Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

dünya saltanatını istemedi... (1 Kullanıcı)

Siyahgulsevdalisi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Haz 2006
Mesajlar
2,046
Tepki puanı
0
Puanları
0
Eğer okuryazar olmuş olsaydı, kalplere kuşku düşerdi, acaba bu kitabı Muhammed mi yazdı, diye. Mekke'nin en azılı kâfirleri bile bunu söyleyemedi; çünkü onlar doğumundan beri Muhammed'i tanıyorlardı. Okuma yazması yoktu, o ümmi idi.



RABBİMİN HİMAYESİ ALTINDAYIM
Mekke çok hareketli günler yaşıyordu. Yakın zaman önce ilk hicret edenlerini uğurlamıştı. Ardından bu hicreti yenileri takip etmeye başladı. Zaten mü'minlerin sayısı oldukça azdı. Bir de bu azlardan ayrılıp uzaklara gidilmesi, Efendimizin mahzun olmasına sebep olmuştu. Habeşistan hicretinden sonra müşriklerin baskısı artmış, baskılara dayanamayan Ebû Bekir de hicret için Efendimizden izin istemiş, o da ona izin vermişti.
Ebû Bekir hazırlıklarını yaparak, Habeş diyarına doğru yola çıktı. Arap yarımadasının güneyine doğru inecek, Yemen'den Habeşistan'a geçecekti. Yolculuğu sırasında Berkü'l–gımad mevkiine geldiğinde, eski yıllarda yakından tanıdığı, dürüst ve adil olması ile şöhret olmuş, Kare kabilesinin reisi Malik b. Dağinne ile karşılaştı. Malik, Ebû Bekir'i, iyi karşıladı, hâl hatırdan sonra sordu:
–Böyle nereye gidiyorsun?
Ebû Bekir:
–Kavmim beni yurdumdan çıkardı. Rabbime ibadet etmekten başka bir suçum yoktu. Sadece kavmimin putlarını reddedip bir olan Allah'a ibadet ettiğim için beni yurdumdan çıkardılar. Ben de Rabbime rahatça ibadet edebileceğim bir yere gidiyorum.
Bu durum Malik'i üzmüştü. Ebû Bekir'in fazilet ve güzelliklerini bildiği için bu işe itiraz etti.
–Ey Ebû Bekir! Seni bu hicretten vazgeçiriyorum. Seninle birlikte Mekke'ye gideceğiz, seni ben himayeme alacağım.
Birlikte Mekke'ye dönerler. Mekke'de Kureyş'in ileri gelenleri, Malik'i saygı ve hürmetle karşılarlar. Malik, Kureyş'in ileri gelenlerine sitem eder:
–Ey Kureyş'in reisleri! Siz ne yapıyorsunuz? Ebû Bekir gibi faziletli, saygın, dürüst bir adamı yurdundan niçin çıkarıyorsunuz? Onun buradan çıkıp gitmesi size bir fayda sağlamaz, aksine size zarar verir. Bundan sonra onun teminatı benim, benim himayem altınadır.
Kureyş bu himayeyi bir şekilde kabul eder: Ebû Bekir ibadetlerini evinde yapacak, dini ile ilgili hiçbir eylemi dışarıda yapmayacak. Malik, durumu Ebû Bekir'e bildirdi.
Artık Ebû Bekir; ibadetlerini gizli yapıyordu. Gün geldi, bu ona ağır geldi, eskisi gibi ibadetlerini açıktan yapmaya başladı. Durumu gören Kureyş, Malik'i haberdar etti. Malik, Ebû Bekir'in yanına geldi ve anlaşmaya muhalif hareket ettiğini söyledi. Ebû Bekir, Malik'in zorda kaldığını anlayınca, onu rahatlatmak için dedi ki:
–Benim için aldığın himaye kararını sana iade ediyorum, ben âlemlerin Rabbinin himayesi altındayım.(1)

ONUN CAN DAMARINI KOPARIRDIK
Kâinatın Efendisi, ümmi bir peygamberdi. Ümmi peygamber olduğunu her fırsatta söylerdi. Yine Kur'an–ı Kerim ile alay edildiği günlerden bir gün, Kureyş'in ileri gelenlerine kendisinin ümmi olduğunu hatırlatmıştı. Kâinatın Efendisi'nin hayatının her safhasını noktası noktasına biliyorlardı; ancak yine de fitne ve isyandan geri kalmıyorlardı.
"Sen bundan önce ne bir yazı okur, ne de elinle onu yazardın. Öyle olsaydı, bâtıla uyanlar kuşku duyarlardı."(2)
Efendimizin her hâl ve durumu başlı başına bir mucizedir. Ne buyurdu Rabbimiz? Eğer okuryazar olmuş olsaydı, kalplere kuşku düşerdi, acaba bu kitabı Muhammed mi yazdı, diye. Mekke'nin en azılı kâfirleri bile bunu söyleyemedi; çünkü onlar doğumundan beri Muhammed'i tanıyorlardı. Okuma yazması yoktu, o ümmi idi.
Ümmi olmasına rağmen o kadar garip ve enteresan şeyler söylüyordu ki, bunlar bir ümminin söyleyeceği şeyler değildi. Hatta ona bir şey sorulduğunda, biliyorsa, Cebrail vahiy getirip bilgilendirmişse, sorulan sorunun cevabını veriyor. Yok eğer bilgisi yoksa, bu konuda bilgim yok diyordu. Onun bu hâlini Hak Teâlâ yemin ederek şöyle haber veriyordu:
"Battığı zaman yıldıza andolsun ki, arkadaşınız (Muhammed) sapmadı ve bâtıla inanmadı. O, arzusuna göre de konuşmaz." (3)
Rabbimiz emir buyurdu, o kendiliğinden konuşmaz. Evet, konuşmaz, ya konuşursa… Hemen onun da cevabını veriyor:
"Eğer (peygamber) bize atfen bazı sözler uydurmuş olsaydı, elbette onu kıskıvrak yakalardık. Sonra onun can damarını koparırdık. Hiç biriniz buna mani de olamazdınız."(4)
Rabbimiz bir taraftan Resûl'ünü uyarıyor, diğer yandan da müşrikleri tehdit ediyordu.
Kâinatın Efendisi'nin durumu çok ama çok enteresandır. Ona peygamberlik gelene kadar, ne bir yazı okumuş, ne de bir yazı yazmıştı. Hatta ilim tahsili ile ilgili, hiçbir faaliyeti olmamıştı. Kısaca onun ne göklerle, ne yerle, ne denizlerle, ne de geçmiş peygamberlerin haberleri ile ilgili en küçük bir bilgisi mevcut değildi. Bunu en iyi bilen de Kureyş'in ileri gelenleri idi. Zaten bunun aksi olmuş olsaydı, Kureyş buna itiraz etmez miydi? Olmadık iftiraları atan, akla gelmeyecek yalanları söyleyen Kureyş, "Muhammed bunları falandan öğrendi." ya da "Muhammed zaten eskiden beri bu gibi bilgileri yazar okurdu." demez miydi? Kureyş bunları diyemedi; çünkü böyle bir durum yoktu. İşte bütün insanlığa seslenerek diyoruz ki: bakın Bu ümmi insan ne haberler getiriyor, iyi dinleyelim.
Kavmine geçmiş ümmetlerin haberlerini anlattı. O kendisinden binlerce sene önce cereyan eden haberleri nereden bilecekti. Bu durumu Kur'an–ı Kerim şöyle haber veriyor:
"(Resûlüm) İşte bunlar sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Bundan önce onları ne sen biliyordun, ne de kavmin. O hâlde sabret. Çünkü iyi sonuç (sabredip) sakınanlarındır."(5)
Geçmişteki haberler Efendimize Cebrail vasıtasıyla bildirildi. Başka daha neler bildirilmedi ki! Meselâ, göklerle ilgili şu habere dikkat edelim:
"İnkâr edenler, göklerle yer bitişik bir hâlde iken bizim, onları birbirinden kopardığımızı ve her canlı şeyi sudan yarattığımızı görüp düşünmediler mi? Yine de inanmazlar mı?"(6)
Mekke'li müşrikler zordadır, bu âyet–i kerime de ne oluyor, Muhammed bunları nereden biliyor? Değil Mekkeli müşrikler, 21. yüzyılın gelişmiş ilim–bilim ehli de şaşkındır, zira kendileri bunca imkânlarına rağmen bu tespitleri yaparken zorlanmaktadırlar. Bundan 1400 yıl önce Arap çölünde çıkan bir adam bunları nasıl biliyordu?
Buna benzer yüzlerce hâdiseyi, yüzlerce olayı Muhammed nasıl bilebilir?

MEKKE SAKİNLERİ MALLARININ BİR KISMINI SANA VERECEK
Günlerden bir gündü. Kureyş'in ileri gelenleri Kâbe'de bir meclis meydana getirmiş, sohbet ediyorlardı. Efendimiz de onların birkaç metre ilerisinde tek başına oturmuş, tefekkür ediyordu. Kureyşlilerin arasında bulunan Utbe b. Rebia, az ötede Muhammed'in tek başına, sessiz bir şekilde oturduğunu görünce, yanında bulunanlara şöyle bir öneride bulundu:
–Ey Kureyş topluluğu! Ben şimdi Muhammed'in yanına gideceğim. Ona daha önce yapmadığımız birtakım tekliflerde bulunacağım. Umarım ki, o benim tekliflerimin bir kısmını kabul eder de ortak bir uzlaşı noktasında buluşuruz ve aramızda bu kavga sona erer.
Kureyş'in ileri gelenleri Utbe bin Rebia'nın bu önerisini makul karşıladı. Çünkü daha birkaç gün önce Hamza da Müslüman olmuştu. Taviz vererek de olsa, bu meseleyi bir hal yoluna koymaları gerekiyordu:
–Ey Ebû Velid! Ona git, konuş ve anlaşmanı yap.
Utbe b. Rebia, oturduğu yerden kakarak Kâinatın Efendisi'nin yanına gitti.
–Ey kardeşimin oğlu! Sen her bakımdan bizden üstünsün, bunu hepimiz kabul ediyoruz. Ayrıca sen kavmine çok büyük haberler de getirdin. Bu getirdiğin haberler, kavmini sıkıntıya soktu. Yıllardır tapmakta oldukları ilâhlarını reddettin, onları bâtıl saydın. Geçmişi unutalım. Sana bazı öneriler getirdim, beni dinlersen sana önerilerimi bildireceğim.
–Anlat ey Ebû Velid!
–Ey kardeşimin oğlu! Seni biz başımıza reis yapalım. Bütün Mekke sakinleri mallarının bir kısmını sana verecek, böylece sadece makam olarak değil, malca da en zenginimiz olacaksın. Senin emrinin dışına kimse çıkmayacak. Sen bizim tek hâkimimiz olacaksın. Ayrıca sana haber getiren cin ile ilgili de biz her hekime başvuracağız, ne olursa olsun tedavini yaptıracağız. Sadece Mekke ile sınırlı kalmayacağız, çevre kabileleri de senin etrafında toplayacağız. Sessizce Utbe b. Rebia'yı dinleyen Efendimiz:
–Ey Ebû Velid, sözünü bitirdin mi?
–Evet.
–Şimdi de beni dinle, sana cevabımı veriyorum.
"Ha. Mim. (Kur'an) Rahman ve Rahim olan Allah katından indirilmiştir. Bu bilen bir kavim için, âyetleri Arapça okunarak açıklanmış bir kitaptır. Bu kitap müjdeleyici ve uyarıcıdır. Fakat onların çoğu yüz çevirdi. Artık dinlemezler. Ve dediler ki: "Bizi çağırdığın şeye karşı kalplerimiz kapalıdır. Kulaklarımızda da bir ağırlık vardır. Bizimle senin aranda bir perde bulunmaktadır. Onun için sen (istediğini) yap, biz de yapmaktayız."(7)
Kâinatın Efendisi sûreyi okumaya devam etti. Utbe b. Rebia sessizce dinliyordu. Ne zaman ki sûredeki secde âyetine gelindi, Efendimiz secde ederek okumasını bitirdi. Efendimiz Utbe b. Rebia'ya:
–Ey Ebû Velid! Dinledin, benim sözüm budur, dedi. Utbe b. Rebia, oradan ayrıldı, ağır adımlarla, düşünceli bir şekilde arkadaşlarının yanına döndü. Kureyş topluluğuna yaklaştıkça, Kureyşliler Utbe b. Rebia'da bir farklılık hissettiler.
–Bu Ebû Velid'de bir değişiklik var, gittiği gibi gelmiyor.
Utbe b. Rebia yanlarına geldiğinde merakları son hadde ulaşmıştı.
–Çabuk anlat ne oldu?
–Ben ondan öyle bir söz işittim ki, ne sihirdir, ne de kehanet. Bugüne kadar öyle bir söz işitmemiştim. Ey Kureyş topluluğu! Beni dinleyin! O adama itaat edelim. Onu kendi hâline bırakalım. Onunla uğraşmayalım. Bizim dışımızdaki Araplar onunla uğraşır da onu mağlup ederlerse, ne âlâ; istediğiniz yerine gelmiş olur. Yok, o Arapları mağlup ederse, o zaman da onun şerefi sizin şerefiniz, onun izzeti sizin izzetiniz olmuş olur.
–Ey Ebû Velid! O sana sözleri ile sihir yaptı.
Utbe bin Rebie:
–Bu benim reyimdir, kabul etmezseniz istediğinizi yapın.(8)

BU ŞEREF KUREYŞ'E, DOLAYISIYLA MEKKE'YE YETER
Başta da dediğimiz gibi onun her hâli bir mucizeydi. Amacı eğer saltanat kurmak olsaydı, ona dünyada saltanat kurma fırsatı gelmişti. Hatta o kadar ki, dünya hayatı boyunca maddî olarak o kadar güç elde edemediği bir saltanat. O ne yaptı? Bütün teklifleri elinin tersi ile itti.
Bu hâdisedeki bir başka incelik şudur: Kureyş görüyor ki, bu din her geçen gün hızla yayılıyor. Kendileri ses çıkarmazsa, Mekke dışındaki Arap kabileleri, Kâinatın Efendisi ile çarpışacaklardır. Bu kavgada, Kâinatın Efendisi yenilirse, Kureyş herhangi bir zorlamaya uğramadan amacına ulaşmış olacaktır. Yok, Muhammed çevre kabilelere galip gelirse, ne mutlu Kureyş'e ki, içlerinden bir adam çıktı, bütün Arap yarımadasını egemenliği altına aldı. Ebû Velid'in dediği gibi "Bu şeref Kureyş'e, dolayısıyla Mekke'ye yeter".
Ne yazık ki kâfirlik kolay bir iş değildi, onlar küfürlerinde ısrar edeceklerdi ki, imtihan ortamının adaleti sağlansın.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt