Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Dünyevileşen müslümanlar (1 Kullanıcı)

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,591
Tepki puanı
957
Puanları
113
Yaş
66
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
DÜNYEVİLEŞEN MÜSLÜMANLAR

ARTIK O HİZMETİ BİZİMKİLER GÖRECEK!
Türkiye’nin yüzde 98’inin Müslüman olduğu varsayılır.
Ama çoğumuz bu varsayımın içinin boş olduğunu da biliriz.
Nitekim bu konuda yapılan anket çalışmaları gösteriyor ki, Türkiye’de gerçek anlamda günlük ibadetlerini yapanların sayısı ‘yüzde on’u geçmiyor.
Türkiye’de siyaset etrafında koparılan yaygaralara bakanlar, memleketin yüzde 60 -70’nin dindar mütedeyyin olduğunu zannediyor.
Mamafih, caddeler, başı örtülü kızlardan geçilmiyor, dini önceleyen partiler iktidar oluyor, ‘dinî’ cemaatlerin, devleti ele geçirdiği tartışılıyor, bu yüzden Türkiye’nin eksenin kaydığı filan bile söyleniyor ama ortada gerçek anlamda bir dindarlaşma görünmüyor. Evet, bir rahatlama, bir serbestîyet bir hürriyet ortamı var ama dinin, pratik bir değer olarak bireyin hayatına yansıdığına dair ciddi bir işaret yok.
Gerçi bugün dindarlığın ne olduğuna dair herkesin kabullenebileceği bir ölçü de elimizde kalmadı. Her cemaat, ‘ehli necat’ın kendi taifesi olduğunu sanıyor. Bununla birlikte bir bayram namazı kılan da kendisini dindar sayıyor, kandil gecelerinde mevlit programını dinleyip, orada yapılan toplu duaya ‘âmin!’ diyen de…
Din ile ilgiliymiş gibi görünen birçok insan için din, bir iki dua bilmekten ibaret. Çoğunun dini anlayışı, onları ne kebâirden sakındırmaya yetebiliyor ne de farzları yerine getirmeye… Hiç de bireysel yaşamlarına karışmayan bir Yaratıcının var olduğunu bilmeyi, iman zannediyorlar.
Oysa böyle bir inanış, sahibini ne din sahibi yapıyor ne dindar. İslam kelamcıları o yüzden ‘Kuran’ın tarif ettiği Allah’a inanmayı şart koşmuşlar. Çünkü zatı ve sıfatları üzerinde ittifak edilmemiş bir ilah anlayışı müşterek bir dini hayatın oluşmasına da katkıda bulunmaz.
Nitekim bugün o haldeyiz. O yüzden de herkesin dindarlığı kendinden menkul… O yüzden de çoğunun, dünya nimetleri karşısındaki duruşu, seküler laik düşünceli bir insanın takındığı tavırdan çok da farklı değil. Hatta dindarların, laik kesimlerden daha çok dünya malına tamah ettiklerini söylemek artık abartı sayılmaz. Esasında bu çağın ciddi bir marazı da budur: Dindara, bile bile dünyayı ahrete tercih ettiriyor.
Maalesef bu çağda dindarlar, dünyaya, lalettayin insanlardan daha ziyade tamah gösteriyorlar. Kuran şu meseleyi izah babından “Onlar, o kimselerdir ki dünya hayatını (bile bile) ahirete tercih ederler, (ve bu aç gözlülükleriyle insanları) Allah'ın yolundan soğuturlar…” diyor (İbrahim, 3).
Bediuzzaman bu ayete hasetsen dikkat çekmiş. Bu ayetin her asırdan ziyade bu asra baktığını hatırlatıyor ve şöyle diyor:
“Evet, insaniyetin yaşamak damarı ve hıfz-ı hayat cihazı, bu asırda israfatla ve iktisatsızlık ve kanaatsizlik ve hırs yüzünden bereketin kalkmasıyla ve fakr u zaruret, maişet ziyadeleşmesiyle o derece o damar yaralanmış ve şerait-i hayatın ağırlaşmasıyla o derece zedelenmiş ve mütemadiyen ehl-i dalâlet nazar-ı dikkati şu hayata celb ede ede o derece nazar-ı dikkati kendine celb etmiş ki, ednâ bir hâcât-ı hayatiyeyi büyük bir mesele-i diniyeye tercih ettiriyor. (Yani, materyalist dünya görüşü ve tüketimi esas alan yaşam tarzı, insanların bakışını o kadar dünyaya çevirmiş ki, en samimi dindarlar bile dünya nimeti elde etmek için, ahretlerini ihmal edebiliyorlar) Kastamonu Lahikası, 73)
Hâlbuki Müslüman, gerçek anlamda ahreti tercih edendir.
Elbette Müslüman da dünyadan nasibini alacaktır ve almalıdır. Kuran ‘dünyadan nasibini unutma’ diyor. Ama hemen akabinde de ‘kim tercihini dünya nimetinden yana koyarsa, onun ahretten nasibi kalmaz’ ihtarını da yapıyor.
Ama maalesef günümüz Türkiye’sinde lüks, şatafat, israf ve savurganlık telaffuz edildiğinde akla ilk dindar kesim geliyor. Eskiden etiler ve Nişantaşı’na atfedilen dejenerasyonlar, bugün türedi bir zenginlikle sınıf atladıklarını zanneden İslamcıların çocukları arasında görülüyor.
‘Bizim’ muhafazakâr psikiyatrist veya psikologlarımızın klinikleri, nerede ise bir tür günah çıkarma yeri yahut yapıp ettiklerini anlatıp vicdanlarını rahatlattıkları mabetlere inkılâp etmiş.
Elbette bu zamanda çocuğuna söz geçirme babayiğitlik istiyor. İnsanları, çocukları üzerinden eleştirmek niyetim yok. Fakat bu dindar ebeveynlerin, rahat(?) elde edilen servetlerle çocuklarına hazırladıkları yeni ortamlar ve yaşama biçimleri, maalesef çokları cehennemî bir çaresizliğe itiyor. Temiz fıtratta, haram para vehim, korku, huzursuzluk, karamsarlık, bıkkınlık, bedbinlik ve türlü türlü ruhi depresyon ve hastalıklara inkılap ediyor..
Evet, Ak Parti iktidarı sayesinde, servet el değiştirdi, değiştiriyor. Ve henüz toplumsal bazda bir bedel ödemedik. Fakat çocuklar nispeten körpe ve temiz oldukları için ilk onları vuruyor. Zenginleşmeye başlamış İslamcıların çocukları -çok azı müstesna- hızla seküler bir yaşam alanına doğru evirilip, bükülüp gidiyorlar.
Graham Fuller de Yeni Türkiye Cumhuriyeti kitabında buna dikkat çekiyor. Türkiye’deki Müslümanların, hiçbir dönemde Ak Parti dönemindeki kadar sekülerleşmediğini; Demirel ve Özal döneminde bile bu kadar dünyevileşmenin yaşanmadığını vurguluyor. Tabii o bunu, ‘iyi bir gelişme’ gibi aktarıyor.
Elbette Müslümanların açılım yapması, finans açısından güçlenmesi ve sermayeyi kontrol etmesi yadırganacak ve kınanacak bir durum değil. Çünkü iktidarların el değiştirmesi, biraz de sermayenin el değiştirmesidir!
Daha rahat yaşamak, daha özgür bir dini hayat oluşturmak elbette Müslümanın da hakkıdır. Fakat bu durum, onu sistemin tanrısının sadık bir hizmetkârı durumuna düşürüyorsa bu kabul edilemez. ‘Sistemin tanrısı’, kendisine ait olan sermayeyi ‘öteki’lerden alıp size emanet ederken, karşılığında sizden ruhunuzu, imanınızı, ahlakınızı ve çocuklarınızın baki hayatını alıyorsa bu, felaket bir takas olur. Buna Müslüman seyirci kalamaz! Çünkü gerçek ziyan ve zarar, imana ve ahrete gelen zarardır bir Müslüman için.
Güya memleketin en ziyade dindarlaştığı şu dönemde, dinin; doğruluk, dürüstlük, kanaat, bereket ve iktisat gibi asli değerlerinden soyutlanmış bir pratiğe dönüştürülmesi ciddi bir hata olur!
Maalesef sistem, dünya nimetlerine karşılık, Müslümanlardan ‘duyarlılık’larını (emri bi’l-ma’ruf) ve ‘tepkisellik’lerini (nehiy an’il-münker) alıyor. Türk Müslümanlar hiçbir dönemde bu kadar sığ, dünyevi ve kaygısız olmamıştı.
‘Keyfi, küfri, cebri’ sıfatlarıyla nitelediğimiz şu tağuti sistem güya sarsılırken, bir yandan da en sağlam duruşlu karşıtlarını ele geçiriyor olmanın dadını çıkartıyor…
Belki zamanla iş rayına oturur. Fakat hızla yükselmekte olan siyasal İslamcılığa karşılık, ferdi planda din ve dinin bireye yüklediği pratik değerlerde ciddi bir aşınma yaşanıyor. Zaten toplumun ancak yüzde onunu teşkil eden ‘samimi dindar’ (yani dini bir yaşam tarzı olarak benimsemiş) kesim, yüzde bakımından daha da az bir kemiyete doğru çekiliyor.
Maalesef siyasî İslam yükselirken, ahlakî İslam geriliyor. Her biri Müslüman’ın olmazsa olmazları olan sıdk ve sadakat, iffet ve haya, iktisat ve kanaat cemiyet hayatından elini eteğini çekiyor. Sistem bir Frankeştayn gibi ölürken bile karşıtlarının körpe vücutlarından yararlanıyor. Bugüne kadar hizmetini, Kemalistler, ateistler ve bir kısım alevi aydınlara gördürüyordu. Artık ‘bizimkiler’ görecek.
Sermayenin o taraftan bu tarafa aktarılması sürecinde daha ne kadar körpe beden kurban edilir bilemiyorum ama bu gidişatın önü alınmazsa Türk toplumu bu dönüşümün bedelini çok çok ağır öder! Ve üstelik bu aç gözlülüğün faturası daha masaya gelmedi! İnşallah, 28 Şubat gibi yeni bir ‘hak ediş’ ile karşılaşmayız. Fakat mutlaka bir bedel ödeyeceğiz. Çünkü bir Müslümanın midesi uzun süre murdarı barındırmaz sonunda istifrağ eder. O da sosyal travmadır!
İş oraya varır mı, yoksa Rabbim kendi katından bir merhamet mi indirir bilemem. Ama Türk İslam’ının nereye koştuğunu kestirmek şimdilik zor!
Eğer cemiyet ve cemaatler, saliklerini yeniden bir nefs kontrolüne çağırmazlarsa gidişat pek de iyi değil. Peygamber Efendimiz (sav) de ‘Ben, ümmetimin zenginleşmesinden korkarım” buyurduğuna göre…
M. Ali Bulut - Haber 7
mabulut@gmail.com
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt