salavatqetir
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 2 Eki 2010
- Mesajlar
- 1,596
- Tepki puanı
- 1
- Puanları
- 0
- Yaş
- 31
‘Yaratana neden kulluk etmeyecekmişim?’
Allahu Zülcelâl, ayeti kerimede şöyle buyurmuştur: “(Ey kavmim) Ben, beni yaratana neden kulluk etmeyecekmişim? Siz (hepiniz) ancak Ona döndürü(lüb götürü)leceksiniz.” (Yasin; 22)
Kur’an-ı Kerim, bütün insanlara ibret olmalıdır. Bu ayet-i kerime, İsa aleyhisselam zamanında, salih kullardan Habib-i Neccar isminde bir zat hakkında inmiştir.
İsa aleyhisselam, müşrik olan Antakya halkına elçiler gönderdi. Onlar, Allahu Zülcelâl’i tanımayıp putlara tapıyorlardı. Onların arasından Habib-i Neccar isminde bir zat, gizlice iman etmişti. Bu elçiler gelip de onları tevhide davet ettiklerinde, oranın halkı elçileri inkâr ettiler. O vakit, Habib-i Neccar isimli o muvahhid geldi ve halkına şöyle söyledi:
- Bu elçiler sizden bir ücret istiyorlar mı? Onlar:
- Hayır, hiçbir ücret istemeden, bizi hidayete çağırıyorlar, dediler. Habib-i Neccar:
- Öyleyse, niçin onlara tabi olmuyorsunuz? Diye sorduğu zaman, iman etmiş olduğunu anladılar, ona zulmetmeye başladılar. “Sen onlara iman mı ettin?” deyip onu taşlayarak, eziyet ve cefa içinde öldürüp şehit ettiler.
Ruhu daha dünyadan ayrılmadan Allahu Zülcelâl, kıyamet gününde onun için hazırladığı cenneti ona gösterdi. O anda, onun kendisine ihsan edilenleri gördüğünde neler söylediğini, Allahu Zülcelâl ayet-i kerimede bize şöyle bildirmektedir: (Kavmi ise onu taşa tuttular ve öldürdüler de kendisine: ) “Cennete gir! Denildi. (O da: ) ‘Keşke Rabbimin bana mağfiret ettiğini ve beni ikrâm edilenlerden kıldığını kavmim bilselerdi!’ dedi.” (Yasin; 26-27)
İşte, bu ayet-i kerimeyi okuyarak, Allah’ın kendisine ikramını bilmeleri durumunda, Müslüman olacaklarını düşündü. İnsan durup bir düşünse; Habib de öldü, ona zulmeden insanlar da… Fakat Habib nereye gitti, onlar nereye...
İçinde yaşadığımız zaman da aynen Habib’in yaşadığı zaman gibidir. Kim, Allah-u Zülcelal’e samimi olarak yönelirse Habib’e verdiğini Allahu Zülcelâl ona da verecektir. Kim Allah’a düşmanlık yaparsa Allahu Zülcelâl, onlara verdiği azabı, bunlara da verecektir. Nitekim ayet-i kerimede onlara verilen azap hakkında şöyle buyrulmuştur: “Sadece korkunç bir ses oldu. Onlar da hemen sönüverdiler.” (Yasin; 29)
Bunlar Habib’i şehit edince, Cebrail aleyhisselam kendisine verilen emirle onların memleketlerini alt üst ederek, hepsini helak etti. Dünyada helak oldukları gibi, Allahu Zülcelâl, kıyamet gününde de onlara nice azaplar verecektir.
Günahlar içimizdeki ‘manevi insan’ı hasta ediyor
Dünya, insan için çok büyük bir düşman olduğu gibi salih amel yapması için de çok büyük bir fırsattır.
İnsanın zahiri vücudunda nasıl hayat var ve dünya işlerini onunla yapmaktadır. Vücudundaki hayatı, sağlığı kötü olduğunda, çok hasta olduğunda, bir şey yapmaya kuvveti kalmazsa insanın manevi olarak da bir hayatı vardır.
Zahiri, vücuttan ayrı olan bu manevi hayat da hasta olur. Bu zahiri beden, nasıl ruhla hayatta kalıyorsa manevi insan da imanla hayatta kalır. İnsan kâfir olduğu zaman, o manevi insan ölür. Bunu şöyle de söyleyebiliriz: “İnsan kâfir olduğunda, manen ölmüştür.”
Hasta olduğumuzda nasıl doktora gidiyoruz ve doktor da bizi tedavi ediyor, Allah onun ilacını vesile kılıp bizi sıhhate kavuşturuyor, biz de dünyevi işlerimizi yapmakta kuvvet buluyor isek; bu manevi insanın, bu ahiret insanının da iyileşip sıhhat bulması, Allaha itaat etmede kuvvet bulması, ibadet ve taatle, Allah’a kulluk yapmakladır.
İnsan, Allah’a itaat etmez ve isyan ederse manevi sağlığını kaybeder. Daha ne namaz kılabilir, ne zikir yapabilir,
-maazallah- yavaş yavaş küfre, Allah’ı inkâra bile yaklaşır!
Peki, o manevi insan niçin hasta oluyor? Cevabı çok basit, günah işlediği için... Günah işlendiğinde kalp kararır, manevi mikroplar kalbi hasta eder.
Allah Zülcelâl insanın kalbini, cam gibi saf, boş bir kâğıt kadar beyaz yaratmıştır. İnsan bir günah işlediğinde, hemen o günahtan tevbe ederse o günah, kalbin üzerinde bir iz bırakmaz. Tevbe etmezse günah kalbin üzerinde siyah bir nokta bırakır. Bir günah daha yapıp yine tevbe etmezse kalbin üzerine bir siyah nokta daha gelir. Bu şekilde, günahların bıraktığı noktalar, bütün kalbi kaplar, karartır.
Kalp kapandığı, karardığı zaman da manevi vücutta sağlık kalmaz. Manevi insan; hasta, ölmek üzere olan bir kimse gibi olur. İnsan ölüm anındayken, nasıl dünyanın onun için artık bir faydası yoksa manevi insan da çok hasta olduğunda, kendi ahireti için bir kazanç sahibi olamaz.
Günahlarla manevi bedenimizi hasta ettiğimiz zaman, ahiretimizi de perişan etmiş oluyoruz. O manevi insanın uyanması, yeniden kuvvet ve sıhhat bulması, ancak Allah’ın zikriyledir. Allah’ın adının çokça anılmasıyladır.
Daha önce söylenildiği gibi, manevi insanın uykusu ve hasta olması da gaflet ve günahlar sebebiyledir. İnsan dünyaya aldanmasından ve dünyaya olan tutkusundan dolayı günahlara düşüyor. Efendimiz haber veriyor: “Dünya sevgisi bütün günahların başıdır.” (Beyhaki, İbni Ebiddünya)
İşte dünya, işte hali
Anlatıldığına göre İbn-i Abbas radıyallahu anh şöyle demiştir: “Kıyamet günü, dünya kır saçlı, gök gözlü, sırıtık dişli, müptezel davranışlı ve gören herkesin tiksineceği bir acuze (yaşlı kadın) kılığında Allah’ın huzuruna çıkarılır ve insanlara gösterilerek:
- Bunu tanıyor musunuz? Diye sorulur. İnsanlar:
- O’nu tanımaktan Allah’a sığınırız, Diye cevap verirler. Bunun üzerine onlara denir ki:
- İşte bu, kendisi ile böbürlendiğiniz ve uğruna birbirinizin kanını döktüğünüz dünyadır.
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: “Dünya ve içindekiler lanetlenmiştir. Yalnızca Allah için olanlar müstesna!” (Tirmizi, İbn Mace)
Cami, ilim meclisleri gibi kutsal yerler de dünyadandır, sadaka vermek de dünya malıyladır, fakat bunlar, melun değildir. Çünkü bunlar, Allah içindir.
Nice insanlar vardır ki, dünya ile cenneti satın alırlar. Dünyanın malı-mülkü, debdebesi onları Allah’tan uzaklaştırmaz. Bilakis Allah’a yaklaştırır.
Peki, nedir dünya? Dünya, insanı cehenneme sürükleyen şeylerdir. Her ne varsa insanı Allah’tan uzaklaştıran, işte o şey dünyadır. İnsanı Allah’a itaatten alıkoyan her şey, ahireti unutturan ne varsa hepsi dünyadır ve kıyamet günü insanın başına bela olacaktır.
Deniz kenarlarında çıplak gezmek, pis işlerle uğraşmak, içki içmek, kumar oynamak, ticaretle meşgul iken ibadeti terk etmek ve benzeri şeyler dünyadır. İşte bu dünya, kıyamet gününde insanın başına bela olacaktır.
Dünyadan sakınan neler kazanır?
İbn Abbas radıyallahu anhudan rivayetle, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: “Allahu Zülcelâl, Musa’ya üç günde yüz kırk bin kelime ile hitap etti (konuştu). Musa insanların konuşmalarını dinleyince, kulağına gelen Allah Kelamı’nın yanında, kulların sözleri çok basit kaldı, ona sıkıntı verdi. Allah’ın Musa’ya vahyettiği sözlerde şunlar yazılıdır:
- Ya Musa! İbadet yapanlar zühd ile (dünyaya muhabbet etmemek ile) olduğu kadar hiçbir amelle bana yaklaşamazlar. Bana yaklaşmak isteyenler, onlara haram kıldığım şeylerden kaçınmakla yaklaşırlar. Hiç kimse de bana tazim ederek (saygı göstererek) ve azabımdan korkarak ağlamasıyla olduğu kadar, hiçbir amelle kulluk edemez.
Bunları dinleyen Musa aleyhisselam:
- Ey bütün yaratıkların Rabbi! Ahiret gününde tek söz sahibi! Ey azamet ve lütuf sahibi! O kullarına neler hazırladın? Onlara ne mükâfatlar vereceksin? Diye sordu. Allahu Zülcelâl de şöyle buyurdu:
- Zahidlere (dünyaya muhabbet etmeyenlere) cennetimi verdim. Orada diledikleri yerlerde kalırlar. Kendilerine haram kıldığım şeylerden sakınanları ise kıyamet gününde bütün kullarımı hesaba çektiğim vakit, onlara olan sevgim, merhamet ve lütfumdan dolayı hesaba çekmeden cennete koyarım. Azabımdan korkup ağlayanlar ve bana saygı gösterenler için cennette yüce yerler vardır. Onların makamına başkaları ulaşamazlar.” (Taberani, Ebu Nuaym)
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem başka bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur: “Dünya sevgisini kalbine indirmeyen kimseyi gördüğünüzde ona yaklaşın. Onunla dost olun. Çünkü ona hikmet verilir. (Siz de irşad olunursunuz.)” (Ebu Ya’la)
Daima Allahu Zülcelal’e yalvarır, O’ndan usulüne uygun bir şekilde, “Bizi affetmesini ve kalbimizden de dünya sevgisini çıkarmasını” istersek, O bize bunu nasip edecektir. Yok, eğer istemezsek, O bize muhtaç değildir ki, illa da versin!
Allah-u Zülcelâl, kendi fazlı ve keremi ile bizlere muamele etsin ve hepimize razı olacağı şekilde salih amel nasip etsin. (Âmin)
SEYDA MUHAMMED KONYEVî
Allahu Zülcelâl, ayeti kerimede şöyle buyurmuştur: “(Ey kavmim) Ben, beni yaratana neden kulluk etmeyecekmişim? Siz (hepiniz) ancak Ona döndürü(lüb götürü)leceksiniz.” (Yasin; 22)
Kur’an-ı Kerim, bütün insanlara ibret olmalıdır. Bu ayet-i kerime, İsa aleyhisselam zamanında, salih kullardan Habib-i Neccar isminde bir zat hakkında inmiştir.
İsa aleyhisselam, müşrik olan Antakya halkına elçiler gönderdi. Onlar, Allahu Zülcelâl’i tanımayıp putlara tapıyorlardı. Onların arasından Habib-i Neccar isminde bir zat, gizlice iman etmişti. Bu elçiler gelip de onları tevhide davet ettiklerinde, oranın halkı elçileri inkâr ettiler. O vakit, Habib-i Neccar isimli o muvahhid geldi ve halkına şöyle söyledi:
- Bu elçiler sizden bir ücret istiyorlar mı? Onlar:
- Hayır, hiçbir ücret istemeden, bizi hidayete çağırıyorlar, dediler. Habib-i Neccar:
- Öyleyse, niçin onlara tabi olmuyorsunuz? Diye sorduğu zaman, iman etmiş olduğunu anladılar, ona zulmetmeye başladılar. “Sen onlara iman mı ettin?” deyip onu taşlayarak, eziyet ve cefa içinde öldürüp şehit ettiler.
Ruhu daha dünyadan ayrılmadan Allahu Zülcelâl, kıyamet gününde onun için hazırladığı cenneti ona gösterdi. O anda, onun kendisine ihsan edilenleri gördüğünde neler söylediğini, Allahu Zülcelâl ayet-i kerimede bize şöyle bildirmektedir: (Kavmi ise onu taşa tuttular ve öldürdüler de kendisine: ) “Cennete gir! Denildi. (O da: ) ‘Keşke Rabbimin bana mağfiret ettiğini ve beni ikrâm edilenlerden kıldığını kavmim bilselerdi!’ dedi.” (Yasin; 26-27)
İşte, bu ayet-i kerimeyi okuyarak, Allah’ın kendisine ikramını bilmeleri durumunda, Müslüman olacaklarını düşündü. İnsan durup bir düşünse; Habib de öldü, ona zulmeden insanlar da… Fakat Habib nereye gitti, onlar nereye...
İçinde yaşadığımız zaman da aynen Habib’in yaşadığı zaman gibidir. Kim, Allah-u Zülcelal’e samimi olarak yönelirse Habib’e verdiğini Allahu Zülcelâl ona da verecektir. Kim Allah’a düşmanlık yaparsa Allahu Zülcelâl, onlara verdiği azabı, bunlara da verecektir. Nitekim ayet-i kerimede onlara verilen azap hakkında şöyle buyrulmuştur: “Sadece korkunç bir ses oldu. Onlar da hemen sönüverdiler.” (Yasin; 29)
Bunlar Habib’i şehit edince, Cebrail aleyhisselam kendisine verilen emirle onların memleketlerini alt üst ederek, hepsini helak etti. Dünyada helak oldukları gibi, Allahu Zülcelâl, kıyamet gününde de onlara nice azaplar verecektir.
Günahlar içimizdeki ‘manevi insan’ı hasta ediyor
Dünya, insan için çok büyük bir düşman olduğu gibi salih amel yapması için de çok büyük bir fırsattır.
İnsanın zahiri vücudunda nasıl hayat var ve dünya işlerini onunla yapmaktadır. Vücudundaki hayatı, sağlığı kötü olduğunda, çok hasta olduğunda, bir şey yapmaya kuvveti kalmazsa insanın manevi olarak da bir hayatı vardır.
Zahiri, vücuttan ayrı olan bu manevi hayat da hasta olur. Bu zahiri beden, nasıl ruhla hayatta kalıyorsa manevi insan da imanla hayatta kalır. İnsan kâfir olduğu zaman, o manevi insan ölür. Bunu şöyle de söyleyebiliriz: “İnsan kâfir olduğunda, manen ölmüştür.”
Hasta olduğumuzda nasıl doktora gidiyoruz ve doktor da bizi tedavi ediyor, Allah onun ilacını vesile kılıp bizi sıhhate kavuşturuyor, biz de dünyevi işlerimizi yapmakta kuvvet buluyor isek; bu manevi insanın, bu ahiret insanının da iyileşip sıhhat bulması, Allaha itaat etmede kuvvet bulması, ibadet ve taatle, Allah’a kulluk yapmakladır.
İnsan, Allah’a itaat etmez ve isyan ederse manevi sağlığını kaybeder. Daha ne namaz kılabilir, ne zikir yapabilir,
-maazallah- yavaş yavaş küfre, Allah’ı inkâra bile yaklaşır!
Peki, o manevi insan niçin hasta oluyor? Cevabı çok basit, günah işlediği için... Günah işlendiğinde kalp kararır, manevi mikroplar kalbi hasta eder.
Allah Zülcelâl insanın kalbini, cam gibi saf, boş bir kâğıt kadar beyaz yaratmıştır. İnsan bir günah işlediğinde, hemen o günahtan tevbe ederse o günah, kalbin üzerinde bir iz bırakmaz. Tevbe etmezse günah kalbin üzerinde siyah bir nokta bırakır. Bir günah daha yapıp yine tevbe etmezse kalbin üzerine bir siyah nokta daha gelir. Bu şekilde, günahların bıraktığı noktalar, bütün kalbi kaplar, karartır.
Kalp kapandığı, karardığı zaman da manevi vücutta sağlık kalmaz. Manevi insan; hasta, ölmek üzere olan bir kimse gibi olur. İnsan ölüm anındayken, nasıl dünyanın onun için artık bir faydası yoksa manevi insan da çok hasta olduğunda, kendi ahireti için bir kazanç sahibi olamaz.
Günahlarla manevi bedenimizi hasta ettiğimiz zaman, ahiretimizi de perişan etmiş oluyoruz. O manevi insanın uyanması, yeniden kuvvet ve sıhhat bulması, ancak Allah’ın zikriyledir. Allah’ın adının çokça anılmasıyladır.
Daha önce söylenildiği gibi, manevi insanın uykusu ve hasta olması da gaflet ve günahlar sebebiyledir. İnsan dünyaya aldanmasından ve dünyaya olan tutkusundan dolayı günahlara düşüyor. Efendimiz haber veriyor: “Dünya sevgisi bütün günahların başıdır.” (Beyhaki, İbni Ebiddünya)
İşte dünya, işte hali
Anlatıldığına göre İbn-i Abbas radıyallahu anh şöyle demiştir: “Kıyamet günü, dünya kır saçlı, gök gözlü, sırıtık dişli, müptezel davranışlı ve gören herkesin tiksineceği bir acuze (yaşlı kadın) kılığında Allah’ın huzuruna çıkarılır ve insanlara gösterilerek:
- Bunu tanıyor musunuz? Diye sorulur. İnsanlar:
- O’nu tanımaktan Allah’a sığınırız, Diye cevap verirler. Bunun üzerine onlara denir ki:
- İşte bu, kendisi ile böbürlendiğiniz ve uğruna birbirinizin kanını döktüğünüz dünyadır.
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: “Dünya ve içindekiler lanetlenmiştir. Yalnızca Allah için olanlar müstesna!” (Tirmizi, İbn Mace)
Cami, ilim meclisleri gibi kutsal yerler de dünyadandır, sadaka vermek de dünya malıyladır, fakat bunlar, melun değildir. Çünkü bunlar, Allah içindir.
Nice insanlar vardır ki, dünya ile cenneti satın alırlar. Dünyanın malı-mülkü, debdebesi onları Allah’tan uzaklaştırmaz. Bilakis Allah’a yaklaştırır.
Peki, nedir dünya? Dünya, insanı cehenneme sürükleyen şeylerdir. Her ne varsa insanı Allah’tan uzaklaştıran, işte o şey dünyadır. İnsanı Allah’a itaatten alıkoyan her şey, ahireti unutturan ne varsa hepsi dünyadır ve kıyamet günü insanın başına bela olacaktır.
Deniz kenarlarında çıplak gezmek, pis işlerle uğraşmak, içki içmek, kumar oynamak, ticaretle meşgul iken ibadeti terk etmek ve benzeri şeyler dünyadır. İşte bu dünya, kıyamet gününde insanın başına bela olacaktır.
Dünyadan sakınan neler kazanır?
İbn Abbas radıyallahu anhudan rivayetle, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: “Allahu Zülcelâl, Musa’ya üç günde yüz kırk bin kelime ile hitap etti (konuştu). Musa insanların konuşmalarını dinleyince, kulağına gelen Allah Kelamı’nın yanında, kulların sözleri çok basit kaldı, ona sıkıntı verdi. Allah’ın Musa’ya vahyettiği sözlerde şunlar yazılıdır:
- Ya Musa! İbadet yapanlar zühd ile (dünyaya muhabbet etmemek ile) olduğu kadar hiçbir amelle bana yaklaşamazlar. Bana yaklaşmak isteyenler, onlara haram kıldığım şeylerden kaçınmakla yaklaşırlar. Hiç kimse de bana tazim ederek (saygı göstererek) ve azabımdan korkarak ağlamasıyla olduğu kadar, hiçbir amelle kulluk edemez.
Bunları dinleyen Musa aleyhisselam:
- Ey bütün yaratıkların Rabbi! Ahiret gününde tek söz sahibi! Ey azamet ve lütuf sahibi! O kullarına neler hazırladın? Onlara ne mükâfatlar vereceksin? Diye sordu. Allahu Zülcelâl de şöyle buyurdu:
- Zahidlere (dünyaya muhabbet etmeyenlere) cennetimi verdim. Orada diledikleri yerlerde kalırlar. Kendilerine haram kıldığım şeylerden sakınanları ise kıyamet gününde bütün kullarımı hesaba çektiğim vakit, onlara olan sevgim, merhamet ve lütfumdan dolayı hesaba çekmeden cennete koyarım. Azabımdan korkup ağlayanlar ve bana saygı gösterenler için cennette yüce yerler vardır. Onların makamına başkaları ulaşamazlar.” (Taberani, Ebu Nuaym)
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem başka bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur: “Dünya sevgisini kalbine indirmeyen kimseyi gördüğünüzde ona yaklaşın. Onunla dost olun. Çünkü ona hikmet verilir. (Siz de irşad olunursunuz.)” (Ebu Ya’la)
Daima Allahu Zülcelal’e yalvarır, O’ndan usulüne uygun bir şekilde, “Bizi affetmesini ve kalbimizden de dünya sevgisini çıkarmasını” istersek, O bize bunu nasip edecektir. Yok, eğer istemezsek, O bize muhtaç değildir ki, illa da versin!
Allah-u Zülcelâl, kendi fazlı ve keremi ile bizlere muamele etsin ve hepimize razı olacağı şekilde salih amel nasip etsin. (Âmin)
SEYDA MUHAMMED KONYEVî