Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

"Ebced Hesabı" (1 Kullanıcı)

Resul Aydın

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
17 Eyl 2006
Mesajlar
4,770
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
61
Konum
DÜNYANIN BAŞKENTİNDEN
Rutubetten küf bağlamış zindan kapısı gıcırtıyla açıldı. Yüz ifadelerinden yaptığı işten üzüntü duydukları anlaşılan iki zabitin kolunda, içeriye bir zat girdi. Zabitler bu yerdealışılmamış bir edeple yeni mahkûma kusura kalmayın çelebim diyerek demir kapıyı arkadan kapattılar.



İnsanın sinirini bozan bu sesin ardı sıra içeriden okkalı bir küfür duyuldu. Karanlıkta insanın burnunun direğini kıran müthiş bir koku vardı. Çelebi karanlıkta bir şey seçemediği için gözlerini ovuşturdu. Zindanın içindekileri silulet halinde seçmeye başladı. O esnada ayaklarının üzerinden birkaç lağım faresi geçince istemsiz bir çığlık attı. Bu çığlı müteakip içeride önce tok kahkahalar sonra da kalenderane bir duyuldu.

-Gel baba fakirhanemize şeref verdin.

Çelebi istemsiz davete icabet etti. Zar zor seçtiği iki yanı zincirle bağlı biraz yüksekçe tahta parçasına yanaşıp oturdu. Ne söyleyeceğini bilmiyordu. Az önce sada etmiş ağızdan bir ses daha duyuldu.

-Memedim yak şu çerağı da beyimizin nur cemalini görelim.




Bir başka karartı ayağa kalktı. Zindanın köşesine yürüdü. Bir kaç cılız kıvılcımdan sonra el yüz ağartacak kadar bir ateş hasıl oldu. Çelebi artık içeriyi daha iyi görebiliyordu.


Bu daracık yerin tabanı ihtimal mahkûmlar soğuktan donmasın diye samanla kaplanmıştı. O vakit çelebi çeriye girdiğinde burnuna gelen dayanılmaz kokunun kaynağının rutubetin çürüttüğü saman olduğunu keşfetti. Dört duvarına arasında kendinden başka üç kişi daha bulunuyordu. Etrafı gözlemleye devam edecekti ki dizine destursuz vuran bir el çelebinin dikkatini dağıttı. Elin sahibine çevirdi bakışlarını. Saçı sakalı hatta aralarında boşluk olmaması münasebeti ile kaşı dahi birbirine karışmış külhani duruşlu bir yiğitti.


-Baba Allah kurtarsın. Yakındır ya! (sesinde biraz istihza vardı) Sen neden düştün buralara.


-Borç yüzünden evlat. Bir ara elim sıkıştı muhitimizde Yorgo efendi diye bir tefeciden hacetimi görecek kadar kuruş aldım. İşleri yoluna koyup Yorgo efendinin parasını bir kenara ayırdım. Parayı teslim etmeye giderken yol kenarında oturmuş kucağında çocuk için için ağlayan bir taze gördüm. Yanına yanaşıp derdini sordum. Kocası vebadan ölmüş yetimiyle ortada kalmış. Yiyecek ekmeği yokmuş. Ekmek yoksa sabisine sütte yok. Kadın başına ne yapsın en kutsalını evladı için feda etmeye sokaklara çıktığını söyledi. Beynimden vurulmuşa döndüm. Zihnimden mevlidden bir geçmeye başladı


“Ol zaif Ümmetlerin hali ne ola”

Sonunu düşünmedim Yorgo efendiye vereceğim parayı karşılığını haktan umarak tazeye verdim. Sonra da Yorgo’nun evine yollandım. Yorgo’ya parasını ödemek için mühlet istediğimi söylediğimde küplere bindi.

-Sabit efendiler bu adam parama göz koymustur



diyerek beni şikayet etti. Şimdi umudum sultanımızdadır. Bilirim ki sultan borç yüzünden hapse düşenlerin kefaretlerini senede bir kez ödermiş. Ancak o vakte kadar evde hanım çoluk çocuk Allaha emanet.



Külhanbey tavırlı olan müstehzi bir kahkaha savurdu.

-A beyim sultan duysa bu halini elbet yardım eder sana. Amma bu zindandan sultanın haberi yok ki.

-Nasıl olur? diye sordu çelebi

Külhanbeyli anlatmaya başladı.



Devir Cennet mekân Abdülhamit Han devriydi. Yıldız sarayının avlusu içinden bütün dünya siyasetine yön veren bu büyük deha cihanın en işlek istihbarat sistemini kurmuş dahili ve harici bedhahlara karşı mücadele veriyordu. İstihbarat sistemi muazzam işliyordu.


Bununla birlikte devleti ali içre bazı cibilliyetsizlerden mürettep gizli bir teşekkül vardı. Kendilerine Ergenekon diyen bu mesnetsizler jurnalleri işlerine geldiği gibi yorumluyorlar; Sultana hiçbir suretle tutuklamalarından bahsetmiyor, tutukladıklarını balat civarında daha sonraları çay bahçesi olarak kullanılacak bir zindana götürüyorlardı.

Kısaca bu malumatı veren külhanbeyli sözlerine şöyle devam etti.

-Baba namım Asmabağlı. Surun içinde / dışında adımızı duyup da titremeyen namert yoktur evelallah. Neden içeri düştün dersen gavura gavur dedim. Çirkef Osmanlı diyince de bağırsaklarını eline verdim. Yarın sabaha dar ağacına salıncak kuracaklar benim için tabi ben erken davranmazsam. Neyse ben çok konuştum. Memedim, Şeyhim sizde aşikar etsenize kendinizi.




Söze Şeyh Ayhan başladı. Çok değil bundan bir ay öncesine kadar Muş’da bir tekke şeyhiydi. Bulunduğu yörede tartışan iki kişi onun yanına arabuluculuk etmeleri için gelmişlerdi. Şeyh ikisini de dinledikten sonra bir tanesinin diğerinden helallik dilemesinin münasip olacağını söyledi. Bu sözden izzeti nefsi zedelenen davalı kapıyı çarpıp gitmiş üzerine akla hayale gelmeyecek bir iftira ile şeyhi mahpusluk etmişti. Yöre halkının tepkisinden çekinen vali şeyhi dersaadete göndermiş. Bu suretle kader şeyhi buraya kadar getirmişti.



Sonrasında Memed hikâyesini anlatmaya başladı. Onu bu kodese düşüren aşktı. Bir rum dilberine gönül vermişti Memed. Kızında gözü ondan başkasını görmüyordu. Ne var ki aynı mahallede yaşayan ve rum kızının sevdasından gözü kör olmuş bir delikanlı gençlerin bu mutluluğuna dayanamadı. Fuzuli’nin beyitinden esinlense gerek şerefini toprak kadar ayaklar altına alıp Memed’i Jön Türk diye jurnallemişti. Bir sabah rum kızına mektup yazarken kullandığı güvercinlerine buğday atarken derdest edilmiş gözünü açtığında



-Gardaş iyimisin diyen Asmabağlıyı görmüştü.

Kandilin ışığı yavaş yavaş sönmeye yüz tutuyordu. Dışarıdan ayak sesleri kesilip horultu sesleri yükselmeye başlayınca Asmabağlı içeridekilere yanına yaklaşmalarını işaret etti ve konuşmaya başladı.




-Çelebi baba benim şafakla kelleyi kaptırmaya hiç niyetim yok. Geldiğimden beri kaçmanın planlarını yapıyorum. Seni de buraya haksız yere tıkmışlar. Bil ki suçun ne olursa olsun burada tek vardır fertiği çekmek. Bu deliğe düştüğüm günden beri kaçmaya yol aradım. Şu sol köşedeki kalın demir parmaklı pencereden başka burası hava almadığını gördüğüm vakit ümidimi kesmiştim. Ta Memed gelene kadar.



Memed yalnız gelmedi buraya. Dilberle arasındaki ulağı güvercinleri de geldi onunla. Her gün kodesin o küçücük deliğin önüne gelip içeri girdiler. Ayaklarında dilberin mektubuyla. Bir iki derken aklımdan geçenleri söyledim Meme’de. O da biliyordu ki suçu ne olursa olsun hüküm aynıydı. Rum güzeline gönderdiği namenin birinde durumu yazdı. Güvercinin ayağına keski bağlamasını istedi. Bir sonraki gün güvercinin zorlana zorlana ayağında keski ile geldi. Nerden baksan üç aydır o pencerenin kenarındaki taşların kenarını boşaltıyoruz. Bu gece bu işi bitirmemiz lazım. Şimdi bizimle var mısın yok musun?



Çelebi biraz duraksadı. Asmabağlının sözlerinde haklı olduğu aşikardı. Dışarda karısı ve çocuğunun emniyette olmadığını da düşününce kesin kararını verdi.


-Tamam sizinle gelirim dedi. Çocukluğumdan beri bu civarda yaşadım her santimetre toprağında bir anım var. Size rehberlik ederim.

-Hay çok yaşa hocam dedi Şeyh Ayhan.

Hapishanenin eski sahipleri her şeyi planlamışlardı. Önce Asmabağlının teyze kızı Hüsn-ü Hilal Hatunun Fatihteki evine gidecekler. Geceyi orada geçirdikten sonra Anadolu yakasına geçeceklerdi. Ardından ver elini Anadolu.




İlk iş olarak Çelebiden gözcülük yapmasını isteyerek üçü pencerenin oraya yürüdüler. Aylardır yontularak kenarları gevşetilmiş taşların iki yanından ve altından iki kişi tuttu. Sonra üçüncüleri taşın sıva ile olan son bağını da az bir gayretle deşmeyi başardı. Dikkatlice taşı yere indirdiler. Nöbetçilerden uyanan yoktu. Sırayla ses çıkarmamaya özen göstererek hepsi dışarı çıktılar.



Karanlık sokaklarda kimseye görünmemek için saklana saklana Fatih’e kadar geldiler. Tam evin eşiğinden içeri girecekleri zaman

-Abi hoş geldin diye bir ses duydular. Asmabağlı sese doğru yönelip sesin sahibine sarıldı.

Hapishane arkadaşlarına dönerek.

-Korkmayın dedi bu yiğit ben mahpus olduğum günden beri teyze kızımı kem gözden saklamak için buralarda dolaşıyor.




Herkesin korkusu biraz yatışmıştı. Asmabağlı Çelebinin yanına yaklaşıp biraz konuştu. Sonra çocuğun kulağına bir şeyler fısıldadı. Sırtını sıvazlayıp

-Haydi göreyim seni dedi.Çocuk

-Emrin başım üstüne dedikten sonra gözden kayboldu.

Tahta merdivenlerden yorgun argın yukarıya çıktılar. Hüsn-ü Hilal Hatun teyze oğlunun elini öptü.

-Hoş geldin abi içeride hepiniz için giysiler hazır dedi.



Sıra ile yıkanıp paklandılar. Temiz esvaplarını giydikten sonra özgürlüklerine kavuşmuş olmanın keyfine vardılar. Hüsn-ü Hilal Hatun çok sevdiği bir o kadar da güzel yaptığı köpüklü


Türk kahvelerini getirdi. Kahveleri içtikten sonra sabah buluşacakları yeri rum dilberine mektuplayan Memed’in dışında hepsi kuşluk vaktine kadar derin bir uykuya daldılar.

 

Resul Aydın

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
17 Eyl 2006
Mesajlar
4,770
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
61
Konum
DÜNYANIN BAŞKENTİNDEN
Sabah en erken uyanan Asmabağlı olmuştu. Dışarıyı kolaçan etmek için pencereyi açtığında kendisini zindana götüren mendeburun elindeki kağıdı sokaktakilere gösterdiğini, gördü. İşi anlamıştı. Kaçtıkları anlaşıldıktan sonra gelecekleri yeri teyze kızının yanı olarak tahmin etmişlerdi.




Enselenmeleri an meselesiydi. Asmabağlı tam herkesi uyandırmaya gideceği sırada Çelebinin ve Şeyhin uyanık olduğunu gördü. Onlarda işi anlamışlardı. Üçü birlikte uykusu biraz ağır olan Memed’i uyandırdılar. Hüsn-ü Hilal Hatunun da evde kalması artık tehlikeliydi. Asmabağlı ona da hazırlanmasını söyledi. Hüsn-ü Hilal Hatun hazırlandıktan sonra bin bir tedbirle dışarı çıktılar. . Memed çok hafif bir sesle Merve dedi. Kapının çıkışında sarışın bir nazenin de oların peşine takıldı. Önde Çelebi gitmekteydi. Ardı sıra gelenlere sessizce beni takip edin dedi.



Kalabalığa karışıp izlerini kaybettirmek için Önce Fatih Camî avlusuna oradan da pazar yerine daldılar. Karınları acıkmıştı. Köşe başında bir tatlıcıya girdiler. Bu dükkanın meşhur böğürtlen suyundan ve profiterolünden yiyerek açlıklarını bastırdılar. Sonra geldikleri yönün aksi istikamette Çarşamba tarafına yöneldiler. Sessizliğin ve sadeliğin huzuru içinde ara sokaklardan geçtiler.




Karşılarına Kırmızı renkli ve duvarlarında haç işaretleri bulunan bir mektep çıktı. Onun önünde de dünya üzerindeki tek mesnevi hane bulunuyordu. Gurubun yeni üyesi Merve en sevdiği arkadaşı ve komşuları olan Eleni ile vedalaşmak için burada birkaç dakika beklemelerini rica etti. Altısı da okulun avlusuna girdiler.





Ama kapıcı onlardan şüphelendiği için yukarı çıkmalarına izin vermedi. Merve’nin ve Memed’in yüzü atmıştı çünkü kapıcı Memed’İ hapse attıran rakibiydi. Eleniyi beklemeden okuldan dışarı çıktılar. Alt sokaktaki kilisenin oraya gelince dinine bağlı bağlı bir hristiyan olan Merve beş dakikalık izin istedi. Zabitleri atlattıkları için geri kalan beş kişi bunda bir mahzur görmedi. Üstelik kızcağız doğup büyüdüğü toprakla vedalaşırken son isteklerini yerine getirmek gerekti.



Bu kilisenin kapısı yüzlerine hiç açılmadı. Bir üst sokaktaki bir başka kiliseye yollandılar. Kapıyı gene Merve çaldı. İstavroz çıkarmak istediğini söyleyince kapı açıldı. Altısı birden buraya da girdiler. İyi birer ressam olan Şeyh ve Çelebi kuşaklarındaki kağıtları çıkartıp birkaç dakika içinde buradaki portakal ağaçlarının resmini çizdiler.



O esnada ezan okunmaya başladı. Dünyada kilise avlusunda ezan dinlenebilen nadir bir memlekette oldukları için her biri dinince dua kıldı. Merve ibadetini bitirdikten sonra Çelebinin önderliğinde yola devam ettiler. Çarşambadan tekrar Fatih merkeze çıktılar. Bu bir veda yolculuğu olduğu için Çelebi de ömrünü geçirdiği mekanları son kez görmek istiyordu. Karie kütüphanesine doğru yollandılar.



Kütüphanenin oraya geldikleri vakit orada bulunan ve ilk bakışta gavur zannettikleri bir hatun ressama resimlerini çizdirdiler. Herkesin içinde biraz hüzün vardı. Hüsn-ü Hilal Hatun resmin tek kopyasını kuşağına koyan Şeyh Ayhan’a en kısa sürede bu nüshaya sahip olmak istediğin söyledi. Şeyh Asmabağlının hatrına bu işi bir nisa için bile yapacağını söyleyerek gönül aldı. Yavaş yavaş toparlanmaya başladılar. Akşam kayıklarından birine yetişmeleri gerekiyordu. Yola koyuldukları vakit arkalarından bir ses duydular.


-Merve…..

Arkalarını döndükleri vakit Merve’nin aşığı bekçiyi elinde rovelveriyle beklerken gördüler.

- Ülen Dinsiz Salib diye bağıran bekçi silahını ateşledi.


Merve karnına yediği kurşunla yere yığıldı. Asmabağlı bekçinin peşinden koşturdu. Merve altılının dizleri dibine uzandı. Memed muradına erememenin tesiriyle kanlı göz yaşları döküyor, Şeyh Ayhan Fatihalar okuyor, Çelebi bu manzara karşısında tecrübenin getirdiği vakur bir eda ile duruyor ve meftayı defin işini yakın dostu Mestan Efendiye devredeceğini düşünüyordu.




Hüsn-ü Hilal Hatunsa sıkıntılı ve üzüntülü zamanlarında yaptığı gibi kimsenin göremeyeceği bir yere gitmişti. Olanları unutmak için kendi sardığı tütünü içiyordu.Merve bu yolculuktan zamansız ayrılmış ÜDS ile başlayan bir haykırışın kurbanı olmuştu.




Çelebi ve Şeyh Ayhan Memed’i teskin ettiler. Neden sonra üzeri kan içinde kalmış Asmabağlı da geldi. Hüsn-ü Hilal Hatun’u da yanlarına alıp b u uğursuz mekandan aşağı doğru uzandılar. Başlarındaki bela yetmezmiş gibi arkalarında bir de ceset bırakmışlardı. Şimdi yolu olabildiğince uzatmaları ve kimsenin görmemesi için karanlığa kadar oyalanmaları gerekiyordu.




Tekfur sarayının yanından geçerek ellerini yüzlerini yıkamak için Mimar Sinan’ın eseri olan ve bir kazasker adına yapılmış camiye girdiler. Ellerini yüzlerini yıkadıktan sonra Çelebi yol arkadaşlarını yanına çağırdı. Aşağıda görünen bir harabeyi işaret ederek buranın ANEMAS zindanlarının girişi olduğunu ve burada vaktiyle mahkumlara kurtuldukları zindandan bin beter muameleler yapıldığını anlattı . Hepsi nefretle hapishaneye bir süre baktı. Asmabağlının savurduğu hatırlı küfründen sonra yola devam ettiler.





Yorulmuşlardı. Soluklanmak için bir Kahvehaneye girdiler. Dört şekerli, bir orta kahve sipariş ettikten sonra başlarına gelen acı olayı unutmak için sağdan soldan muhabbetler açıp konuştular. Biraz vakit geçirdikten sonra seyahatlerine kaldıkları yerden devam ettiler.




Yavaş yavaş yolun sonuna geliyorlardı. Bulundukları tepeden inerken Çelebi yol arkadaşlarını sadece bilenlerin bildiği kıraathaneye götürdü. Haliçi kilim gibi ayaklarının altına seren bu manzarayı bir süre seyredip inmeye devam ettiler.



Yol üstünde bulunan bir kiliseyi görünce rum kızının acısı içinde yeniden canlanan Memed Kiliseye girmek istedi. Bu hassas isteğe icabet ettiler. İçerde yeşil gözlü bir rum gayet samimi bir tonda mekanın ve içerisinde bulunan suyun ki onlar “ayazma” diyorlardı kutsallığını anlattı.



Kiliseden çıktıktan sonra Şeyh Ayhan öğlenin vaktinin çıkmak üzere olduğunu söyledi. Yakında bulunan ve içerisinde bir sahabe hazretin bulunduğu camiye uğradılar. Asmabağlı, Şeyh ve Memed, abdest tazeleyip ikindiyi eda ettiler.

Kervanların geçtiği yola gelmişlerdi. Asmabağlı Hüsnü Hilal Hatun’a

-Isparta’ya gitmen en doğrusu. Ama şimdi yolları tutmuşlardır. Seni kendi elimle taksime götürüp eski köşke bırakayım.Akşam bir at arabası kiralar doğruca Isparta’ya geçeriz dedi.




Çelebi söze karıştı.

-Asmabağlı seni o civarda tanırlar. Gitmen çok tehlikeli kızcağıza da yazık olur dedi.Şeyh de bu konuda aynı fikirde olduğunu beyan etti. O esnada Memed

- Ağalar dedi, varın gidin yolunuza. Asmabağlı namusun namusumdur Hilal Hatun’a taksime kadar ben refakat ederim. Gözün arkada kalmasın arabayada kendi ellerimle bindiririm.



Peki ya sen dedi Asmabağlı.

-Rum dilberimi bırakıp bu diyardan gidemem. Ömrümün sonuna kadar İstanbul’da kalacağım.

Bunun üzerine hepsi birbiriyle helalleştiler. Asmabağlı teyze kızına Isparta’da buluşacaklarına söz verdikten sonra ikisini gelen bir at arabasına bindirip yolcu etti.



Çelebi,Şeyh Ayhan ve Asmabağlı kayıkhaneye gittiler. Kayıkçı Kul Mustafa’nın kayığına atlayıp boğazı onun söylediği şiirler eşliğinde geçtiler. Anadolu yakasına ayak bastıkları vakit Çelebi gözlerine inanamadı. Karısı ve çocuğu kıyıda kendisini bekliyordu. Yanlarında da Asmabağlının bir gece önce gönderdiği ulağı duruyordu. Hasretle ehli beytine koştu çelebi.



Ayrılmadan önce hep beraber Çelebinin zevcesinin hazırladığı taamlardan afiyetle yediler. Sonra Asmabağlı ve şeyh izin istediler. Kader ortakları bir daha görüşemeyeceklerini bilerek tek tek helalleştiler. Sonra Asmabağlı ile şeyh aynı yöne Çelebi ve ailesi farklı yöne doğru yürüdüler.




O akşam yollarına devam eden ikiliden Asmabağlı içinden Şeyh’e intisap edip tövbe edeceğini düşünürken Şeyh “aldım kabul ettim” diyerek keramet izhar ediyordu. Aynı saatlerde Çelebi ise İSAM kütüphanesinin kendine birkaç günlüğüne tahsis edilmiş odasında otururken önündeki parşömen kağıdına şunları yazıyordu.


Çelebi – Asmabağlı - Muşlu Şeyh Ayhan – Jön Türk Mehmet - Hüsn-ü Hilal hatun - Rum dilberi Merve



Bu Can-U Cananlar Aldılar Ol Vakitte Yol

Bilirim Bir Vakit Yazılacak Tarihin Ol

Ebced hesabıyla ............ .............
 

uzunderebari

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
4 May 2009
Mesajlar
24
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
38
ne ebcedi be ? ebced bi kere hesab degil ebi cad harfleridir . sen falci baci misin ? :)
 

Regenbogen

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
2 Eyl 2008
Mesajlar
22
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
61
Bu Can-U Cananlar Aldılar Ol Vakitte Yol

Bilirim Bir Vakit Yazılacak Tarihin Ol

Ebced hesabıyla ............ .............








güzel paylaşımın için sağol..
selam ve dua ile..
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Paylaşım için teşekkürler RESUL AYDIN gönüldaş.
Allahcc yar ve yardımcınız olsun..
BESMELE...SELAM...DUA...
 

şekerleme

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Haz 2009
Mesajlar
490
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
32
hepsini okuyamadım
ama hesapla bulunmuş
bir de olay zindanda geçio herharelde
:T
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt