Resul Aydın
Kayıtlı Kullanıcı
Emanet
İslâm, mensuplarından Allah ve kul haklarının muhafazası için uyanık olmalarını istemiştir. Bunun sayesinde müslüman ifrad ve tefritten de kurtulmuş olur. İslam müslümandan "Emin" olmasını talep etmiştir.İslâm nazarında emanetin çok geniş bir alanı vardır. O, çeşitli manaları hâvîdir. Emanetin esas noktası, kişinin yapmakla sorumlu olduğu tüm vazifelerin şuurunda olmasıdır. Kısacası, gelecek hadiste açıklanacağı üzere Allah'a karşı sorumlu olduğunun idraki içinde bulunmasıdır. "Hepiniz çobansınız ve güttüğünüzden mes'ulsünüz. Devlet başkanı bir çobandır. Güttüğünden mes'uldür. Erkek, evinde çobandır. O, evdeki ailesinden mesuldür. Kadın, kocasının evinde çobandır. O, güttüklerinden mesuldür. Hizmetçi, efendisinin evinde çobandır. O da güttüklerinden mes'uldür."(105)
Hadis ravisi İbn Amr der ki: Ben bunları Resulullah'tan işitirken gelecek cümleyi de eklediğini tahmin ediyorum. "Kişi babasının malı üzerinde çobandır. O da, güttüğünden mes'ul dür."
Halk tabakası "Emanet" kelimesini en dar manasında ele alıyor. Onlar emaneti, eşya olarak anlıyorlar. Halbuki İslâm'daki emanet mefhumu daha kapsamlıdır. Emanet, müslümanların birbirine tavsiye ettikleri şeyi yerine getirebilmeleri için Allah'tan talep ettikleri vecibedir.
Öyleki, bir sefere çıkınca, müslüman din kardeşi ona şöyle duada bulunur: "Dinini, emanetini ve amellerinin hitamını Allah'a havale ediyorum. (Bunları korumasını talep ediyorum)." Enes (r.a.)'ten: Resulullah (s.a.v.) her hutbesinde mutlaka:
"Emanete riayet etmeyenin îmanı, verdiği sözü de yerine getirmeyenin dini yoktur" hadisini tekrarlamışlardır.
Dünyada en büyük saadet, hayat bunalımından, âhirette de cehennem azabından korunmak olduğu için Resulullah (s.a.v.) kötü olan bu iki durumdan Allah'a sığınarak şöyle duada bulunurlardı: "Allah'ım; açlıktan Sana sığınırım. Çünkü o ne kötü bir arkadaştır. Hıyanetten de Sana sığınırım. Çünkü o da ne kötü dosttur."(106)
Açlık dünya kaybı, hiyanet de âhiret kaybıdır. Resulullah (s.a.v.) Peygamberlikten önce kavmi arasında "El - Emin" olarak lakab almıştı. Musa Aleyhisselam'ın üzerinde de, sâlih bir zatın iki kızının hayvanlarını suladığı zaman, emanet alâmetleri görülüyordu. Musa (a.s.) iki kıza yardımcı olup namazlarım muhafaza ederek iffet ve şerefini korumuştur.
Kur'an'ı Kerîm şöyle der: "Bunun üzerine Musa onların davarlarını suladı. Sonra gölgesine çekilip şöyle dedi: "Ey Rabbim! Doğrusu ben, bana hayırdan (yemekten) ne indirirsen ona muhtacım. Derken o iki kadından biri utançla yürüyerek Musa'ya geldi. Dedi ki: "Bize su çekiverdiğinin ücretini sana ödemek için babam seni çağırıyor." Bunun üzerine Musa o ihtiyar adama varıp Firavun'dan kaçış meselesini ona anlatınca Musa'ya şöyle dedi: "Korkma zâlimler kavminden kurtuldun. O, iki kadından biri dedi ki: "Babacığım onu davarları otlatmak için çalışmak üzere tut. Çünkü tuttuğun ücretlilerin içinde en hayırlısı, güvenilir ve güçlüsü bu adamdır."(107) Bu hadise Musa'ya (a.s.) Peygamberlik gelmeden ve Firavun'a tebliğ için gönderilmeden önce idi.
Allah elçilerinin ahlâkça ve yaradılışça insanların en şereflileri oluşlarına şaşmamak lâzım. Yokluk içinde ve gurbette dâhi faziletlere sarılan, gerçekten güçlü ve güvenilir bir insandır. Allah ve kul haklarına riayet edebilmek için varlık ve yoklukta dahi değişmeyecek ve sarsılmayacak bir ahlâk ve yaratılışa ihtiyaç vardır, işte emanetin cevheri budur.
Emanetin bir manası da herşeyi yerli yerine koymaktır. Ehil olmayana makam verilmez. Vazifeler yetenekli kişilere devredilir. İdari mevkiler ve umuma ait işler çok yönlü bir şekilde mes'uliyeti gerektiren hususlardır. Ebu Zerr (r.a.) anlatıyor: "Resulullah (s.a.v.) 'a beni bir göreve tâin etmez misiniz? dedim. O, elini omuzuma koyarak; "Ya Eba Zerr! istediğin iş bir emanettir. Sen ise zayıfsın. O, kıyamet gününde sahibi için perişanlık ve pişmanlıktır. Ancak bu görevi hakkıyla alıp yerli yerinde kullanan müstesnadır. "(108)
Bir kişinin iş ve görevi için yetenekli olması, iyi bir insan olması için şart değildir. Çünkü bir insanın yaşantısı dürüst, îmanı da kâmil olmakla beraber herhangi bir vazife veya işte maharet sahibi olmayabilir. (Bu hususta ehil olmaması onun dini za'fına delalet etmez).
Yusuf (a.s.)'ı görmüyor musun? O, Peygamberlik ve takvasına rağmen sadece mâlî idareye ehil olduğunu söylemekle yetinmeyip bilakis hem mâlî konularda çok bilgili, hem de emniyetli ve dürüst olduğunu beyan etmek suretiyle vazife talep etmiştir. Yusuf şöyle dedi: - "Beni Mısır hazinelerine memur et. Çünkü ben iyi korur, iyi bilirim."(109)
Ebu Zerr (r.a.) Resulullah'tan memuriyet talep edince onu yetenekli görmediği için onu görev almaktan sakındırmıştır. İslâm'daki memuriyet mefhumu görev başına en ehil kişilerin getirilmesini gerektirir.
Rüşvet veya meyil neticesi, daha ehliyetli biri varken başkasını görev başına getirmemiz büyük bir cinayet sayılır. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurur: "Kim daha ehil biri varken başka birini bir bölük (iş) başına getirirse, Allah'a, Peygamberine ve müslümanlara hıyanet etmiş sayılır."(110)
Yezid bin Ebi Süfyan şöyle der: Ebu Bekr beni Şam'a gönderirken şöyle tavsiyede bulundu. "Ey Yezid! - Resulallah (s.a.v.) "Kim müslümanların başına geçtikten sonra meyil eseri olarak birini göreve getirirse Allah'ın lanetine müstahak olur. Allah onu cehenneme koymak için, ne bir farz , ne de bir sünnet ibâdetini kabul eder." (111)
Emanete riayet etmeyen bir millet içinde meyil ve rüşvet eseri olarak maslahatlar yok olur. Göreve lâyık olmayanlar iş basma getirildiği için ehil olanların liyakâti kaybolur. Hadisler, böyle olayları âhir zamanda meydana gelecek olan fitne sebepler olarak bildirmiştir.
Adamın biri Resulullah'a gelerek: "Kıyamet ne zaman" dedi. Resulullah (s.a.v.) ''Emanet zâyi edildiği zaman, sen kıyameti bekle" buyurdu. Adam: "Emanet nasıl zayi olur?" dedi. Resulullah: "Görev (yönetim) ehil olmayanlara teslim edildiği zaman sen kıyameti gözle" buyurdu.(112}
Emanetin manalarından biri de kişinin mükellef olduğu vecibelerin en güzel şekilde îfâ edebilmesi için tüm imkânlarını harcamasıdır. Evet, işte böyle bir (emanet) İslâm'ın değer verdiği emanettir. İslâm kişiden işlerini ihlasla ve en güzeJ şekilde yapmasını ister. Mes'ul bulunduğu tüm kul haklarım îfâ etmek için gece ve gündüz demeden çalışmasını ister, kişinin (basit de olsa) mükellef bulunduğu işi hafife alması tüm cemiyette tefritin meydana gelmesine, tüm millet içinde fitne-fesad'ın yayılmasına sebep o Elbette ki hafife alınan bu vecibelerin doğuracağı netice kötülük ve günahları bir değildir. Banların en çirkini: Dini, tüm müsİümanları ve beldeleri musibetlere duçar eden hıyanettir. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurur:
"Allah (c.c.) kıyamet gününde gelip-geçmiş tüm insanları bir araya toplayacağı bir zamanda her hâine onunla tanınması için bir sancak diker ve "işte bu falanca şahsın yaptığı hıyanettir" denilecektir.(113)
Başka bir rivayet de şöyledir: "Her hâinin yanıbaşında, yaptığı hiyanet miktarı yükselecek olan sancak dikilecektir. Dikkat edin! Devlet başkanının yaptığı zulümden dolayı ondan daha büyük hâin yoktur."(114)
Yani müslümanların idaresini eline geçirdikten sonra ihmalinden dolayı haklarının kaybolmasına sebep olmaktan daha büyük bir hiyanet düşünülemez.
Emanete hıyanetin çeşitlerinden biri de kişinin getirildiği makamı kötüye kullanmasıdır. Bu kötülük, şahsına veya akrabasına herhangi bir menfaati celb etmekle doğar. Halkın malından yemek büyük cinayettir.
Bilindiği gibi devletler veya şirketler çalıştırdıkları işçilere "Belirli ücret" tâyin ederler. Her ne suretle olursa olsun bu tayin edilen ücretten daha fazlasını (hileli yollarla) almaya çalışmak harama teşebbüs etmektir.
Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurur: "Birini herhangi bir yere tâyin ettiğimizde ona belirli bir ücret de tâyin ederiz. Kim bunun haricinde birşey alırsa hiyanet etmiş olur."(115)
Çünkü aldığı bu fazlalık fakir ve zayıfların haklarından ve kamunun menfaatinden alınmış bir hırsızlık sayılır. "Kim böyle hainlik ederse kıyamet günü aşırdığı malı boynunda taşıyarak getirir. Sonra da herkese kazandığı iyilik ve kötülüğün karşılığı ödenir. Ve hiçbirine zulmedilmez." (116)
Fakat görevinde Allah'ın hududuna riâyet eden, vazifesinde hiyanet etmekten haya eden kimse, i'la-ı kelimetullah ve din uğrunda savaşan kimselerden sayılır. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyuru: "Me'mur hak ölçüsüyle alır, hakka bağlı olarak da verirse Allah indinde, görev yerinden eve dönünceye kadar Allah yolunda çarpışan mücahidler gibi sayılır."(117) İslâm, iş hususunda iffetli bulunmak ve şüpheli kazançları terketmek konusunda çok titizdir.
Ümeyra'nın oğlu Addi şu hadisi duyduğunu rivayet eder; "Kimi iş başına getirirsek o da iğne veya daha kıymetli bir şeyi gizlerse kıyamet gününde onu yanında taşıdığı halde Allah'ın huzuruna gelir". Ravi diyor ki: Sıması hâlâ hayalimde olan ensardan siyah bir adam: "Ey Allah'ın Resulü! Beni görevden al" dedi. -"Sana ne oluyor ki böyle istiyorsun?" "Ey Allah'ın Resulü! Bu hususta şöyle dediğini bizzat duymuştum." Resulullah: "Evet, ben dediğimi şimdi de söylüyorum: Kimi bir şeyde görevlendirirsek az çok ne varsa getirsin, yapabileceği işi alsın. Yapamayacağını da almasın."(118)