Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Efendimiz ve cihadları (1 Kullanıcı)

CAFERİ_TAYYAR

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
28 Şub 2009
Mesajlar
385
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
55
s.a. arkaşdalar,
İnşaallah yeni bi konuda paylaşımlarınızı bekliyorum.
Konumuz Efendimiz ve iştirak ettiği cihadlar ve sonçları,
Bu konuda sıralamamız ilk cihadından son cihadına doğru olucak inş.
Hadi bakalım bismillah diyim başalayalım, bakalım ilk cihadını ve o cihaddan almamız gereken dersleri kim yazıcak.
selametle
 

CAFERİ_TAYYAR

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
28 Şub 2009
Mesajlar
385
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
55
s.a.
yokmu hiç. kimse arkadaşlar, hadi bakalım bilgi tazelemeye, bildikleirmizi paylaşmaya, bilmediklerimizi öğrenmeye
 

CAFERİ_TAYYAR

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
28 Şub 2009
Mesajlar
385
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
55
S.A.
Bu kadar zor bi konumu ya , hadi işinizi biraz daha kolaylaştırayım ve savaşları karışık bi şekilde yazayım . siz içinden birinciden başlayarak anlatın.
* KATILDIĞI SAVAŞLAR *

İslâm tarihçilerine göre Hz. Peygamberin emir ve kumandasında yirmi yedi gazve gerçekleşmiştir. Bunlar Ebvâ, Buvât, Bedrul ûlâ Sefevân, Zül Uşeyre, Bedir, Benî Kaynukâ, Sevîk, Karkaratülküdr, Gatafân, Benî Süleym, Uhud, Hamrâülesed, Benî Nadîr, Bedrul Mevid, Zâtür Rikâ, Dûmetülcendel, Müreysî Benil-Mustalik, Hendek, Benî Kurayza, Benî Lihyân, Gâbe, Hudeybiye, Hayber, Mekkenin Fethi, Huneyn, Taif ve Tebüktür. Bu gazvelerden sadece dokuzunda çarpışma meydana gelmiştir.

Kaynak:
* İslam Tarihi
* Büyük İslam Ansiklopedisi
 

CAFERİ_TAYYAR

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
28 Şub 2009
Mesajlar
385
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
55
s.a.
Madem kimseden ses çıkmıyor, ben başlıym bari :)

Bedir Savaşı :
Müminlere eziyet vererek dinlerinden vazgeçirmeye çalışan, ama hiçbir sonuca ulaşamayan Kureyşlilere, îslam´m kuvvet kazandığım hissettirmek için hicretin ikinci yılında ilk ayların*da Peygamber efendimiz bazı gazveler düzenlemiş ve ashabının bir kısmını da, seriyyelerle etrafa göndermişti. Bununla Pey*gamber efendimiz Arap ülke ve beldelerinin iç durumlarını öğ*renmek ve İslam´ın varlığını etrafa hissettirmek amacını güt*müştü. Ayrıca bazı kimselerin kalplerini hak kelimesine ısın*dırmak arzusunu da besliyordu. Bu arada Peygamber efendi*miz çevresindeki kabilelerle saldırmazlık anlaşmaları imzala*mış, karşılıklı yardımlaşma hükümlerini içeren barışlar yap*mıştı. Bundan sonra Peygamber efendimiz, gönderdiği seriyye-ler vasıtasıyla değil de, bizzat kendisinin de katılacağı bir gaz*ve ile Kureyş´in karşısına çıkmak istemişti. Bunun için gerekli zemin hazırlanmıştı. Ayrıca müşrikler de müslümanların kuv*vet kazandıklarını ve mukadderatlarını tayin edecek güce sa*hip olduklarım anlamışlardı. Peygamber efendimiz Kureyşlile-rin ticaret yollarını kesmişti. Kureyşliler, mü´minleri, diyarları olan Mekke´den çıkarıp sürgün ettikten, Peygamber efendimizi öldürmeye kasdettikten, bunun için gerekli hazırlıkları yaptık*tan bu yana, iki taraf arasında savaş zaten mevcut sayılıyordu. Peygamber efendimiz Kureyşlilerin ticaret kervanlarının Şam´a gitmekte, ya da Şam´dan dönmekte olduğunu haber alınca, he*men yola adamlar çıkarıp kervanın yolunu kesiyordu. Önceki sayfalarda da anlattığınız gibi, Abdullah bin Cahş, seriyye ku*mandanı olarak göreve çıktığında Kureyş kervanının yolunu kesmiş, mallarına el koymuş ve bazılarını da esir almıştı. Ku*reyş ticaret kervanı, kırk savaşçı muhafazasında yola çıkmıştı. Abdullah bin Cahş´ın seriyyesinden önce Peygamber efendimiz, acele davranarak bu kervanın yolunu kesip gerekeni yapmak istemişti, ama kervanı elden kaçırmıştı. Bu kervanda Kureyşli zenginlerin mallan vardı. Peygamber efendimiz Şam´dan dönü*şünde kervanın yolunu gözlemeye, kervanın ve Kureyşliler´in haberlerini araştırmaya başlamıştı.



Kervan


Peygamber efendimiz Kureyş kervanının Şam´dan otuz, ya da kırk kişilik bir kafileyle geri döndüğü haberini almıştı. Bu kervanın yolunu kesmeleri için müslümanlara çağrıda buluna*rak şöyle demişti:

"îşte Kureyş kervanı geliyor. Bu kervanda Kureyşliler´in malları vardır. Yola çıkın ve kervanın yolunu kesin. Belki ker*vandaki mallan Cenab-ı Allah size ganimet olarak verir." Bazı-lan Peygamber efendimizin bu çağrısına hemen icabet ettiler, bazıları ise icabet etmekte ağır davrandılar. Her ne kadar buna hazır idiyseler de, savaş olacağını tahmin etmemişlerdi. Diğer seriyyelerde olduğu gibi, bu işin de vuruşmasız olarak nihayete ereceğini sanmışlardı. Müşriklerle karşılaşmadılar ve savaş da olmadı. Kervanın başında bulunan Ebu Süfyan´a ait bin deve yükü vardı. Müslümanlarla karşılaşmaktan ve malının müslü-manlar tarafından gasbedilmesinden korkuyordu. Nitekim daha önceleri de müslümanlar, îbn Hadremi´nin kervanını yaka*layarak onu öldürmüşlerdi. Bu sebepten dolayı Ebu Süfyan, Peygamber efendimizle ashabının haberlerini araştırıyor ve on*ların neler yaptıklarını Öğrenmek istiyordu. Yolda karşılaştığı bütün kervanlara sordu, nihayet istediği haberi aldı. Peygam*ber efendimiz ashabına Ebu Süfyan´la karşılaşmaları ve onun kervanını yakalamaları için çağrıda bulunmuştu. Kendisinin kervamyla birlikte tıpkı İbn Hadremi ve dişinin kervanıyla bir*likte tıpkı îbn Hadremi ve kervanının uğrayacağı akibete uğra*yacağını kesin olarak anlamıştı. Kureyş´e ait kervanı kurtar*mak hırsı ile iki çareye başvurdu:

1- Bedir yolundan saparak kervanı kurtardı. Peygamber efendimiz de, muhacirlerle birlikte yola koyulmuş, ancak ker*vanı elden kaçırmış ve kervandaki malları alamamıştı. Bu işin gerisinde savaş olacağını anlamışlardı.

2- Ebu Süfyan, beraberindeki kervanı himaye etmeleri ve Muhammed (sav) ile ashabına karşı yol emniyetini sağlamaları için Kureyş´ten yardım istemişti. Müslümanların işini bitirmek için Kureyş´in asker göndermesini talep etmişti. Kervanın kar*şılaşacağı tehlikeli durumu Kureyşliler´e anlatması için Dam*dan bin Amr el-Gıfari´yi haberci olarak göndermişti. Damdan, devesinin burnunu kesmiş, semerini tersine çevirmiş, gömleği*nin önünü arkasını yırtmış, Mekke vadisinin ortasında deve üzerinde avazının çıktığı kadar bağırarak: "Ey Kureyş toplulu*ğu! îpek ve esans taşıyan develeriniz gitti! Mallarınız Ebu Süf-yan´m yanındadır, ama Muhammed ile ashabı ona saldırdılar. Kervana kavuşabileceğinizi sanmıyorum. İmdat! İmdat!" diye haykırıyordu."

Bu ateşli sözler ve sıcak görüntüler üzerine, Kureyşliler´in hamiyet duyguları galeyana geldi. Mallarını kurtarmak için harekete geçtiler. Kureyşliler´den bazıları bizzat yardıma koş*maya, bazıları da kendi adlarına, adamlarını koruması için başkalarını göndermeye yöneldiler. Bütün Kureyşliler bu iş için hazırlanmaktayken kervanın Ebu Süfyan tarafından kurtarıl*dığı haberi geldi. Önce de işaret ettiğimiz gibi, Ebu Süfyan yolu değiştirerek Kureyş kervanını kurtarmış ve bu haberi de bir müjde olarak Kureyşliler´e ulaştırmıştı. Haberci, Kureyşliler´e şöyle demişti: "Siz kervanınızı korumak için yola çıktınız, mallarınızı ve adamlarınızı kurtarmak gayretine düştünüz, ama Allah onları kurtardı. Artık geri dönün."

devam edecek...
 

CAFERİ_TAYYAR

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
28 Şub 2009
Mesajlar
385
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
55
s.a.

....
Böylece sefere çıkış sebebi ortadan kalkmış oluyordu. Ancak bazı müşriklerin kalbleri öfke ve şiddetle dolmuştu. Bunların başında Ebu Cehil gelmekteydi. Kinleri sebebiyle yola devam etmek istediler. Ebu Cehil: "Vallahi Bedir´e varmadan geri dön*meyiz!" dedi, Zühre oğullarının bazı müttefikleri, onun bu görü*şünü kabul etmediler. Cuhfe´de bulunan bu müttefikler şöyle demişlerdi: "Ey Zühre oğulları! Allah mallarınızı ve adamınız Mahrame bin Nevfel´i kurtardı. O, kervan koruyucuları arasın*daydı. Ama siz onun mal ve nimetine karşı nankörlük ettiniz. Şu Ebu Cehil´in sözlerine bakmayın. Maldan başka bir şey için çıkmayın. Artık dışarıya gitmenize ihtiyaç yoktur." Ebu Ce*hil´in sözlerini Zühre oğullarından hiçbiri beğenip tasdik etme*di. Ama Kureyş´in bütün batınları bu sefere iştirak ettiler. An*cak Adiy bin Kab oğulları onlarla birlikte sefere katılmadılar. Sefere çıkan kimselerin safları arasında karşılıklı konuşmalar cereyan etti. Sefere çıkıp çıkmama hususunda tereddütler baş gösterdi. Bu karşılıklı konuşmalar arasında, bazı kimseler, se*fer hazırlığı içinde bulunan Talib bin Ebi Talib´e şöyle dediler: "Ey Haşim oğulları! Her ne kadar bu sefere bizimle birlikte ka-tılmaktaysanız da, gönlünüzün Muhammed´le birlikte olduğu*nu biliyoruz." Talib bu söze kızdı ve o da, diğer geri dönenlerle birlikte yola çıkmaktan vazgeçti. Bazı kimselerin tereddüt edip geri dönmesi, diğerlerinin de azimlerini kırdı. Çünkü sefere çık*ma sebebi ortadan kalkmıştı. Bu tereddüdün dozu ne olursa ol*sun, Kureyşliler bütün zorluk ve sarsıntılara rağmen dokuzyü-zelli savaşçıyla yola çıktılar. Beraberlerinde ikiyüz at ve birkaç develeri, def çalan şarkıcı cariyeleri de vardı. Bunlar Kureyşli-ler´i müslümanlara karşı galeyana getirici şarkılar okuyorlardı. Müşrikleri, kervanlarını, ordularını, şarkıcı cariyelerini bir ta*rafa bırakarak, Resulullah (sav)in hazırlığından söz edelim:

Resulullah (sav) efendimiz 309 kişi ile yola çıktı. Bu sayı bundan biraz fazla, yahut biraz eksik olabilir. Bu defa muhacir*lerle ensar birlikte hareket ederek, bu sefere katılmış ve Bedir yoluna koyulmuşlardı. Kervanı ele geçirmek istiyorlardı, ama kervanı göremediler. Ebu Süfyan acele ederek Bedir´in sol tarafından sapıp kervanı kaçırmış; böylece hem kervanı, hem bera*berindeki adamları kurtarmıştı.

Peygamber efendimiz aldığı haberlerden Kureyş´in kendileri*ne oranla çok kalabalık bir orduyla, at ve develerle yola çıktığı*nı öğrenmişti. Kervan kendisinden kaçmışsa da, karşısına bü*yük bir ordu gelmekteydi. Savaş kaçınılmazdı. Bu sebepledir ki, her ne kadar sayıca az olsalar da onları bir araya getirip topladıktan sonra askerlerinin kalbine metanet ve moral aşıla*maya başladı. Ordusunun imanı kuvvetliydi. Kendisi jde Muha*cir ve Ensar´a güvenmekteydi. Ancak Ensarın, daha Önceleri Peygamber efendimizle yaptıkları anlaşma gereğince, bu sefere ve zahmete katılmak mecburiyetinde olmadıklarını düşünmele*rinden endişe etti. Medine-i Münevvere içinde saldırıya uğra*maları halinde Medine´yi korumak mecburiyetindeydiler. Ama dışarıya çıkıp düşmanla karşılaşmak ve savaşmak mecburiye*tinde olmadıklarını ileri sürebilecekleri ihtimali vardı. Çünkü daha önceleri Akabe´de Peygamber efendimizle biat yaparken Medinelüer: "Ya Resulullah! Sen bizim diyarımıza varmadıkça biz senden sorumlu değiliz. Ancak diyarımız olan Medine´ye ulaştığın zaman, artık bizim zimmetimize girersin. Çocukları*mızı ve kadınlarımızı nasıl koruyorsak seni de Öyle koruruz."

sevam edecek inş
 

CAFERİ_TAYYAR

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
28 Şub 2009
Mesajlar
385
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
55
s.a.
....
Belki de bazı Medinelüer, bu sefere katılmak mecburiyetinde olmadıklarını düşünmüşlerdir. Savaş esnasında Peygamber efendimiz Medineliler´in tümünün bu savaşa gönüllü olarak ka*tılıp katılmadıklarını kesin olarak öğrenmek istemiş, bu sebep*le gönüllerindeki niyeti araştırmıştı. Medine´de kendisini barın*dıran Ensarın ne düşündüklerini öğrenmek istiyordu. Çünkü Medinelüer şehir dışına çıkarken, savaşmak için değil, kervanı ele geçirmek için çıkmışlardı, tşin başındayken plan ve düşünce buydu. Peygamber efendimiz, ordusunun durumunu, özelikle ensarın neler düşündüğünü öğrenmek için, ashabıyla istişarede bulundu. Onların fikirlerine ve düşüncelerine müracaat etti. Sözlerin en güzelini Ebu Bekir ile Ömer söylediler. Ama Pey*gamber efendimiz onların görüşlerini öğrenmek ihtiyacında de*ğildi. Çünkü bu ikisinin imanlı ve cesaretli olduklarını zaten kesin olarak biliyordu. Onların gerisindeki kimselerin neler dü*şündüklerini Öğrenmek istiyordu. Mikdad bin Amr ayağa kal*karak şöyle dedi:

"Ya Resulullah! Sen yoluna devam et. Allah´ın gösterdiği yol-cfâ yürü. Andolsun ki, îsrailoğullarının Musa´ya dedikleri gibi: "Sen ve rabbin gidin savaşın. Doğrusu biz burada oturumlarız" demeyiz. Aksine biz deriz ki: Sen ve Rabbin gidin savaşın, ama mutlaka biz de sizinle birlikte savaşacağız! Seni hak ile gönde*ren Allah´a yemin ederim ki, sen bizi (Mekke´nin arkasında de*nize doğru beş gecelik mesafedeki) Berk´ül-Gamad´a kadar yü*rütecek olsan, seninle birlikte oraya kadar yürür, senin sağın*da, solunda, önünde ve arkanda çarpışırız!"

Mikdad´ın bu sözleri üzerine Peygamber efendimiz sevindi. Onun için hayır duada bulundu. Böylece muhacirlerin metanet*le savaşa gelmeye kararlı olduklarım öğrendi. Geriye, araların*daki anlaşma gereğince Medine dışına çıkıp savaşmak mecburi*yetinde olmadıklarını düşünme ihtimalleri olan ensarm niyet*lerini öğrenmek kalmıştı. Peygamber efendimiz ensara yönele*rek:

"Bana düşüncelerinizi söyleyin" dedi. Sa´d bin Muaz şöyle de*di: "Allah´a andolsun ki, ey Resulullah! Sen böyle demekle bizi kasdeder gibisin. Öyle değil mi?" Peygamber efendimiz evet di*ye cevap verdi. Bunun üzerine Sa´d, sözüne şöyle devam etti: "Sana iman ettik, seni tasdik ettik. Bize getirdiğin şeyin hak ol*duğuna şehadet ettik. Bunun üzerine senin emirlerini dinleyip itaat edeceğimiz konusunda sana söz verdik. Ey Allah´ın elçisi, dilediğin şekilde yoluna devam et. Biz seninle beraberiz. Seni hak ile beraber gönderen Allah´a yemin olsun ki, eğer bizi şu denize doğru sürecek olsan mutlaka seninle beraber biz de de*nize dalarız. Aramızdan tek bir kişi bile geride kalmaz. Bizi düşmanlarımızla karşılaştırmandan hoşnutsuzluk göstermeyiz. Biz savaşta sabırlı ve dayanıklıyız. Düşmanla karşılaştığımızda sana sadakat gösteririz. Ümid ederim ki Cenab-ı Allah senin gözünü aydınlatacak ve gönlünü tatmin edecek hareketlerde bulunduğumuzu sana gösterecektir. Allah´ın bereketi üzerine, bizimle birlikte yoluna devam et."

Sa´d´ın bu sözleri üzerine Resulullah (sav) artık ensarm da savaşa gönüllü olarak katılacağından emin oldu. Cenab-ı Al*lah´ın kendisine verdiği sözü yerine getireceğine kesinlikle ka*naat getirdi. Kendisiyle birlikte Allah´a ve hakka inanan, asla tereddüt etmeyen bir orduya sahip olduğunu gördü. Bu sebeple Peygamber efendimiz Sad´ın sözlerinden dolayı memnuniyet duydu. Kuvvet bulup zindeleşti ve şöyle dedi: "Yürüyün, size müjdeler olsun. Şüphesiz Cenab-ı Allah bana, iki taifeden (ker*vandan ya da müşrik ordusundan) birini yenip ele geçireceği*mizi vadetti. Allah´a andolsun ki, ben o (müşrik) kavmin düşüp ölecekleri yerleri görür gibi oluyorum!" Peygamber efendimizin ordusu işte böylece azmini bilemiş ve yüce Allah´ın kuvvetiyle destek görmüştü.

devam edecek....
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
54
Allahcc razı olsun...BESMELE...SELAM..DUA...
 

CAFERİ_TAYYAR

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
28 Şub 2009
Mesajlar
385
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
55
s.a.
Hayırlı sabahlar arkdaşlar,
Konumuza kaldıımız yerden devam edelim inş

İki Ordu


Peygamber ordusundaki neferler kalblerini ve gönüllerini hakka bağlamışlardı. Ama sayıları az, teçhizatları noksandı. Sadece iki atları, kırk develeri ve üçyüz mücahitleri vardı. De*velere nöbetleşe biniyorlardı. Dört kişiye bir deve düşüyordu. Peygamber efendimiz de onlarla birlikte nöbetleşe biniyordu. Sahabiler onu nöbetten muaf tutmak istediklerinde, şöyle bu*yurmuştu:

"Ben sizden daha az güçsüz değilim. Sevap kazanmaya da sizden daha az muhtaç değilim." Müşrik ve şer ordusundaki sa*vaşçıların sayısı, önce de belirttiğimiz gibi dokuzyüz elliydi. Be*raberlerinde yetmiş atları, çok sayıda binekleri ve yemek için kesecekleri hayvanları vardı. Fakat azim ve imanları noksandı. Savaşmaya istekli değillerdi. Çoğu tereddüt içindeydi. Bazıları da kendi arzu ve iradesi olmadan savaş çukuruna yuvarlanmış*tı. Şöyle ki:

a- Onlar kervanlarını ve oradaki mallarını korumak için se*fere çıkmışlardı. Bu sebeple zorluklarla karşılaşmışlardı. Bunu yapmadıkları takdirde mallarını yitirecekler, Araplar arasında küçük düşeceklerdi. Ebu Süfyan, onlara kervanın kurtulduğu haberini göndererek şöyle demişti: "Siz kervanınızı ve kervanı-nızdaki adamlarınızla, mallarınızı korumak için yola çıktınız, işte Allah kervanı kurtardı. Artık geri dönün."

Vuruşma sebebi ortadan kalktığı için, artık onları savaşa ite*cek bir gayretleri de kalmamıştı. Ama köklü kinleri ve Haşim oğullarına karşı olan kıskançlıkları Ebu Cehil´i harekete geçir*mişti. O Kureyşliler´i kin ve hasedinden dolayı savaşa zorlamışti. Onun karakterinde olanlar da, onunla birlikte savaşa azmet*mişlerdi.

b- Zühre oğulları gelmişlerdi, ama kervanın kurtuluş haberi*ni alınca hepsi geri dönmüşlerdi. Sözcüleri: "Artık mal kurtar*mak bahanesi ortadan kalkmıştır. Savaşa gitmemize ihtiyaç kalmamıştır" demiş ve hepsi de Ebu Cehil´i ahmaklık ve cahil*likle nitelemişlerdi.

c- Bazı güçlü Kureyşliler, kavimleri içinde mertebe sahibi olan müşrikler, örneğin Ümeyye bin Halef gibileri, savaş için sefere çıkmak hususunda tereddüt etmişlerdi. îbn îshak´ın "Si-ret´inde anlatıldığına göre, Ümeyye bin Halef, yaşlı, irikıyım bir adam olup evinde oturmaya karar vermişti. Kendisi kavmi*nin arasında Mescid-i Haram´da oturmaktayken, Ukbe bin ebi Muayt eline bir ateş koru ve buhurdanlık alarak getirip Ümey*ye bin Halefin önüne bırakmış, sonra da ona: "Ey Ali´nin baba*sı ısın, sen ancak kadınlardan birisin!" demişti; Onun bu sözle*rine karşı Ümeyye bin Halef: "Allah seni ve getirdiğin şeyi rezil etsin" diye karşılık vermişti. Sonra bu itibarlı adam, kahra*manlık duygusundan değil, halk tarafından kınanmamak için savaşa katılmaya hazırlanmıştı. Hac mevsimlerinde halkı ve dışardan gelen Arap heyetlerini Peygamber efendimize uymak*tan men edip geri çeviren Ebu Leheb bile bu savaşa bizzat ka*tılmamış, geri kaçmış ve yerine vekil olarak As bin Hişam bin Muğire´yi göndermişti. Karşılık olarak da, iflas etmiş olan As bin Hişam´a, alacağını bağışlamıştı. Talib bin Ebi Talib de bu savaşa gitmemişti. Çünkü o, bazı.Küreyşlilerin de dediği gibi, Haşimoğullarını ve onların beraberindeki Muhammed (sav)i se*viyordu. Haşimilerin ilk sıralarında yer alan Abbas´ın bu sava*şa gitmesi ise çok tuhaftı. Çünkü o Akabe biatında Peygamber efendimizle birlikte bulunmuş, Evs ve Hazreç kabileleriyle ko*nuşmuştu. Peygamber efendimizi koruyacakları konusunda on*lardan teminat almıştı. Koruyamayacak iseler, kendilerinin Muhammed´i koruyabilecek güçte olduklarını Evs ve Hazreç kabilelerine açıklamıştı. Eğer Evs ve Hazreç kabileleri Muham*medi koruyamayacak iseler onu kendi kavminin himayesine .bırakmalarım söylemişti. Kardeşi oğlu Muhammed´i yenmek ve ordusuyla savaşmak maksadıyla değil, Kureyşlilerin önde ge*len simalarının kendisini kınamalarından korktuğu için bu savaşa katılmıştı. Maksadı, Kureyşliler üzerinde hakimiyet sağ*lamak ve onlar arasında cılız bir fert olarak kalmamaktı.

Öyle sanıyoruz ki, Ebu Süfyan da bu savaşın zorunlu olduğu*na inanmıyordu. Kureyşlilere gönderdiği ve kervanın kurtulu*şunu bildirdiği mektup da bunu göstermektedir.

d- Kureyşlilerin hemen hemen tamamı savaştan korkuyor*lardı. Çünkü onlar kendi teçhizatlarından ve mühimmatların*dan uzak kalıp yola koyulmaya karar verince, kendileri ile Bekr bin Abdü Menaf oğulları arasında geçmişte meydana ge*len olayları hatırladılar. Bekr bin Abdü Menaf oğullarının ar*kadan kendilerine saldıracaklarından endişe ettiler. Hatta söz*cüleri: "Bunların arkadan gelip bizi vurmalarından korkuyo*ruz" dedi. Evet, Kureyşliler savaştan korkmuşlardı. Önlerinde görecekleri düşmandan çok arkadan kendilerine zarar geleceği*ni düşündüler. Savaşın zorunlu olduğuna inanmadılar. Hatta bunun için azimleri de yoktu. Ancak kin, cahillik ve hased, göz*lerini köreltmişti. Aynı zamanda mü´minlerden de ürküyorlar*dı. Çünkü daha önceleri bazı müşrikler, müslüman askerlerle karşılaşmışlardı. Göz göze gelecek kadar birbirlerine yakın ol*muşlardı. Ama mü´minlerin kan akıtmadıklarını görmüşlerdi. Zaten mü´minlerin kan akıtmaya meraklı olmadıkları da Pey*gamber efendimizin merhamet istediğine, savaş istemediğine, inançları muhtelif de olsa, müşriklerle çarpışmak arzusunda ol*madığına dair söylediği sözler bunu isbatlamaktaydı.

devam edeceek,
 

CAFERİ_TAYYAR

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
28 Şub 2009
Mesajlar
385
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
55
S.A.
.....
îbn îshak´dan rivayet edildiğine göre, müşrikler sükun bul*duktan sonra Umeyr bin Vehb el-Cumhi´yi gözcü olarak görev*lendirip ona: "Muhammed´in ashabının sayısının ne kadar ol*duğunu bizim için araştırıp öğrenmeye çalış" dediler, O da îs-lam ordusunun çevresinde atıyla dolandıktan sonra, müşrikle*rin yanma geldi ve : "Üçyüz adamdan biraz daha fazla, ya da biraz noksandırlar. Ancak bana biraz daha süre verin ki, onla*rın gizlenmiş oldukları yerlerin ya da arkalarında kendilerine takviye olacak birliklerin bulunup bulunmadığım araştırıp size haber vereyim" dedi. Sonra da müşrik ordusunun yanından uzaklaştı, îslam ordusunun çevresinde dolanarak keşif yaptı. Ama bir şey görmedi. Tekrar gelip Kureyşliler´e bir şey görme*diğini söyledi.

Ama o, durumun kritik olduğunu, sayının Önemli olmadığını, asıl önemli olan unsurun moral gücü ve ölüme karşı hazırlıklı olmak olduğunu açıkladı. Savaşa hazır durumda bekleyen müşrik ordusuna hitaben şöyle dedi:

"Belalar ölümü getirir. Ey Kureyş topluluğu! Ben kabirlere ölü taşıma vasıtalarım, Medine´nin saka develerinin Ölü taşı*dıklarını görür gibi oldum. Öyle bir topluluk gördüm ki; yanla*rında kılıçlarından başka, onların ne bir koruyucuları var ne de sığınakları... Vallahi sizden bir adam Öldürmedikçe onlardan bir adam Öldürülmeyecektir, Onların sayısınca adamlarınız Öl*dürüldükten sonra, yaşamanın ne kıymeti kalır? Bu nedenle iyi düşünün ve kararınızı ona göre verin!"

Hakim bin Hüzzam bu sözleri işittikten sonra halkın arasına girip dolaştı. Utbe bin Rebia´nın yanına giderek ona şöyle dedi: "Ey Eba Velid! Sen Kureyş´in büyüğü, efendisi ve itaat edilen adamısın. Ömrünün sonuna kadar hayırla yadedilmeyi istemez misin?"

Utbe: "Ey Hakim, nedir o?" diye sordu. Hakim de şöyle cevap verdi: "Halkı seferden geri çevir. Müttefikin Amr bin Hadre-mi´nin işini üzerine al!"

Utbe şu cevabı verdi: "Bu işi yapayım. Çünkü o benim mütte-fikimdir. Onun diyetini, kaybettiği malını Ödemek bana düşer." Böyle dedikten sonra kalkıp bir konuşma yaptı ve şöyle dedi:

"Ey Kureyş topluluğu! Vallahi siz Muhammed ve ashabıyla karşılaşırsanız, bir şey yapamazsınız. Onlardan birini öldüre*cek olanınıza bakan, ya amcasının, ya dayısının oğlunu, ya da kabilesinden bir kimseyi Öldürmüş olanın yüzüne bakmış ola*cak ve ondan nefret edecektir! Siz geri dönünüz. Muhammed ile diğer Araplar arasından çıkınız. Onları başbaşa bırakınız. Eğer Araplar ona birşey yaparlarsa -ki zaten bunu istersiniz- maksa*dınıza ulaşmış olursunuz. Eğer bunun tersi olursa o, sizin ken*disine dokunmamış olduğunuzu görerek size karşı yumuşak ve iyi davranır."

Ordudaki askerler bu söze kulak verdiler ve uygun gördüler. Ama kindar Ebu Cehil, kıskançlığının tesirine kapılmış, bu söz*leri hoş karşılamanııştı. Gidip Muhammed´in sahabileri tara*fından öldürülmüş olan Amr´m kardeşi Amir bin Hadremi´yi kışkırttı. Onun intikam çağrısı yapmasını istedi. Amir de feryat ve figan ederek, ölen kardeşi Amr için: "Ah Amr! Vah Anır!" di*yerek ortalıkta dolaşmaya başladı. Onun bu feryadı ve intikam çağrısı üzerine müşrikler galeyana geldiler, savaşa kalkıştılar, intikam ateşiyle dolup taştılar ve vuruşmak üzere görüş birliği ettiler.

Sonuç olarak deriz ki, savaş arzusu başlangıçta Kureyşlile-rin gönlünde çok zayıf durumdaydı. Savaşmak hususunda te*reddüt etmekteydiler. Çünkü kervan kurtulduğu için savaşma gereği ve sebebi ortadan kalkmıştı. Aklı başında olan Kureyşli-ler savaşıp savaşmamak konusunda tereddüt ettiler. Hatta ba*zıları müslümanlara karşı merhametli olma tavsiyesinde bu*lundular. Bazısı da Muhammed´in arkadaşlarının Allah yolun*da ölmek istediklerini bildiklerinden dolayı, savaşa katılmak*tan korktular. Bütün bunların ötesinde Kureyşliler, arkadan gelmesi muhtemel olan saldırılardan korkuyorlardı. Bu neden*le savaşma arzusu sabit olarak kalplerine yerleşmedi. Halbuki ordular ancak azim ve irade ile güçlenirler. Onları savaşa iten tek sebep, kindarlıklarıydı. Her ne kadar başlangıçta bu duygu insanı savaşa teşvik ederse de, düşman askeriyle karşılaşma esnasında bu duygu varlığını devam ettiremez. Savaşın sivri dişleri göründüğü ve insana battığı esnada, bu duyguya yer kalmaz. Batılın ordusu işte bu durumdaydı. O ordunun safları arasında çözülme başlamıştı. Çözülmenin ardısıra tereddüt ve yenilgi mutlak surette gelecekti.

Biz deriz ki, noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah´ın iman ordusuna olan merhameti, batıl ordusunun yenilgi ve he*zimet sebebini kendi içinde meydana getirmişti.

devam edecek inş
 

CAFERİ_TAYYAR

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
28 Şub 2009
Mesajlar
385
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
55
S.A.

...
ütün bunları anlattıktan sonra, faziletli tarafa, Muhammed (sav)in ordusuna gelelim. Bu ordu savaşa katılma kararını oy birliği ile almıştı. Bunların amaçları mal elde etmek, dünya metaına kavuşmak değildi. Bunlar, kendilerine saldıracak olan Allah düşmanlarını yenmek amacını taşıyorlardı. Noksanlık*lardan münezzeh olan yüce Allah´ın ve Resulünün çağrısına icabet ederek bu savaş alevlerinin içine dalmak mecburiyetinde olduklarını görüyorlardı. Bu savaşa daldıkları takdirde iki gü*zel şeyden birine kavuşacaklardı. Ya ganimet elde edecek, ya da şehid olacaklardı ki, her ikisi de asıl itibariyle ganimet sayıhr. Müşrikler araştırıcı gözle mü´minleri gözetlediklerinde, on*ların durumlarından korku ve ürküntüye kapılmışlardı. Üçyüz-dokuz kişilik az bir topluluk oldukları halde, müslüman asker*lerden korkmuşlardı. îbn Kesir bu konuda şöyle der:

"Mü´minler üçyüz onüç kişiydiler. Bu durumda iken noksan*lıklardan münezzeh olan yüce Allah, müminlere, müşrikleri az bir sayıda gösterdi. Mü´minler müşriklerden korkmadılar. Mü´minler de onların gözlerine Allah tarafından az gösterildi-ler. Bu hususta yüce Allah şöyle buyurmuştur:

"Allah, onları uykunda az gösteriyordu. Eğer sana onları çok gösterseydi, çekinirdiniz ve (savaş) iş(in)de (birbirinizle) çeki-şirdiniz. Fakat Allah, (sizi bundan) kurtardı. Çünkü O göğüsle*rin özünü bilir.

Karşılaştığınız zaman onları sizin gözlerinize az gösteriyor sizi de onların gözlerinde azaltıyordu ki, yapılmış bir işi yerine getirsin. îşler hep Allah´a döndürülecektir." (Enfai 43-44)

Bundan da anlaşılıyor ki, müşrikler, mü´minlerle karşılaş*maktan korkuyorlardı. Savaş anının yaklaşmasından ürküyor ve savaşmamak hususunda tereddüt ediyorlardı. Sadece ah*maklık içinde bulunanlar bu savaşı arzuluyorlardı. Buna karşı mü´minler, yüce Allah´tan müjde almışlardı. Müşrikleri küçüm*süyor ve onlara karşı korkusuzca hücuma kalkışıyorlardı. Sa*dece Allah´tan yardım diliyorlardı. Yüce Allah da, onların kalp*lerine sükun ve metanet bırakıyor ve onlara yardım ediyordu. Melekler de onlara takviye kuvvetler gönderiyor, kalplerine gü*ven ve huzur yerleştiriyordu. Onlar sükunet içinde Allah´ın yardımını ümit edip, O´na güvenerek uyuyorlardı. Sadece O´nun zatından yardım bekliyorlardı. Savaşa hazırlıklı ve yöne*lik vaziyette bekleyen müminlerin durumunu Cenab-ı Allah şöyle tasvir buyuruyor:

"Siz Rabbinizden yardım istiyordunuz. O da "Ben size birbi*ri ardınca bin melek ile yardım edeceğim" diye duanızı kabul buyurmuştu. Allah bunu ancak müjde olsun (sevmesiniz) ve kalbiniz bununla yatışsın (güvene ve huzura kavuşun) diye yapmıştı. Yardım, yalnız Allah kalındandır. Allah daima üs*tün ve hikmet sahibidir.

O sizi, Allah´tan bir güven olmak üzere hafif bir uykuya dal*dırmıştı. Üzerinize, sizi temizlemek, şeytanın pisliğini (içinize attığı kötü düşünceleri) gidermek, kalplerinizi (birbirine) bağ*lamak ve ayakları(nızı) pekiştirmek için üzerinize gökten bir su indiriyordu. Rabbih, meleklere vahyediyordu ki: Ben sizinle be*raberim, siz inananları pekiştirin; ben inkar edenlerin yürekle*rine korku salacağım; vurun (onların) boyunların(ın) üstüne, vurun onların her parmağına! Böyle (olacak), çünkü onlar Al*lah ve Resulüne karşı geldiler. Kim Allah´a ve Resulüne karşı gelirse, muhakkak ki Allah´ın cezası çetin olurf (Enfai: 9-13)

Bundan sonra da yüce Allah şöyle buyuruyor:

"işte böyle yaptı. Muhakkak ki Allah, kafirlerin tuzağını za*yıflatır." (Enfai.18)

DEVAM EDECEK İNŞ
 

CAFERİ_TAYYAR

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
28 Şub 2009
Mesajlar
385
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
55
S.A.
.....

Bütün bunları anlattıktan sonra, faziletli tarafa, Muhammed (sav)in ordusuna gelelim. Bu ordu savaşa katılma kararını oy birliği ile almıştı. Bunların amaçları mal elde etmek, dünya metaına kavuşmak değildi. Bunlar, kendilerine saldıracak olan Allah düşmanlarını yenmek amacını taşıyorlardı. Noksanlık*lardan münezzeh olan yüce Allah´ın ve Resulünün çağrısına icabet ederek bu savaş alevlerinin içine dalmak mecburiyetinde olduklarını görüyorlardı. Bu savaşa daldıkları takdirde iki gü*zel şeyden birine kavuşacaklardı. Ya ganimet elde edecek, ya da şehid olacaklardı ki, her ikisi de asıl itibariyle ganimet sayıhr. Müşrikler araştırıcı gözle mü´minleri gözetlediklerinde, on*ların durumlarından korku ve ürküntüye kapılmışlardı. Üçyüz-dokuz kişilik az bir topluluk oldukları halde, müslüman asker*lerden korkmuşlardı. îbn Kesir bu konuda şöyle der:

"Mü´minler üçyüz onüç kişiydiler. Bu durumda iken noksan*lıklardan münezzeh olan yüce Allah, müminlere, müşrikleri az bir sayıda gösterdi. Mü´minler müşriklerden korkmadılar. Mü´minler de onların gözlerine Allah tarafından az gösterildi-ler. Bu hususta yüce Allah şöyle buyurmuştur:

"Allah, onları uykunda az gösteriyordu. Eğer sana onları çok gösterseydi, çekinirdiniz ve (savaş) iş(in)de (birbirinizle) çeki-şirdiniz. Fakat Allah, (sizi bundan) kurtardı. Çünkü O göğüsle*rin özünü bilir.

Karşılaştığınız zaman onları sizin gözlerinize az gösteriyor sizi de onların gözlerinde azaltıyordu ki, yapılmış bir işi yerine getirsin. îşler hep Allah´a döndürülecektir." (Enfai 43-44)

Bundan da anlaşılıyor ki, müşrikler, mü´minlerle karşılaş*maktan korkuyorlardı. Savaş anının yaklaşmasından ürküyor ve savaşmamak hususunda tereddüt ediyorlardı. Sadece ah*maklık içinde bulunanlar bu savaşı arzuluyorlardı. Buna karşı mü´minler, yüce Allah´tan müjde almışlardı. Müşrikleri küçüm*süyor ve onlara karşı korkusuzca hücuma kalkışıyorlardı. Sa*dece Allah´tan yardım diliyorlardı. Yüce Allah da, onların kalp*lerine sükun ve metanet bırakıyor ve onlara yardım ediyordu. Melekler de onlara takviye kuvvetler gönderiyor, kalplerine gü*ven ve huzur yerleştiriyordu. Onlar sükunet içinde Allah´ın yardımını ümit edip, O´na güvenerek uyuyorlardı. Sadece O´nun zatından yardım bekliyorlardı. Savaşa hazırlıklı ve yöne*lik vaziyette bekleyen müminlerin durumunu Cenab-ı Allah şöyle tasvir buyuruyor:

"Siz Rabbinizden yardım istiyordunuz. O da "Ben size birbi*ri ardınca bin melek ile yardım edeceğim" diye duanızı kabul buyurmuştu. Allah bunu ancak müjde olsun (sevmesiniz) ve kalbiniz bununla yatışsın (güvene ve huzura kavuşun) diye yapmıştı. Yardım, yalnız Allah kalındandır. Allah daima üs*tün ve hikmet sahibidir.

O sizi, Allah´tan bir güven olmak üzere hafif bir uykuya dal*dırmıştı. Üzerinize, sizi temizlemek, şeytanın pisliğini (içinize attığı kötü düşünceleri) gidermek, kalplerinizi (birbirine) bağ*lamak ve ayakları(nızı) pekiştirmek için üzerinize gökten bir su indiriyordu. Rabbih, meleklere vahyediyordu ki: Ben sizinle be*raberim, siz inananları pekiştirin; ben inkar edenlerin yürekle*rine korku salacağım; vurun (onların) boyunların(ın) üstüne, vurun onların her parmağına! Böyle (olacak), çünkü onlar Al*lah ve Resulüne karşı geldiler. Kim Allah´a ve Resulüne karşı gelirse, muhakkak ki Allah´ın cezası çetin olurf (Enfai: 9-13)

Bundan sonra da yüce Allah şöyle buyuruyor:

"işte böyle yaptı. Muhakkak ki Allah, kafirlerin tuzağını za*yıflatır." (Enfai.18)

devam edecek inş
 

CAFERİ_TAYYAR

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
28 Şub 2009
Mesajlar
385
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
55
s.a.

...

Nihayet iki ordu karşı karşıya geldi. Bunlardan birinin sayı*sı, teçhizatı çoktu, ama inancı yoktu. Öyle ki, giriştiği savaşı kazanacağı konusunda bir güvene sahip değildi. Cenab-ı Allah onların tuzaklarını ve tedbirlerini zayıflatıp boşa çıkardı. Savaş sebebini ortadan kaldırmakla ve liderlerinin kalplerine tered*düt düşürmekle, bazı kabilelerle boyları birbirinden koparmak*la, koparmış oldukları akrabalık duygularını yeniden canlandı*rıp kabartmakla onları gevşetmişti. îki ordu karşı karşıya gel*dikleri zaman, bazılarının kalplerine korku ve ürküntü bırak*mıştı.

Evet, müşrik ordusunun durumu böyleydi. Müzminlerin du*rumuna gelince onların iradeleri tek noktada birleşmişti. Yüce Allah´tan müjde almışlardı. Meleklerle takviye görmüşlerdi. Meleklere Cenab-ı Allah, müslümanlarm kalplerine sükun, se*bat ve huzur bırakmalarını vahyetmişti. Öyle ki, müzminleri bir güven uykusu bürümüştü. Cenab-ı Allah ayaklarının altındaki yeri sağlamlaştırmak ve sabitleştirmek için hafif bir yağmur yağdırmıştı. Kervanı elde etmektense, onur ve üstünlüğü elde etmek hakim olmuştu. Başlangıçta mal istemişlerdi, ama so*nunda Allah´ın kelimesini yüceltmek amacına yönelmişlerdi. Evet, Önceleri mal elde etmek istiyorlardı. Allah´ın verdiği onur sayesinde kuvvet ve üstünlük istemeye başlamışlardı. Nitekim noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah şöyle buyurmuştur:

"Allah size, iki takımdan birinin sizin olduğunu vadediyor-du; siz ise kuvvetsiz olanın (kervanın) sizin olmasını istiyordu*nuz." (Enfai: 7)

İki ordu biri zırha bürünerek teçhizatla kendini takviye etmiş, ama yüreksiz. Diğeri ise iman, azim, sabır ve şehadet ar*zusu gibi manevi zırhlara bürünmüş. Şehadet ki iki güzel so*nuçtan biridir. însan ya gazi olup ganimet elde etmeli, ya da şe*hit olup Allah´ın rahmetine kavuşmalıdır. Ya zafere erip gazi olacaklar, ya da şehit olacaklardı. Her ikisinde de büyük ka*zançlar vardı.

Bu iki ordu birbirine denk olur mu hiç? Savaşlar konusunda uzman olan kimseler de bu iki ordunun birbirlerine denk olma*yacaklarını söylerler. Çünkü geçen yüzyılda ve bu yüzyılda sa*vaşları yöneten komutanlar, savaşlardaki maddi gücünün ma*nevi güce oranla üçte birlik bir değer taşıdığını ifade etmişler*dir. Onların bu takdirlerine göre, zafer, ya da yenilgi sonucuna maddi kuvvetin ancak dörtte birlik bir tesiri olabilir; manevi gücünse dörtte üçlük bir etkisi olur. Bedir savaşında müşrikle*rin sayısı bin idiyse bu mutlak bin sayısına tekabül eder. Ama mü´minlerin sayılan kuvvet dengesinde en azından binikiyüze tekabül ederdi. Ayrıca noksanlıklardan münezzeh olan yüce Al*lah onları meleklerle takviye etmişti:

"Rabbin, meleklere vahyediyordu ki: "Ben sizinle beraberim; siz inananları pekiştirin." (Enfal. 12)

"(Ey Muhammed) attığın zaman sen atmadın, fakat Allah attl!" (Enfal:17)

Savaş uzmanlarının takdirine göre maddi kuvvetin manevi kuvvete göre üçte birlik bir değer taşıdığını söylemiştik. Savaş uzmanları hata da yapabilirler, doğru da söyleyebilirler. Ama yüce Allah´ın takdiri bütün takdirlerin üstündedir. Kalbinde zayıflık bulunmayan iman ehlinden bir savaşçıyı en kafir sa*vaşçıya denk tutan, yüce Allah´tır. O şöyle buyurmuştur:

"Ey Peygamber, Allah sana ve sana tabi olan mü´minlere ye*ter. Ey Peygamber, müminleri savaşa teşvik et. Eğer sizden sab*reden yirmi kişi olsa, (onlar ikiyüz (kafir)i yenerler. Sizden yüz kişi olsa (onlar) kafirlerden bin kişiyi yenerler. Çünkü o kafir*ler, anlamaz bir topluluktur. Şimdi Allah sizden (yükü) hafif*letti. Sizde zaaf bulunduğunu bildi. Bundan böyle sizden sab*reden yüz kişi olsa, ikiyüz (kafır)i yenerler ve eğer sizden bin ki*şi olsa Allah´ın izniyle ikibin (kafir)i yenerler. Allah sabreden*lerle beraberdir.." (Enfal: 64-66)

Bu Kur´an nastan anlaşıldığı üzere, eğer iman ehlinin kalb-lerinde zaafîyet yoksa ve mü´minler gevşememişlerse, manevi kuvvetin bir birimi, maddi kuvvetin on birimine denktir. Ancak sadık mü´minler arasına münafıkların girmesi durumunda, mü´min safları arasında gevşeklik başgösterir; münafıklar iman ehlinin yenilmesini ve çökmesini isterler. Nitekim onlarla ilgili olarak yüce Allah şöyle buyurmuştur:

"Sizin içinizde (savaşa) çıkmış olsalardı, size bozgunculuk*tan başka bir katkıları olmazdı. Sizi fitneye (birbirinize) düşür*mek için hemen aranıza sokulurlardı. İçinizde de onlara kulak verenler vardır. Allah zalimleri bilir. (Onlar) önceden de fitne çıkarmak istediler ve sana nice işleri ters çevirdiler. Nihayet hak geldi, onlar istemedikleri halde Allah´ın emri (onun dini) galebe çaldl." (Tevbe: 47-48)

Saflarda zaafîyet işte böyledir. Nitekim Uhud gazvesinde saflar arasında zaaf ve gevşeklik başgöstermişti. Peygamber efendimiz Cenab-ı Allah´ın da buyurduğu gibi, safları düzene ^sokuyordu:

"Hani sen, erkenden ailenden ayrılmıştın. (Uhud´da) mü´minleri savaş üslerine yerleştiriyordu. Allah da işitendi, bi*lendi. Sizden iki takım, korkup bozulmaya yüz tuttu. Allah, kendilerinin dostu idi. inananlar, Allah´a dayansınlar." (Ali lmran: 121-122)

îman kuvvetinin durumu işte budur. İnanan askerlerin ara*sına asla nifak karışmamalıdır. Böyle olmadığı sürece, bir mü´min on müşrike bedeldir. Ama mü´minlerin arasına müna*fıklar karışır ve müminlerin kalplerinde de manevi hastalıklar bulunursa, işte o zaman inanç ordusunun safları arasında zaaf ve gevşeklik başgösterir. Bu durumda bir mü´min ancak iki münafıka bedel olabilir. Ama imanları halis olursa büyük kuv*vet ifade eder ve bir mü´min on müşriğe bedel olur. ikinci du*rumda, yani kalpleri manen hasta olur ve mü´minlerin safları arasına bu münafıklar karışırsa, işte o zaman bir mü´min an*cak iki münafığa ve müşriğe bedel olur. Bu iki ayet arasında nesh durumu yoktur. Bazıları derler ki, ikinci ayet birinciyi nesh etmiştir. Halbuki böyle bir durum sözkonusu değildir.

devam edecek..
 

CAFERİ_TAYYAR

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
28 Şub 2009
Mesajlar
385
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
55
s.a.

İki Ordunun Karşılaşması

Resulullah (sav) Kureyş kervanım yakalamak için Bedir´e gitti, ama kervanı ele geçiremedi. Savaş haberini aldı, artık sa*vaşmak mecburiyeti doğmuştu. Kureyşliler gurur ve alayişle Bedir´e yönelmişlerdi. Peygamber efendimiz düşmanını biliyor*du. Onların dokuzyüz ile bin civarında olduğunu talimin etmiş*ti. Bunu da onların yemek için kestikleri develerin sayısından anlamıştı. Sahabilerden birine, Kureyş ordusunun kaç kişi ol*duğunu sorduğunda, o, sayılamayacak derecede çok olduklarını söylemişti. Bunun üzerine Peygamber efendimiz onların yemek için kaç deve kestiklerini sorunca, adam: "Bir gün dokuz diğer gün on deve kesiyorlar" demiştir. Bunun üzerine Peygamber efendimiz, Kureyş ordusunun dokuzyüz ile bin kişi arasında ol*duğunu söylemişti. Hatta tam tamına dokuzyüzelli kişi olduk*larını söylemişti. Kureyş ordusundaki eşrafı sorunca da adam, aralarında Utbe bin Rebia ile kardeşi Şeybe ve diğer bazı önde gelen simaların bulunduğunu ifade etmişti. Bunun üzerine Peygamber efendimiz savaşa teşvik etmek için beraberindeki müslüman askerlere şöyle demişti: "İşte Kureyşliler, size ciğer*parelerini sunuyorlar!"

Kureyş müşrikleri ilerleyerek Bedir´de bir kum tepesinin ar*kasındaki vadinin en uzak kıyısına indiler. Müslümanlar da vadinin en yakın tarafına karargah kurdular. Bununla ilgili olarak yüce Allah şöyle buyurmuştur:

"Kulumuz (Muhammed)e indirdiğimiz (ayetler)e inanmışsa-nız, bilin ki, ganimet aldığınız şeylerin beşte biri, Allah´a, Re*sulüne ve (Allah´ın Resulü ile) akrabalığı bulunan(lar)a, yetim*lere, yoksullara ve yolcu(lar)a aittir. Allah her şeye kadirdir. O gün siz, vadinin yakın kenarında idiniz. O (düşman)lar(ınız) da uzak kenarında idiler. Kervan da sizden daha aşağıda idi. Eğer sözleşmiş olsaydınız dahi, sözleştiğiniz vakitte Öyle bulu-samazdınız. Fakat Allah, zaten yapılması kararlaştırılan bir işi yerine getirmek için (sizi böyle buluşturdu) ki helak olan, açık delille helak olsun; yaşayan da açık delille yaşasın." (Enfal.41-42)

Karargah için yer seçimi herhangi bir kimsenin iradesiyle değil, yüce Allah´ın uygun görmesiyle olmuştu. Eğer bir şahsın emir ve iradesiyle karargah yeri seçilmiş olsaydı, müslümanlar yer ve zaman hususunda görüş ayrılığına düşerlerdi. Noksan*lıklardan münezzeh olan yüce Allah karargah yerini takdir etti ve zamanını belirledi. Mü´minlerin karargah kurdukları yer kumluk olup yürümeye engel teşkil ediyordu. Bu yüzden Cenab-ı Allah, yeri sertleştirmek için hafif bir yağmur yağdırdı. Orasını yürümeye elverişli bir zemin haline getirdi. Kureyşlile-re de bol miktarda yağmur yağdırarak yürüyüşlerini engelledi.

devam edecek...
 

CAFERİ_TAYYAR

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
28 Şub 2009
Mesajlar
385
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
55
Nesei, Mücahid´in şöyle dediğini rivayet eder:

"Noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah üzerlerine yağ*mur yağdırdı, toz sakinleşti, yer sertleşti, gönülleri hoş oldu. Resulullah (sav) iman ordusuyla gelerek Bedir suyuna yakın bir yere karargah kurdu. Durumu sahabilere arzettiğinde Hab-bab bin Münzir bin Cemuh gelerek şöyle dedi: "Ey Allah´ın Re*sulü sen bu karargah yerini Allah´ın sana verdiği emre dayana*rak mı tesbit ettin? Eğer onun emrine dayanarak tesbit etmiş isen biz burayı, ne geçebilir, ne de buranın gerisinde kalabiliriz. Yoksa sen kendi görüşüne ve savaş taktiğine uyarak mı tesbit ettin?"

Resulullah (sav) efendimiz ben burayı kendi görüşüme ve sa*vaş taktiğime uygun olduğu için tesbit ettim, dedi. Bunun üze*rine Habbab: "Ya Resulullah burası karargaha müsait bir yer değildir. Milleti biraz ileriye götür ki, suyun yakınına varalım. Oraya konaklarız. Sonra da Bedir suyunun etrafına bir duvar örüp havuz yapar, içini su ile doldururuz ve düşmanla savaşı*rız. O sudan biz içeriz, ama onlar içemezler." dedi.

Peygamber efendimiz Habbab´m görüşüne uyarak oraya git*ti. Bedir kuyusunun yanında havuz yaptı, içini su ile doldurdu. Müşriklerin kapadıkları bütün kuyuların suyu oraya aktı, böy*lece onlar da kendilerini sudan yoksun bırakacak tuzağı anladı*lar.

îki taraf karşı karşıya geldi. îki hasım yüz yüze karşılaştı. Peygamberlerin seyyidi, alemlerin rabbinden imdat diledi. Ta*raflar birbirlerine fazla girmeden karşılıklı ok atışmaları başla*dı. Mazlum oğullarından şerli bir adam su tuzağını hissetti ve mü´minlerin yaptığı havuzu yıkabileceğini zannetti: "Ben ya bu havuzdan su içerim, ya da onu yıkarım; olmazsa bu uğurda Ölü*rüm!" diyerek mü´minlerin tarafına geldi. Onu, Allah´ın aslanı Abdülmuttalib oğlu Hamza karşıladı ve kılıcıyla o müşrikin bacağını kesti. Fakat o müşrik yeminini yerine getirmeye azimli olduğundan dolayı havuza doğru sürünerek ilerlemeye başladı. Nihayet Hamza bir darbe daha vurarak onu öldürdü.

Resulullah (sav) ordusu içinde diğer neferler gibi bulunuyor*du. Ancak ordunun harekatını kontrol etmek için yüksek bir yere çıkmayı uygun gördü. Yüksekçe bir yere bir gölgelik yap*mayı düşündü ve gölgelik yaptırdı. Rivayete göre, ona bunu öneren Muaz bin Cebel olmuştu, tbn İshak´m rivayetine göre, Sad bin Muaz, Peygamber efendimize şöyle demişti: "Ey Al*lah´ın Peygamberi! Senin için bir gölgelik yapalım da süvarile*rin yanında bulunsunlar, sonra biz gidip düşmanımızla karşıla*şalım. Eğer Cenab-ı Allah bizi güçlendirip düşmanı-mıza karşı galip kılarsa, bu zaten bizim sevdiğimiz bir şeydir. Ama diğer durum, yani hezimet hali meydana gelirse, sen de süvarilerinle birlikte azmedip arkamızdan bize gelip katılırsın. Çünkü, bazı kimseler bu seferden geri kaldılar. Onlar da seni en azından bi*zim kadar severlerdi. Eğer senin savaşa mutlaka katılacağını bilselerdi, senden geri kalmaz ve seninle birlikte bu sefere katı*lırlardı. Allah seni onların yüzü suyu hürmetine koruyacak, on*lar seninle birlikte cihad edecek ve sana hayır tavsiyesinde bu*lunacaklardır." Sa´d´m bu sözleri üzerine Peygamber efendimiz onu övdü ve ona hayır duada bulundu. Neticede Peygamber efendimize bir gölgelik hazırlandı. Bunda çok faydalar vardı. Çünkü buraya oturunca ordunun harekatını kontrol edecekti. Onların neler yaptıklarını görecek ve ona göre kararlar vere*cekti. Şüphesiz ki, Peygamber efendimiz, kendi vicdanı, şefkat ve merhamet duygusu ile ordusunu esirgiyordu. Onlara acıyor*du. Kureyşliler´in kalabalık ordusunu gördüğünde rabbine ta*zarru ve niyazda bulunarak şöyle demişti:

devam edecek..
 

CAFERİ_TAYYAR

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
28 Şub 2009
Mesajlar
385
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
55
S.A.

"Allah´ım! İşte Kureyşliler bütün gurur ve alayişleriyle üzeri*mize yöneldiler. Onlar sana meydan okuyor, senin Resulünü yalanlıyorlar. Allah´ım! Kureyşli müşrikleri yarına varmadan helak et!

Resulullah´la birlikte Ebu Bekir de karargah çadırında bu*lunmaktaydı. Muaz bin Cebel birkaç Ensar´la birlikte koruyucu olarak çevresinde dolaşıyordu. Resulullah (sav) rabbine sürekli bir şekilde yalvarıyordu. Ayrıca Hz. Ali´nin de rivayet ettiğine göre, Peygamber efendimiz rabbine sürekli dua edip tazarru ve niyazda bulunuyor, dua ederken şöyle diyordu:

"Allah´ım! Eğer şu bir avuç topluluğu helak edersen, artık bunlardan sonra yeryüzünde sana ibadet edilmez?1

Rabbinden imdat isteyerek şöyle diyordu:

"Allah´ım bana vadettiğini gerçekleştir. Allah´ım zaferini ver!" Böyle dua ederken, ellerini omuzundaki abası yere dü*şünceye kadar semaya yükseltiyordu. Ebu Bekir de arkadan onu koruyor ve abasını yine omuzuna koyuyordu. Fazlaca yal*varıp yakardığmdan dolayı Ebu Bekir ona acıyıp şefkat ederek şöyle diyordu; "Ey Allah´ın Resulü! Bu kadar yalvarıp yakar-dıktan sonra mutlaka rabbin, sana vadettiklerini gerçekleştire*cektir!"

Evet bu doğru yolu gösteren hikmet sahibi kumandan, ordu*sunu ve adamlarından herbirini ayrı ayrı fazlaca sevdiğinden ve cihada sebebiyet veren tevhid inancını korumaya da tutkun olduğundan, putperestliği yıkmaya arzulu olduğundan dolayı, yüce Rabbine fazlaca yalvarıp yakarıyor ve O´ndan imdat isti*yordu. Bunun yanı sıra savaşmaları için sevgili askerlerinin kalplerine azim ve sebat ruhunu aşılıyor, savaşa hazırlıklı ol*maları için askerlerine moral veriyor, zafer için gayret sarfedi-yordu. Sonra da tevekkül edip yardımını dileyerek rabbine yal*varıp yakarıyordu. O´nun emri olmadan hiçbir şeyin değişmeye*ceğini -yüce rabbinden kendilerine dayanma gücünü gayret ve sebatı ihsan etmesini istiyordu. Rabbinin şu buyruğuna icabet ederek askerlerini savaşa teşvik etmeye başladı: "Ey Peygam*ber! Müzminleri savaşa teşvik etf Bu buyruk üzerine Peygam*ber efendimiz şu cevabı vermişti:

"Muhammed´in canı kudret elinde bulunan Allah´a andolsun ki, bugün bir müslüman müşriklerle savaşır da sabrederek se*vabını rabbinden bekleyerek ve cepheden kaçmayarak Öldürü-lürse, mutlaka cennete girer!"

îşte bu söz, Peygamber efendimizin askerleri savaşa teşvik ederken söylediği sözlerden biri idi. Cenab-ı Allah´ın teşvikleri de, sakındırma bakımından cepheden kaçmayı önleme cihetin*den çok kuvvetli bir etki meydana getirmişti. Yüce Allah şöyle buyurmuştu:

"Ey inananlar, inkar edenlerle toplu halde karşılaşırsanız, onlara arkalar(ınız)ı döndür(üp kaç)mayın. Kim o gün -savaş*mak için bir tarafa çekilmek ya da başka bir birliğe katılmak dışında- arkasını döner (kaçar)sa o, Allah´tan bir gazaba uğrar. Onun yeri cehennemdir. O, ne kötü varılacak bir yerdir!" (Enfal: 15-16)

Peygamber efendimizin teşvikleri müjde anlamı taşıyordu. Cenab-ı Allah´ın teşvikleri ise, savaştan kaçma hususunda mü´minleri sakındırma anlamına geliyordu. Birinci teşvik, eğer savaş cephesine doğru ilerlerlerse, akibetlerinin hayır olacağını mü´minlere açıklıyordu. İkinci teşvik, yani Cenab-ı Allah´ın teş*viki ise savaştan kaçtıkları veya geri durdukları takdirde aki*betlerinin fena olacağını bildiriyordu.

devam edecek.
 

CAFERİ_TAYYAR

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
28 Şub 2009
Mesajlar
385
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
55
Komuta ve Düzen


Peygamber efendimizin komutası gayet hikmetli ve yerli ye*rince olup, askerlerine karşı merhametli bir özellik taşıyordu. Akıllıca ve kuvvetlice komuta ediyor, güzel bir örnek teşkil edi*yordu. Adil bir savaş komutanı için o en güzel bir örnekti. Nite*kim amel, ahlak ve sünnetleri bakımından da mü´minler için güzel bir Örnekti. Bu hususta yüce Allah şöyle buyurmuştur:

"Andolsun, Allah´ın elçisinde, sizin için en güzel bir örnek vardır." (Ahzab. 2i)

a- Peygamber efendimizin hikmetli ve irşat edici komutası*nın ilk görünümü, onun ordunun ortasında, savaş cephesinde bulunmasıydı. Askerlerinden uzak bir yere çekilmemişti. Aksi*ne, onların başında durup onlara komuta ediyor ve yol gösteri*yordu, ister tatlı ister acı olsun, savaşın sonuçlarına onlarla birlikte katıldığı gibi, savaşın zorluklarına da onlarla birlikte katılıyordu. Hz. Ali´nin bu hususta şöyle dediği rivayet edilir: "Durum şiddetlenip savaş ateşi alevlendiği, iyice kızıştığı ve gözlerinin çevresi kızardığı zaman Rasulullah (sav)e sığınırdık. O esnada kendisinden düşmana daha yakın bir kimse görül*mezdi. Bedir savaşmdayken de, düşmana en yakın bulunduğu*muz bir zamanda, Peygamber efendimize Sığınmıştık." Kuman*dan Peygamber savaşta askerlerin arasında bulunuyor ve on*lardan uzakta durmuyordu. Ashabı onun için bir gölgelik hazır*lamıştı. Öyle görülüyordu ki, kendisi o gölgelikte fazla oturma*mış, ancak askerlere bakıp durumu kontrol etmek ve onları dü*zene sokmak, harekatlarına yön vermek için gerektiği zaman gölgelikte oturmuştur.

Bazı müslüman kumandanların da onun yolundan yürüdük*lerini ve onu örnek aldıklarını görmüşüzdür. Örneğin, askerleri arasında bir nefer gibi dolaşan Selahaddin-i Eyyubi, onun dav*ranışlarını örnek aldığı için muzaffer olmuştur. Bazı kuman*danlar da onun yoluna aykırı davranışlar içine girdiklerinden dolayı hezimete maruz kalmışlardır. Bunlar savaşı idare ettik*lerini zannederek, sağlam köşkler içinde oturmuşlar, ama neti*cede onların ihmalleri sebebiyle hezimet gelmiş, Allah´ın as*kerleri telef olmuşlardır.

b- Peygamber efendimizin hikmetli komutasının ikinci görü*nümü de, onun kendisiyle askerlerini eşit görmesidir. Ordusun*da savaşan her asker, yambaşında kendisiyle birlikte savaş*makta olan Peygamber efendimizin de kendisiyle birlikte aynı hak ve yükümlülüklere sahip olduğunu hissederdi. Bunu açık*ça ispatlayan davranışlarından biri, onun, Ali ve Mersed ile bir*likte aynı deveye nöbetleşe binmesidir. Yaya yürüme sırası kendisine geldiği zaman, Ali ile Mersed onu bu sıradan muaf tutup tekrar deveye bindirmek istemişler fakat o kabul etme*miş ve : "Siz benden daha güçlü adamlar değilsiniz ve sevap ka*zanmak hususunda da ben sizden daha az istekli değilim." Evet, Peygamber efendimizin bu davranışı ile müslüman asker*lerin zamanımızdaki davranışlarını ve özellikle son çağdaki Mı*sırlılarla mukayese edin. Aradaki ayırıcı hususlar, bir tarafı sa*vaş ateşiyle dağlamakta diğer tarafı da hayırlara ve nimetlere boğmaktadır. Zafer kazanırlarsa gururlanırlar, savaş ateşiyle dağlanırlarsa herhangi bir şeref kazanmazlar. îşte bu sebeple*dir ki, hezimetleri birbirini izlemektedir.

c- Peygamber efendimizin hikmetli komutasının üçüneü gö*rünümü de, askerlerine kendi serbest iradeleriyle savaştıkları*nı herhangi bir kimsenin hegomonyası altında cepheye zorla sürülmediklerini hissettirmesi idi. Onun bu davranışı netice*sinde askerleri yaptıkları savaşla sevap kazanacaklarını umu*yorlardı. Kazandıkları takdirde Allah´ın yardımı sayesinde ka*zandıklarını ve hakkı müdafaa ettikleri için muzaffer oldukla*rını anhyorlardı. Öldürüldükleri takdirde şehitlik şerefine ve cennete kavuşacaklarını biliyorlardı. Kendileriyle cennete gir*mek arasında sadece savaşıp öldürülmek vardı. Her iki durum*da da iki güzellikten birine kavuşacaklardı. Onlar Allah rızası ve hak uğruna kendi Özgür iradeleriyle, kendi nefisleri için sa*vaşıyorlardı. Onlar kazançlı bir ticarete girmişlerdi. Başkaları*nın zoruyla değil, kendi arzularıyla bu cepheye gelmişlerdi. Ni*tekim noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah, bu hususu beyan ederken şöyle buyurmuştur:

"Allah, müzminlerin, mallarını ve canlarını cennet karşılı*ğında satın almıştır. Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler. Bu, Allah´ın üzerine bir borçtur. Gerek Tevrat´ta, gerek İncil´de ve gerekse Kur´an´da (Allah, yolunda çarpışanla*ra cennet vereceğini vadetmiştir) Allah´tan daha çok ahdini ye*rine getiren kim olabilir? O halde O´nunla yaptığınız bu alışve*rişinizden ötürü sevinin, gerçekten bu büyük başarıdır," (Tevbe. 111)

Peygamber (sav) efendimiz, askerlerinden her mü´min ferdin kalbine, dünyalık elde etmek için değil, kendi özgür iradesiyle Allah rızası için hak yolunda ve hak için savaştığı düşüncesini yerleştirmişti, iman hidayeti ve Peygamber efendimizin komu*tası angarya için savaşa katıldığını veya parya olarak cepheye geldiğini düşünmüyor, aksine kendi özgür iradesiyle düşmanla çarpışmaya geldiğini düşünüyordu.

d- Peygamber efendimizin hikmetli komutasında müşahede edilen görüntülerin dördüncüsü ise, onun yumuşak huylu, akıl*lı ve güçlü bir komutan olduğudur. Komuta ederken gayet yu*muşak ve mülayim davranır, mütehakkim olmazdı. Zorluk çı*karmadan, kabalık göstermeden, merhametle ve yumuşakça yol gösterirdi. Onun bu yol gösterişi karşısında da, karşısındaki askerler itaatli bir şekilde davranırlardı. O hikmetli komutanın çevresinde adeta etten bir duvar oluşturup, kendi canlarını onu kurtarmak için feda ederlerdi. Kendi arzularıyla gönüllü ola*rak, asla zorlanmadan onunla birlikte canlarını hak yolunda fe*da ederlerdi. Bu da Peygamber efendimizde bulunan nübüvvet rahmetiydi. Peygamber efendimizin bu nitelikli komutanlığını tasvir eden Cenab-ı Allah şöyle buyurmuştur:

"Allah´ın rahmeti sebebiyledir ki, sen onlara yumuşak dav-randın. Eşer kaba, katı yürekli olsaydın, çevrenden dağılır, gi*derlerdi. Öyle ise onlar(ın kusurların)dan geç, onlar için mağfi*ret dile. (Yapacağın) iş(ler) hakkında onlara danış, bir kere de azmettin mi artık Allah´a dayan." (Ai-> imran: 159)

e- Peygamber efendimizin hikmetli komutasında görünen te*zahürlerden biri de onun askerlerine karşı tutkun ve şefkatli olmasıdır. Nitekim bu husus rabbine yaptığı münacatlarda da sabitti. Askerleri onun birer dostu ve arkadaşı gibiydi. Onunla birlikte hakka davet eden kimselerdi. Hidayet erbabı idiler. Onlar Cenab-ı Allah´ın davetini yapan bir avuç mücahitlerdi. Eğer onlar helak olsalardı, artık onlardan sonra yeryüzünde Cenab-ı Allah´a ibadet edecek kimse kalmazdı, tslami izzet, on*lar arasında gelişip nemalanmıştı. Onlar muhabbet ehli kimse*ler olduklarım hissetmişlerdi. Bunu hissetmekten çekinmemiş*lerdi. Günümüzdeki bazı müslüman komutanların askerlerine baktıkları gibi, Peygamber efendimiz o sevgili askerlerine ha*şin bir surette bakmamıştı. Onları birer savaş aracı ve aleti olarak görmemiş, bilakis birer mücahit ve birer insan olarak görmüştü.

f- Peygamber efendimizin hikmetli komutasında müşahede edilen altıncı husus, onun, şura yaparak, sorumluluğu askerle*riyle birlikte paylaşmasıydı. Nitekim bu hususu ona Cenab-ı Allah emretmişti: "İş hususunda onlara danış." Askerlere da*nışmak, onları sorumluluk hissine sahip kılar. Strateji husu*sunda asker, kendisinin de görüş sahibi olduğunu idrak eder. Böylece onurlanır ve sorumluluğa ortak olur. Kendini hareket eden bir savaş aleti olarak görmez. Bunun üzerinde savaş ida*resine kendisi de iştirak eder, moral gücü artar, maneviyatı kuvvetlenir. Moral gücü artan asker, akıllı ve irade sahibi olur. Savaşa tereddüt etmeden kendi arzusuyla girişir.

Peygamber efendimizin bu hikmetli, akıllı merhametli, şef*katli ve yumuşak komutası sayesinde Cenab-ı Allah´ın ordusu gelişip kuvvetlenmiş, neticede zafer ve galibiyet elde edilmişti.
 

CAFERİ_TAYYAR

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
28 Şub 2009
Mesajlar
385
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
55
Taktik


Peygamber efendimiz askerlerini düşman karşısında peşpeşe gelen saflar halinde düzenlerdi. Bunu da Cenab-ı Allah buyur*muştu: "Allak, kendi yolunda kurşunla kaynatılmış binalar gi*bi saf bağlayarak çarpışanları sever. * (Saff: 4)

Askerlerin peşpeşe saflar halinde tanzim edilmesini Cenab-ı Allah Peygamber efendimize böylece emretmişti. Peygamber efendimiz de, Kur´an-ı Kerim´in açıklanmasına ihtiyaç duyulduğu zaman Kur´an-ı Kerim ayetlerini kendi söz ve davranışla*rıyla açıklardı. Nebevi savaşların ilki, büyük Bedir muharebesi idi. Bu savaşta Peygamber efendimiz, Allah´ın sevdiği saf niza*mını uygulamıştı. Ibn îshak´m rivayetine göre o, eline aldığı bir okla askerleri sıraya dizmiş ve saf nizamına göre tertiplemişti. Saf dışına çıkmış olan Sevad bin Azbe´nin karnına okun ucuyla vurarak; uEy Sevad sırana geç", demişti. Sevad da ´canımı in*cittin ya Rasulullah! Halbuki Allah seni hak ve adaletle gön*derdi, îzin ver de sana kısas uygulayayım´, dedi. Peygamber efendimiz karnını açarak, "Hadi bakalım ey Sevad, kısası uygu*la" dedi. Sevad ise onu kucaklayarak karnını öpmeye başladı. Peygamber efendimiz ona; ´Niçin böyle yaptın, ey Sevad?"diye sordu. Sevad şu cevabı verdi: "Bugün Allah´ın emriyle ecelimin geldiğini görüyor ve ölüp senden ayrılmaktan korkuyorum. Bu*nun için, seninle geçen en son dakikamın, tenimi tenine değdir*mekten ibaret olmasını ve bunun da kıyamet gününde bana şefaat ve benim azaptan kurtulmama vesile olmasını istedim!" Sevad´ın böyle demesi üzerine Peygamber efendimiz, onun için hayır duada bulundu.

îman ordusuna, kendilerine hücum emri verilmeden düşma*na saldırmamalarını emretti. Hep birlikte hücum etmelerini dağınık şekilde saldırmamalarını temin etmek için, onlara bu emri vermişti. Oklar teker teker atılabilirdi, ama bununla ok*lar israf edilmiş olacaktı. Halbuki hep birden saldırmaları du*rumunda hangi hedefe atacaklarını iyi seçebilirlerdi. Böylece düşman daha fazla ezilmiş ve teçhizat da israf edilmemiş ola*caktı. Yine Ibn îshak´ın rivayetine göre, Rasulullah (sav), ken*disinden emir çıkmadıkça düşmana saldırmamalarını mü´min askerlere emretmişti: "Düşman sizi kuşattığı anda onları ok*larla geri püskürtün" demişti. Buhari´nin "Sahih"inde yer alan bir rivayette, Ebu Üseyd´in şöyle dediği nakledilir: "Resulullah (sav) efendimiz Bedir gününde bize şöyle dedi: "Düşman et*rafınıza yığıldığı anda, onlara ok atın ve ok atmada birbiriniz-le yarışın."

O esnada Resulullah (sav) efendimiz, insanların zihinlerini meşgul etmesin ve dikkatlerini dağıtmasın diye develerin bo-yunlarındaki çanların sökülmesini emretmişti.

Bu adil savaşta Peygamber efendimiz sahabilere: "Ehad ehad, parolasını vermişti. Muhacirlerin özel olarak kendi aralarmda parolaları: "Ya Beni Abdurrahman", Hazreçlilerin ve Evs-lilerin özel parolaları da: "Ya Beni Abdillah" idi.

Önce de belirttiğimiz gibi, mü´min ordusundaki asker sayısı üçyüzonüç idi. Buhari´nin rivayetine göre, muhacirlerin sayısı ise altmış küsurdu. îmam Ahmed bin Hanbel´in rivayetine göre ise muhacirler yetmiş altı kişiydi.

Peygamber efendimiz, sancağı Mus´ab bin Umeyr´e vermişti. Sancağın rengi beyazdı. Muhacirlerin siyah renkli sancağını da Ebu Talib oğlu Ali´ye vermişti. Ensar´m sancağı siyah renkliy*di. Bu sancağı da Sa´d bin Muaz´a vermişti. Başka bir rivayete göre Ensar´m sancağını Habbab bin Münzir taşımaktaydı. Re-sulullah (sav) efendimiz Kays bin ebi Sa´saa´yı da Habbab´ın be*raberinde bulundurmuştu.

Resulullah (sav), askerleri böylece düzene koymuştu. Muha*cirlerin başına kendilerinden birini koymuştu ki, o da İslam´ın bahadırlanndandı. Ensar´m başına da kendilerinden birini koy*muştu. O da aynı şekilde îslam büyüklerinden, kahramanların*dan biriydi. Bunu böyle yapmakla, Muhacirlerle Ensar her gru*bun kendi adamıyla ünsiyet ve arkadaşlık kurmasını temin et*mek için böyle yapmıştı. Allah ve Resulünün insanlar için uy*gun gördüğü cihad böyleydi. Yarışacak olanlar bu yolda yarış*sınlar.

DEVAM EDECEK
 

CAFERİ_TAYYAR

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
28 Şub 2009
Mesajlar
385
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
55
s.a.
Savaş


Bu düzenlemeden sonra artık savaşmak an meselesi haline gelmişti. Savaşacak iki ordudan biri kuvvetli imana sahip olup vuruşmak için azmini bilemişti. İkinci ordu ise, Allah´a inanmı*yor ve savaşmak azmine de sahip değildi. Nitekim bunu, daha önce iki ordununun durumunu anlatırken belirtmiştik. Bu iki orduyla ilgili olarak Cenab-ı Allah şöyle buyurmuştur:

uIşte şunlar, rableri hakkında çekişen iki hasım taraf: inkar edenler için ateşten giysi biçildi. Başlarının üstünden de kay*nar su dökülüyor! Onunla karınlarının içindekiler ve derileri eritiliyor. (Ayrıca) onlar için demir kamçılar da var." (Hac: 19-21)

Bu ayet-i kerimeler kafirlerin kıyamet gününde karşılaşa*cakları durumlardan bahsetmektedir. Bu ayetlerin lafızlarında, onların savaştaki durumlarına da işaretler vardır.

Bedir savaşı, karşılıklı düello ile başladı. Müşriklerin bazı önde gelen büyük şahsiyetleri müslümanlardan, düello için karşılarına çıkacak adamlar istediler. Bu istekleri yerine geti*rildi. Düello için müslümanlarm iki kılıcı ortaya çıktı. Bunlar*dan biri Allah ve Resulünün arslanı Hamza, diğeri de İslam kahramanı Ali´ydi.

Utbe bin Rebia, kardeşi Şeybe bin Rebia ve oğlu Velid ile bir*likte düello için meydana çıktılar. Karşılarında ensardan üç ki*şi çıktı. Onlara "Bizim size ihtiyacımız yoktur. Ancak kendi kavmimizden, yani Mekke´li muha muhacirlerden bize denk kimselerle savaşmak istiyoruz!" dediler. Sonra Kureyşliler için*den biri şöyle seslendi: "Ey Muhammed! kendi kavmimizden, yani muhacirlerden bize denk kimseleri düello meydanına çı*kar!" Bunun üzerine Peygamber efendimiz de Kureyşliler´e kendi yakın akrabalarından, amcası Hamza ile amcasının oğlu Ali´yi çıkardı. Onların cihad edip gayret sarf etmelerini istemiş, yerlerinde rahatça oturmalarına gönlü razı olmamıştı. Ubeyde bin Haris bin Abdulmuttalib´i Hamza bin Abdulmuttalitfi ve Ali bin Ebu Talib´i düello meydanına çıkardı. Öyle görülüyordu ki, bunlar zırha büründüklerinden dolayı, karşı taraf onları ta*nımamıştı. Bunlar kendilerini tanıttılar ve "Şerefli denk kimse*ler!** dediler. Ubeyde, Ukbe ile, Hamza Şeybe ile ve Ali de Velid ile vuruştu. Hamza ile Ali, rakiblerini öldürdüler. Ubeyde ile Ukbe´ye gelince, bunlar iki defa birbirleriyle vuruştular ve ikisi de yaralandılar, sonuçta Hamza ile Ali kılıçlarını çekerek Uk*be´ye saldırdılar ve onu yere yıkıp öldürdüler. Bundan sonra her iki taraftan karşılıklı ok atışmaları başladı. Bazı müslü-manlar yaralandılar. Muhammedi ordu, ustalıkla oklarını fırla*tıyor ve Kureyş´in önde gelen büyük şahsiyetlerini seçiyor, on*ların liderlerini avlıyorlardı. Ok atışma anında adam avlamak mümkündür. Kılıçla karşılaşma durumunda ise tedbir almak zordur. Müşrikler bu durumu görünce kılıçla saldırıya başladı*lar. Artık onlarla karşılaşmak zorunlu hale gelmişti. îşte bu esnada Peygamber efendimiz, ordusuna birden müşriklere sal*dırmaları için emir verdi. Yerden bir avuç toprak alarak Ku-reyşliler´in üzerine savurdu ve "yüzleri çirkin olsun!" diyerek beddua etti. Kureyşliler´in hepsine o toprağın zerreleri isabet etti. Sonra sahabilerine "iyi saldırın, işi sıkı tutun" diye talimat verdi. îki ordu birbirine girişti. Peygamber efendimiz de yuka*rıdaki gölgeliğinde, olup bitenleri seyrediyordu. Cenab-ı Al*lah´ın kendisine vermiş olduğu sözün gerçekleştiğini hissedi*yordu. Kureyşliler´i yalnız başına hezimete uğratmıştı: "(Ey Muhammed, oku) attığın zaman sen atmadın, fakat Allah attı." (Enfal: 17)

Sa´d bin Muaz kılıcını çekmiş olarak bir kaç Ensar´la birlikte Peygamber efendimizin gölgeliğinin yanında durmuş onu koru*yorlardı. Düşmanların hücumundan endişe ediyorlardı. İnsan*ları dinlerinde fitneye düşürüp, geri çevirmeye çalışan ve bir kısım mü´minleri esir alan Kureyşli müşrik liderleri ve baha*dırları, Muhammed ordusu Öldürmeye başlamıştı. Müşriklerin başına büyük bir felaket gelmişti. Neticede Allah´ın kelimesinin yüce olduğunu anlamışlardı.

Burada üzerinde düşünmeye değer iki husustan bahsetme*miz gerekiyor şöyle ki:

1- Peygamber (sav) efendimiz kendi akrabalarını ve vefakar*lığını, Haşim oğullarına iyilikle mukabelede bulunmak gerekti*ğini unutmamıştı. Çünkü Haşim oğullan da peygamber (sav) efendimizle birlikte Kureyşlilerin Mekke´deki boykotları esna*sında eziyet çekmişlerdi. Ama yine de müşrik idiler. Fakat Pey*gamber efendimiz onlara karşı vefakar davranacaktı. Onların boykot esnasında Peygamber efendimize yaptıkları iyiliğin kar*şılığını Peygamber efendimiz verecekti. Onlar savaş meydanın*da müslüman askerler tarafından öldürülmeyeceklerdi. Pey*gamber efendimiz onların, istemeyerek, Kureyşli liderler tara*fından savaşa zorla sürüklendiklerini biliyordu. Bunlar, Mek*ke´de iken Peygamber efendimize eziyet eden kimseler değiller*di. Aksine Kureyşli müşriklerin boykotları esnasında Peygam*ber efendimizi himaye etmeye çalışmışlardı. Peygamber efendi*miz ise güvenilir ve vefakar bir insandı. Yapılan iyilikleri unu*tacak değildi. Noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah şöyle buyurmuştur -"iyiliğin karşılığı, yalnız iyilik değil midir?" (Rah*man: 60)

îşte Abdulmuttalib oğlu Abbas da Peygamber efendimizle birlikte Akabe biatında Evslilerle Hazreçlilerin yanına gitmiş ve onların Peygamber efendimizi koruyacaklarına dair temi*natlarını almak istemişlerdi. Şimdi bu durumda savaş meydanında onun, müslümanlarm kılıçlarıyla öldürülmesine Peygam*ber efendimiz müsaade edecek miydi?"

îşte bu sebeple Peygamber efendimiz, îbn Abbas´ın rivayeti*ne göre, o esnada ordusuna şöyle talimat vermişti:

"Haşim oğullarıyla diğerlerinden bazı müşriklerin istemeye*rek, zorla savaşa sürüklendiklerini biliyorum. Onları öldürme*nize gerek yoktur. Sizden her kim Haşim. oğullarıyla karşılaşır*sa, sakın onları Öldürmesin. Ebu Buhteri ile karşılaşan, onu öl*dürmesin. Resulullah´ın amcası Abdulmuttalib oğlu Abbas ile karşılaşan sakın onu öldürmesin!"

Akrabalarından bazılarını öldüren kimselerden biri -ki o da Ebu Huzeyfe idi- (herhalde Peygamber efendimizin yanında bu*lunmadığı bir sırada) şöyle demişti: "Müşrik babalarımızı, oğul*larımızı ve kardeşlerimizi Öldüreceğiz de, Abbas´ı sağ mı bıra*kacağız?! Allah´a andolsun ki, eğer ben onunla karşılaşırsam kılıcımı onun ağzına gem gibi vuracağım!" Ebu Huzeyfe´nin bu sözünü Peygamber efendimiz duyduğunda çok üzülmüş ve üzüntülü bir halde Hattab oğlu Ömer´e şöyle demişti: "Ya Ebu Hafs! Resulullah´ın amcasının yüzüne kılıçla vurulur mu hiç?"

Peygamber efendimizin bu sözleri, amcası Abbas´a karşı ne kadar şefkatli olduğunu, Abbas ile Ebu Leheb arasında ne ka*dar fark bulunduğunu göstermektedir.

Herhalde kendi öz babasını öldürmüş olduğundan dolayıdır ki, bu sözü söylemiş olan Ebu Huzeyfe çok pişman olmuş ve bu*nu dile getirerek şöyle demişti: "Bedir gününde o sözü söyledi*ğimden dolayı azaptan kurtulacağıma inanamıyorum. Hala korkuyorum. Ancak şehit olursam, o hatamın keffaretini ödeye*bilirim!" Böyle dedikten sonra Yamame savaşında şehit düş*müş ve günahını affettirmişti.

Müslümanlar Bedir savaşma kendi iradelerine rağmen zorla sürüklenmiş olan Haşim oğullarına, Peygamber efendimizin is*teğine uyarak, akrabalarına merhamet ederek, kılıç çekmemiş*lerdir. Çünkü onlar Mekke´de iken Peygamber efendimizi koru*muş, sıkıntılarına ortak olmuşlardı. Bu savaş sadece küfre ve tecavüze karşı yapılan bir savaştı.

Ebu Buhteri´ye gelince, Kureyşli müşriklerin boykot belge*lerini yırtma esnasında, onun ne gibi yararlılıklar gösterdiğini bilmektedir. Musibeti esnasında Peygamber efendimize ne kadar yardımcı olduğunu bildiğinden dolayı, Peygamber efendi*miz Bedir savaşında Ebu Buhteri´nin karşılaştığı musibet esna*sında elbetteki ona yardımcı olmak isteyecekti. Meczer bin Zi-yad el-Belevi, -Ensar´ın müttefiki- Ebu Buhteri ile karşılaşmış ve ona şöyle demişti: "Resulullah (sav) efendimiz bizleri seni öl*dürmekten men etti.M Ebu Buhteri´nin yanında, Mekke´den kendisiyle birlikte gelmiş olan bir arkadaşı da vardı, ikisi bir*likte sefer arkadaşlığı yapmaktaydılar. Belki de aralarında dostluk ve muhabbet alakaları da vardı. Ebu Buhteri, sadece kendisinin değil, arkadaşlarının da öldürülmemesini aksi tak*dirde her ikisinin de öldürülmesini istemişti. Bunun üzerine Meczer şu cevabı vermişti: "Allah´a andolsun ki, biz senin arka*daşını sağ bırakmayacağız. Peygamber efendimiz sadece sana ilişmememizi emretti!" Meczer´in bu kesin cevabı üzerine Ebu Buhteri şöyle dedi: "Hayır, Allah´a andolsun ki ben, onu yalnız bırakmayacağım. Şu halde ikimizi birlikte öldürün. Mekke´li kadınların "Ebu Buhteri yaşamak için arkadaşını harcadı" de*melerini istemem!" Bundan sonra Meczer ile Ebu Buhteri kar*şılıklı olarak birbirlerine kılıç çektiler. Ebu Buhteri ölünceye kadar kılıç salladı ve silahını teslim etmedi. Ölürken de şöyle dedi: "Hurre´nin oğlu (Ebu Buhteri) arkadaşını teslim etmeye*cektir. Ölünceye, ya da kurtuluncaya kadar bu böyle devam edecektir."

Peygamber efendimizin savaş meydanında ve musibetler du*rumunda gösterdiği vefakarlık işte böyleydi.

2- Şirk her ne kadar nefisleri birbirinden koparıp ayırmışsa da, bazı kimseler arasındaki dostluklar hala devam ediyordu. Umeyye bin Halef, Abdurrahman bin Avfm dostu ve arkada*şıydı. Bedir´de onunla karşılaştığında, Abdurrahman onu öldür*mek istemedi. Aksine onu kurtarmak istedi. Onu ve oğlu Ali´yi gördüğünde, onları öldürmekten çok, kurtarmaya çalıştı. Fakat o esnada, Mekke´de iken Umeyy´nin kölesi olan Bilal-i Habeşi onu gördü. Umeyye Mekke´de iken İslamiyet´i terketmesi için Bilal´e işkence ederdi. Onu Mekke´nin kızgın kumlarına götü*rüp yatırır, sonra büyük bir kaya parçasını getirip göğsünün üzerine bırakır ve şöyle derdi: "Ya hep bu halde kalırsın, ya da Muhammed´in dininden ayrılırsın!" Onun bu işkenceleri karşı*sında Bilal: "Bir, bir..." derdi.

îşte bu esnada Bilal, daha önce Mekke´de iken kendisini di*ninden döndürmek için yaptığı işkencelerin misillemesini yap*ma fırsatını bulmuş ve, Allah kendisinden razı olsun, şöyle de*mişti: "Ümeyye bin Halef küfrün başıdır. Eğer o kurtulursa, ben kurtulmam!" Sonra da en yüksek sesiyle bağırarak şöyle demişti: "Ey Allah´ın ensarı! Ümeyye bin Halef küfrün başıdır. Eğer o kurtulursa, ben kurtulmam!" Bilal´in bu yüksek sesle çağrısı üzerine müslümanlar Ümeyye´nin etrafını kuşattılar. Abdurrahman bin Avf onu korumaya çalışıyordu. Ama oğluyla birlikte öldürüldü.
 

CAFERİ_TAYYAR

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
28 Şub 2009
Mesajlar
385
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
55
s.a.
Bedir Savaşının Medine´deki Etkileri


Bedir savaşı Arapları çok etkilemişti. Öyle ki, çöllerde sefer*de, bulunan kervanlar bile, Kureyşliler´in, kendi elleriyle sür*gün ettikleri, yurdundan ve malından mahrum bıraktıkları kimse, yani Muhammed tarafından yenilgiye uğratıldıklarını anlatıyorlardı. Küreyisin sürgün ettiği bu insan; putperestliği inkar ediyor, insanları tevhid inancına çağırıyor, Allah tarafın*dan kendisine vahiy geldiğini iddia ediyordu. Bu zafer Muhammedi davetin iç yüzünü selametini ve kuvvetini anlama bakımından Araplar için bir uyarıcı olmuştu. Araplar arasında putperestlik inancı zayıflamış, akıllı insanlar da gerçekleri kav*ramaya, sapık hayallerin akıllar etrafında ördüğü vehimleri at*maya başlamışlardı. Böylece noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah´ın kelimesi, yani İslamiyet yücelmiş, şirkin kelimesi ise alçalmıştı. Bedir günü hak ile batıl birbirinden ayrılmıştı. Çünkü o günde insanlar bir ayrıma tabi tutulmuş, yeryüzünün en güçsüz insanları sanılan müslümanlar güçlüler tabakasına geçmiş, kuvvetleriyle insanlara meydan okumuşlardı. Nitekim noksanlıklardan münezzeh olan Allah şöyle buyurmuştur: "Yeryüzünde az sayıda olduğunuz ve zayıf sayıldığınız için in*sanların sizi esir olarak götürmesinden korktuğunuz zamanları hatırlayın. Allah, şükredesiniz diye sizi barındırmış, yardımıy*la desteklemiş, temiz şeylerle rızıklandırmıştır." (Enfai: 26)

Bu ayeti kerime, o apaçık zaferin Arap beldelerinde nasıl et*kili olduğuna işaret etmektedir. O savaş nedeniyle Araplar, arap ülkelerinde gerçek kuvvetin îslam olduğunu görmüşler, bu nedenle bütün insanlar İslam´ın kuvveti üzerinde düşünme*ye başlamışlardı. îşte genel çizgileriyle Bedir Savaşı Arap Yarı-madası´nda böyle bir etki meydana getirmişti. Medine ve çevre*sinde ise İslamiyet, kafirlerin yüreğini hoplatan bir kuvvet ha*line gelmişti. Medine´de inançlarım açığa vuran ve gizlemeye gerek görmeyen putperest Evs kabilesiyle Hazreç kabilesinden bazı inkarcılar vardı. Bunların yanısıra kalblerini kin doldur*muş olan Yahudiler de bulunuyordu. Bunlar her ne kadar inaç-larını gizliyorlarsa da, konuşmalarından ve bazan da müzmin*lerle alay etmelerinden tanınıp biliniyorlardı. Bedir savaşında müslümanlarm gücü ortaya çıkınca putperestlerle Yahudiler*den bazıları dilleriyle müslüman olduklarını açıkladılar, ama kafirliklerini kalblerinde gizlediler. Bu münafıklar yapmadık*larını söylüyor, inanmadıklarını dilleriyle açıklıyorlardı. Bun*larla ilgili olarak tam bir sûre nazil oldu. Surenin başında şu ayeti kerimeler yer almaktadır: "Münafıklar (iki yüzlüler) sana geldikleri zaman: ´Şahitlik ederiz ki sen muhakkak Allah´ın el-çisisin´ derler. Senin mutlaka kendisinin elçisi olduğunu Allah bilir ve Allah münafıkların yalancı olduklarına şahitlik eder. Yeminlerini kalkan yapıp (insanları) Allah´ın yolundan çevir*diler. Onların yaptıkları ne kötüdür! (Onların bu davranışla*rının) sebebi şudur: Onlar inandılar, sonra inkar ettiler, bu yüzden kalblerinin üzeri mühürlendi, ortık onlar anlamazlar" (Münafikun: 1-3)

Bedir´de ortaya çıkan Islami güç, bu Yahudilerle müşrikleri münafıklaştırdı. Bunlar zahiren müslüman olduklarını söyleyerek Ehl-i islam´ın kuvvetine karşı kendileri için koruyucu bir kalkan bulmaya çalışıyorlardı. Müslümanlar arasına nifak to*humları saçıyor ve kalblerinde zaaf bulunan müslümanları al*datıyorlardı. Müslümanların kuvvetine yüce Allah´a ve kutlu elçisine iman etmeyen kimseleri münafıklaştırıyorlardı. Bunlar bedenen islam´a teslim olmuş görünüyor, ama kalben inanmı*yorlardı. Bedir savaşının ikinci yılında münafıklar, müslüman-lardan görünerek kendilerini onların kuvvetine karşı koruma*ya başladılar. İbn Kesir der ki: "işte o yılda, Medine´deki müş*riklerle Kaynukaoğulları, Nadiroğulları, Kurayzaoğulları ve Harise oğulları gibi Medine´li Yahudiler, müslümanlara yaltak*lanmaya başladılar; yahudilerle müşriklerin birçoğu kalben münafık oldukları halde, dilleriyle müslüman olduklarını açık*ladılar. Bir kısmı eski dinlerinde kalmaya devam ettiler, bir kısmı ise dinlerini kaybederek sallantıda kaldılar. Ayeti keri*mede Cenab-ı Allah, bunları "yalpalayan kimseler" olarak nite*lemiştir. İbn Kesir bu sözleriyle Cenab-ı Allah´ın şu ayetine işaret etmektedir: " Münafıklar Allah´ı (güya) aldatmaya çalı*şırlar. Oysa O, onların aldatmalarını kendilerine çevirir. Na*maza kalktıkları zaman da üşene üşene kalkarlar. İnsanlara gösteriş yaparlar. Allah´ı pek az anarlar. Arada yalpalayıp du*rurlar. Ne bunlara (bağlanırlar), ne de onlara Allah´ın şaşırttı*ğı kimseye bir (çıkar) yol bulamazsın!" (Nisa 142-143)

Bu ayeti kerimelerden de anlaşıldığı gibi, noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah, müslümanların kuvvetini ortaya ko*yup islam´ın kelimesini yüceltince, ona muhalif olanlarla, müs-lümanlar içinde yaşayıp onlarla birlikte geçinenler üç kısma ayrılmıştır:

1- Birinci grup zahiren müslüman olduklarını ifade ettikleri halde, kafirliklerini kalblerinde saklayanlardır. Bunlarla ilgili olarak Cenab-ı Allah şöyle buyurmuştur: ^İnanmış olanlara rastladıkları zaman; ´inandık´ derler. Fakat şeytanlarıyla baş-başa kaldıkları zaman, ´biz sizinle beraberiz, biz sadece (onlar*la) alay ediyoruz´ derler. Allah da kendileriyle alay eder ve on*ları bırakır, taşkınlıkları içinde bocalayıp dururlar" (Bakara- 14-15)

işte bunlar kafirliklerini devam ettirdiler. Cenab-ı Allah da onları taşkınlıkları içinde bocalatıp durdurdu. Çünkü içleriyle dışları birbirine uymuyordu. Bu, onların çok hoşuna gitmiş ola*cak ki, azgınlık ve bozgunculuklarını daha da arttırdılar.

2- Nefisleri zayıflayan, fikirleri gevşeyen kimseler: Bunlar îslamiyetlerini açıklarken münafıklık yapıyorlardı. Çünkü inandıkları bir akideleri yoktu. Her ne kadar ilk akidelerine daha meyilli idiyseler de, söyledikleriyle kalblerinde gizledikle*ri şey arasında çelişki bulunduğundan, ilk akideleri de gevşedi. Bunlar müzminleri aldatmaya çalıştılar. Bu rezilliklerini daha da ileri götürdüler. Sonuçta aldattıkları, bizzat kendi nefisleri oldu. Bunlarla ilgili olarak Cenab-ı Allah şöyle buyurmuştur: "Arada yalpalayıp dururlar. Ne bunlara (bağlanırlar), ne de onlara. a Hz. Peygamber bu tür münafıkları şöyle nitelemiştir: "Münafık iki sürü arasında yayılmakta olan bir koyuna benzer. Hangi sürüye katılacağını bilemez."

3- Dinlerinde sebat eden Kaynuka oğullan, Nadir oğulları, Kurayza oğulları, Haris oğulları gibi Yahudilerden meydana gelen üçüncü grup ise, çoğunlukla itikadlarında sebat etmiş ve itikadlarım devam ettirmek için de mücadele vermişlerdi. Hz. Peygambere karşı itirazlar ileri sürmüşlerdi. Ama onlar, Hz. Peygamberin onlarla yapmış olduğu anlaşmaya sadık kalma*mışlar, ona gönülden bağlanmamışlar, aksine kalblerinde hıya*net saklamışlardı. Müslümanların başlarına felaket gelmesini gözetiyorlar, Hz. Peygamberin düşmanlarıyla gizlice anlaşma*lar yapıyorlar, onları Hz. Peygambere karşı kışkırtıyorlar, ken*di nefislerine karşı da çok aşırı-gidiyorlardı. Müşriklere karşı da münafıkça davranarak, içinde bulundukları durumun, Hz. Muhammed´in davet ettiği dinden daha iyi olduğunu söylüyor*lardı.

Özetle Hz. Muhammed´in muzaffer olmasından sonra, îslam düşmanları arasında münafıklık başgösterdi. Şimdi biz özellik*le yahudilerden ve onlarla ittifak kuran dostlarından kısaca bahsedeceğiz.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt