Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Dünya için inancından zerre tavzi vermedi... (1 Kullanıcı)

Siyahgulsevdalisi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Haz 2006
Mesajlar
2,046
Tepki puanı
0
Puanları
0
Bizim içimizden bir peygamberin çıkmasına niçin şaşırıyorsun? Bizden bir peygamber çıktı, karşımızdaki bulunan guruplardan peygamber çıkmadı. Bu bizim diğerlerinden daha üstün olduğumuzu, yani sizin bizden alçak olduğunuzu gösterir.



SEN AZ GÜLECEK AMA ÇOK AĞLAYACAKSIN
Kâinatın Efendisi (S.A.V) Tâif dönüşü Mut'ım bin Adiyy'ın himayesinde Mekke'ye girebilmişti. Tâif'de başına gelenler zaman içinde Mekke'de duyulmuş, Mekke'li müşrikler baskılarını daha da artırmışlardı. Müşriklerin baskılarını artırmaları, Efendimiz'in azminden, şevkinden bir şey eksiltmiyor, bilakis daha da artırıyordu.
Tâif'ten dönüldüğü günlerden bir gündü, Ebû Cehil ile Ebû Süfyan Kâbe'de oturmuş konuşuyorlardı. O sırada Efendimiz de onların yanından geçmekteydi. Efendimiz'i görünce konuşmalarının içeriği değişti, söz peygamberliğe geldi. Ebû Cehil Kâinatın Efendisi (S.A.V)'ni göstererek Ebû Süfyan'a:
"Ey Abd–i Şems oğulları! İşte sizin peygamberiniz!" dedi. Bunu öyle alaylı ve aşağılık bir edâ ile söylemişti ki, söyleniş tarzı Ebû Süfyan'ı kızdırdı.
"Bizim içimizden bir peygamberin çıkmasına niçin şaşırıyorsun? Bizden bir peygamber çıktı, karşımızdaki bulunan guruplardan peygamber çıkmadı. Bu bizim diğerlerinden daha üstün olduğumuzu, yanı sizin bizden alçak olduğunuzu gösterir." Ebû Süfyan'ın bu sözlerinden Ebû Cehil bozulur, sözü başka yöne çekmeye çalışır:
"Ben Abd–i Şems oğullarında bunca yaşlı insan dururken, böyle bir genç peygamberin çıkmasına şaşırdım." Kâinatın Efendisi (S.A.V) konuşmaları duymuş ve iki müşrikin yanına varmıştı. Efendimiz Ebû Süfyan'a hitaben der ki:
"Ey Ebû Süfyan! Sen hak ve hakikat için kızmadın, sen sadece nesep ve soy yakınlığın galeyana geldiği için kızdın. Allah ve Resûlü'nü savunmadın, soyunu savundun.Sen Ey Hakem'in babası! Şu sözümü unutma, sen ömrün olduğu müddetçe çok az gülecek, pek çok ağlayacaksın."

LÂT VE UZZA'YI TERK EDİPDE
MUHAMMED'E İTAAT ETMEYİN
Kâinatın Efendisi bütün zorluklara rağmen bir an dahi tebliğ görevine ara vermemiştir. İnsanların kalabalık bulundukları mekânları hiç kaçırmaz, özellikle panayır ve özel günlerde tebliğe ayrı bir önem verirdi. Rebîa bin Abbad anlatıyor:
Ben genç bir çocukken babamla birlikte Mina'da bulunuyordum. Resûlullah (S.A.V) da o sırada Arap kabilelerinin konutlarının bulunduğu yerde duruyor ve her birine isimleri ile seslenerek şöyle buyuruyordu:
"Ey Falan oğulları! Ben Allah'ın elçisiyim, Allah sizden yalnız kendisine kulluk etmenizi istiyor. Taptığınız putlarınızı terk etmenizi, yalnız kendisine ibadet etmenizi sizden istiyor. Allah'a ve Resulüne itaat edin…"
Resûlullah (S.A.V) insanlara böyle seslenirken, hemen arkasından bir adam duruyor, Resulullah (S.A.V)'ın hitabından sonra oda insanlara sesleniyordu. Bu adam şaşı gözlü, yüzü beyaz bir adamdı. Başında iki örük vardı. Üzerinde de kumaştan hülle vardı. Resûlullah (S.A.V) sözünü bitirir bitirmez bu adam şöyle diyordu:
"Ey Falan oğulları! Bu sizi atalarınızın yolundan caydırmaya çalışıyor, Lât ve Uzza'yı boynunuzdan çıkarmanızı söylüyor. Sizi getirdiği bidat ve dalalete davet ediyor. Sakın ona itaat etmeyin, onu dinlemeyin…"
Bu adamın kim olduğunu merak ederek babama sordum:
"Babacığım şu başında iki örük bulunan adam kimdir?"
"O adam, kendini Allah'ın elçisi olarak söyleyenin amcasıdır. Abduluzza bin Abdulmuttalip Ebû Leheb'dir."(1)

TEBLİĞ İÇİN PANAYIRLARI
DEĞERLENDİRİYORDU
Arap yarımadasında yaşayan insanların hayatında panayırların ayrı bir yeri vardır. Senenin belli aylarında Arabistan'ın değişik yerlerinde kurulan panayırlar vardı. Kureyş'in de üç tane panayırı vardı. Bunlardan bir tanesi Arafat'ın arkasında Zü'l–Mecaz'da, diğeri Merru'z–Zahran'da, Mecenne'de, üçüncüsü ve en önemlisi de Ukaz'da kurulurdu. Ukaz, Tâif'e bir, Mekke'ye üç konak mesafededir. Ukaz panayırı, Zilkâde hilalinin ertesi gününden başlar, yirmi gün devam ederdi. Oranın bozulan pazarı, Mecenne'de Zilhicce'nin başlangıcına kadar sürer, ondan sonra Pazar Zu'l–Mecaz'da kurulur, Tevriye gününe, yani Zilhicce'nin sekizinci gününe kadar devam ederdi. Ondan sonrada Mina'ya, Arafat'a çıkılıp hac edilirdi. Buralar alış veriş pazarları olduğu gibi şiir yarışmalarının yapıldığı pazarlardı. Yedi Muallaka'nın diğer Arap şiirlerine üstün olduklarına perdeypey oralarda karar verilir, bütün Arabistan halkına neşr ve ilan edilmişti.
İbn–i Abbas (R.A) şöyle haber vermiştir: Peygamber (S.A.V) sahabelerinden birkaçı ile birlikte Ukaz panayırına doğru gidiyorlardı.
O tarihte şeytanlar semadan haber almaktan men edilmişlerdi. Haber almak için semaya çıktıklarında üzerlerine şihablar, ateş parçaları atılıyordu. Bu daha önce Şeytanların başına gelmiş bir iş değildi. Semadan haber almaya çıkıpta eli boş dönen şeytanlara kavimleri:
"Size ne oluyor, niçin haber getiremiyorsunuz?" Onlar da:
"Semadan haber almamız yasaklandı. Teşebbüs ettiğimizde üzerlerimize Şihablar, ateş parçaları atılıyor."
Şeytan kavminin ileri gelenleri dediler ki:
"Sizinle sema arasına girip sizin haber almanızı engelleyen yeni bir şeydir. Şimdi arzın doğusuna ve batısına dağılın sizinle sema arasına giren şeyi öğrenin." Şeytanlar arzın üzerine dağıldılar. Bir grup da Ukaz panayırına doğru gidiyordu. O sırada Resûlullah (S.A.V) da arkadaşları ile birlikte Ukaz panayırına doğru gidiyordu. Resûlullah (S.A.V) ashabı ile birlikte Nahle de mola vermişlerdi. Resûlullah (S.A.V) Nahle mevkiinde ashabı ile birlikte sabah nazmına durmuştu. Namazda okunan ayetler oradan geçmekte olan şeytan cinlerinin dikkatini çekmişti. Resûlullah (S.A.V)'ın okuduğu ayetleri baştan sona kadar dinledikten sonra içlerinden biri şöyle dedi:
"Yemin olsun ki, bizi semadan haber almaktan men eden şey şu duyduğumuzdur." Cin tâifesi bu haberi hemen kavmine ulaştırdı:
"Ey kavmimiz! Biz hayranlık veren bir Kur'an dinledik ki, o Hakk'a ve doğruya götürüyor. Bizde ona iman ettik. Bundan sonra rabbimize hiçbir şeyi ortak tutmayacağız."
Bu hadisden sonra Allah Celle Celaluhu Resulullah (S.A.V)'a cin suresini inzâl buyurdu.(2)

GECEYİ CİNLERLE BERABER GEÇİRDİ
Kâinatın Efendisi âlemlere rahmet olarak gönderilmesi nedeni ile her âleme rahmet ve hidayet getirmeye çalışıyordu. Cinler de bundan nasipleniyordu. Peygamberimizin hayatında birçok defalar cin taifesi ile temasının olduğu haber verilmiştir. Bunlardan bazılarını zikrettik. Cin taifesi ile olan temasın bir tanesi de yine Mekke deki o zorlu dönemde meydana gelmiştir:
Alkame anlatıyor. Biz İbn Mesud'a sorduk ki;
"Peygamber cinlerle beraber olduğu gece, sizden onun yanında olan var mıydı?"
İbn Mesud "Hayır" dedi ve anlatmaya başladı.
"Biz bir gece Allah Resulü ile birlikte idik. Bir ara onu aramızda görmedik, sağa sola baktık O aramızda yoktu. Mekke vadilerinde onu aradık ama bulamadık. Dedik ki ya kuş oldu uçtu, ya da bir suikasta kurban gitti. O gece bizim için çok kötü bir geceydi. O kadar kötü bir gece geçirdiğimizi hatırlamıyorum. Gün ışıyıp sabah olunca birde baktık ki, Hira Dağı tarafından bize doğru geliyor. Hemen yanına koştur:
"Ey Allah'ın Resulu! Seni kaybettik, bütün aramalarımıza rağmen sizi bulamadık, şu kavmin en kötü gecesini geçirdi." Resûlullah (S.A.V):
"Bana cinlerden bir heyet geldi, beni davet ettiler onlarla gittim. Onlara Kur'an okudum." Sonra Resûlullah bizi yanına alarak, cin tâifesi ile konuştuğu onlara Kur'an okuduğu yeri bize gösterdi. Biz orada cinnîlerin ateş izlerini gördük.(3)


TEBLİĞE DEVAM ETTİ,
İNANCINA AYKIRI HER TEKLİFİ REDDETTİ
Kâinatın Efendisi Kinde Kabilesi'nin konutlarının bulunduğu yere gitti, onlara tebliğde bulundu. Kelb Kabilesi'nin konutlarının bulunduğu yere gitti, onlara tebliğde bulundu. Benî Hanife konutlarına gitti, onlara tebliğde bulundu, bu Benî Hanife topluluğu Araplar içinde küfür ve isyanda en aşırı gidenleri idi.
Kâinatın Efendisi Benî Âmir bin Sa'saa topluluğuna geldi. Benî Âmir bin Sa'saa topluluğunun içinde Beyhare bin Firas Resûlullah'ı dinledikten sonra ileri gelenlerine dedi ki:
"Vallahi şu genci Kureyş'ten alsak elbette onunla Arab'ı yeneriz, sonra da Arab'a lider oluruz." Kavmi bu düşüncesini olumlu buldu, sonra Kâinatın Efendisi'ne şöyle bir teklifte bulundu:
"Sen ne dersin? Şimdi biz sana biat edelim. Sonra da Allah seni muhaliflerinin üzerine galip kılsa, senin galibiyetinden ve senden sonra da idare bizde olur mu?" Kâinatın Efendisi şöyle buyurdu:
"İdare Allah'a aittir, onu dilediği kimselere verir." Bu cevap Beyhare bin Firas'ın hoşuna gitmedi.
"Araplara karşı sana siper olacağız. Allah'ta seni galip kılacak, sonrada idare bizden başkasında olacak, hiç olacak iş mi? Bizim senin anlattıklarına ihtiyacımız yoktur."
Kâinatın Efendisi buradan da eli boş dönüyordu. Efendimiz Benî Âmir bir Sa'saa'dan eli boş döndüğü sıralarda, Beyhare bin Firas da bugün yaşadığı olayı kavminin yaşlı bilge kişilerine anlatıyordu:
"Biz Kureyş'li Benî Abdulmuttalib'den bir genç geldi, kendisinin peygamber olduğunu iddia ediyor. Bize onu korumamızı ve onunla birlikte kıyam etmemizi söyledi…"
Benî Âmir'in yaşlı bilgelerinden bir ihtiyar şöyle dedi:
"Ey Benî Âmir! Bu işin bir telafisi yok mu? Onu yakalayıp elde etmeniz mümkün değil mi? Falanın nefsi elinde olana yemin ederim ki; İsmail oğullarından hiçbir kimse şimdiye kadar yalan yere, peygamberlik iddiasında bulunmamıştır. O elbette haktır. Bunu neden düşünmediniz?"(4)
Bu hadiseden de anlaşılacağı üzere, Efendimiz (S.A.V) son derece sıkıntılı zamanlarında dahi müşriklerden gelecek yardımlara karşılık inancından zerre miktar taviz vermemiştir. Arap Yarımadası'nın büyük kabilelerinden biri, Efendimiz'le birlikte kıyam etmeyi kabul ediyor. Efendimiz'e her türlü sahip çıkmayı kabul ediyorlar, ancak bunu bir şarta bağlıyorlar. Eğer Araplar'a üstün gelirsek, senden sonra idare bize geceçek. Burada gelecekle ilgili bir vaat söz konusu, hem de kesin bir hüküm olmamasına rağmen, Efendimiz (S.A.V) burada da hakkı, doğruyu söylüyor. Hayır diyor, idare Allah'a aittir, O kime isterse ona verir.
Burada akla şu soru geliyor: Efendimiz orada Benî Âmir kabilesine söz verse, bu kabileyi arkasına alsa ve öyle hareket etse daha iyi olmaz mı? Ne zaman bütün Araplar'a hâkim olurdu, o zaman Benî Âmir kabilesi ile kozlarını paylaşırdı.
Bütün zorluk ve sıkıntıya rağmen o bu yola başvurmadı. O hakikatten, doğruluktan zerre miktar sapmadı, ayrılmadı.
Benî Âmir kabilesinin yaptığı teklifi hangi şartlarda kabul etmedi bide ona bakalım ve Efendimiz'in ne büyük insan olduğunu anlamaya çalışalım.



ZEYNEP BABASI İÇİN AĞLIYOR

Münbit bin Mudri el–Ezdî anlatıyor: Bir gün Resulullah (S.A.V) Mekke'deki bir panayırda görmüştüm. O çevresindeki insanlara şöyle sesleniyordu:
"Ey insanlar! Allah'tan başka ilah yoktur deyiniz de kurtulunuz." O böyle seslendikçe, orada bulunan insanlar ona sataşıyordu. İnsanların kimisi onun yüzüne tükürüyordu. Kimisi üstü başına toprak saçıyordu. Kimileride ona sövüp sayıyordu. Bu durum gün ortasına kadar devam etti. Her halinden çok yorgun düştüğü anlaşılıyordu. O sırada uzaktan ona doğru koşarak gelen bir kız çocuğunu gördüm. Kız çocuğu onun yanına geldi, üzerinde ki elbiseler açılmıştı, elinde bir su kabı vardı ve kız çocuğu ağlıyordu.
Kızın elinden su kabını aldı, önce su içti, sonra da elini yüzünü yıkadı ve kıza dönerek:
"Üst başını ört. Baban hakkında endişeye düşme. Korkma babana tuzak kurarlar da babanı öldürürler diye endişe etme." Orada bulunanlara sordum:
"O kız kimdir?" Dediler ki:
"Onun kızı Zeynep'tir."(5)
Bu sıkıntılar içinde bulunurken, kendisine yapılan büyük teklifleri elinin tersi ile itebiliyordu.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt