İçinde bir Şamil ateşi, bir Eyyûb sabrı can çekmekte ve sen bir Muhammed duasısın şimdi dilimde.
Hadi bir masal dökülsün kuruyan dudağından.
Dağlar kadar yüce sevdalardan bahset meselâ; bir çocuk ağlamasından, can yakan anne feryatlarından sözün açılsın. Gözlerinden yaş yerine masûmiyet süzülsün avuçlarıma.
Ve sen bir Mescidi Aksâ suskunluğuyla gir kapılarımdan.
Sana söyleyemediğim tüm şarkıların hatırına bir hüzün değdir canıma. Yollarına sürgün edildiğim günlerinde sevgilinin, ellerimde toprak kırıntıları, yıllandığım aşkların hırpalanmışlığıyla izlerinde gezdir yüreğimi.
Ey yâren;
Gölgene sattığım gönlümü, yüzü olmayan bedevilere verdiğinden beri can çekildi canımdan. Kırgın ikindilerinde bitirdiğim ömrümü şimdi kızgın çöllerinde kumlara gömdüm. Bir güvercin kanadında yiten çocukluğumun acısını tebessümünde hatırımdan sildim. Ve sindim, bir gece soğukluğunda İstanbul'un bağrına. Ve bildim özlem dediğin bela vuslatına müptelâ imiş.
Ey yâren;
Utandığım ellerinden düşen güllerimi bir seher vakti yabana verdim. Düşlerine düşümü düşürdüm. Ve düşündüm, düşüncene düştüm. Ve ürktüm ve üşüdüm.
Gördüm, üstünde bir Kudüs asaleti, ezdirmeyen Ömer adaleti, Ebubekir merhameti ve bildiğim sakinliğin. Yusuf'un zindanlarında kaybettiğim güzelliğin anlamını Süleyman'ın dilinde buldum. Bir sözün oldum ve ben sözümde durdum.
Leyla'ya meftûn Mecnunu ellerimle kana buladım. Leyla'yı dağlara anlattım ve ağlattım. Leyla oldum ve ağladım. Bir Eylül rüzgarında yüreğimin göğünden ülkenin semalarına ebabiller uçurdum. Her birinin kanadına senin için bir umut bağladım.
Ve ben bil ki yâren umuduma hiç karalar bağlatmadım.
Sevdanı hançerleyen hainlerin üzerine bir fermanla ölümü saldım. Ve ben ölümün sırrını da senden aldım.
Söyle yâren;
Ölüm dediğin, bir Miraç gecesi yedi kat gökte Muhammed'in (s.a.v) nuru mudur?
Yoksa Kerbelâ da Hüseyin'in kanına sürdüğüm saçlarım mı?
Hadi bir masal dökülsün kuruyan dudağından.
Dağlar kadar yüce sevdalardan bahset meselâ; bir çocuk ağlamasından, can yakan anne feryatlarından sözün açılsın. Gözlerinden yaş yerine masûmiyet süzülsün avuçlarıma.
Ve sen bir Mescidi Aksâ suskunluğuyla gir kapılarımdan.
Sana söyleyemediğim tüm şarkıların hatırına bir hüzün değdir canıma. Yollarına sürgün edildiğim günlerinde sevgilinin, ellerimde toprak kırıntıları, yıllandığım aşkların hırpalanmışlığıyla izlerinde gezdir yüreğimi.
Ey yâren;
Gölgene sattığım gönlümü, yüzü olmayan bedevilere verdiğinden beri can çekildi canımdan. Kırgın ikindilerinde bitirdiğim ömrümü şimdi kızgın çöllerinde kumlara gömdüm. Bir güvercin kanadında yiten çocukluğumun acısını tebessümünde hatırımdan sildim. Ve sindim, bir gece soğukluğunda İstanbul'un bağrına. Ve bildim özlem dediğin bela vuslatına müptelâ imiş.
Ey yâren;
Utandığım ellerinden düşen güllerimi bir seher vakti yabana verdim. Düşlerine düşümü düşürdüm. Ve düşündüm, düşüncene düştüm. Ve ürktüm ve üşüdüm.
Gördüm, üstünde bir Kudüs asaleti, ezdirmeyen Ömer adaleti, Ebubekir merhameti ve bildiğim sakinliğin. Yusuf'un zindanlarında kaybettiğim güzelliğin anlamını Süleyman'ın dilinde buldum. Bir sözün oldum ve ben sözümde durdum.
Leyla'ya meftûn Mecnunu ellerimle kana buladım. Leyla'yı dağlara anlattım ve ağlattım. Leyla oldum ve ağladım. Bir Eylül rüzgarında yüreğimin göğünden ülkenin semalarına ebabiller uçurdum. Her birinin kanadına senin için bir umut bağladım.
Ve ben bil ki yâren umuduma hiç karalar bağlatmadım.
Sevdanı hançerleyen hainlerin üzerine bir fermanla ölümü saldım. Ve ben ölümün sırrını da senden aldım.
Söyle yâren;
Ölüm dediğin, bir Miraç gecesi yedi kat gökte Muhammed'in (s.a.v) nuru mudur?
Yoksa Kerbelâ da Hüseyin'in kanına sürdüğüm saçlarım mı?