Mahmud Efendi K.S. Hazretleri
Efendi Hazretlerinden Gönüllere Hikmet Damlaları
Efendi Hazretlerinden Gönüllere Hikmet Damlaları
Kalplerde nifak olmasa, insanlar Kur'an okumaya doyamazlar
Allah'a yemin ederiz ki, biz sizin amcanızı öldürmedik, bizim şehrimizde bunu yapan yoktur, öldüreni de bilmiyoruz. Bunun delili de, bizim şehrimizin kapılarının dün geceden bu sabaha kadar kapalı olmasıdır. Şehrimize ne giren vardı, ne de çıkanAllah'tan büyük yoktur, Allah tek büyüktür. Allah şek ve şüphesiz yegâne büyük olunca, hiç şüphesiz Kitabı da en büyük kitaptır. Bu en büyük kitabı okuyan ve okuduğu ile amel eden de çok büyük iş yapmıştır. Bu tespitlerimizde bütün ehli İslâm ittifak hâlindedir. Bunları kabul etmeyenin İslâm dini ile bağı kopar.Büyük Rabbimiz, Hak Teâlâ Hazretleri Kur'anı Kerim'de bize kendi büyüklüğünü bildirmektedir. Biz de Kur'anı Kerimi okuyarak, orada Rabbimizin kendisini nasıl anlattığını öğreniyoruz. Biz ancak Kur'anı Kerim'i okuyarak ve orada haber verdiği sıfatlarını öğrenerek Rabbimizi tanıyabiliriz. "Rüzgârları gönderip de bulutu harekete geçiren Allah'tır. Biz onu ölü bir bölgeye göndeririz de ölümünden sonra toprağa onunla hayat veririz. Ölülerin yeniden dirilmesi de böyle olacaktık." (Fatır, 9)Rüzgârları estiren Allah Celle Celâluhu'dur. Bir bakarsınız, soğuk rüzgâr esiyor, bir bakarsınız sıcak rüzgâr esiyor, bütün bunları yapan âlemlerin Rabbidir. Bu rüzgâr çok başka bir hâdisedir, hiç düşündünüz mü? Rüzgârın şiddetini kim ayarlıyor? Kim bir ölçüde esmesini sağlıyor? Fen, bilim ve teknik çok ilerledi deniyor. Bütün maharetlerinizi bir araya toplayın da bir rüzgâr estirin de görelim, bakalım yapabiliyor musunuz? Ya Rabbi seni hakkıyla bilmeyi bize nasip et.
Ya Rabbi! Bize hem ilim, hem amel, hem ihlâs ver. Bunlardan biri eksik olursa, sıkıntıya düşeriz, üçü bir arada olmadan olmaz. Bazılarının ilmi vardır, ameli yoktur. Böylelerinin durumu meyvesiz ağaca benzer. Bir mü'min için önce İslâm şeriatının bildirdiklerini öğrenip bilmesi gerekir, ardından bildikleri ile amel etmesi gerekir ve her yaptığını Mevlâ'nın rızasını kazanmak için yapmalıdır. Bu üçünü bir arada yapmayan kişi tam olarak İslâm şeriatına kavuşmuş sayılmaz. Az önce bahsettim, rüzgârları hiç düşünmeyiz. Bu rüzgârlarda ne incelikler, ne rahmetler, ne plan ve projeler vardır. Mevlâ Teâlâ Hazretleri lütuf ve keremi ile rüzgârları gönderir. Gönderilen rüzgârlar bulutları harekete geçirir, bulutlar bir bölgeye toplanır. Sonra yağmur yağacak yerin üzerine doğru hareket ederler. Yağılacak yere gelen bulutlar yağmurlarını arza bırakır, toprağa inen yağmur damlaları, toprağa hayat ve canlılık verir. Kurumuş topraklar canlanır, yeşerir, çeşit çeşit meyve ve sebzesini verir. Bakın nasıl meydana geliyor, bir rüzgârın esmesi ile neler neler meydana geliyor? İşte bunları ancak âlemlerin Rabbi olan Allah yapabilir, başka kimsenin bunları yapmaya gücü yetmez. Yukarıda zikrettiğimiz âyeti kerime rüzgârların toprağa nasıl hayat verdiğini anlatırken, bir de öldükten sonra tekrar nasıl dirileceğini de haber vermektedir. Mekkeli müşrikler öldükten sonra dirilmeyi inkâr ediyorlardı. İşte bu âyeti kerime ile Mekkeli müşriklere:
"Ey öldükten sonra dirilmeyi inkâr edenler! Kurumuş toprakları nasıl diriltmeye kadir isek, sizleri de öldükten sonra öyle diriltmeye kadiriz." buyurmaktadır. Rivayet edilir ki, Benî İsrail'de hâli vakti yerinde zengin bir ihtiyar adam vardı. Bu ihtiyarın yakın akrabaları, hatta kardeşleri ve kardeşinin çocukları fakirdiler. İşin garip tarafı, bu ihtiyarın hiç çocuğu olmamış, yani malını mülkünü bırakacağı bir varisi yoktu. Malı zorunlu olarak kardeşinin çocuklarına kalacaktı. Kardeşinin çocukları da amcalarının bir an önce ölmesini temenni ediyor, malın kendilerine kalmasını bekliyorlardı. Fakat amcalarının henüz ölüm vakti gelmemişti. Bu durum gençleri değişik düşüncelere itmişti. Şeytan da boş durur mu, hemen bu gençlerin yanına gitti, onları amcaları aleyhine kışkırttı:"Amcanızı öldürün, sonra da "Onu şu şehir halkı öldürdü!" diyerek, şehir halkından da hem diyet alırsınız, hem de miras size kalır."
Bu hâdisenin cereyan ettiği vakitte, Benî İsrail'de iki şehir birbirine yakın mesafede bulunuyordu. O günün âdetine göre, şüpheli ve sebebi bilinmeyen ölüler, iki şehrin arasına atılır. Ölünün bulunduğu yer ile şehirlerin arasındaki mesafe ölçülür, ölü hangi şehre yakınsa, ölünün her türlü bedeli o şehirden istenirdi. Şeytan onlara yapacakları işi süslü gösterdiği için amcalarını öldürme planını yaptılar ve bir gece planlarını uyguladılar. Artık amcaları ölmüştü, cesedini de diğer şehrin yakın bir yerine gizlice bıraktılar.Ertesi gün bir şeyden haberleri yokmuş gibi amcalarını aramaya çıktılar ve diğer şehrin kapısında amcalarının ölü cesedi ile karşılaştılar. Bu durum karşısında doğruca o şehrin ileri gelenlerinin yanına gittiler ve durumu haber verdiler. "Amcamız sizin şehrin kapısında öldürüldü. Âdetimiz üzere gereğini yapın!" dediler. Şehrin ileri gelenleri bu işten kuşkulanmışlardı, kısa bir araştırma yaptırdıktan sonra dediler ki:
"Allah'a yemin ederiz ki, biz sizin amcanızı öldürmedik, bizim şehrimizde bunu yapan yoktur, öldüreni de bilmiyoruz. Bunun delili de, bizim şehrimizin kapılarının dün geceden bu sabaha kadar kapalı olmasıdır. Şehrimize ne giren vardı, ne de çıkan." Mesele bir çözüme kavuşturulamayınca, MusaAleyhisselâm'a müracaat kararı alınır. Musa Aleyhisselâm mesele ile alâkadar olunca, Cebrail Aleyhisselâm haberi getirir. Cebrail Aleyhisselâm şöyle der:"Allahu Teâlâ Hazretleri bir sığır kesip, kestiğiniz sığırdan bir parça eti, öldürülen kişiye sürmenizi emrediyor." Mevlâ'nın emri yerine getirdiler ve bir sığırı kestiler. Kesilen sığırdan alınan bir parça et, ölüye sürüldü ve ölü yattığı yerden kalktı. Yaralarından kan akıyordu. Dirilen adam dedi ki:"Beni kardeşimin çocukları, yeğenlerim öldürdü." Bunu söyler söylemez, tekrar öldü.Muhterem kardeşlerim! Biz size masal anlatmadık, sağlam bir haberi aktardık, yaşanmış bir hâdiseyi anlattık. Böyle bir hâdiseyi yapmaya kimin gücü yeter? Bütün insanlık bir araya gelse, böyle bir hâdiseyi yapabilir mi? Yapamaz. Bu ve benzeri hâdiseleri dinleyeceğiz, okuyacağız ve bilenler bilmeyenlere anlatacak ki, Mevlâ'mızın gücünü, kudretini ve nimetlerini bilebilelim ve sonra da hakkıyla kulluk etmeye çalışalım.
Şöyle bir tehlike ile de karşı karşıyayız: Tefsir ve hadis kitapları okunduğu hâlde Mevlâ'mıza hayran olunmuyor, O'na daha çok bağlanılmıyor. Niçin derseniz, okumanın, dinlemenin insana fayda etmediği bir zamanda yaşıyoruz. Dünya sevgisi, dünyaya olan bağlılık ve çeşit çeşit haramlar insanları sarhoş etti. Bu konuda Hz. Osman Radıyallahu Anh Efendimiz şöyle buyurdular:"Kalplerde nifak olmasa, insanlar Kur'an okumaya doyamazlar." Nefsini tezkiye etmeye uğraşan insan bir lokma haram yese, bidayetteki gaflet hâline döner. Acaba bizim yediklerimiz nedir?Hace Nakşibendî Kuddise Sırruhu Hazretleri bir evde misafir olarak kalmışlardı. Evin çocukları abdest suyu hazırlamışlardı. Bu çocuklar suyu hazırlarken malayani sözler sarf etmişlerdi. Bu sözleri duyan Üstadımız, o sudan abdest almamıştır.
İzzet ve ikram Avrupada değildir
"Kim izzet ve şeref istiyor idiyse, bilsin ki, izzet ve şerefin hepsi Allah'ındır. O'na ancak güzel sözler yükselir. Onları da Allah'a ameli salih ulaştırır. Kötülüklerle tuzak kuranlara gelince, onlar için çetin bir azap vardır ve onların tuzağı bozulur." (Fatır, 10)Bu âyeti kerime bize neyi anlatıyor? Büyüklük ve şerefi nerede arayacağımızı. Mevlâ'mız ne diyor biz ne yapıyoruz? Biz büyüklüğü, izzet ve şerefi Avrupa'nın kapılarında arıyoruz. Haklarında kesinleşmiş hüküm olanlardan medet umuyor, kâfirlerde izzet ve şeref arıyoruz, hiç kâfirde izzet aranır mı? Onlarda ne arar izzet de şeref de.Kapılarında dilenci olduğumuz şu Avrupalı kâfirler yok mu? Onlara yani Avrupa'ya hayvanat bahçesi desek, onlara iltifat etmiş, onları yükseltmiş oluruz. Çünkü onlar hayvanlardan da aşağıdır, hayvanlardan da beterdirler. Büyüklük Allah'ın kapısındadır. Allah'ın kapısının ne olduğunu sorana deriz ki, Allah'ın kapısı, İslâm şeriatıdır. İslâm şeriatını yaşadın mı? O zaman sen Allah'ın kapısındasın. Sen o kapıdan ayrılmadıkça, Mevlâ Teâlâ seni kapı dışarı etmez.Bütün kitaplar Rabiatü'lAdeviyye hakkında övgülerledoludur.Rabiatü'lAdeviyye vaktin birinde, bir kişinin cariyesi idi. Cariye olduğu hâlde onu övmekle bitiremiyoruz. Onu bu kadar büyük makamlara çıkaran, hiç şüphesiz dünyalık makam ve mevkisi değildir. Onu bu yüksek makama çıkaran, İslâm şeriatını yaşaması ve Mevlâ Teâlâ'ya olan yakınlığı idi.Ebû Cehil, Ebû Leheb de yaşadıkları zamanda ve yerde her biri ağa idi. Kavimlerinin ileri gelenleri idiler. Aynı zamanda yaşayan Ebû Hüreyre ise, fakir, güçsüz kuvvetsiz bir mü'mindi. Allah Celle Celâluhu'nun katında, Ebû Cehil ve Ebû Lehep, Ebû Hüreyre ile kıyas kabul etmeyecek kadar birbirlerinden uzaktırlar. Onlar Ebû Hüreyre'nin ayağındaki bir toz dahi olamazlar. İnsanı yükselten İslâm şeriatıdır, İslâm tarikatıdır, İslâm hakikatidir. Dünyada hangi makamı işgal edersen et, hangi aileye mensup olursan ol, sana bunların hiçbir faydası yoktur. Hace Nakşibendî Kuddise Sırruhu Hazretleri, Kâinatın Efendisi'nin torunu idi. O güzel insan bunu hiçbir zaman kullanmadı, kimseye de söylemedi. Çünkü o çok iyi biliyordu ki, Resûlullah'ın torunu olmak ona bir şey kazandırmıyordu
ALINTIDIR!....