Nehy-i Ani'l Münker vâcibinin bölünme kabul etmeyeceğine delâlet eden hususlar vardır. İnsanlardan bir tâifeye yağcılık, yardakçılık nedeniyle ondan bir kısmını terk etmek, o tâifenin münkerlerini görmezden gelmek, bütün farzın terkine yol açar. Farz terk edildiğinde, dere-tepe yol olur ve herkesi kapsar.
Abdullah İbn-u Amr'dan, ben, Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem'i şöyle buyururlarken işittim dediği rivâyet edildi: إذا رأيت أمتي تهاب الظالم أن تقول له أنت ظالم فقد تودع منهم "Sen, ümmetimi zâlime "Sen Zâlimsin" demekten korktuğunu gördüğünde, onlardan ümit kesilmiştir."[2] Huzeyfe şöyle dediği rivâyet edildi:قلت للنبي صلى الله عليه وسلم يا رسول الله متى نترك الأمر بالمعروف والنهي عن المنكر وهما سيدا أعمال أهل البر؟ قال إذا أصابكم ما أصاب بني إسرائيل قلت يا رسول الله وما أصاب بني إسرائيل؟ قال إذا داهن خياركم فجاركم وصار الفقه في شراركم وصار الملك في صغاركم فعند ذلك تلبسكم فتنة تكرون ويكر عليكم "Nebi Sallallahu Aleyhi Ve Sellem'e dedim ki: "Yâ Rasûlullah! Onlar, birr ehlinin amellerinin efendileri oldukları halde ne zaman biz, Emr-i Bi'l Marûf Ve'n Nehy-i Ani'l Münkeri terk edeceğiz.". "Beni İsrâîl'e isâbet eden sizlere de isâbet ettiğinde." Buyurdu. Ben "Yâ Rasûlullah! Beni İsrâîl'e ne isâbet etti?" dedim. O da "Sizin hayırlılarınız, fâcirlerinize yağcılık ettiğinde, fıkıh şerlilerinizde, hükümdarlık da küçüklerinizde olduğu vakit." Buyurdu. O zaman sizleri bir fitne bürür, siz tekrarladıkça fitne de sizlere tekrarlanır." buyurdu."[3]
Şüphesiz Emr-i Bi'l Marûf Ve'n Nehy-i Ani'l Münkeri bölmek, hevânın hakemliğine, rağbet ve korkuya binaen insanlardan kendilerine emredilen ve nehyedilen kimseleri, kendilerine emredilmeyen ve nehyedilmeyen kimselerden ayırıp seçmek, umumî belânın yakınlaştığına delâlettir. Bunun için Emr-i Bi'l Marûf Ve'n Nehy-i Ani'l Münker fıkhını anlayanlara, onun ehemmiyetini kavrayanlara, hükümlerinde fakihleşenlere, dinlerine ve ümmetlerine muhlis olanlara, insanların basiretini bu bölme ve elemenin tehlikesine ve bunun şer'î hükme muhalefetine dikkatlerini çekmek, bu farizayı güzel ve netice verici şekilde yerine getirmenin, ondaki önemli bir aslın muhafazasıyla olacağını beyân etmek gerekir. O önemli asılda Şâri'n sınırlandırdığı keyfiyete şümûl olmalıdır.
Toplumun Himâyesinde Farzın Ehemmiyeti
Toplum, herhangi bir toplum, insanlardan, fikirlerden, duygulardan ve nizâmlardan müteşekkildir. İnsanların davranışlarına hükmeden fikirler ve duygular İslâm'î olduğunda, üzerlerine tatbik edilen nizâm da İslâm'î olursa, toplum İslâm'î bir toplum olur. Bütün insanlar Müslüman olurlar, fikirler veya duygular veya nizâmlar, gayri İslâm'î olurlarsa, bütün insanların veya ekserisinin Müslüman olmalarına rağmen toplum, gayri İslâm'î toplum olur.
Madem ki toplum, genel örf üzerine yani insanlar nezdindeki tek fikirler ve duygular üzerine ve toplumdaki insanların davranışını zapteden nizâm üzerine kuruludur, işleri de razı oldukları mefhumlar ve kanaatlerle yürütülürse, o zaman toplumun ıslâhı toplumda egemen olan genel örf ve onu tanzim eden nizâma göre kıyâslanır, deriz.
Toplumun ıslâhının devamlılığı, onun hastalıklardan hâli, yoksun, sağlıklı bir toplum olarak bekâsı için ve onun dinamiklerini, sütunlarını muhâfaza etmek, üzerinde meydana gelebilecek herhangi bir halel ve inhirâftan dâhilî olarak onu korumak için İslâm, Emr-i Bi'l Marûf Ve'n Nehy-i Ani'l Münkeri teşrî etti. Çünkü Emr-i Bi'l Marûf vucûbiyeti, toplumun üzerlerine kurulduğu, insanların onları örf edindikleri misâk gibi, davranışı zapteden, onlardan sapmaları câiz olmayan kâideler gibi, insanlar nezdinde yerleşen esâsî mefhumlar ve mikyâsların bekâ vucûbiyetini ifâde eder. Münkeri inkâr vucûbiyeti de, haram kılınan, İslâm'a muhalif olan ve toplumda egemen genel icâbî kanâatlere zıt olan yanlış fiillere mukâvemet vucûbiyetini ifâde eder. Celîl sahâbî Abdullah İbn-u Mes'ûd'un şu meşhur sözüyle de kastettiği işte budur: "Muhakkak ki Allah Azze ve Celle kulların kalplerine baktı ve Muhammed Sallallahu Aleyhi Ve Sellem'in kalbini, kulların kalplerinin en hayırlısı buldu. Sonra onu kendisine seçti, onu risâletiyle gönderdi. Daha sonra kulların kalplerine baktı ve onun ashabının kalplerini, kulların kalplerinin en hayırlısı buldu. Onları Nebisi Sallallahu Aleyhi Ve Sellem'in, dini hakkında savaşan yardımcıları kıldı. Müslümanların güzel gördükleri, Allah indinde de güzeldir. Müslümanların kötü gördükleri, Allah indinde de kötüdür."[4]
Nebi Sallallahu Aleyhi Ve Sellem'den sahih olan gemi hadisi, toplumda Emr-i Bi'l Marûf Ve'n Nehy-i Ani'l Münkerin ehemmiyetini şerh eden, onlarda tefritin tehlikesini beyân eden misallerin en muhteşeminden itibar edilir. El-Buhârî, En-Numân İbn-u Beşîr'den, Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem şöyle buyurdu dediğini tahriç etti: مثل القائم على حدود الله والواقع فيها كمثل قوم استهموا على سفينة فأصاب بعضهم أعلاها وبعضهم أسفلها فكان الذين في أسفلها إذا استقوا من الماء مروا على من فوقهم فقالوا لو أنا خرقنا في نصيبنا خرقا ولم نؤذ من فوقنا فإن يتركوهم وما أرادوا هلكوا جميعا وإن أخذوا على أيديهم نجوا ونجوا جميعا "Allah'ın hudutları üzerinde duran kimse ile (yani Allah'u Teâlâ'nın emirleriyle dosdoğru olan, Allah'u Teâlâ'nın kendisinden men ettiği şeye tecâvüz etmeyen, marûfu emreden, münkerden nehyeden kimse) o hudutların içine düşen (yanimarûfu terk eden münkeri irtikap eden) kimsenin benzeri, bir gemi üzerinde kura çeken kavmin (yani onlardan her biri bir sehm yani nasip almak için kura atan) benzeri gibidir. Bâzısı geminin üstüne, bâzısı da altına isabet etti. Geminin alt kısmında bulunanlar sudan almak istedikleri zaman kendi yukarısındakiler üzerine uğruyorlardı. Bunlar: Biz nasibimiz olanda bir delik açsak ve üstümüzdekilere eza vermesek, dediler. Üsttekiler aşağıdakileri bu dilekleriyle baş başa bırakırlarsa, hepsi helak olurlar. Eğer onların ellerinden tutarlarsa hem kendileri kurtulur, hem de onlar toptan kurtulur." İkinci bir rivâyette ise şöyledir: مثل المدهن في حدود الله والواقع فيها مثل قوم استهموا سفينة فصار بعضهم في أسفلها وصار بعضهم في أعلاها فكان الذي في أسفلها يمرون بالماء على الذين في أعلاها فتأذوا به فأخذ فأسا فجعل ينقر أسفل السفينة فأتوه فقالوا ما لك قال تأذيتم بي ولا بد لي من الماء فإن أخذوا على يديه أنجوه ونجوا أنفسهم وإن تركوه أهلكوه وأهلكوا أنفسهم "Allah'ın hudutlarında iki yüzlülük yapan ile onların içine düşen kimsenin benzeri, bir gemi üzerine kur'a atan kavim misalidir. Bâzıları geminin aşağı katında, bâzıları da geminin yüksek katında oldular. Geminin alt katındakiler suya, geminin üst katındakilerin üzerinden geçiyorlardı. Üsttekiler bununla eziyet duyuyorlardı. Derken biri bir balta aldı da geminin altını delmeye başladı. Diğerleri onun yanına gelip: "Sen ne yapıyorsun?" dediler. O da: "Sizler benim yüzümden eziyet gördünüz. Benim için de su kaçınılmazdır" dedi. Onlar eğer onun ellerinden tutarlarsa, hem onu kurtarırlar, hem de kendileri kurtulur. Eğer onu kendi başına bırakırlarsa, hem onu helak ederler, hem de kendilerini helak ederler"
Mana şöyledir; keza eğer insanlar, fâsığı fıskından, zâlimi zulmünden men ederler ve her Münkeri gözetleyerek dururlarsa, toplum gemisi batmaktan kurtulur ve toplum gemisi Allah'ın ismiyle mecrasında ve rotasında deniz almaya devam eder. Eğer âsîyi, masiyeti işlemeye terk ederler, onu inkâr etmezlerse yahut fuhûşat ve sapıklık amellerini, bunlara aldırış etmeksizin, pisliğini beyân etmeksizin, fesâdını keşfetmeksizin, sirâyetini durdurmaksızın ve onları reddetmeksizin topluma sirâyet etmelerine terk ederlerse, bu ameller toplumda yerleşir, onu ifsat ederler ve onu tamamen batırırlar, bu batırma da herkesin batmasına neden olur. Belki de Ebu Bekr radiyallahu anh şu sözüyle bu manayı kastetmiştir: "Ey insanlar! Birbirinize marûfu emrediniz, münkerden nehyediniz, hayır içerisinde yaşayınız."
Şâri'n Farzın İkâmesini Dayandırdığı Cihetler
Kuşkusuz Şâri, Müslüman'a Emr-i Bi'l Marûf Ve'n Nehy-i Ani'l Münker hükmünü tahdit etti. Keza ona, bunun mefhûmunu, şartlarını -beyânı geleceği gibi- ve dosdoğru şekilde yapması elzem olan her şeyi sınırlandırdı. Bu önemli emri yerine getirmek için Şâri'n sınırlandırdıkları arasında bu vâcibin ikâmesinin kendisine dayandırıldığı muayyen cihetler de vardır. Başka bir ifâdeyle, Şâri bizim için sınırlandırdı. Sınırlandırdığı Emr-i Bi'l Marûf Ve'n Nehy-i Ani'l Münkerle ilgili meseleler içerisinde, bu vâcibin ikâmesinin teklif edildiği muayyen cihetler de vardır. Yani Şâri, bizim için vâcibi ve o vâcibi ikâme edecek kişileri de sınırlandırdı.
Şâri'n bu önemli vâcibi kendisine dayandırdığı cihetleri bilmek, ehemmiyet gâyesi olan bir husustur. Çünkü bu husustaki karışıklık, yani hükmün kendisine dayandırıldığı cihetin bilinmesi konusundaki karışıklık, hükmün, amelin ve o amelden maksadın zâyi olmasına sebep olabilir. Onun için bu hususu beyân etmek, onda sözü detaylandırmak kaçınılmazdır ki her cihet, kendisiyle mükellef kılındığı şeye iltizam etsin, en güzel şekilde kendisine dayandırılanı yerine getirsin. Her cihet, eksiksiz veya noksansız ve amelini başka bir amelle karıştırmaksızın, amelini ikâme ettiğinde, Şâri'n, şart koştuğu şartlarıyla birlikte amelden murat ettiği kast tahakkuk etmiş olur.
Şeriatın nassları istikrâ edildiğinde, Şâri'n, Emr-i Bi'l Marûf Ve'n Nehy-i Ani'l Münker vâcibinin ikâmesinin kendilerine dayandırdığı cihetlerin üç olduğu açığa çıkmış olur. Bunlar:
1) Fertler: Fertlerle kasıt, insanlar bireyleridir. Şâri'n Emr-i Bi'l Marûf Ve'n Nehy-i Ani'l Münker vâcibinin ikâmesinin onlara dayandırdığının delili, Allah'u Teâlâ'nın şu sözüdür: وَالْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاء بَعْضٍ يَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَيُقِيمُونَ الصَّلاَةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَيُطِيعُونَ اللّهَ وَرَسُولَهُ أُوْلَئِكَ سَيَرْحَمُهُمُ اللّهُ إِنَّ اللّهَ عَزِيزٌ حَكِيمٌ "Mümin erkekler ve mümin kadınlar da birbirlerinin velileridir. Onlar marûfu emreder, münkerden nehyeder, namazı ikâme ederler, zekâtı verirler, Allah ve Rasûl'üne itâat ederler. İşte onlara Allah merhamet edecektir. Şüphesiz Allah azîzdir, hakîmdir."[5] Öyle ki Allah'u Teâlâ, Emr-i Bi'l Marûf Ve'n Nehy-i Ani'l Münkeri her mümin erkek ve kadının sıfatı kıldı. Ve Sallallahu Aleyhi Ve Sellem'in şu sözüdür: من رأى منكم منكرا فليغيره بيده "Sizden kim bir Münker görürse, onu eliyle değiştirsin."
2) Cemâatler: Cemâatlerle murat, kitleler ve hiziblerdir. Bunun delili, Subhanehu ve Teâlâ'nın şu sözüdür: وَلْتَكُن مِّنكُمْ أُمَّةٌ يَدْعُونَ إِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ "Sizden, hayra davet eden, marûfu emredip münkerden nehyeden bir cemâat bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir."[6] Allah Azze ve Celle bu ayette Müslümanlar üzerine, ameli hayra yani İslâm'a davet ve Emr-i Bi'l Marûf Ve'n Nehy-i Ani'l Münker olan en azından bir cemâatin oluşturulmasını vâcib kıldı. Ümmet kelimesinin lügatte bir çok manaları vardır. Bunlardan biri cemâattir. Ümmet kelimesinde aslolan, lügat sözlüklerinin de ifâde ettiği gibi, kasıttır. Onlar, kastettiği zaman (أمه يؤمه أما) "Emme, Yeummu, Emmen" derler. Cemâat, tek bir maksat üzerinde içtimalarından dolayı ümmet olarak adlandırıldı. Bu ayette, icmâ edilen maksat, hayra ve Emr-i Bi'l Marûf, Nehy-i Ani'l Münkere davettir. Çünkü bu, oluşturulması vâcib olan cemâat için sınırlandırılan ameldir. El-Rağib El-Esfehânî şöyle der: "Sizden, hayra davet eden, bir cemâat bulunsun." Yani, ilmi ve Sâlih ameli seçen, başkaları için örnek olan bir cemâat."[7]
Şeyh Et-Tâhir de: "Ayet, Müslümanlardan bir tâifenin Emr-i Bi'l Marûf Ve'n Nehy-i Ani'l Münker ikâme etmesini vâcib kılmıştır." der.[8]
İbn-u Ebi Hâtim, Allah'u Teâlâ'nın "Sizden bir cemâat bulunsun" sözü hakkında Mukâtil İbn-u Hayyân'dan şunu tahriç etti: İbn-u Ebi Hâtim der ki: "Sizden bir kavim bulunsun. Yani bir veya iki veya üç nefer ve daha üstü bulunsun. İşte bu, ümmettir. Örnek edilecek bir imamdır, der. "Hayra davet eden", "Hayra demek İslâm'a demektir" der. Rablerine itâat ederek marûfu emrederler, rablerine masiyetten sakınarak münkerden nehyederler.
Es-Sâbûnî'ye ait İbn-u Kesîr'in tefsirinin muhtasarında şöyle geldi: "Bu ayetten maksat, bu, ümmetten her fert üzerine buna göre vâcib olsa da, bu işe önem veren bu ümmetten bir fırka bulunsun demektir. Nitekim Muslim'in Sahîh'inde Ebu Saîd'den, Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem'in şöyle buyurdu dediği sâbit oldu: من رأى منكم منكرا فليغيره بيده فإن لم يستطع فبلسانه فإن لم يستطع فبقلبه وذلك أضعف الإيمان "Sizden kim bir Münker görürse, onu eliyle değiştirsin. Gücü yetmezse, diliyle. Gücü yetmezse kalbiyle. Bu da imanın en zayıfıdır."
Velhâsıl bu ayet, Müslümanlardan bir cemâatin varlığını vâcib kılmış ve cemâatin amellerinden olan Emr-i Bi'l Marûf Ve'n Nehy-i Ani'l Münkeri de cemâate ait kılmıştır.
Marûfu emreden Münkerden nehyeden bir cemâatin varlığına ilişkin emrin, ayette mendûb için değil, vucûb için olduğuna dair deliline gelince; "bulunsun" emir Lâm'ına bitişmiş muzâri sîgasıdır. Bu, emir vucûb için olduğunu söyleyenler nezdinde böyledir. Emir, mutlak talep içindir, karîne vucûbu tayin eder diyenler nezdindekine gelince; ayetteki emir, iki karîne sebebiyle vucûb ifade eder. Bunlar:
Birincisi: Cemâatin varlığı hükmü, cemâatin kendisinden dolayı var olduğu amelin hükmüne bitişmiştir. Cemâat oluşturulurken, cemâatten istenilen amel, mendûb olduğu zaman, cemâatin varlığı da mendûb olur. Eğer amel vâcib olursa, Emr-i Bi'l Marûf Ve'n Nehy-i Ani'l Münker ameli gibi, cemâatin varlığı da ve o ameli yerine getirmesi için cemâatin oluşturulması da vâcib olur.
İkincisi: Ayetteki emrin, başkasına değil de sadece o ameli yapan cemâate mahsûr olan felâha bitişmesidir. Bu da Allah'u Teâlâ'nın şu sözünden anlaşılır: "İşte onlar kurtuluşa erenlerdir." Şeyh Et-Tâhir şöyle der: "Bu cümlenin ifâde ettiği husus, felâh sıfatını o kimselere hasretmesidir. Bu hasretme, ya felâha muktedir olmakla birlikte bunu yapmayan kimselere nispetle izâfî bir hasretmedir. Yada bu makamda başkalarının felâhı kabul edilmediği için kendisiyle mübâlağanın murat edildiği bir hasretmedir. Bu da kemâl manaya delâleti kastedilen bir manadır." [9]
Buna binaen Emr-i Bi'l Marûf Ve'n Nehy-i Ani'l Münker için bir cemâatin varlığı vâcibtir.
3) Devlet: İslâm'î devlette aslolan, yöneticinin onda şeriatın hükümlerini tenfiz kayyumu olmasıdır. Yönetici, İslâm'î devlette münkerlerin men'inden ilk mesûl olandır. Rasûl Sallallahu Aleyhi Ve Selem şöyle buyurdu: ألا كلكم راع وكلكم مسئول عن رعيته فالأمير الذي على الناس راع وهو مسئول عن رعيته "Dikkat ediniz! Hepiniz çobansınız ve hepiniz sürüsünden mesûldür. İnsanlara hükmeden emîr bir çobandır, o sürüsünden mesûldür..."[10]
İslâm devletinde yönetici, marûfu emreden ve münkerden nehyeden kimselerin başıdır. Devlette bu görevi yapacak kişileri tayin eden odur. Bu vâcibi ikâme edecek müesseseler kuracak olan yine odur. Allah Subhanehu ve Teâlâ, fertler ve cemâatler olarak insanları, üzerlerine vâcib kıldığı görevlerin hepsinin edasını ikâme etmek üzere icbâr etmeyi ona havale etti. Durum, onları bu görevlerin edasına icbar etmek için kuvvet kullanmak gerektirdiğinde, onu kullanmak yönetici üzerine vâcibtir. Nitekim Allah Subhanehu ve Teâlâ, insanları haramları işlemekten men etmeyi de yönetici üzerine vâcib kıldı. Durum, onları haramları işlemekten men etmek için kuvvet kullanımını gerektirdiği zaman, onu kullanmak onun üzerine vâcibtir. Devlet, münkeri değiştirmekte, kuvvetle de olsa onu izâle etmekte asıldır. Çünkü devlet, İslâm'ı tatbik etmekten ve insanları, hükümlerine boyun büktürmekten şeran mesûl olandır. İbn-u Teymiyye şöyle der: " Bilinmesi gerekir ki, insanların işine velâyet etmek, dini vecibelerin en azametlisindendir. Bilakis din ancak onunla kâimdir. Çünkü Adem oğullarının maslahatları, ancak birbirlerine ihtiyaca binaen toplulukla tamamlanır. Topluluk esnasında onlara liderlik eden olmalıdır. Hatta Nebi Sallallahu Aleyhi Ve Selem şöyle buyurdu: إذا خرج ثلاثة في سفر فليؤمروا أحدهم "Üç kişi sefere çıktıklarında, birini emir tayin etsinler."[11] Çünkü Allah'u Teâlâ, Emr-i Bi'l Marûf Ve'n Nehy-i Ani'l Münkeri vâcib kıldı. Bu da ancak kuvvetle ve imâratla tamamlanır..."[12]
Tarihi boyunca İslâm'î devlette bu amelle muhtesib diye adlandırılan kimseler temeyyüz ettiler. Muhtesib -Açıklaması az sonra ayrıntılı olarak geleceği gibi-, cemâat hakkına zarar veren muhalefetleri fasletmeyi üslenen kâdıdır. Hatta alimlerden kimileri, Emr-i Bi'l Marûf Ve'n Nehy-i Ani'l Münker üzerine hisbe ve ihtisâb ismini kullanmaktadır.
Devamı var...

________________________________________
[1] Et-Tahrîr ve't Tenvîr. C. 3-4. s. 40
[2] Ahmed, El-Bezzâr, Et-Tabarânî.
[3] Et-Tabarânî
[4] Ahmed, El-Bezzâr, Et-Tabarânî
[5] Tevbe 71
[6] Ali İmran 104
[7] Müfredât. S.19
[8] Et-Tahrîr ve't Tenvîr. C. 3-4.s.41
[9] Et-Tahrîr ve't Tenvîr. C. 3-4.s.42
[10] Muttefikun Aleyh
[11] Ebu Dâvud
[12] Es-Siyâset-uş Şer'iyyetu Fi Islâh-ir Râî Ve'r Raiyetü. S.138-139
Emr-i Bi'l Marûf Ve Nehy-i Ani'l Münker Hükümlerinden (5)
15.03.'11
Emr-i Bi'l Marûf Ve Nehy-i Ani'l Münker Hükümlerinden (4)
16.02.'11
Emr-i Bi'l Marûf Ve Nehy-i Ani'l Münker Hükümlerinden (3)
19.01.'11
Emr-i Bi'l Marûf Ve Nehy-i Ani'l Münker Hükümlerinden (2)
21.12.'10
Emr-i Bi'l Marûf, Nehy-i Ani'l Münker Vucûbiyeti
13.12.'10
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt